Duygu insanı olmaktan hiçbir zaman vazgeçemedim. Zarar verse de, bir çok şeyi alıp götürse de küçücük bir duygu kıpırtısını derince duyumsayabilmek mutluluk verdi. Ayrıcalıktı bu bana göre, özel ve güzel bir ayrıcalıktı.
Ve bu gece de, her bir duygu kelimelerle ruhuma dolarken, içime ince ince işlerken anca bu duyguları yaşayanların anlayabileceği o garip “doymuşluk” hissini tadabildiğim için çok mutluyum. Tarifsiz bir duygu bu ama anlıyor olduğunuza eminim. Ruhun doyması bu, uzun süre güneşte kalıp da buz gibi suyu içtiğinizde hissettiğiniz o doygunluk gibi. Ferah ve huzur verici bir his…
Ağlayabilmeyi de çok sevdim ben, duygular vücuduma çok geldiğinde gözlerimden akmasını sevdim. Hissettiğim o özel duyguya göz yaşlarımın eşlik etmesini, ruhumun temizlenmesini sevdim. Tıpkı bu gece, okuduğum satırlarla bu aşkı yeniden yaşarken usul usul ağlamam gibi…
Asi garip, tılsımı olan bir masal. Ruha sonsuz kere dokunan, sonsuz kere sarsan, sonsuz kere büyüleyen bir masal.
İçinde Asi ve Demir’in olduğu hiçbir şey etkisiz, kalp çarpıntısız değil ama benim burada okuduklarım apayrı bir dünya. Sil baştan yaşamak o aşkı, her bir karesiyle, her bir bakışıyla; içine sine sine, gönlüne yerleştire yerleştire yaşamak. Demiştim ya kahve eşliğinde okuyacağım diye, kahve soğudu, kardeşim odaya girip ağzına kadar dolu fincanı aldı götürdü, bana hiç de duymadığım şeyler söyledi, hiç de farkında olmadığım cevaplar verdim. Tıpkı Asi ve Demir’in, yan yanayken geride kalan her şeyi silmeleri gibi ben de ikisi ile yan yanayken geri kalan her şeyi siliyorum. Doyumsuz bir gece yaşattınız bana. 9 bölüm okudum, ve kendimi durdurmak için nasıl büyük bir çaba harcadım tahmin edemezsiniz. Çünkü biliyorum, durmazsam bir solukta bitecek ve ben bir sonraki gece kaldığım yerden devam etme mutluluğunu yaşayamayacağım.
Yüreğim dolu dolu, duygu insanıyım ben ve duygu insanlarını seviyorum. Onların duygu dolu satırlarını seviyorum. Yozlaşmış, başkalaşmış bu dünyada aşkı bilen, sevgiyi anlatabilen insanlara rastladıkça mutlu oluyorum.
Asi ve Demir ucu bucağı belli olmayan koca bir deniz bende. O kadar enginler ki her zaman yeni bir tad, yepyeni bir görüntü, bambaşka bir koku keşfedebiliyorum onlarla ilgili. Sonu yok, çünkü ben bu aşka kendi benliğimi, hayallerimi, kıyıda köşede kalmış duygularımı yükledim. Aşkın tarifi için uzun cümleler gerekli değil sanki, Asi ve Demir denmesi yetiyor bana. Öyle benden oldular ki, bu sebeple iddialıyım asla bitmeyecekleri konusunda…
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,9.07.2009)
 
Duygu insanıyım diyorsun... o kadar tanıdık ki bu sözlerin... o kadar tanıdık ki bu hislerin ve mesajında bana yazdıkların. Ve aynen dediğin gibi bazen zarar veriyor olsa bile asla bende başka türlü olmayı düşünmedim. O nedenle dedim ‘o kadar tanıdık ki bu sözlerin’ diye. Zaten Asi-Demir’in algılandığı bir boyut eşiği var ki ya onun altında kalıyorsunuz, ya üstünde... bu da her şey işte. Bahsettiğin doymuşluk hissini her bölüm bitiminde yaşıyorum ben... aynen dediğin gibi tarifsiz bir duygu... korkutucu geliyor bana biraz da... anlaşılmaz... ama aynı zamanda karşı da konulamaz.
Yorumlarım yer yer yaşartmış belli gözlerini... bazen benimkileri de... ve her zaman hüzünlüyken değil... onlar birlikteykende ağlıyorum... tıpkı senin gibi beni de doldurduklarında. Bu yaşta anlattığım bir masal bu kendime... bir masal gibi de uzun ömürlü olacak... her okunduğunda... aynen öyle... silbaştan... en azından asi yüreklerde e.min ellerde... bunu biliyorum.
(e.min, asi-dizi.com, e.min yorumlar,9.07.2009)
 
Aynı duyguları paylaşmak ne kadar güzel...
Bir bütünün uyumlu parçaları gibi bu sevdanın tutkunları. Birbirlerini hemen anlıyorlar, karşıdaki kişi o cümleleri kurarken ne hissediyorsa, aynısını alıp ruhlarına katabiliyorlar sanırım. Bu çok özel bir bağ bence. Çevremizdekilerle, sadece kelimelerle değil bakışlar, mimikler ve vücut diliyle de konuştuğumuz halde anlaşamıyoruz, derdimizi anlatamıyoruz çoğu kez. Ama burada insanlar birbirinin ruhuna dek ulaşabiliyor hem de sadece satırlarla...
Ne de güzel söylemişsin sevgili Mine, bu masal asi yüreklerde emin ellerde diye... Çok doğru... Asi ve Demir aşkıyla kendi içimize açılan gizli bir bahçenin kapısını bulduk biz. İçeri girdik ve benliğimizin en güzel yönlerini keşfettik. Sevme, sevebilme, seveni sevebilme... Buna aracı oldukları için Asi-Demir ve satırlarını okuduğum herkes şimdiden unutulmazlar arasına girdi benim için...
Şimdi bıraktığım yerden devam ediyorum yorumlarına. O gizli bahçeye, ruhumu temize çekmeye gidiyorum...

(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,10.07.2009)

 
Kısa bir aradan sonra, koşa koşa geldim gizli bahçeme...
Benim Asi gibi bir "gizli yer"im hiç olmadı. Çünkü büyüdüğüm, hoşnutsuzluk içinde yaşadığım bu şehir hüznümü akıtabileceğim bir denizi, zirvelere çıkıp huzur duyarak izleyebileceğim bir panoramayı esirgedi benden. Dostlarımı ise hep dinlerdim, benim anlatmama bir türlü fırsat olmazdı nedense. Bu yüzdendi galiba sığınmaya ihtiyacım oldukça kitaplara kaçışım. Şimdiye kadar en büyük sığınağım oldular, gizli bahçem oldular.
Şimdilerde gizli bahçem el değiştirdi. Asi ve Demir tümden dünyam oldular. Ve burası... Bu dünyaya dahil olmamı sağlayan tesadüfler serisine nasıl minnetarım bir bilseniz sevgili e.min...
"Sonraları öğreneceğiz ki O bir su çocuğu ama aşkı, referansı güneş toprak ve rüzgar olan bir kadında bulacak... tabiatın döngüsünü en iyi ifade eden yağmurda buluşacaklar birlikte..."
Bu ne kadar ince bir anlatımıdır aşkın... Aşkın tarifi yoktur, sözüne umarsızca gülüyorum yorumlarınızı okuduktan sonra. Aşkın tarifi vardır; tarif etmesini bilen ve o tarif ruhuna sinenler için...
Ayrılık sisinin üstlerine yavaş yavaş çökmeye başladığı bölümlere geldim. Sizin yazdıklarınızda her türlü duygu çok vurucu, ayrılığı da sizden okumak çok çok ayrı bu yüzden. Boğazım düğümleniyor, yüreğim kapkara bir suda can çekişiyor sanki...
"annelerinin onları bağladığı ipler sanki seneler sonra hala orada... yerde... Meleğin ellerinde , Demir’in bileklerinde... kardeşinin cansız bedenini sıvazlayan yüreğinde... Melek o iplerden kurtuldu artık... ya Demir... Demir’in kurtuluşu nasıl olacak?... hep birlikte bir kez daha atlıyorlar soğuk sulara... sonunda boğabiliyor kardeşinin küçüklükten beri duyduğu o çığlıkları Asi’nin sularında Demir... annesine teslim ediyor emanetinin ruhunu Asi kıyısında..."
Sadece aşk mı anlatımıyla efsaneleşen? Acı da var satırlarda... Okudukça hayrete düşüyorum... Bir şeyi derinden duyumsayabilmek, küçük ayrıntılar yakalayabilmek yetenektir. Algıladığın herhangi bir şeyi ruhundan süzmek, "sence" hissetmek yetenektir. Duyguları satırlara dökmek bir yetenektir... Ama bunların hepsinin tek bir bünyede toplanabilmesi, işte ona uygun bir kelime bulamıyorum sevgili e.min... Sizin ruhunuzdaki o gizli sandığın içinde ne var, biliyorsanız siz yardım edin bana tanımlayabilmem için.
İlk yorumumda kendimi duygu insanı olarak nitelendirmiştim... Hayır, duygu insanı olabilmek için tek bir adım bile atmış değilim ben... Ben duygu insanı bile olamamışken, siz o tanımı da aştınız bende...
"Siz söyleyin, güvercinlerin tam da ben bu görüntüyü ekranımda dondurduğumda, perceme konduklarına inanacak mısınız?.. bir küçük mucizeyi yaşadığıma... ekranımda önde Demir, arkada ağaçların karaltıları ve gerilerde gökyüzü... penceremde de benzer bir renk armonisini ve görüntüyü benim güvercinlerimin, benim kavak ağacımın ve benim gökyüzümün, tanrının bir lütfü gibi canlı bir resimde oluşturduğuna inanacak mısınız?... İnanmayacağınızı, inanamayacağınızı biliyorum... Yine biliyorum ki inanmaya istekli olanlarınız olsa bile asla e.min olamayacaksınız... artık bukadarı fazla, kurgudur diyeceksiniz.."
Dudaklarımda kocaman bir gülümsemeyle okudum bunları. En yakın dostlarıma bile Asi konusundaki düşüncelerimi rahat rahat açamıyorum biliyor musunuz? Bana mantığını kaybetmekte olan biri gözüyle bakacaklardır çünkü. Ama onların anlayamadığını, göremediğini birbirimizin ruhunda o kadar güzel görüyoruz ki... Mucize dediğimiz yaşamdaki küçük ayrıntılar değil midir zaten? Ben mucizelere inanırım biliyor musunuz e.min , tıpkı burada anlattığınız hadiseye yürekten inandığım gibi...
"Daha dün gece çocukları olsa diye konuşuyorlardı... hayaller kuruyorlardı... ama hayaller, hülyalar... dünde kaldı... “Çocukları” ise “... İyi ki olmamış?”..."
İşte ayrılık zamanı... Buraları izlerken ve tabii okurken de, ne kadar kızıyorum onları bu hale getirenlere bir bilseniz. Amatörce bir şeyler karalayan biri olarak, yazılan karakterlerin bir süre sonra nasıl da çocuklarınızmış gibi olduğunu iyi biliyorum. Ben, uzaktan uzağa izlerken bağlandığım bu aşka kıyamazken, onlar kalemlerinden nasıl böyle acımasız sözcükler dökebilmiş kağıda, inanamıyorum. Demir'in bu sözü beni öyle incitmişti ki, Asi olsam bu kadar kırılamazdım inanın Benim onların aşkını sahiplenişim, onların birbirini sahiplenişinin de ötesine geçmiş. Bir yerde bahsetmişsiniz ya, bir lanet gibi, neden onları bu kadar derin algılıyor, hissediyorum diye... O geldi aklıma... Lanet gibi... Demir'den değilse, kaçsak da kurtuluşu mümkün olmayan bir hastalık, bir ölüm gibi...
Ve Demirsiz Asi'nin, Asisiz Demir'in beş senelik yalnızlığının özetini geçiyorsunuz. Dizide o günlerin sancısına gönderme yapan çok az sahne gördük. Ki bunun eksikliğini hissetmiştim vakti zamanında... Ama o eksiği öyle güzel kapattınız ki, şimdi onlar göstermese de net bir şekilde görebiliyorum beş seneyi nasıl geçirdiklerini...
Asi'yi okurken, aklıma Özdemir Asaf'ın dizeleri geliyor:
"Geleceğim, bekle dedi, gitti
Ben beklemedim,
O da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu.
Ama kimse ölmedi"
Asi'ye yazılmış sanki, Asi'den kopmuş cümleler... İçim burkuluyor onlar için... Kalkıp balkona çıkıyorum, nefes alma ihtiyacı içinde...
"zifiri siyahı aşkları kapmış çoktan... Demir’in gözleri gibi, nefreti gibi, aşklarıda kapkara... almış gitmiş Demir uzaklara... çok uzaklara...
.......
ama gördüğü, Asi’nin küçüklüğü, düşündüğü ise çocuklara ‘güzel isim’ler koyan bir kadındır o an... hiç kuşkum yok.
...
Asi buluyor Asya’yı sonunda... ama habersiz... kıl payı kaçırıyor Demir’i... Demir’de saçlarından rüzgar geçen kadınını... Asi bir elinde, daha demin Demir’in tuttuğu horoz şekeri, diğer elinde kızının kenetlenmiş parmakları ayrılıyor bayırdan... horoz şekerinin sapında buluşan dokunuşları seneler sonra ilk bağları oluyor"
Bu alıntılarım... Beni alıp nerelere götürdü bir bilseniz... Horoz şekerinin sapında buluşan dokunuşlar seneler sonra ilk bağları oluyor... Bu ayrıntıyı hissetmek, düşünebilmek için nasıl bir kalbe sahip olmak gerekiyor? Aklımın, kalbimin sınırları zorlanıyor... Bu güzel cümlelerde kaybediyorum kendimi, bağlanıyorum... Evet cümlelere bağlanıyorum... Cümlelerin estirdiği o duygulara bağlanıyorum... Tatlı alışkanlığım oluyorlar benim. Ve mutluyum... Aşk diyorum... Ne güzel bir duygusun sen... Farklı mevsimlerinin farklı farklı tatlarını almak ne de güzel böyle usta bir yürekten...
Şöyle bir durup yazdıklarıma baktım, görenleri korkutacağım sanırım. Kurduğum hiçbir cümle yeteri kadar ifade edemeyecek bu başlıkta yaşadıklarımı biliyorum. Duygular o denli yoğun ki neresinden başlayıp neresinde bitireceğimi de kestiremedim yazarken. Ama içimdekiler, dökülmek için benim iznimi beklemediler. Benden kuvvetli, benden özgürler...
Onları siz özgür bıraktınız...
Yüreğinize sağlık... O yüreğe çok iyi bakın lütfen... Dünyanın en güzel hazinesi sol tarafınızda bir yerde sıcacık atıyor...
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,15.07.2009)

Devam etmek içinin gecenin çökmesini, evden sesin çekilmesini bekleyemedim bu kez. Kahvaltı bile yapmadım, kupada sıcacık çay, oturuyorum bilgisayarın başına. Hem hava da bana yardım etmek ister gibi kapalı, temmuzun ortasında sonbaharı yaşıyorum. Ve işin en güzel yanı, yağmur da yağıyor. Ben evvelden beri yağmur yağdıkça, yağmuru çok seven bir dostumu hatırlarım. Beraber yağmuru izlediğimiz, yağmurda ıslandığımız, her yağmurda mutlaka birbirimizi yokladığımız…
Ama bu vefalı alışkanlığımı da değiştiriyor Asi ve Demir… Artık yağmur demek, onlar demek. Hele ki geçen geceki gibi sicim sicim boşalıyorsa gökten. Sebepsiz bir gülümseme yerleşiyor dudaklarıma, sessizce aslında çok da görmeden yağmuru izliyorum öyle zamanlarda. Yağmura bakıp da neleri gördüğümü, siz benden iyi bilirsiniz zaten…
Işığa koşan gece kelebekleri gibiyim. Bu karanlığa katlanamıyorum artık, bir an önce eller buluşsun, ruhlar kavuşsun istiyorum. Sanki ben okumasam, siz yazmasanız hiç kavuşamayacaklar. Okumayı bıraktığım yerde donup kalacak, azap çekecekler… Bu yüzden her şeyi unutup başlıyorum okumaya…
“O zaman neden ağlıyor Asi?.. Demir’in ağlardan çıkarıp fırlattığı bir deniz kabuğuna dokunuşunda, okşayışında huzur buluşu, neden?.. Neden, denizlerde dolaşan bir baba masalına sığınışı?... Öz ağlamayınca ağlamayan gözlerdeki yaşlar neden?...”
İçim titredi bu satırları okurken. Her zaman Demir’e torpil geçen kalbim, bu sefer onu da acısını da birazcık geriye itekleyiveriyor niyeyse. Asi, Demir’e muhtaçtı… Sıcaklığına en çok ihtiyaç duyduğu anlarda Demir çok uzaktaydı. Düşünüyorum, hissetmeye çalışıyorum Asya ilk tekmesini attığında heyecan içinde dönüp bunu haber vereceği bir Demir olmayınca yaşadığı acıyı. Midesi bulandığında, gözleri karardığında onu sıkıca sarmalayacak bir yüreğin noksanlığını. Doğum sancıları çekerken tuttuğu elin o olmamasının verdiği ızdırabı… Demir Asi’ye beş yılını kızından habersiz geçirdiği, o yılları kendisinden çaldığı için çok kızmıştı. Aklıma gelmesine engel olamadım, acaba Demir ondan çaldıklarının farkında mı bunları söylerken? Ne hamileliğini, ne de anneliğini tam yaşayabildi Asi. Kendinde sadece külleri kalmış bir yüreği nasıl da ayakta tutmaya çalıştı kızıyla. Onun yüzüne her baktığında mutlulukla karışık kocaman bir acı yaşamadı mı?
Tüm bunları peş peşe düşünürken şu cümleyi okuyorum e.min… Ve beni yine oturduğum yere mıhlıyorsunuz. Bir fırtınadır salıveriyorsunuz içime…
“Sen benim olabilirdin, biliyor musun?” diyor gözleri... “Annenin yüreği avucumda attı senin için... Sen... Sen bizim olabilirdin!...”
Bundan sonrası için benim kelimelerim çok aciz, çok güçsüz… Susuyorum o yüzden…
“Sakın aldanmayın yüzündeki şaşkınlığa... çatık kaşlarına... kışları, ayazları geride bırakıyor Demir o yamaçta... içindeki küsmüş çocuğun elinden tutuyor başka bir çocuk... nazlı yağmurlar bile artık onun için ağlamayacak... sevinçle ıslatacak bu toprakları... bulutlar gitmiş, bakın ufka... yüzüne vuran güneşi seyredin o anda... sevdiği, sevdikleri orada... bu bir bayram... o bir ‘baba’.”
Şu satırlardan sonra ise… Sadece ufak ufak göz yaşı döküyorum… Ve yüreğinize teşekkür ediyorum bir kez daha, biliyorum ki bunları hissedebilen yürek, daha burayı okumadan da alacak teşekkürümü, hissedecek…
“ruhumdaki girdaplar ise daha büyük... bir türlü inanmak istemiyorum buna... Demir kıyamaz... kıymamalı altınına... aşklarının emaneti onlara... tekrar sabun kazanına atmayı hiç düşünmedi... düşünmemeli... o altın Asi’nin... mağrur prensesinin... aşkı için yıllarca sakladı onu kadını... bu altının kaderi dönüp dolaşıp, onun ellerinde kadınının boynuna takılmak...”
Artık şaşırmıyorum… Birbirinin çok benzeri duygularımızda afallamıyorum… O altın benim için de çok önemliydi sevgili e.min… Her ne olursa olsun böyle harcanmasına inanılmaz bozulmuştum, kendi kendime çocukça küsmüştüm bunu yapan Demir’e, ve ona bunu yaptıranlara…
“ihtiyacı olduğunda orada olamayışından... sana dayanmaktan, güvenmekten sonunda da hayal kırıklığına uğramaktan korkuyor... inanmaktan korkuyor... boy boy korkuları... birini alıp birine vuruyor... asıl da kendi kendine hala sana aşık olduğunu itiraf etmekten korkuyor ölesiye...”
Asi’yi Asi’den, Asi’yi onu yaratanlardan daha iyi tanıyorsunuz. Bunu görmek ayrı bir sevinç, Asi’nin anlayamadığım, çözemediğim yönlerini sizle çözmek ayrı bir sevinç…
“ruhumda bir bahar havası.. hayallerim boy veriyor her yerde... Asi ve Asya’yı düşlüyorum o evde... üst kat balkonundan çıkıp bir sabah güneşine, onu uyandırmamak için terasın en alt köşesine, yere oturup, ayaklarını suya uzatmış, sohbet eden Demir ve Asya’yı seyreden Asi’yi hayal ediyorum... Çıplak mehtabın aydınlattığı bulutsuz bir gecede, bahçedeki hasır kanepelerinde sarmaşdolaş, kızlarının oda penceresinde ışıldayan fenere bakan Demir’i haya ediyorum... denizden gelen hafif bir esintinin, bahçedeki minik çiçek tarhlarındaki sümbüllerin kokusunu onlara taşıdığını, sarmaladığını... bu sefer birlikte ürperdiklerini hayal ediyorum...”
Hava iyice soğudu. Yaza inat buz gibi… Üşüyorum evin içinde, üzerime bir şeyler almak için kalkmaya ihtiyacım var ama bırakıp bir yere de gidemiyorum ki. Soğuk soğuk esmesin diye penceremi kapatmak için bile kalkamıyorum. Sonra sıra bu satırlara geliyor… Ne kadar garip, ne kadar inanılmaz, ne kadar da gerçek üstü… İçime sıcacık bir şeyler akıyor. Nasıl tarif edilir, hani kar yağarken pencerenin yanına bir koltuk çeker de sıcak çikolatayı elimize alırız ya. Boğazımızdan midemize kadar inerken geçtiği yerleri değil de ruhumuzu ısıttığını hissederiz. Aynen öyle bir sıcaklık kapladı içimi… Nasıl da mutlu etti bu hayaller beni… Yine minnetim size, yine teşekkürlerim size… Bir şalın bana asla veremeyeceği bir sıcaklığı tam da üşümüşken bana yolladığınız için…
“Asi ile Demir’in birlikteliklerindeki bütünlük o kadar inanılmaz ki devasa yalnızlıkları beni yıpratıyor...”
Bununla ilgili söyleyebilecek hiçbir şeyim yok… Sadece alıntılamakla yetiniyorum…
Günlük hayatın zorunlu uğraşları keyfimi kesiyor burada. Asi ve Demir ile geçen saatlerim öyle huzur verdiler ki bana güne tamamen hazır hissediyorum kendimi. Keşfettim ki sadece günü onlarla bitirmek değil, güne onlarla başlamak da çok keyifliymiş. Bu keyfi size borçluyum. Duygusal derinliğim izlerken bize gösterilen dışında çok az duyguyu yakalayabilecek düzeydeydi. Sizi okuduktan sonra o derinliğin en derininde saklı kocaman bir inci tanesine ulaşmış gibi oluyorum… Aşkın ve hayatın özüne inmiş gibi… Yaşanılan ne olursa olsun hislerin derinine inebildiğim için “doyarak” kalkıyorum ekranın karşısından. Tıpkı şimdi olduğu gibi…
Yine çok uzatmışım, sayfaya giren herkesten özür diliyorum bunun için. Ama elimde değil, her kelimeniz her cümleniz alıntılama, yorumlamaya değer ve her birinin bende yarattığı duyguları elimden geldiğince ifade etmek size sonsuz kere teşekkür etmek istiyorum…
Yazının başında demiştim ya, sanki okumasam kavuşamayacaklar, okumam bittiğinde onlar da o anda donup kalacak ve acı çekecekler. İşte sırf bu yüzden, birbirlerine gizlemeye çalıştıkları aşklarıyla baktıkları bir sahnede durduruyorum okumayı. Sorunlar dağ gibi olsa da, biliyorum ki ayrılığın üstüne birbirlerinin gözlerinde ölesiye huzurlular… Ben gelene kadar kalsınlar öyle huzurlu ve mutlu, benim de içim rahat etsin onları öyle bıraktığım için…
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,15.07.2009)
 
Ne yazabilirim ki karşılık vermek için sizin benim ‘Asi Bahçemde’ ki filizlenişinize... susmak... yakışanı da... güzeli de... Tek dileğim... büyüsün ve çiçekler açmayı sürdürsün gönlünce... Bilinmeyenlerimin filizlendiği bir bahçe oldu burası benim içinde..., sanki hayatımda başka hiç bir şey yapmamışçasına, yazdıkça yazdığım, asice... oysaki, her harf, her kelime, her satır ilk defa gün yüzünde... sanki e.min zamanın başından beri oradaymış ve Asi-Demir’i bekliyormuş öylesine... güneş vurdurdu, yağmurlar yağdı Asi-Demir, gizlerimin üzerine... dileğim o dur ki... ‘gizli’ değil... ‘asi’ bahçeniz olsun burası sizinde, sere serpe... özgürce...
Biliyorum ki ‘bitiş’ ne son, ne de engel Asi-Demir’e... ondan beslenen yüreklerlerle büyümeye devam edecek içimizde bir yerde...
(e.min, asi-dizisi.com, e.min yorumlar 15.07.2009)
 
İnanmak...
Bu kadar basit gizi, ama aslında bir o kadar da karmaşık...
Tüm inandıklarımıza sizin gibi sarılabilsek, derin derin duyabilsek keşke onları... Yaşama, acıya, sevgiye, aşka, hayallere ve hayal kırıklılıklarına dokunabilsek... Hepimiz bir yerinden dokunuyoruz hayata, ama sizinki öyle özel bir dokunuş, öyle güzel bir yürek ki... Ucundan kıyısından o yüreğe dahil olmak nasıl da mutlu ediyor bizleri baksanıza...
Sizin zamanın başından beri Asi ve Demir'i bekleyişiniz gibi, ben de o yerde bu bahçeyi bekliyormuşum sanırım. Asi ve Demir'den öte bir Asi ve Demir tanıdım ki burda; aşk yeni başladı sanki, sevda ve yaşam yeni başladı...
Ve sona gelmekten korkuyorum, nasıl güzel bir alışkanlığa dönüştü sizi okumak bilemezsiniz... Okuyacağım bölümleri, tadacağım güzellikleri düşündükçe mutlu oluyorum...
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,15.07.2009)
"Gecenin bir yarısı... sanal iki karakterin acıları bana niye bu kadar dokunuyor diye düşünüyorum... nasıl beni uykusuz bırakıyorlar... niye onlarla ilgili kendimi bu kadar yorup bana hissettirdiklerini yazacağım diye didiniyorum..."
 
52.bölüm yorumunuzdan bir alıntı yaparak başlamak istedim. O inanılmaz frekansta buluşuyoruz yine. Şaşkınlıkla, bu bölümleri izlerken bir arkadaşıma aynı cümleleri kurarak attığım mesaj geliyor aklıma. İnanması güç, bizi nasıl da aynı cümlelerde, aynı duygularda birleştiriyor bu tılsım...
 
Gece anca beş bölüm okuyabildim. Okumaktan yorulduğumdan ya da sıkıldığımdan değil, o sıralarda yaşananlar artık bana ağır gelmeye başladığından. Yorumumu bile sabaha bırakmak durumunda kaldım, çünkü o sancılar, o uzaklık, aynı izlerken olduğu gibi canımı yaktı, acımasız bir el gibi kalbimi sıktı. Üzerimden aralarındaki soğukluğun sızısını atabilmek için gün ağarana kadar mutlu görüntülere verdim kendimi, onlar güldü, dokundu, öptü, baktı... Ben mutlu oldum...
 
Sanki aralarındaki aşk etten, kemikten bir cisimmiş gibi tam kalbine aldığı yaraları görünce üzülüyorum. Asi ve Demir'deki çaresizliğe, ama en çok da aşkın çaresizliğine kıyamıyorum... Hem çok kızıyorum onlara, hem de toz konduramıyorum. En iyimser halimi takınıp davranışlarından haklılıklar çıkarmaya çalışıyorum. Ama boşa... İyimserliğim onların bu aşkı çok kez örselediği gerçeğini değiştirmeye yetmiyor maalesef.
 
Bir de, tüm bunların ötesinde çarpık bir durum var ki; o da benim bu gerçek bile olmayan tartışmaları, soğuklukları neden kendime bu kadar dert ettiğim... Ama bu dizi ve üzerimdeki etkilerini düşünmeyi bırakalı uzun zaman oldu, artık önemsemiyorum. Asi'nin bendeki yerini kabul ettim, ve benim gibi hisseden, düşünen insanları gördükçe bu adanmışlığı yadırgamıyorum.
 

Okuduğum bu beş bölümde de, gerçeklik duygusu, o tuhaf doymuşluk hissi hiç değişmedi sevgili e.min... Beni doyuran duygular bu sefer daha farklıydı ama, onları okuyarak yaşama halinden hiçbir şey kaybetmedim...

 

(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,19.07.2009)

 

Kısa bir süre uzak kalacağım gizli bahçemden… Üzerime farklı bir şehrin yağmurları yağsa da, biliyorum ki imkansız kendimi başka yağmurlara bırakmam. Gittiğim her yerde benimle olacaklar; denizde, toprakta, nehirlerde, doğanın tüm renklerini almış tarlalarda, başı yemenili köylü güzellerinde, at üstündeki delikanlılarda onları göreceğim hep.

Şimdiye kadar okuduğum tüm bölümleri yazdırıp dosyaladım. Bu tılsımdan uzakta kalmaya hiç niyetim yok. Kulağımda Asi’nin müzikleri, Asi gibi, keçinin bile tırmanamayacağı yerlere çıkıp gizli bahçemle baş başa kalacağım. Onları, satırlarındaki büyüyü doğada yaşamanın tadı çok başka olacak eminim. Asi-Demir aşkı doğayla bir bütün halindeydi hep benim için. Yağmur demek, toprak demek, su demek onlar demekti. Belki de bu aşktaki doğallık, “doğadan”lıktı beni çeken nedenlerden biri de.

Bu gece kendime birazcık torpil yaparak, ilerilerden 65. bölümü okuyorum. Sonundaki o dans beni alıp götürür; arkadaki masal gibi müzik, tüm dünyayı o an silen Asi ve Demir… Bakışlarıyla, dokunuşlarıyla, sözleriyle benim için çok özeldir o sahne. Daha önceki bölümleri okurken de aklımda hep o dansı “e.min”ce yaşamak vardı, bu yüzden yol öncesi kendime en güzel hediyeyi verdim sanırım bu bölümü öne alarak.

Yine ruhum doydu okurken. Yine mutlu oldum, güldüm nedensizce. İnsanları etkilemek olasıdır, bazen kendine bağlamak da kolay olabilir hatta… Ama gerçek anlamda kalbe dokunmak her yiğidin harcı değildir sanırım. Sen bizim yüreklerimize, ruhlarımıza açılan ve çok az kişinin keşfedebildiği bir geçidi buldun, içini sıcacık sevgiyle, aşkla doldurdun. Bize, ne zamandır yitik bir duygu dünyasını armağan ettin… Beni günlük hayatın o sıkıntısından, basıklığından, monotonluğundan, insanların düşüncesizliği ve kırıcılığından koparıp aldığın, dünyanda sevgiyle sarmaladığın için bir kez daha sonsuz teşekkürler…

Bitirmeden önce, şu son paragrafını alıntılamak istiyorum sevgili e.min . Sözlerimin tükendiği yerde onlar konuşacak yine…

“Hani teddütler içindeydim ya... sormuştum.... ne daha çok yakışıyor kararsızım ... “gözleri gözlerine mi, elleri yüzlerine mi, gözleri dudaklarına mı? Dudakları dudaklarına mı? Aşk, gurur, öfke, inat örgüsünde... ilmek ilmek dokudukları bu ilişkide ... henüz onlara yakışmayan tek bir şey görmedim. Sevişmekde yakışıyor onlara...” diye. Artık e.minim... biliyorum... herşey dengi dengine... elleri ellerine, dudakları dudaklarına, gözleri gözlerine... uzun zaman olmuş, tenleri de girmiş işin içine... ayrım yapmaksızın... onları yakıştırıyorum birbirine bütünüyle... ayrılıklarında bile bir güzellik buldum ama uzak dursun ne olur ölüm... bir tek onu yakıştırmam olanaksız bu sevgiye..”

(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,23.07.2009)