Sample picture
 
Bir... iki... üç... şimdi...

“Anneeeee..... Demirrrr... bakın bize”... Dayısıyla yaptığı muhteşem dans figürünü göstermek için sesleniyor onlara Asya. Bir anda gerçeğe geri dönüyor Asi ve Demir... capcanlı bir ortama... kızları gözlerinin önünde, onlar birbirinin kollarında... Daha ilk kareleri bölümün... şimdiden durdurmaya başlar ve saatler harcarsam onların yüzlerindeki bu gülümsemede... ne olacak halim diye düşünüyorum pembe pembe. Ama bu renge varmış olmaktan mutlu yüreğim, mümkün değil geçiştirmem bu görüntüleri... aç kalmış, açlığını dudaklarına çalınmış acının bıraktığı tadla gidermeye çalışmış ruhumu doyuruyor yakınlıkları... Demir’in beş sene sonraki ilk görüntüleri geliyor aklıma, onun Asi’nin kollarındaki haline bakınca... ‘kerhen yaşamda’ ifadesi ile hiç bir benzerlik yok şu anda dondurduğum görüntü arasında... başucundaki tehlikeye rağmen alabildiğine mutlu... alabildiğine umutlu... sevgide huzur bulmuş bir adam var karşımda... beş seneyi beş dakikada sıfırlamış gibi bu koca çocuk Asi’nin kollarında. Ya Asi... kaybolmuş Demir’de biryerde... şifrelenerek kilitlenmiş gibiler birbirlerine... yıldızlar değil sadece, samanyolu kaymış olmalı topyekün gökyüzünde... bu dileği tutsun ne olur sevdiğinin, bu parça hep çalsın, onlar hep böyle kalsın bu bahçede...... Demir’i sığındığı gecelerinden almayı, güneşi olmayı ve ondayken kalakalmayı ister böylece...

Kızlarının seslenmesiyle her ikisi de dönüyor hafiften Asya’ya... bu hareket onları yaklaştırıyor, yan bedenleri giriyor iyice birbirine... yok artık danslarına ilk başladıkları zamanki mesafe... Demir’in gülen bakışları arasında Asi, dağılan saçlarını düzeltiyor yüzünde geriye... o doğalca gelen sıvazlama nasıl da Demir yerine... Bilmez miyiz, Asi’nin yapamadıklarını yapar saçları, kalır Demir’in yüzünde... bu seferde öyle olmuş, şakaklardaki belli belirsiz temaslarda uzanıvermişler Demir’e... bozulmuşlar gönüllerince. Asi’nin eli saçlarından döndüğünde yerleşiyor yine Demir’in omuzundan geriye... farkında değil ama Asya ile konuşmak için uzanırken ileriye, bedeniyle de yaslanıyor, kullanıyor onun diriliğini, abanıyor hafiften Demir’e... “bizimki” oluveriyor Asya, Demir’in dudaklarında ki gülümsemenin içinde.. kendiliğinden... öylece... kabulleniliyor o annenin yüreğinde... beş senelik yalnızlık bitiyor, itirazlar yok artık bu ortak sahiplenişe... Hizalarını kaybediyorlar ve geçiyorlar azıcık birbirlerine... Saçları şımarık Asi’nin, tadı damağında kalmış bir evvelki bozulmuşluğun, geri dönmek istiyorlar Demir’e... Asi nerede diye düşünüyorum, gözü kapalı dans ederken Demir’iyle... siz söyleyin, olabilir mi, Demir’in, beli ile sırtı arasında kıpırdayan parmaklarından başka bir yerde? Müzik bittiğinde ve Asi ondan bir parça uzaklaşmışken bile Demir’in eli hala aynı yerde.

Biz kaptırmışken kendimizi bu büyüye... gelişmeler oluyor Şehirde... duygusal Kerim, Demir’in sırrını taşıyamıyor üzerinde... açığa çıkarmalı, paylaşmalı birileriyle... Süheyla’ya gidiyor ve anlatıyor herşeyi gözyaşları içinde. Duramıyor Süheyla bu haberle çiftlikte... şehre iniyor, aramalı ‘oğlu’nu bu Teyze... Konaktaki davette buluyor nitekim herkesi... ama tahayyül ettiği halde değil hiç kimse... Demir hasta gibi görünmüyor, dans ediyor Asi’siyle... biz nicedir o büyüdeyiz ama bu akşam Süheyla’da şahit oluyor ve anlıyorki bu büyü gerçek ve hala o iki gençte... hayat kısa, hayat zalim ve zaman eziyet edercesine geçerken onlardan, eğer bir fırsat varsa olmalı bu aşıklar birlikte... Demir’in dikkati bambaşka yerlerde ama İnci ve Namık farkediyor Süheyla’nın gelişini... uzaklaştırıyorlar onu, Demir’in keyfini kaçırmamalılar bu gece...

Asi’yi ve kızlarını masalarına bırakırken, İnci’nin restorandan ayrılmakta olduğunu farkediyor Demir... arkadaşını geçirmek için uzaklaşırken onlardan Asi değil ama Asya karşı çıkıyor kendince... “hemen geliyorum“ a rağmen, “çabuk gel ama”lar var bu gidişe... nasıl hoşlanıyor bu aranıştan ve bu kendisine sahip çıkılıştan, bu akşam bonkör gülüşlerinde... Geriye döndüğünde ise, aşması gereken bir sınav var önünde... karısı (I) ve kızı bekliyor onu farklı köşelerde... Geç olmuş, annesi dondurma yenmez diyormuş Asya’ya... gözler medet umarcasına, şımartılmayı beklercesine Demir’de... hımmm.... sorumlu baba ya... gönlü elvermese de, kızı’nın bir sözüne gidip dondurmacı dükkanları almak istesede, doğruları yapmak zorunda... “Gecenin bu saatinde mi?.. Ben olsam annemin sözünü dinlerdim”... Bu büyüklerde hep hayır, hep hayır diyor ona... bütün güzel şeylerin yasak olduğu gibi , dondurma da yasak Asya’ya... Belli ki Demir’de gizliden gizliden fısıldamış birilerine... allahtan var o yakınlarda bir Dondurmacı Teyze... elleriyle hazırlamış, getiriyor Asya’nın ve Demir’in yüzüne dondurma kaseleri gibi, dolu dolu bir gülümseme... Asi farkında olmaz mı, farkında elbette, gözler bilmiş bilmiş Demir’de... ama artık nafile, dondurma çoktan kondu Asya’nın önüne... benim gibi Demir’in de borçları birikiyor birilerine...

Anlaşılan bitmemiş bu gece... Gonca’nın bir manevrasıyla Asi buluyor kendini arabada Demir ile birlikte... Konuşmalarından anlıyoruz ki Demir’in kalmasını Asya istemiş... iyi ki de davet etmiş, çok güzel bir geceymiş... uzun zamandır kendini bu kadar iyi hissetmemiş... Sadece bu kadar mı diyor yüreğim, hepsi bu mu?.. Asi alıyor sözü Demir’den... büyülü geceye çekiveriyor Demir’i yeniden... kollarından tutup sürüklemesine gerek yok, sözleri yetiyor zaten. “Aradan hiç zaman geçmemiş gibi” diyor Asi... Demir’in gözleri soruyor...”Ne demek oluyor şimdi bu”... “ne anlamalıyım ben bundan”... Asi bir adım önde hep ondan, devam ediyor “ Şimdi neyi hatırlasam güzel geliyor... mesela yağmur altında karşılaştığımız gün ... çok güzeldi”... Sessizlik içinde yol alıyor hatıralar... Asi’nin yüreğinde çarpıntılar, Demir’de içten içe “bu kız benim olacak’lar... yağmur yok o gece ama sırılsıklam ikiside, yağıyor hatıralar.... Defne’den gelen mesajın sinyali ile kendilerine geliyorlar... Asi okurken gelen mesajı, gülmemek için dudaklarını geçiriyor birbirine... Demir’in dikkati üzerinde... farkediyor bu engellenmeye çalışılan tebessümü elbette... sormadan duramıyor “Mesaj benimle ilgili olabilir mi?” diye... ama “Değil...” Demir çok da takılmıyor bu konuya... daha güzel bir şey var... Asi’ye ait bir şey, torpido gözünde paylaşılmayı bekleyen. ‘İkisi’ yapyanaydı akşam boyunca ama ‘Üçümüz’ ü buluyor Asi bu gece orada... kağıt parçaları hep önemli onların geçmişinde... bu gece de farklı değil... öyle... fotoğrafı kavrarken Asi, yüzünde Demir’in resmi ilk gördüğündekine eş bir ifade... onun da başparmağı, onunda da gözleri gayriihtiyari uzanıyor aşkının resimdeki görüntüsüne önce... Çözmeye çalışıyor resmi !... Çok güzel olduğu kesin... üçü birarada, hep beraber... lakin, her zaman ve hep daha fazlası, saklı bir şeyler olur onlarla ilgili şeylerin ardında... ama bu resim var ya, bu resim... Asi demek istemese bile, bu resmin önü ardı yok... bu resim düpedüz bir ‘aile’... Demir ne diyebilir... her zaman önünde kendine koyduğu engeller... susmayı tercih ediyor yine. Araba yanaşıyor Kozcuoğlu çiftliğinin ana girişine... Gözleri birbirini bulmada hem çekingen, hem de istekli delice... bitmesin istiyorlar, uzadıkça uzasın bu gece. O kadar çok şey bıraktılar ki aslında bu geceye ama yine de son bir detay ekleniyor Asya’nın arka koltukta unutulan hediyesi ile... bu gece onlar için son bulmak üzere ama parıldayacak ışıl ışıl Asya’da, babasının hediyesi gece lambasında... Son bir duruş, son bir gülümseme ve belki son bir dokunuşda kızlarının hediyesinde... Demir uzaklaşıyor, bırakarak Asi’yi geride...

Sırdaş salıncak yine sahnede... Asi yine üstünde, Defnenin elleri iplerinde... Neler olup bittiğini soruyor abla kardeşe.... Bu gece çok şey hayal etti, Asi... bir an herşey düzelecek, kaldıkları yerden devam edecekler sandı... bir an yine birbirleri için yaratıldıklarını hissetti... Demir’in bir şey söylemesine gerek yok... Asi biliyor ki o da aynı şeyi hissetti... ama o an çok kısa sürüyor hep... sadece bir an sürüyor... ne zaman kendini ona yakın hissetse, kapıları hep yüzüne kapatıyor Demir. Konuşmalarının üzerine önce Neriman geliyor... peşine de geç vakitlere kadar çalışan İhsan... Dedemiz uyarıyor dayanamayıp Asi’yi, görünce elindeki hediyeyi... “hediyeler almalar, tekneyle gezdirmeler... ilgi kıyamet gibi ama Asya hala babasına ‘Demir’ diyor... Demir’in küçük bir ihmali bile onu üzüyor... Asya, Demir’in herhangi biri olmadığının farkında’... diye uyarıyor... Asi’de bunu biliyor...

Demir’i ise o akşam sorgulayan yok ... Süheyla dayanacak o gece ve ertesi güne sarkacak konuşmaları... olan bitenden habersiz Demir, Kerim’ı sızmış halde buluyor yalıda... arkadaşının duygusal yapısının ve kendi hastalığını onun kadar soğuk kanlı karşılayamadığının, bu haberi kaldıramadığının, kabullenemediğinin farkında... Demir yerine kafa bulup, acıtan gerçeklerden bir nebze olsun kaçmaya çalıştığının farkında... herşeyin farkında Demir... omuz veriyor bir kez daha ona... taşıyor Kerim’i yatağına.

Sabah... yalı... yatak odası... Demir kahverengilerin koynunda, derin bir uykuda... akşam uyumadan uzun uzun seyrettiği ‘üçü’nün fotoğrafı başucunda.... Durduruyorum sahneyi bir tıkta... keşke Asi’ye ödünç verebilseydim bu görüntüyü aynı kolaylıkla... seyredebilseydi ne olurdu, Demir’ini bu huzurlu uykuda... biliyorum ki Demir’e dönük olurdu ve öyle uyurdu gece boyunca... uyandığında sessizce seyrederdi onu doya doya... taaki kızları çıplak ayakları, minik çiçekli pijamasıyla gelip kendisini atıncaya kadar onların arasına... Demir hemen ayınamaz ama gözlerini açtığında ilk Asi’yi görürdü karşısında... görür görmez anlardı... anlar... ve gülümserdi ona... Hayallerimi yerle bir ediyor Kerim, ben görüntüyü başlattığımda kapı açılınca... endişeli, meraklı süzülüyor odaya... Demir’in uyuyor olması engel olamıyor ona... girip odaya omuzundan dokunup uyandırıyor Demir’i... Kerim kahvaltı hazırlamış... yok yok... ama daha bir lokma alamadan telefonlar başlıyor çalmaya... İnci bir tarafta... Süheyla bir tarafta... Demir ve Kerim kendilerini buluyorlar çiftlikte, kaygılı ailenin yanında. Süheyla endişeli, tedavi için gereği değil en iyisi yapılmalı... Demir’in kendisini ihmal etmesine izin vermeyecekler... en önemlisi erken tanı... bu Demir için bir şans... paniklemeye gerek yok, üstelik Demir hastalık haberinin yayılmasını da istemiyor hiç. Kapı çalınıyor bu arada...

Aslan açıyor kapıyı, salona geri döndüğünde ise Asya yanında... odanın kasvetli havası dağılıyor bir anda... hastalık falan unutuluyor... korkuyorum cidden bir ara... Demir farketmeden ‘kızım’ diyerek kucak açacak Asya’ya... ama o kadar temkinliki Demir... gözleri, yüreği, herşeyi eriyip bitiyor olsa bile kızında, sakınıyor sevgi sözcüklerini açıkça... beklenmedik bir anda kızı yanında... nasıl mutlu... nasıl bir çocuk gibi şen hep onunla... bu hatırlı misafirin aklı kendi işlerinde ama... her zamanki gibi istediğini yapmanın bir yolunu buluyor nasılda... uçurtma yapması lazım... herkes uçurtma uçuruyor babasıyla... Dayısının ise işi var yardım edemiyor ona... Demirrrr’e sahipliğini gösteriyor biraz da... şikayet ediyor dayısını ona... Asya’da süzdürmeli uçurtmasını havada... ne yapıp ne edip dondurmayı yedi akşam ya, uçurtmaya da çare olabilir Demir nasılsa. Havalandırıyor Asya’yı kollarının altından tutan güçlü eller, konuyor babasının kucağına... uçurtmanın peşine düşüp, bırakıyorlar herkesi arkada, ikiside mutlu o anda.

Asi tarlada... Asya’nın peşinde... Demir’den telefon geliyor gecikmeden durumu izzah eden... Asya’ya çok kızgın... işini bitirip onların yanına gidecek ama bu konuyu konuşacaklar sonra. Çiftlikten dönen İnci ile karşılaşıyorlar yine yolda... bu karşılaşmalar ve İnci artık canını sıkmakta... İnci’nin verdiği malumata ‘biliyorum’ diye cevap vermek ise ne büyük mutluluk o anda... birbirlerinden habersiz olmadıklarını gösteriyor Demir’in arkadaşına... kızına kızgınlığına rağmen güçlü, hem de çok güçlü hissediyor kendini şu anda.

Demir... kızı omuzlarında... yine baharın sapsarı çiçek kestiği bayırlarda... rüzgar bu sefer gerçekten işini yapmakta... uçurtmaları süzüyor havada... Ziya ve Elif de orada... biraz uzakta duruyor kalabalıktan Demir, niyeti yok başka babalarla aşık atmaya. Hemen başlıyorlar uçurtmayı yapmaya. Uzun kuyruğu, iyi dengelenmiş çıtalarıyla uçmaya hazır onların uçurtmasıda, kısa zamanda. Ziya geliyor Demir’in yanına... övgülerini de kaygılarını da paylaşıyor onunla... “Tam bir baba olmuşsun... Asya’da seni çok seviyor... haliniz çok hoşuma gidiyor, ne diyeyim ki başka!”... Asya duyarlı bir çocuk, sevgisine sevgiyle karşılık aldığının, çok çabuk kaynaştıklarının Demir’de farkında... hatta bu kadarını beklemediğini itiraf ediyor oda... küsmeler bile başlamış Asya ile arasında... Ailenin kafasındaki soruyu sormadan edemiyor Ziya... neden hala Asya’ya babası olduğunu söylemediğini soruyor... anlam veremediklerini söylüyor buna... Demir cevap verir mi bu soruya?.. Dönüyor kızına ve sesleniyor “ Asya... gel.”... Bir babanın seslenişini taşıyor kızına bayırın rüzgarı bu gün... gelir misinler... istersen geller... ne dersinler yok bu yaklaşımda... Demir bir baba... kızı Asya... tek bir sözle kızı geliyor babasının yanına hoplaya zıplaya...

Kırmızı, mavi, sarı.... bir uçurtma nazlı nazlı, süzülüyor gökyüzünde şerit kuyruğuyla... ama kafa atmayı da ihmal etmiyor ara ara şakacı rüzgara... oyunlar yapıyor taaa aşağıda ipini tutan baba-kıza... Asi geliyor... babalarıyla kızlar o kadar mutlular ki, gitmiyor yanlarına... biraz uzaklarında kendini bırakıveriyor çiçeklerinin arasına... yüzünde içlerine gömüldüğü çiçeklerin gölgesi, uzanıyor kırlara. Demir geliyor yakınına... çiçeklerin arasına yerleşmiş Asi’ye, tepeden bakarken aradığını bulmuş gibi gözleri... oturuyor oyalanmadan yanına. Ne merhaba, ne nasılsın... böyle bir selamlaşmaya gerek duymuyorlar o anda... İncinmişliğini paylaşıyor duraksamadan sevdiğiyle, Demir... “Fotoğrafı sana yaptırmıştım... arabada bırakıp gittin... o ‘üçümüz’ün ilk fotoğrafı Asi... başkada yok biliyorsun...” Tereddütsüz kabul ediyor incinmişliğini sevdiğinin Asi’de, belli ki kendi de kendine gücenmiş fotoğrafı bıraktığı için... “Haklısın... bırakmamalıydım... insanın hayatında özel anların sayısı o kadar az ki... bu anda çok önemli Demir... Asya ilk uçurtmasıyla... biz yanyanayız... özel anlarımızdan biride bu olacak... hiç unutamayacağız...” .... ‘farketmek ’ ile başlayan bir ayrıcalığı yaşıyorlar o anda... Sıradan gibi görünen pek çok şey ne kadar özel aslında... tıpkı onların şu anki sahneleri gibi mesela... Deli ben... deli e.min işte, ne olacak... gözlerim yaşararak seyrediyorum onların bu sohbetini... güle oynaya başladığım, belkide ağlamayı en son umduğum bir kitabı hatırlatıyor bana Asi’nin sözleri... o ‘an’ı algılayışı ve bunu sevdiğiyle paylaşmaya çalışışı... Hatırlıyorum yazılanları ama tamamını ve doğru olarak paylaşmak istiyorum... üstünkörü geçiştirmek istemiyorum bende bu ‘an’ı... belki böyle yaparsam anlatabilirim niye onların bu sahnesinde gözyaşları içinde kaldığımı.

Yaşamın içinde, gündelik yaşamın dokusuna sinmesi gereken bir kavramdan bahseder kitabım. Durup baktığımızda göreceğimiz, farkına varacağımız, bizi aydınlatacak olan bilgeden bahseder... bir ustasının dizelerini örnek verir ve onun dizelerine kulak verdiğimizde bunun ne demek olduğunu görmenin hiç zor olmayacağını söyler
Evin kıyıcığında
Çiçeklenmiş kestaneyi
Görmeden geçiyorlar
Bu dünyanın insanları
Nasıl da çiçeklenmiş kestaneyi görmeden hızla koşuşturuyoruz değil mi? diye sorar ve öğütler “Her şeyi farkındalıkla yapmaya çalışın. Çünkü farkı yaratan yaşamlarımızdaki ‘an’lar ve bu ‘an’ları nasıl yaşadığımızdır.” Fark her ‘anında orada olmak’tır. Bizi en derin yerimizden vurmak, yaşamın sıradan görünen sıradışı mucizelerine uyandırmak ister kitap. Kestane çiçekleri çok güzeldir ve biz o çiçekleri gördüğümüzde onlar daha da güzel olacaklar ve varoluşlarının amacına ulaşmış olacaklardır. (II) Zen böyle birşeydir işte... farkında olmaktır. Asi-Demir’e kayıyor düşüncelerim... o ‘an’ı farkeden Asi’ye ve hayat paylaşanı Demir’e...kestane çiçekleri gibi ancak görebilen gözlerde güzelleşen bu çifte... nasıl ‘var’lar... nasıl ‘güzel’ler... ve nasıl Asi-Demir oluyorlar alabildiğine biz onları gördükçe...

Bir telefon sesi bölüyor o ‘an’ı... İnci arıyor... Demir o telefonu açmalı...

İstanbul’dan konsültasyon raporu gelmiş... haberler iyi... derin bir soluk koyveriyoruz hep birlikte... ancak şu an anlıyorum ki nasılda yüreğimizi sıkıp beklemişiz günlerce.... neymiş, kaçıncı evreymiş hiç umurumda değil... dikkatim sadece İnci’nin müjdeli sözlerinde... “ Hastanın ilik nakli ile iyileşme yüzdesi yüksek, yakınlarından yada ilik bankasından uygun donör bulunursa, hastalıktan kurtulursun demek”... nakil için hemen bankaya başvuracaklar, ama bu arada da kemoterapi öneriyor İnci, Demir’e... Bu tedavi yapılırsa Asya’dan uzak durmak zorunda kalacak... Sevdiği insanların bir şey farketmesini istemiyor Demir... Asya kaygısının görünen yüzü ama başkası var aslında üzmek istemediği... Oysa hata yapıyor Demir... Asi’ye bir şey olsa kendi bilmek istemez miydi... Demir bu huyunu çokça törpülemeli. Hastalığını herkesin bilmesi gerekmiyor ama Asi’nin herhangi biri olmadığını kabullenmeli... İnci’nin ‘önce kendini düşünmelisin’ uyarısına aldırmadan , İlik Bankasından cevap gelmesini beklemek istiyor Demir.

Akşam... Yalı... alt terasta oturuyor mekanın erkekleri... bir taraftan çay içip bir taraftan sohbet ediyorlar... Haydar arkadaşlarının yanına gitmek üzere çıkmadan uyarıyor Demir’i... bir arkadaşı gelmiş Assos’dan o gün... ertesi sabah erkenden gelecekmiş görmek için Demir’i.... Bir ara kendisine bakan Kerim’e takılıyor gözleri... arkadaşı ağlamaklı, kederli... bozuluyor artık Demir... sil lütfen Kerim, yüzündeki bu ifadeyi... Kerim’in sıkıştırmasıyla paylaşıyor arkadaşıyla, İnciden aldığı iyi haberleri.

Sabahını Assos’dan gelen arkadaşı, Hakan ile geçiriyor Demir... öğlense Defne’nin lokantasında Zaferle yemeklerini yarıştıracak Kerim’i ziyarete gidiyorlar birlikte... Daha konağın girişinde... Asi’yi farkediyor Hakan... soruyor Demir’e o kızı tanıyıp tanımadığını... bir yerden tanıyor ama çıkaramıyor nedense... ‘asi bakışlı’ o kızı tanıyor sayılır Demir... adını da biliyor sayılır... Asi. Kaşlar çatılıyor mu ne!.. baş eğiliyor keskince, biraz daha irdelese tersleyecek arkadaşını... Konağı dolaşmak üzere yanından ayrılırken Hakan, Demir’de Kerim’e bakmak üzere mutfağa yöneliyor. Dar merdivenlerde Asi ile karşılaşıyorlar. Peşinden geldiğini gören Asi durup bekliyor Demir’i... Fırsat bilip bu karşılaşmayı bir evvelki gün için konuşmak istiyor Asi ile... “Apar topar gitmek zorunda kaldım... özür dilerim”... Demir’de isterdi o ‘an’ları uzatabilmeyi ve sessizlik içinde oturup kızlarını seyretmeyi ama gitmek zorundaydı işte... kalamadı... Asi “önemli değil” diyor gülümseyerek ama önemli olduğunu biliyor Demir... Elinde tepsi, servis çıkaran kominin geçmesi için gayriihtiyari Asi’ye doğru küçük adımlarda sokuluyor Demir... bir basamak aşağıda olmasının verdiği rahatlıkla kuytusuna giriveriyor Asi’nin... onların hizasına geldiğinde yetmiyor oluşturduğu boşluk geçen komiye, sıkıştırıyor Asi-Demir’i iyice, başları çarpışıyor hafiften, Demir’in saçları, Asi’nin yanağında aniden... komi hızla tırmanıyor merdivenleri ama bu yakınlığın tadını çıkarmadan gerileyemiyor Asi-Demir birbirinden. Her kurala istisna bu aşıklar, alelade temaslarda, alelade bakışlarda bile olağandışılar... Asi aşmak için bu yakınlığın, bu bakışların üzerindeki etkisini, boş boş kunuşmaya verirken kendisini, Demir suskunluğuna sığınıyor ama gözleri terkedemiyor bir türlü sevdiğini.

Kısa bir ziyaret sonrası mutfağı... ayak altından çekiliyor ve bırakıyorlar şefleri... Avluda, konağı gezmeyi tamamlamış olan arkadaşı Hakan’la tanıştırıyor Asi’yi, Demir. Konağı çok beğenmiş Hakan... soruyor “Burada yaşamak nasıl olurdu acaba?.. Demir’e sormasını öneriyor Asi... Demir bir ara burada yaşadı... yine suskun Demir, cevap veriyor gözleri... “Burada yaşamamın bir önemi yoktu Asi... ben seninle yaşadığım için güzeldi burası”... onlar hatıralar gözlerinde, bakışa dursunlar birbirlerine, Hakan hatırlayıveriyor, Asi’yi nereden tanıdığını... “Tabi ya... şimdi hatırladım sizi. Adınız Asiye... değil mi?”... Demir şaşırıyor... “Adı, Asi... Asiye’yi sen nerden biliyorsun?”... Hakan hatırlamış olmanın verdiği rahatlıkla sayıp döküveriyor herşeyi... “Asiye olarak kaydettim... bilirim tabi. Üç yıl falan önce benim pansiyonda kalmıştınız... Assos’ta... hatırladınız mı?... Gözleri inanmazlıkla Asi’de Demir’in... Asi’nin ona ‘gel’işinde... sevdiğinin inkarı... hiç Assos’a gitmemiş olduğunu söylemesi ve yanlarından uzaklaşması bir şey değiştirmiyor. Öğreniyor Demir bu ‘gel’işi bütün yönleriyle... Asi’nin beş gün Assos’ta kalışını... yalnız başına otururken, teknelere uzaktan bakışını... kendini seyredişini... akılsızlığını... her şeyi... Yanına gidiyor Asi’nin soruyor “Asi... Hakan’ın söyledikleri doğru mu?”... Asi inkar ediyor bir kez daha... bu kalabalıkta, bu şartlarda konuşamayacaklar... elinden tutup Asi’yi çekiyor dışarıya.

-Doğru mu söyle? Doğru mu?

Arkadaşı yanılıyor Demir’in, Asi Assos’a neden gitsin? O donuk yüzde avaz avaz bağırıyor Demir’in yüreği... benim için Asi... benim için geldin.
-Yanılmıyor... O, sendin... Geldin Asi... burnumun ucuna kadar geldin ve bana görünmedin... İnkar etme... Geldin... Biliyorum...
Yaşlar uğuldayarak hücum ediyor Asi’nin gözlerine, bir çağlayan sanki beyninde... her bir damla ızdırapla çıkıyor göz pınarlarından... kıdemli damlalarda gözleri yaşarıyor ilkten ... senelerin beklemişliğiyle, sıcaklığıyla, ıslaklığıyla görüşünü kaplıyor... karışıyor gözlerdeki acıya... ilk kırpışa kadar gözlerinde birikiyor... birikiyor öylece...
-Evet geldim... Evet ordaydım... Çünkü beni terk eden o lanet adamı çok özlemiştim... hiç haketmediği halde özlemiştim... o olmadan yaşayamıyordum... O’nu bir ‘an’ görmek için Assos’a gittim...

Daha farklı gelmiyor Demir’e de... onunda gözlerine uğuldayarak varıyor yaşlar... şifa olur mu, Asi’sinin yüzünde gezinen bakışlar...Sevdiğinin gözlerindeki yaşı görmüyor ama Asi... görsede farkedemez... acısı, kayıpları, yalnızlığı, zayıflığı dünyasını kaplar... taşıyamaz olupta çökünce başı ellerine, akıyor artık yaşlar... Kendi kayıplarını, kendi acılarını koyuyor bir yana, sevdiğine bakıyor Demir... sarmalamak için onu gecikmiş bir rahatlayışta uzanıyor yavaşça... daha ilk temasa bile hazır değil Asi oysa... savuruyor Demir’in ilgisini hışımla...

-Uzak dur benden... Beni özlemediğin için senden nefret ediyorum... Geri dönmediğin için nefret ediyorum... Beni yalnız bıraktın... bunları mı duymak istiyorsun.

Uykularımda bile sana geliyordum ben...

Uykularından seni alıyordum her gece ben diyor gözleri Demir’in... her gece ama her gece yeniden...geceye, sana ulaşmak için yaşıyordum gündüzlerimi ben... seninle nasıl özgürce, nasıl çılgınca kanat açtık her geceye bir bilsen... tek bir gece bile yalnız değildin... hep benimleydin, bendeydin sen.

Demir’in hayatını altüst ettiğini bile bile yinede onu düşünüyordu Asi... ama bir kızı vadı... çocukları... ayakta kalıp onu büyütmesi gerekiyordu... görünenden daha acı... görünenden daha karanlık Asi içinde geçmiş... yapayalnız... tıpkı kendisinin ki gibi... bir hamle daha yapıyor onu kucaklayabilmek için Demir... bu yakınlığa, Asi’nin yalnızlığı ile kendi yalnızlığını kavuşturmaya ihtiyacı var onunda... en nihayet sevdiğinin başı omuzunda saçları yanağında... kulağına fısıldıyor...

“Asi... ne olur ağlama!..” dayanamaz onun ağlamasına “ Dinle beni lütfen... “ ... bir kez daha savuruyor sevdiğinin ilgisini Asi... bu sefer ki kuvvetlice göğsünden...

-Dinlemeyeceğim... Artık yanyana olmadığım, dokunamadığım, sesini bile duyamadığım birisin... bana sadece acı veriyorsun.
-Sana zarar verdim... ama elimde değildi, Asi... cezamı çektim... deniz kenarında, bir çölde tek başıma sensiz yaşadım...
Asi o deniz kenarında şimdi, Demir’in karşısında, çöllerine yağmur bırakmaya gelmiş bir bulut o anda... ikiside verdikleri mücadeleden takatsiz, güçleri tükenmiş... sadece dudaklarından dökülen özlemlerin farkında.
-Uzaktan seyrettim seni... yanına gelip, bu kadar ayrılık yeter, sende bensiz yapamazsın demek istedim... ama yapamadım...
-Neden gelmedin?.. Neden söylemedin bunları...
Asi’nin yaşları durulmuş, asılı kalan bir kaç damla yanaklarından süzülüp boynunu bulmuş... soğumuş... Demir’in gözleri Asi’de... yaşlarının dokunduğu her yerde... bu ıslakla parlayan dudaklarından çıkan hasret sözcüklerinde... çöldeki bu adam imreniyor o tuzlu göz yaşlarına çaresizce...
-Çünkü beni görünce ne yapacağını bilmiyordum... Seviyor musun?... Özledin mi?... İstiyor musun?... Bilmiyordum.
Seni seviyorum... Seni özledim... Seni istemekse soluklarım oldu bedenimde... bilmiyor musun? Demir... konuş artık... bunları sen söyle!

Sancılı kavuşmaları alınlarına varıyor artık... dinlendiriyorlar kendilerini bu temasta... çağlayanlar durulmuş gibi,azgın sular kıyıya varmakta...

-Keşke Asi... keşke beni sarsıp kendime getirseydin... daha yaşanacak çok şey var Demir, deseydin. Bu beş yıl hayatımızdan kaybolup gitmezdi... Geçen zaman hiç bir şeyi değiştirmedi... Sadece seni özleyerek yaşayabilmeyi öğrendim... Asla dinmedi hasretim... Gün geçtikçe daha çok arttı...
Tanıdık dokunuşlar zamanları aşıp buluyor Asi’nin saçlarını.. Asi’nin ise soruları ver Demir’e sorulacak...
-Neden gelmedin o zaman?
-Çünkü seni değil... kendimi cezalandırdığımı sanıyordum... ne kadar saçma... oysa en çok acı çeken sen oldun...
Demir’in pişmanlıkları ‘sen’ oluyor, o ‘sen’e yükleniyor bütün acıları. O da yaralı... o da acılı... keşke kendini döven yumruğundaki güç getirebilseydi akıp yiten yılları... kavuşuyor sonunda vücutları... Demir’in boynunda sevdiğinin yaşları, sıkı sıkı kucaklaşmaları getirebiliyor ancak, geceden sonra günün ilk ışıklarını...
-Bütün kızgınlığıma rağmen seni sevmekten bir an bile vazgeçmedim.
-Bende... Yalnızdım, hep seni düşünüyordum... her an... her yerde... Şimdi tarlalarda güneş vardır... Asi yüzünü güneşe çevirmiştir... Birden karşısına çıksam... Ne yapar?..
Yüzündeki hüzünlü ama çok tanıdık gülümsede saklı, bu hayale sığındığı anlar, Demir’in... Ne mi yapar Asi? O da senin gibi, gözünde yaşlar, kollarına koşardı Demir...

Sanıyordum ki gözden akar, onları tanıyana kadar... meğer özden akarmış yaşlar... sanıyordum ki dudaklar öpüşür, yanılmışım, ruhlar öpüşürmüş önce, sonra bulurmuş birbirini dudaklar... sanıyordum ki yürektir mekan, meğer gözde yuvalanır, tene yayılırmış aşklar.... sanırdım ki dokunmak tenle/bedenle olur, asıl sevişirmiş parmaklarda aşıklar.

“Seni özlemediğim bir tek gün bile olmadı...” kavuşuyor dudaklar...

İyi ki acı yok, iyi ki ölüm yok, sadece aşk var bu kavuşmada. Can verdiği dudakların kıyısında can buluyor Demir, seneler sonra. Hayal etmiştim Asi’yi Demir’e savuracak rüzgarı bölümler boyunca... kimi zaman hoyratlık, kimi zaman soytarılık yükledim ona... denizlerde, bayırlarda aradım ve sandım ki bulutların avurtlarından gelecek, savuracak Asi’yi onun kollarına... Ama boşunaymış beklentim... bir Demir fırtınasıymış meğer esecek onun yanaklarından Asi’nin dudaklarına... o dapdar sokakta, uçuşturup saçlarını geriye, meğer Demir savrulacakmış Asi’ye...

(I) Farketmeden yazdığım bu kelimeyi silmeye kıyamadım onlardan...
(II) Mutfakta Zen, Tijen İnaltong, Dharma Yayınları, 3. basım, 2004