Sample picture
 
Hemen öğrenmesi gereken bir şey var Demir’in... İstanbuldan laboratuar sonuçları gelmiş. İlk tahlillere taban tabana zıt şeyler söylüyor bu sonuçlar... ileri tetkik öneriliyor... hissettiği kadar iyi değil, Demir.

Ölümün ayak ucunda... ellerine bırakılmış bu can pazarında, ‘sen misin?’ dercesine soruyor gözleri... “sen misin ölüm?”... yorumlarım boyunca ilk defa, nedense artık noktasız düşünemediğim bu dört harfi yanyana bu kadar acı ile biraraya getiriyorum... “e.min misin?”... Çok terkedilişler, çok vazgeçişler yaşadı O... ama ilk defa kendi kendini yüzüstü bırakıyor Demir bu defa... ihaneti bedeninde tattırıyor yüce tanrım ona...

Sadece İnci’ye değil, bedenine davetsiz gelen bu konuğa da yüz dönebilseydi keşke Demir... elinde sonuçlar uzaklaşırken arkadaşından, bir ara yüzüne ‘güneş’ vuruyor sıcacık... ‘acı gülüş’ünü aydınlatıyor bizim için... ama ondan da uzaklaşacak hemen Demir, hayatındaki güneştende uzaklaşacağı gibi... loşluğa, belirsizliğe adımları... tekrar elindeki kağıtlara dönüyor dikkati... biliyor, kabahat kağıtlarda değil... kaşları çatılıyor... güneşe tapar ama geceye sığınır Demir... oysa gülüşüne çökmekte olan bu gece onun için kapkaranlık... ne yapması gerektiğini bilmiyor... küçük bir kızı var onun... hayata bakıyor...

Asi terasta bekliyor Demir’i... İnci’nin varlığını nasıl anlamlandıracağını bilemiyor hala. Sabırla bekliyor... Demir geliyor sonunda... Asi’yi seyredişinde oyalanıyorum bir müddet... Demir’i tanıyorum... ne düşünür biliyorum... yine saklanmak zorunda olmanın verdiği ağırlık üzerinde... geri çekilişinin onun üzerinde yaratacağı hayal kırıklığının çok iyi bilincinde... ama Demir böyle biri işte... Demir olduğu için söyleyemez, paylaşamaz kolaylıkla hiç bir şey sevdiğiyle... “hem anlatsa ne değişecek” kendi sözleriyle... hiç ona göre değil, üzmek, ortak etmek sevdiğini de böyle bir acıya, böyle bir üzüntüye.

Sesleniyor sonunda... “Asi...” ... Asya’yı soruyor. Kızı, dedesiyle güvercin uçurtmaya gitmiş... Asi’nin aklı ise İnci’de... “Arkadaşın gitti mi?... Sen ilgilenseydin onunla... Asya ile başka bir gün konuşabilirsin. Bu gün olması şart değil”... Demir onu duymuyor bile, aklı biraz sonra yapacağı özveride, zorlu vazgeçişte. Asi farkediyor ki Demir yine orada değil, uzaklarda... gözlerinde soru işaretleri, geziniyor bakışları Demir’de... “Sen iyi misin?”... sevdiklerini korumak için söylediği yalanlar, ardına baktığımda nasıl da güzelleşiyor dudaklarında... “iyiyim ... iyiyim”... ardından devam ediyor...

-Asi... ben bir karar verdim... Asya’ya babası olduğumu söylemeyeceğim... Bunu istemiyorum.

Bir uçtan bir uca fırlatılışlar, zirveden sonra dipsiz uçurumlar... aydınlıklarda kör oluşlar... o kadar yaşandı ki bu ilişkide bütün bunlar... Asi anlamaya bile çalışamıyor o an... anlayamıyor... anlamıyor.

-Neden... ne değişti Demir?

Ne söylense boşa... konuşulanların hepsi zırva... dönüm noktaları... önemli kararlar... hazır olmayışlar... farketmeler... duygular... kimler. ‘Zaman’a tıkılıyorum sadece... ‘zaman’a... bir o önemli şu anda... Asi’de sezebiliyor mu bunu acaba?.. Uzatmayıp konuşmayı aramaya gidiyor Asya’yı... nedenlerini anlayamadığını biliyorum lakin görüyorum ki bir kez daha Demir’in ondan zaman istediğinin farkında...

İnci yalının kapısında, hala arabasında... Asi ve Asya’ya bakmaya giden Demir’i görünce, arabadan çıkıp sesleniyor. Bundan sonrası için , konunun uzmanlarına danışmış... Demir’in biran evvel İstanbula gitmesi lazım... teşhis ve tedavi için en iyi olanaklar orada... ama çabuk hareket etmeliler... böyle durumlarda ‘zaman’ çok önemli... Bilmez miyiz?

Dedesiyle kuşlardan sohbet eden Asya’yı buluyor Asi, keyifsiz ama... Demir ise takip ediyor onu ve yakalıyor aynı bayırda... soytarı bir rüzgar savuruyor saçlarınıda Demir’in kadınlarının, çiçeklerini de bayırın... alaya alıyor herşeyi... sanki hiç bir şey olmamış... hayat durmamış o kağıtta. Asya soruyor “Demir... yarın denize çıkacağız, değil mi?”... Asi itiraz ediyor ve her gün denize çıkılmayacağını söylüyor, daha Demir müdahale edemeden konuşmalarına. Asya ise itiraz ediyor... Demir çıkarız demiş ona. Fakat şartlar değişmiş, Demir’in bir işi çıkmış, başka bir zaman gidebilirler mi?.. “Ama söz verdin!”... gözleri yere dikiliyor Asya’nın kırgınlıkla... bakmayı reddediyor tıpkı babası gibi kızdığında, kırıldığında... bir daha göz göze gelmeden , bırakıyorlar ana –kız Demir’i o soytarı rüzgarla baş başa.

Düşünüyorum... ne yapsın bu adam orada?.. Canlarını izlerken peşleri sıra biliyor ki sevdiklerine vereceği acı hastalığından daha büyük yer kaplıyor yüreğinde... onları üzmeden... hem de çok üzmeden bu işi halletmenin bir yolu yok... Oyununa gelmiş hayatın, nasıl düze çıkacağını bilemiyor Demir’de. Gözlerim Demir’in dizlerine varan ‘güneş’ çiçekleri arasındaki görüntüsünde, beline dayanmış ellerinde, onda gördüğüm çaresizlikte... aşkları bana yetmiyor şu an... ihtiyacım daha fazlasına... ümide. Orada olmak istiyorum Demir için... üzmekten korkmayacağı bir dosta dayasın istiyorum her acısını... e.min olsun istiyorum o ‘güneş’ çiçekleri ve görünürde soytarı o rüzgarın yardımıyla fısıldasınlar Demir’e “Hey sen!.. iki yol var önünde... vazgeçmek yada direnmek Demirce... belirsizliğin kaybolup umudu yakalayabileceğin anın özlemiyle dayanmalısın, ayakta kalmalısın, mücadele etmelisin kendinle”... Bu felsefeye kaç kere sığındı... inandı... güvendi, e.min. “Demir, yaşam sana bir dostun yüreğinden fısıldıyor... duymuyor musun?.. Sığın... inan... güven e.min’nin sözlerine...”

Asi ve Asya çiftliğe dönüyorlar... Demir’e kırıldı ve bir şey söylemedi Asya ama kafasında sorular hala. Annesiyle paylaşıyor sıradan bir olaymışcasına “Ben anladım aslında... Demir yarın gelme dedi ya... kendi kızı gelecek ondan beni istemiyor” yanında ... ‘canım... canım’ demek ve sarılmak geliyor içimden bu yavruya...”Demir’in kızı zaten yanıbaşında... asıl senin baban gelecek inşallah yakında...” Asya’nın eli çekiştiriyor birtarftan annesinin flarınıda... asılıyor ara ara... kendi boynumda hissediyorum bu gerilmeyi o anlarda... neden yapıyor bunu Asya diye düşünüyorum... annenin elleri dolu, tutunamadığı, dokunamadığı için ona, bu temasla bir yol buluyor anneye yakın olmaya... buruk sözleri ve içgüdüsel sığınışı kızının, çömeltiyor Asi’yi Asya’nın yanıbaşına... teklif ediyor bir tekne kiralamayı kızına, nereye isterlerse oraya götürür onları kaptan amca... üzülmemeli artık Asya... “tamam... sende üzülme ama... “... Nasılda hissediyor üzüntüsünde yalnız olmadığını, bihaber değil o da annesinin burukluğuna... Demir’in canları dayanırken ve sığınırken birbirlerine, iki güçlü kadını var Demir’in ardında diye gurur duyuyorum onlarla... Hassasiyetlerine... kırılganlıklarına rağmen, güçlerine... birbirleri için orada oluşlarına... dayanışmalarına... Demir’in sizin gücünüze ihtiyacı olacak çok yakında.

Demir’i görüyoruz hastanede, İnci’nin odasında... hastalığı teşhis ettiler ama tanı henüz tam değil... hangi evrede olduğunu tespit etmeleri gerekiyor. İstanbulda tam teşekküllü bir hastanede, ayrıntılı bir tetkik yaptırmaları gerek... mümkün olduğunca çabuk hareket etmeliler... İnci’nin hocası arkadaşlarıyla görüşmüş ve herşey ayarlanmış. Ertesi gün erkenden İstanbul’a hareket edecek şekilde planlarını yapıyorlar.

Gecikmeden fotoğraf makinesindeki filmleri taba vermiş Demir... şimdi ellerinde. İlk resim mağrur prensesinin. Ardındankinde ise üçü birden aynı karede. Yüzü nasıl da ışıldıyor apaydınlık bir gülümsemeyle... beş sene sonraki bu resimlerinde gerek yok ayrıca bir kalp çizmeye... bir baba, bir anne ve kızlarının yüzlerinde aşk sürgün vermiş, gülümsüyor olanca haşmetiyle... o an farketmemişti ama Asi’nin elleri buluşmuş kendi elleriyle, kızlarının üzerinde... parmakları tanıdık bir dokunuşla ulaşıyor sevdiğinin saçlarına, yüzüne... kamera tekrar Demir’e döndüğünde görüyoruz ki hala yorulmamış yüzündeki gülümseme.... orada bütün giziyle. Oturuyor hemen dibindeki ahşap sandalyeye Demir... Hayatta istediği herşey o karelerde... yok ihtiyacı başka hiç bir şeye. Devamı gelmiyor bu sahnenin ama ben biliyorum ki uzun uzun işgal edecek o sandalyeyi Demir... bakacak tekrar tekrar o resimlere... can kulağıyla dinleyecek o karelerden ruhuna ulaşan sesleri... hayallerine geçit verecek, bir ömür hayal edecek Demir o sandalyede.

Diğer tarafta Asi giriyor görüntüye... nerede olabilir ki Demir’in asi prensesi... uçsuz buçaksız o çok tanıdık tarlada, uzanmış otlara... bir ağaç altına... elinde bir sap yabani çiçek,büyük ihtimalde artık yolunmaktan tanınmaz olmuş bir dal’güneş’... onu Demir yerine koyar ve hesap sorar... kördüğüm olmuş eski ve yeni hatıralar... korkular. Ama tekrar aynı tuzağa düşmeyecek, şu an için mutsuz ve karmançorman ama Demir’i bir kez daha eskisi kadar kolay salıvermeyecek...

Bu akşam, Kozcuoğlu çiftliğinde kız isteme merasimi, Süheyla’larda ise yemek var. Kız isteme merasimi, Kerim’in çiftliği sessiz sedasız basışı ve Defne’nin bayılışı ile bir felakate dönerken, Süheyla Hanım’ın akşam yemeği ise keyifsiz geçiyor...

Ertesi sabah kızlar erkenden yola düşüyorlar... hadi Defne evdekilerle konuşmamak için kaçtı... ya Asi... sabah sabah neden yollara düştü?.. Defne daha fazla tutamayıp kendini, itiraf ediyor Asi’ye “Dün akşam Kerim’le öpüştüm”... Asi şaşkın... “Nee!”... ama ardından dayanamayıp soruyor “Ne hissettin”... merak dolu bir tını sesinde... çocukça bir telaş gözlerinde... tüm bunlar o kadar koyunkoyuna ki kendininkiyle. Onun da hayallerini süslemiyor mu böyle çılgın bir düşünce... onun da dileği değil mi dudaklarının tadını geçirmek Demir’e... O’nun şehre geldiğini duyduğu andan beri hemde... ama sorunlar var bu yürek çarpıntısından öte... Anlatıyor kısaca Defne’ye ... Demir’in, Asya’ya babası olduğunu söylemekten vazgeçtiğini söylüyor ve devam ediyor... Demir her zaman gibi, bir bilmece... aslında Asi kendine kızıyor... olanlardan hiç bir şey öğrenmemiş... onu çok kolay affediyor... ne zaman kalbi Demir için çarpmaya başlasa... O hep bunu yapıyor... Asi’yi ‘durduruyor’. .... ..... Aşık yürek kolayca affeder sevdiğini... çünkü elinde değildir başka türlüsü... affeder... nedensiz, niçinsiz... koşulsuz,dayanaksız, mantıksız... affeder sadece... sizi bırakır böyle soru işaretleri içinde... Ah Asi... bir de farketsen, korumak adına ‘durduruyor’ Demir seni sadece...

Defne’ye gelecek malzemeleri almak için gittikleri havaalanında, İstanbul’a uçmak üzere olan Demir ve İnci ile karşılaşıyor Asi... konuşuyorlar ayak üstü... ama uzun bir izzahat vermeye zaman yok Demir’in. İnci terminalden çıkıp ‘son çağır’ için uyarıyor onları.

İstanbul’da kısa bir işlemle biyopsi için kalça kemiğinden iğne ile numune alınıyor Demir’den... Demir kararlı... Demir hazır... Demir sabırlı... kızına kavuşmuşken hastalığa pabuç bıracak değil hiç... iyileşmek için elinden geleni yapacak... Sevinçle farkediyorum ki ‘güneş’ çiçeklerime de, soytarı bayır rüzgarıma da bir borcum var... iletmişler mesajımı yerli yerine... çoktan razıyım ben bu borcu ödemeye.... Demir ve İnci dönüyorlar aynı gün geriye. Aslında bir gün daha kalıp, sonuçları alabilirler ama Demir eli kolu bağlı orada beklemek istemiyor... kızını kırdığının farkında, gönlünü almak istiyor sadece... bir taraftan da sahipleniyor davetsiz hastalığını bile... bilgi almaya çalışıyor ilerlediği zaman nasıl belirtiler göstereceğini... Asya’ya fark ettirmek istemiyor olan biteni...

Antakya’ya ayak basar basmaz Demir Asi’yi arıyor... Asya ile görüşmek aralarını düzeltmek istiyor... Asi tereddütlü... “Bu gün olmasın Demir” diyor... gezmeden yeni gelmişler... biraz uyuması lazım Asya’nın... ama hem Asya hem Demir birbirlerini bu kadar görmek isterken Asi onları tutabilir mi... sonunda razı geliyor “Peki ... Demir”... Tek neden sadece Demir ve Asya değil, yoksa kendi mi?

Diğer taraftanda Demir eve dönmüş, ASIA’yı yalının önüne çekmiş, hazırlık yapıyor Asya geldiğinde hemen açılabilmek için... Kerim sıkıştırıyor Demir’i... “Ne yana dönsem İnci... fazla mı sıkıfıkı oldunuz... bana mı öyle geliyor!...” .... yok öyle bir şey... Asya ve Asi geliyor bu arada... Asya’nın ilk yaptığı Mozaik Müzesinden aldığı balık kolyeyi Demir’e vermek... Tekneye takmaya karar veriyorlar kolyeyi... uğur getirsin istiyorlar. Kerim ve Asya tekneye geçerken, Asi ile O kıyıda kalıyor... Demir Asya’yı görmek için fazla ısrarcı olduğunun farkında, teşekkür ediyor Asi’ye... “çok özlemişim” derken Demir, Asi’yi de katıyor bu konuşmanın satır aralarına, Asi’de bunun farkında. Cevap veriyor Demir’e “O da seni sayıklayıp durdu”... bu dopdolu mesajında Demir farkında. Özlemler, sayıklamalar gidip geliyor bakışları arasında... ve bunların hiç bir ilgisi yok Asya’yla... Asi’de kararlı bu sefer Demir’le düşüncelerini paylaşmaya... gizlemeden hissettiklerini söylüyor Demir’e... “Hayatında neler oluyor, sormayacağım... çünkü sorsamda söylemeyeceğini biliyorum... ama seni tanıyorum... birşeyler oluyor ve sen yine içine kapanıyorsun”... Asya’nın sabırsızca seslenmesiyle bölünüyor konuşmaları. Onlar denize açılırken, geride kalan Asi, Kerim’den bilgi almaya çalışıyor “Demir’in nesi var?”... Kerim’de bir şey bilmiyor.

Tatsız bir gezinti yapıyor Demir kızıyla... tekneyle açıldıklarında kramplar başlıyor... hemen durumdan İnci’yi haberdar edip yardım istiyor, bu arada kızına belli etmeden de geriye dönüyor... Rıhtımda, kenarda bir torba ilaç, Kerim onları hazır bekliyor... peşini bırakmıyor bu sefer dostu... ısrarla soruyor ilaçların neyin nesi olduğunu... Demir geçiştirmeye çalışsada başaramıyor... anlatmak zorunda kalıyor. O kabullendi artık ve bir yol bulup savaşacak hastalığıyla sonuna kadar ama korktuğu başına geliyor... sevdiklerini, çevresindekileri üzmeye başlıyor tek tek Demir... Yanyana oturmuş iki dosta bakıyorum... hastayken bile durmaya çalışıyor dimdik ayakta... kapanıp ağlarken omuzuna... dostu için hala orada.

Akşam Daphne’de kutlama var. Aslan’nın kuracağı yeni iş için ailenin gençleri bir arada. Demir’de Asya’yı oraya getiriyor. Bir köşede canlı dans müziği çalınıyor... el ele giriyor Demir ve Asya restoranın kapısından... dans müziğini duyunca heyecanla çekiştiriyor babasını içeriye Asya... Masalarda konuklar... Namık Bey’de orada bu akşam, arkadaşlarıyla yemek yiyen İnci de... Asya oturabilir mi yerinde, Dayısı ile birlikte dans pistinde... keşke diyorum bir çift rugan pabuç göndereymiş Neriman Hanım Asya için, dans eden adımları girince görüntüye. Dayanamayıp Asi de geliyor kızının yanına, döndürüyor dans eden Asya’yı piste... bu arada İncilerle ayakta konuşan Demir’in dikkati ne kadar belli etmesede pistte olan bitende...bakışları önce kızına ardından Asi’ye kayıyor... sanki öylesine... o kısacık bakış önce gururla ve huzurla kızında ardından da Asi’de duruyor... bu bir anlık görüntü o kadar uzaktan alınıyor ki, doğru belli göremiyorum gözlerini Demir’in... o kadar çevik ki her seferinde yakalıyamıyorum bile... ama orada... bizi bu diziye aşık eden o akım... o bakış... ikisinin yerine, Demir’in gözlerinde.

Asya dayısının kucağında dans ediyor olmasına rağmen Asi terk etmiyor pisti... bir beklenti içinde... Onunda bakışı istem dışı kayıyor Demir’e... hemen peşisıra kızının Demir’e seslenmesiyle ikinci kez bakışları Demir’de... Demir kızının çağrısına gelirken onunla dans etmeyi bekliyordu belki ama minik kızları şaşırtıyor her ikisini de, onları buluşturma çabası içinde bir dans dersinde. “Anne, Demir’e dans etmeyi öğretir misin?” Kocaman bir gülümseme yayılıyor Asi’nin yüzüne... “Ben mi öğreteceğim!.. Demir dans etmeyi zaten biliyor. O çok güzel dans eder...” İltifatında cömert Asi... beş sene önce ölse söyletemezdiniz böyle bir şeyi... ama çok şey değişti... ne istediğini biliyor Asi. Duymak istediği kadar da duyurması gerektiğini biliyor kalbini... orada olan biteni... herşeyi. Demir suskun, izliyor Asi’yi... nasıl geri çevirebilir sevdiğinden gelen bu apaçık isteği... Asya ve Aslan’ın uzaklaşmasıyla döndürüyor iyice kendini Asi’ye, bedenini, gözlerini... dikkatini... “Bence en azından hatırlatman gerekecek... en son dansımı seninle yapmıştım”... nedense bu sözler bana sorulmamış bir soruyu cevaplıyormuş gibi geliyor Demir’den... Asi’nin gözlerindeki o dillendirilememiş soruyu... ‘benden sonra kimler oldu hayatında, Demir” in cevabını veriyor , sorulmadan...

O an, ne boşanmışlık var ne ayrılıklar... ne hastalık var ne geçen yıllar... duyguların yaşı olsaydı eğer onların gözlerindeki bu aşkın ömrünü biçmeğe yetmezdi ne asırlar ne de dünyalı yıllar. Demir’in kendisine doğru attığı o minik adıma eşlik ediyor kaşları... Asi ise hareketleniyor ona doğru ve dansları başlıyor daha o uzaklıktan... Asi’nin eli Demir’in omuzunu Demir’in eli Asi’nin belini bulurken, sıvazlamalar yok artık... ezberden bu tutuşlar... nokta vuruşlar. Salınımlarında tutunuyor ilk dansları, sonrakiler...birbiriyle savaşları, sevişleri... gizli yerleri, buluşları... anılar...onları barıştıran anılar... güzel anlar... “O günlere dönmek artık çok zor, değil mi?”... Bu nasıl bir yakarıştır ki Demir’in adım atacak hali dahi kalmıyor o pistte... Ne kadar isterdi cevap verebilmeyi ve “Hayır... değil... Görmüyor musun biz o gündeyiz Asi” diyebilmeyi. Ama yapamaz... bu şartlarda değil... şimdi değil... Açık bir cevabı ne kadar bekliyor halbuki Asi... ne kadar istiyor... bedeninden ona akan mesajlarla suskunluğu örtüşmüyor sevdiğinin... Demir onu sırtından tutup kendine çeker ve şakaklarını kavuştururken birşeyler eksik yine... ama artık düşünecek hali yok Asi’nin... başı dönüyor, uyuşuyor biraz... karışıyor Demir’e... herşeyi daha sonra düşünebilir... şu anda gücü yok Demir’den başka hiç bir şeye... ara ara kapanan göz kapaklarında, uzaklaşan bakışlarlarında dalıyor hayallere... o an için hafiften birbirini bulan saçlarını, kavuşturuyor hayallerinde özgürce.. hayattan vazgeçip bırakıyor kendini Demir’e. Buluşan elleri mi, gözleri mi. Demir’in istediği o bitmesin dilenen meledi mi sadece?

Hani teddütler içindeydim ya... sormuştum.... ne daha çok yakışıyor kararsızım ... “gözleri gözlerine mi, elleri yüzlerine mi, gözleri dudaklarına mı? Dudakları dudaklarına mı? Aşk, gurur, öfke, inat örgüsünde... ilmek ilmek dokudukları bu ilişkide ... henüz onlara yakışmayan tek bir şey görmedim. Sevişmekde yakışıyor onlara...” diye. Artık e.minim... biliyorum... herşey dengi dengine... elleri ellerine, dudakları dudaklarına, gözleri gözlerine... uzun zaman olmuş, tenleri de girmiş işin içine... ayrım yapmaksızın... onları yakıştırıyorum birbirine bütünüyle... ayrılıklarında bile bir güzellik buldum ama uzak dursun ne olur ölüm... bir tek onu yakıştırmam olanaksız bu sevgiye...