Sona gelmekten korkmuyorum... istemiyorum sadece... Asi-Demir’in sonuna gelirsek... hiç yaşamayalım diyesim geliyor, yine çocukça. Asi-Demir’i bir çember olarak algılıyorum... o nedenle eksikleri tamamlayarak çemberi kapatmaya çalışıyorum... o çember sürekli dönecek... aslında zaten öyle. Benim yazarak, sizin paylaşarak dokunmayı başardığımız gerçek, bu çemberi görmek aslında...
Yazılı Asi-Demir’e ihtiyacınız, okuduğunuz bölümleri yazdırıp dosyalamanızın ilgimi çekmemesi mümkün değildi elbette... Aynı benzer ihtiyaçla yazmaya başladım, hala da devam ediyorum eksik bölümlerde, bende... Bitmiş bir eser üzerine hala yazıp çiziyor olmamız, hala irdelememiz, önüne geçilemez bir şekilde, nasıl bir şeyse... Asi-Demir gibi doğalca bulduğumuz bir istek içimizde... Kıskandım sizi... ama öyle bir noktaya çektiler ki beni... kıskançlığım gurura döndü, sizi hayal ederken... Asi-Demir’de. Gözümde canlandırıyorum... sizde hafif eğimli bir arazi bulacaksınız kendinize... gözlerden uzak olmalı, söylemişsiniz zaten asice... rahat edemezsiniz aksi taktirde... e.minim özellikle okumayı seçtiğiniz yerler olacak, yazdırdığınız o bölümlerde... okumanın da ötesinde... yeşereceksiniz onlarla birlikte. Nasıl gurur duymam, bunlar olurken, bahsettiğiniz o gizli geçitte oturuyor olacaksınız, Asi-Demir satırlarım ellerinizde...
(e.min, asi-dizi.com, e.min yorumlar,23.07.2009)
... pazar akşamı döndüm. Döndüğüm andan beri de buraya gelip bir iki kelam etmeyi denedim. O gizli ve tılsımlı bahçede, yazıların ve ben neler yaşadık anlatmak istedim. Belki klasikleşmiş teşekkürlerimden öteye geçer, cümlelerimle daha farklı bir minnet sunabilirim diye düşündüm. Fakat satırları yazıp yazıp silmekten öteye geçemedim. Çünkü, fark ettim ki, ben ne Asi ve Demir’i, ne de onların bende yarattığı etkiyi anlatabilecek kadar sözcük biriktirememişim heybemde. Bunu bile doğru düzgün anlatamazken yazılarının bende bıraktıklarını nasıl anlatabilirim ki? Ne söylesem boş olacak, ne söylesem güçsüz ve cılız kalacak sanki… Sadece, Asice müzikler, Asice bir manzara ve ruhuma usul usul dokunan o satırlarla kendimi sonsuz bir huzurun içinde bulduğumu söylemek istiyorum. Sıkıntıya, derde dair ne varsa Asi-Demir adının gölgesinde, senin büyünde eriyip gitti sanki. Bana herhangi bir yazıdan alınacak edebi keyiften çok daha fazlasını hediye ettiğin için, kalbinde oluşan o coşkun ırmağın kollarını yüreklerimize kadar uzattığın için minnettar olduğumu bir kez daha söylemek istiyorum…
“...hafta sonu okuduğum bir şeyi paylaşmak istedim sizlerle... malum hala bu tutkuyu bir mantığa oturtma çabası inanılmaz bir şekilde bende... işlek beyin durmuyor... geçerli bir nedene ulaşmak zorunda. Ayna Nöron’larımız varmış... bunları öğrendim bu arada... kalbimizle değil... beynimizle tutulmuşuz meğer Asi-Demir’e...
Ne kadar ilginizi çeker bilmiyorum ama şöyle şeyler oluyormuş biz farketmeden bizde... beynimizde ;
Bir hareket izliyoruz (mesela bir bakışma)... biz bunu izlerken beynimizin belli alanlarında (meraklıları için; örneğin superior temporal sulcus J hareket eden bölgeler görünce canlanan hücrelerle doluymuş beynimizdeki bu alan) bir aktivite artışı oluyormuş. Aynı hareketi eğer biz yaparsak da, bu hareketi yapmayı hayal edersek de, işin asıl ilginç yanı, başka birisini bu hareketi yaparken seyretsek de, aktifleşen aynı alan. Bu faal bölgelerde çok yoğun olan beyin hücrelerine taklit başarımızdaki rollerinden ötürü “ayna nöron” adı veriliyormuş. Bir eyleme bakarak o eylemi yapmış kadar olabilmemiz bu ayna nöronların marifetlerindenmiş. Fazla söze gerek kalmaksızın, karşımızdakinin ne demek istediğini, adeta evrensel bir dil konuşuyormuşçasına anlayabiliyormuşuz.
Acı çeken birisini görmek ile bizzat acı çekmek beynimizde aynı bölgeleri aktifleştiriyormuş.
Ben şöyle bir örneği tercih ederdim... aşık bakışları görmek ile bizzat aşık olmak beynimizde aynı bölgeleri aktifleştiriyor.
Ayna nöronların işleyişinde iki şey etkili olmalı diye bir çıkarımda bulunuyorum... yorumluyorum kendimce;
Ayna nöronlarımızın, gördüğümüz bir şeyi bize yansıtmadaki başarısıda, aynaya düşen görüntünün gerçekliği. büyüklüğü, içtenliği yada her ne ise onunla ilgili olmalı... ve tabi ki bizde bu görüntüye karşılık gelecek yaşanmışlık, eşik neyse o oranda görebiliyor, hissedebiliyor... yaşayabiliyor olmalıyız...
Asi-Demir’in gerçek olmadığını kim söyleyebilir... seyrettiğimiz belki bir masal ama hissettiklerimiz gerçekti... Asi-Demir gerçekti... “
Demek beynimiz de desteklemiş Asi tutkunu olmamızı... Buna hiç şaşırmadım, çünkü bizimki gibi bir bağlılığın tek bir nedeni olması mümkün görünmüyor. Asi kimyamızda binlerce noktaya dokunmuş olmalı... Bizi bir çok cepheden fethetmiş olmalı... Açıklanmış her şey yetersiz kalıyor. Bunların çok ötesinde bir yolla sarmalamışlar ki bizi, hem ruhumuzla hem de beynimizle koşulsuz bağlıyız onlara...
“... Bu sabah yağmur vardı yine İstanbulda... olağan işlerin arasında nasıl bir mola vardirdi bana... Bıraktım her şeyi... açtım çalışma masamın yanındaki pencereyi... eğer pc’im açık olsa... canlı canlı bir başka yazışta, müjdeyi vereceğim sizlere... bakın bakın... Asi-Demir yağıyor... gitmemişler, buradalar hala... aynen öyle... kavuşmalarındaki ilk hırçınlıkları gibi, önce yağmur da hırçınça koşuşturdu yere... kendisini tutmaya çalışan ağaçların dallarına aldırmadan hatta onların kokusunu taşıyarak vardı sevdiğine... dolu dolu... delice... Ara ara gözlerimi kapatarak ve kavuşmalarını dinleyerek... ara ara ise kavak ağacımın bana yazı yoldaşı yapraklarından süzülüşlerini seyredek hasret giderdim onlarla... güvercinlerim yerine dirseklerim vardı bu sefer perceremin eşiğinde... avuçlarıma dayanmış çenem bile oynadı... fısıldamadım... söylendim resmen Asi-Demir’e ... ‘çok özledik sizi”... farkındamısınız geride bıraktıklarınızı... özlemi... unutulmak mı istiyorsunuz yoksa sizde? ‘Unutabilenler için evet’ mi diyor Asi yine... Ne çekip gidilebiliyor, ne de unutulabiliyor değil mi.... gördük sizlerle.
Yağmur dindi hafiften hafiften... yaz yağmuru... hayatımızın Asi-Demir’i... çok sürmedi... Ağaçların yapraklarındaki tozu temizleyip, toprağa misss gibi bir koku verip süzüldü derinlere... yazın kurağında emdi yağmuru toprak... bırakmadı hiç bir şey geriye... çokça benziyor Asi-Demir’in bizim yaşamlarımızdaki etkisine... işle, insanlarla, zorluklarla, çeşit çeşit yokluklarla bizde toprağın acı gibi açtık Asi-Demir’e hiç zor olmadı onu sahiplenişimiz... hatta farketmedik bile. Kendimize ters... kendimize yabancı şeyler yaptırdı... sorgulattı bizi bize... Belki beyin aktiviteleri, onlarda gördüğümüz bu enerji... hepsi bilen, anlayan biri için yeterince anlaşılır gibi.
Ama açıklanmaya muhtaç bir şey var... Neden hala etkili?.. Neden hala yağmur yağarken onlar için göz yaşı dökebiliyor birileri... görmüyoruz, yoklar... ama hala başıboş... sahibini arıyor gibi...”
Asi-Demir yağmış sizin oralara da... Gözlerim nasıl da doldu okurken bir bilsen. Evvelden beri yağmuru severim, içimde hep özel duygular uyandırmıştır. Ama şimdi, apayrı bir boyuta geçti sanki o damlalar. Bana iyilik mi yapıyor doğa ana yoksa kötülük mü bilmiyorum ama, bu sene gittiğim her yere yağmuru da taşıdım. Bazen bir sokağa, bazen yemyeşil bir bahçeye düşerken ben de sessizce yağmuru izliyor ve onların gölgelerini hayal ediyorum baktığım yerde... Birden siyahlar içinde ıslanmış bir adam beliriverecekmiş, ona bir kız koşacakmış, sonra da ömrümde gördüğüm en muhteşem şekilde sarılacaklarmış gibi geliyor...
"çok özledik sizi"
“...Çağırdığım için değil, bucak bucak uzak durmaya çalışıyorum gündelik hayatımda aslında...ama kendiliğinden geliyorlar bana da..”
Ben de bunu sorguluyorum işte... Bu konu üzerinde oturup aklı selim düşünmeye çalıştıkça kendimden korkacak oluyorum. Neden hayatımdaki bir dosttan daha sıcak, daha yakınlar bana? Neden derdimi söküp almakta herkesten daha başarılılar? Neden gerçek olmadıklarını bile bile onlar için ağlıyor, var olmayan bir şey ile saatlerimi, günlerimi geçiriyorum ve hepsinden kötüsü bu bağlılığı günden güne daha da çok seviyorum?
Ben bu duyguyu, bu gizemli, kafa karıştıran haliyle seviyorum galiba... Hayatımı fethettikleri için mutluyum ve dünyadaki en zararsız bağımlılığı yaşadığım için de şanslı hissediyorum kendimi.
Hangi bağımlılık insana kendi gibi düşünen, birebir hisseden dostlarla tanışma fırsatı tanımış ki? Hangi bağımlılık aşkı, sevdayı aşılamış ruhumuza...
Yan etkileri bile tatlı bu bağımlılığın... Beni bu müthiş dünyaya, her şeyden ve herkesten uzağa, sadece benliğimin ve duygularımın derinliklerinin olduğu bir aleme taşıdıkları sürece Asi'ye bağımlı olmaya razıyım...
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar, 6.08.2009)
Sevinçle okudum onların büyüsünde eriyip gittiğin huzurlu tatili. Bu huzurun nasıl bir şey olduğunu da biliyorum... Her akşam yaşıyorum... aynen dediğin gibi, ‘sıkıntıya, derde dair ne varsa Asi-Demir adının gölgesinde eriyip gidiyor’ sanki... Her şey çözülebilir... dünya daha güzel şeylere doğru dönebilir gibi geliyor... yeterki onlar olsun o anda. Gerçekler böyle değil oysa... fakat ne kadar körü körüne bir bağlanma... sadece iki çift göz nasıl kapı açabiliyor böylesi bir dünyaya.
Soruların hepimizin soruları sevgili ribelle... nedenler... niçinler... nasıllar... hiç bitmiyor Asi-Demir’cilerde... ama onları sevmenin nedenini asla bağlamaya çalışma “hayatın sıkıntılarından kaçmak gibi basit bir neden”e ... asıl bu haksızlık olur... sana... bize... Asi-Demir’e... Oradaki her neyse.... bundan çok öte. Hatta o kadar ki... Asi-Demir artık yaratanlarının bile değil ellerinde... Neredeyse bir korku sezmiştim son bölümde... biz kapılmış giderken kontrolsüzce Asi-Demir’de... bir tedirginlik miydi hissettiğim... özellikle son sahnelerde... Asya’yı gerçeğe hazırlamanın yolu nasıl ki kurgulandı bir masalla... bir öyküyle... hedeflenenin çok ötesinde bir noktaya çekilen seyirciyi de, tersine bir kurguyla döndürmeye çalıştılar gerçeğe ... Kameraya kırpılan gözlerde... sallanan ellerde... gerçek tıpkı Asi’nin Asya’ya hazırladığı görüntülerde olduğu gibi... ara ara serpildi diziye... Amaç başka ne olabilir...bizi, oyuncuları... belki de kendilerini... silkelemek değilse gerçeğe. Bu ekip dünyayı yavaşlatan değil sadece... durduran bir final hazırlayabilirdi Asi-Demir’e... Her hafta denizlere attığımız mektuplar son bulur, artık yağmurlar umursanmaz olur sandılar böylelikle... Oysa hissedilenler büyüyerek... zenginleşerek devam ediyor... Asi-Demir kurgu değil... yaşıyor.
(e.min, asi-dizi.com, e.min yorumlar,9.08.2009)
Seni ve cümlelerini tanıdıkça dilimize bir kez daha hayran oluyorum. Nasıl da güzel kapılar açıyorlar sana duygularını bizimle paylaşman için… Nasıl da yan yana gelip, el ele verip mimarının sen olduğu bir saray yaratıyorlar karşımızda. Sadece bölüm yorumlarınla değil, diğer yorumlarınla da alıp götürüyorsun beni… Sen ve kelimelerin, iyi ki varsınız…
Yağmur ile ilgili kısmı okurken yine gözlerim doldu. “Ben hiç böyle değildim,” demeyeceğim çünkü her zaman için sulu göz bir insandım, ufacık bir şey yeterdi hep yüzümü ıslatmaya. Fakat daha önce hiç böylesi ağlamazdım. Tek bir cümleyle, gözlerimin önüne gelen tek bir görüntüyle... Bazen resimlere bakıyorum müzik eşliğinde. Sonra bir kare görüp dakikalarca ona takılıyorum. Bir bakıyorum ki doluvermiş gözlerim. Ne kadar da gerçek üstü bana yaşatılan bu duygular; Asi özleminden mi o asi aşktan mı, kendime mi onlara mı ağlıyorum bilmiyorum; ama doluveriyor bir şeyler içime işte…
Zaten tüm bunlar olurken nasıl sıradan bir nedene bağlayabilirim ki bu Asi fenomenini?
serapSU arkadaşımızın imzası dikkatimi çekti yazarken, benim durumumu da anlatmış oradaki sözler… Asi’den önce bu kadar kolay ayrıntı yakalayan biri olduğumu bilmezdim. Şimdi hangi panoda “Demir” adını görsem, hangi cümlede “asi” kelimesi geçse ya da günlük hayatta “onlardan” neye rastlasam dikkat kesilip ailemin tabiriyle “uçuyorum” Hemen anılar, hemen görüntüler, sesler beliriveriyor kafamda. Gün içinde onlara dair bir şey yapmadığım zaman rahatça uyuyamıyorum desem inanır mısın? Kim ne derse desin günün belirli bir kısmını Asi’ye ayırmaktan vazgeçemiyorum ve bundan da gayet memnunum. Benim en huzurlu, en kendimce anlarım oluyor o anlar. Ya yazılarını ve yorumları okuma; ya resimlerle uğraşma ya da bölümlere tekrardan kendimi kaptırma… Bu benim için bir ihtiyaç oldu artık, beni tamamlayan bir şey oldu Asi ile geçirdiğim vakitler…
Senin de dediğin gibi, bizi o rüyadan uyandırmaya, o masala nokta koyup gerçek hayata göndermeye çalışsalar da halimizden anlaşılıyor ki epey geç kaldılar. =) Asi ve Demir, tüm bu izlediklerimizin dizi olduğu gerçeğinden daha gerçek bence. Bu duyguyu değiştirmeye de herhangi bir güç yeter mi bilemiyorum… Onlar noktayı koydu, Asi-Demir bizde devam ediyor artık. Sınırsızca, koşulsuzca…
“Demir’in bakışları... o kendisine bakmazken ona bakmayı seviyor Demir... onu seyretmeyi... hayalleri yerine gerçeğini... gözleri açık onunla ilgili hayaller kurmayı seviyor Demir... Demir’in kendisini seyretmeyi sevmesini seviyor Asi... onun için birşeyler yapmayı, onunla ilgilenmeyi... Demir’i seviyor Asi.”
Ve e.min’in Asi ve Demir’i böyle güzel tanıyıp, tanımlayıp, masalsı bir dünyada anlatmasını da; bendeniz çok seviyor… Asi ve Demir’i, aşkı, aşkı anlatan cümleleri seviyor…
Geri dönüşün sancılarını, özlemi, zamanında izlerken fark edemediği yerlerde e.min’in ona sihirli değneğiyle dokunup “Bak işte, orada kocaman bir aşk var, görmüyor musun?” demesini, bu bölümlerden aldığı tadı da çok seviyor…
“Demir giriyor görüntüye... görüyoruz ki tekne denize atılmış... az bir işi kalmış... hayalleriyle hız almış... umutları gibi, bembeyaz bir tekne ortaya çıkarmış ... ne var ne yok bu beş sene boyunca, kadının saçlarına takamadığı bütün beyaz çiçekleri teknesi yapmış, kara saçlarıyla ismini yazmaya başlamış – AS – ”
Duygunun, algının derinliği karşısında öylece kalakaldım bu alıntımdan sonra. Asi-Demir aşkındaki çoğu unutulmuş ayrıntıyı, böyle umulmadık yerlerde karşımıza çıkarmanı öyle seviyorum ki… Bu incelikleri kendi gönül gözümle fark etmem olanaksızdı belki, ama sayende onlara dair en küçük ayrıntıdaki mutluluğu bile tadabiliyorum. Senin sayende, onları daha derin hissedebiliyorum, yaşayabiliyorum. Bu duyguya denk bir örnek vermek istedim somutlaştırabilmek için, ama bulamadım inan… Buna eş, bunu açıklayabilecek başka hiçbir duygu yok. Özde ve özel bir paylaşım, bir duygu akışı bu. Tarifi olanaksız…
“Asya’yı kıskandıracak, çocukça bu merakta neler kasıp kavuruyor Asi’yi, bir bilseler... Sevdiğinin senelerce ilgilendiği, gönül verdiği bir uğraşı paylaşma isteğini nasıl anlatabilirim ki... deneyebilirim ancak belki... onun elleriyle vucuda getirdiği bir şeye, sığındığı bir dünyaya dokunma ihtiyacı var bu soruda... ona dokunmak kadar önemli bu emeğe dokunmak, hele ona ve ruhuna özgürce dokunamadığı şu anda bu dokunma ihtiyacı her şeyden fazla... Demir tutukluyken şehrin duvarlarına dokunarak Demir’e ulaşan Asi var bu merakta... nasıl buram buram aşk var... yakınlaşma... anlamaya çalışma... sevme var... meraktan çok ihtiyaç var aslında.”
Asi’ye de, Demir’e de kızamıyorum yazılarını okuduktan sonra… “Her şeyin bir sebebi vardır.” ve “Herkes kendince haklıdır.” sığlığında düşüncelerden öteye geçerek onları anlamamı sağladın çünkü. İnsanın duygu dünyasının, ruhunun ne kadar karanlık ve dolambaçlı olduğunu hatırlattın bana. Demir’den değilse, görünenin de ardına bakmak gerekiyordu bazen ve sen tüm perde arkasını gösterdin bana, bize… Ben onları, senin yazdıklarından sonra temize çıkardım gönlümde. Varsın hataları boylarını aşmış olsun, biliyorum ki birbirlerine duydukları aşktan öte, her şey boş ve üzerinde düşünmek bile anlamsız...
“ “nihayet” diyor sevdiğinin gözleri... nihayet ... “kızım ve babası”... özgürce... sakıncasızca kızı ve kocası... evet Demir onun hala kocası... yürek dinler mi bir kağıt parçasını... zorlanılmış bir kararı... bir halkayı... gönül sözünde , gönül gözünde Demir hala Asi’nin kocası...”
İşte yine her şey önemsiz olmuş onlar yan yana gelince. Asi ve Demir'e, sadece yan yana olmak yetiyor ya, bu hissi algılamayı çok seviyorum onların aşkında. Hani kalabalıkta da olsalar yalnız da, bir bahçede de olsalar, soğuk demirlerin ardında, karakolda da… O iki kişilik dünyayı hemen her şeyden soyutlayıp yetinmelerini, “mutluluk buymuş” diyen ifadelerini görmek beni daha da bağlıyor bu aşka…
Her satırda aşk büyüyor. Yüreğimi daha da çok sarıyor. Asi ve Demir, bizler için her gün daha da zenginleşen bir hazine oluyor. İyi ki tanıdık onları, bir mucizeyi dokundurdular hayatımıza. Aracı oldular paylaşmaya, duygularla çoğalmaya... ...
........
Senin nezdinde Asi'yi yaşayan, yaşatan, paylaşan herkese...
Hepiniz iyi ki varsınız, Asi'desiniz iyi ki...
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,14.08.2009)
Sevgili ribelle, korkarım yarının işine gücüne bakmadan bende bu günü ağartacağım burada... sizlerle birlikte. Bu geç kalışımın suçlusu da biraz sensin... asice hazırladığın resim... önce gelip hapis kaldım o resimde... resimdeki figürlerde... kapalı gözlerinin ardında neler olup bittiğinde... Herşeye bir isim verme merakım var korkarım... isim bulmak için geçti düşlerimle bir kısım vaktim... resimdekilere sordum... git dediler bak yorumlarına... ne yakışır bu çalışmaya... baktırmaya çalıştım onları bana... bakmadılar inatla... hani onlar bir aradayken reddederler ya bütün dünyayı etraflarında... alışığım, darılmadım onlara... Asi Demir’in kollarında... Demir Asi’nin ruhunda... ama ne göreyim.... hımmm... “Sizi gidi sizi!” dedim... sadece benden saklanmıyorsunuz... asıl ruhlarınızı saklıyorsunuz bu yakınlıkta..
‘Saklambaç’ koydum bu resmin adına.
(e.min, asi-dizi.com, e.min yorumlar,20.08.2009)
Satırlarını okuyor, gözlerimi kapatıyor ve kelimelerinin izleri hayallerime yayılırken sessizce onları izliyorum… Bakışları, susuşları, her şey o kadar net ki…
Büyülü bir akım bu sizlerden bana gelen… Ve sizler varken asla bitmez Asi, azalmaz etkisi, çıkıp gidemezler yüreklerimizden… Yüreklerimizdeki ev sahipliklerinden onlar da memnun mudur acaba bizim gibi?
Saklambaç adı çok yakıştı resmimize, söylemeden geçemeyeceğim… Gözleri sımsıkı kapansa da, ruhlarını bizden saklayıp sadece birbirlerine gösterseler de, eminim görmeye devam ettin sen oradaki duyguları…
Bu dizinin yol haritasında bir düşünce ve teknik emek var...belli bir sistemle yola çıktı yapımcılar... bu yadsınamaz. Ama tıpkı onların istediği gibi, ardına baktığımızda gördüğümüz o kadar ilginç rastlaşmalar oluyor ki dizide... kör şeytanın da parmağı olduğunu düşünmemek imkansız Asi-Demir’de. Hepimizde yeri farklı ‘cam’ sahnesinin... nedeni nedir diye düşündürüyor ister istemez... nedir o camda gördüklerimiz... biraz düşünce, biraz araştırma... biraz e.mince hayal gücü ile o camın ardına bakmayı becermeye çalışıyorum... sonunda ‘cam’ın onların en geçirgen iletkeni olduğuna kanaat getiriyorum...
Doğada ençok kumda bulunan silis ile alkali ve demir ufalanıp elenir... kaçamazlar yazgılarından bu serüvende... ne sadece burada ve şu anda... nede geçmişin sönmemiş küllerinden uzakta... toz haline gelmelerine mani olamazlar. Ne zaman durur bu serüvende... ne de yüreklerinin kor sıcaklığı... erirler... geçerler birbirlerine... bu karışmışlık... cam... soğuduğunda bile, kimya terminolojisinde hala ‘sıvı’ olarak tanımlanacak ve doğalca iletecek Asi-Demir’i birbirlerine... biri sudur... biri denizin toprağı, kum... cam onları ayıramaz ancak iter birbirine... Demir’in dudaklarıymışçasına... Asi’nin teniymişçesine... dokunurlar o cam üstünde birbirlerine... ve dokunmuş olurlar gerçekte. Bu camın katkısı ‘cam’lı sahne’nin sırrına bence... Ya oyuncularımız... oyuncularımızın katkısı... o ne?
Sanıyorum ki ilk kez oyuncularımız da... aradaki camı engel görüp kendilerine... sakıncasızca geçit verdiler Asi ve Demir’e... Sevgili usayken ile özel bir yazışmımızda oyuncuların beden dilleri üzerine sohbet ediyoruz... fikrimi söylüyorum...
"Eskiden Demir baskın, M. Yıldırım silik, hatta hiç yoktu bu kurguda, şimdi M.Yıldırım daha baskın... kendinden e.min... görünmeye başladı çekinmeden oyunda... belki bir sezon daha sürse, Demir - Murat eşitlenecekti... hatta baskın bile çıkabilirdi... Çünkü M.Yıldırım da büyüdü bu arada.” .... Benzer olarak, oyunculuk veya ifade repertuarı ile ilgili eleştiriler T.Büyüküstün içinde yapılıyor. Aynı cümlelerimi onun içinde kurabilirim kolaylıkla ve inanarak. Her ikiside olgunlaştılar... geliştiler... Ama bu kazanım... Asi-Demir sahnelerinde hep frenlendi... sevgili serapSU'nun tarifiyle 'çekingen'di... kendince sebeplerle belkide böyle olmak zorundaydı. Ama arada camın olduğu bir sahnede artık çekinecekleri ... sakınacakları bir şey yoktu... aslında Asi-Demir için engel olan ‘cam’, T.Büyüküstün ve M.Yıldırım için özgürlüktü... fark buydu. Farketmeden cam’ın onları birbirlerine doğalca süzdüğünü... Asi olup Demir’i... Demir olup Asi’yi buldular. Belkide Asi ve Demir’i hiç bu kadar iyi anlamadılar.... hiç bu kadar yakın olmadılar. gerçekte.
(e.min, asi-dizi.com, e.min yorumlar,24.08.2009)
Aklıma gelenleri yazıyorum ya böyle... biraz da korka korka alıyorum onları yorumlarımın içine... Asi-Demir’le saçmalayan ruhumun çılgınlık haritasında... düşüncelerimin vardığı noktalar... korkutuyor beni de. Ama yazmasam da olmayacak... onları yazınca tutamıyorum sadece kendime. Nasıl demişsin sen... “duramıyorum yerimde”... öyle sabısız... öyle inanılmaz bir paylaşma güdüsü bu düşündüklerimi, sizlerle. Olabildiğince soldurarak renklerini çılgınlıklarımın, sıkıştırmaya çalışıyorum yazılarımda bir yerlere... Derken özelden veya açıktan gelen iletilerle görüyorum ki... mutlulukla saçmalıyoruz... hep birlikte.
Ruhun aynası gözleri nasılda yosun yeşildir Asi’nin... hayretle öğreniyorumki cama yeşil rengini veren içindeki demirdir... bambaşka bir anlam kazanıyor “Gözlerime iyi bak, orada sen varsın” diyen Asi’ nin sözleri Demir’e... Demir’den başka hiç bir şey tutunamamış o dalgalı harelerde... sadece Demir... enikonu Demir o yemyeşil gözlerde.
Demir de zaten Asi’nin bakışlarına hiç bir şeyi değişmez... kıskanır o yeşili... istemez, sevdiği kimsenin gözlerinin içine baksın... istemez, paylaşsın... istemez, o gözlerden bir başkası için yaş aksın... Derken onların hayatlarındaki ‘güven’ olgusu düşüveriyor usuma... hatırlayıveriyorum ki güveni temsil eden renk de yeşil... Asi-Demir’de... camda... yeşilde... dolaşırken kayboluyor e.min... boşuna demiyorum delilik sınırında dolaşıyoruz birlikte usul usul.
(e.min , asi-dizi.com, e.min yorumlar,26.08.2009)