Demir ve Asi, Asya’ya babası ile ilgili gerçeği incitmeden anlatabilmek için bir pedagogdan yardım almaya karar veriyorlar.
Hemen ertesi gün hastaneye gidiyor Demir... Süheyla Hanım’ın burslu okuttuğu kızlardan biri olan İnci doktor olmuş, Antakyada göreve başlamış, bir randevu ayarlıyor Pedagoji’den ama Demir de baştan ayağa bir kontrole razı gelmek zorunda kalıyor. Soğuk algınlığı gibi görünüyor Demir’in aksırıp tıksırmaları, boğaz sorunları... yeterli gelir mi bir burun damlası? İdealist doktorumuz ise titiz... enine boyuna araştıracak... her ihtimali düşünüyor... kan alınacak, bakteri varsa tedavi de ona göre yapılacak... biriki genelleme yapıveriyor ayaküstü de, çocukluk arkadaşı olmalarının verdiği rahatlıkla... “erkekler hastalıktan hep kaçar zaten”... “sen şimdi iğneden de korkuyorsundur”... Demir’in omuzları çöküveriyor oturduğu yerde kabullenmişlikle, dudaklarını ıslatıyor... fırsat biliyor hatıralar bu bahaneyle... bir gülümseme kurtuluveriyor farketmeden... ‘Asi’nin iğnelerinden değil diyor” içinden... “herşey güzel, onun ellerinden”... Randevu saatinde Pedagoji’de hazır Asi fakat ‘babamız’ ortalarda yok. Telefon açmaya karar veriyor Demir’e... ama bu arada gözü hastane koridorunda hararetli bir konuşma yapan Demir ile İnci’ye takılıyor... soru dolu bakışları Demir’de, telefonu elinde kalakalıyor... Tahlil sonuçları çıkmış... İnci mutlu değil durumdan... Randevuya gelen Demir’i durduyor yarı yolda... yüksek değerler saptanmış... ilave tahliller yaptırması lazım mış... Asi, ellerini göğsünde bağlamış, kayıtsız adımlarla koridoru arşınlarken, yenilip merakına, sıradanmış gibi bir bakış atıyor geriye... Demir ile İnci’yi dikkatlice izlemekten alıkoyamıyor ardından da kendini... Demir ise randevusuna gecikmek istemiyor... tahlilleri bir saat geciktirseler dünyanın sonu gelmez diğil mi?... Üstelik bu aralar kendini çok iyi hissediyor... bilmez miyiz!.. “kanında sadece mutluluk bulabilirler”... işi bitince onu bulmak üzere söz vererek ayrılıyor İnci’nin yanından. Demir, enerjik adımlarla geliyor Asi’nin yanına ama randevularını kaçırmışlar çoktan, biraz bekleyecekler... ne kadar tipik bir anne-baba vakıası yaşadıklarını farkettiklerini hiç sanmıyorum... Demir ‘baba’ olarak evladıyla ilgili bir randevuya yetişemiyor basitce... bir suçluluk duygusu inceden inceden içinde. Asi suskun... bir şey söylemesine gerek yok... zaten duruşu ‘geciktin!’ diyor yeterince Demir’e... ‘kızın ile ilgili bir randevuya karşı hassasiyetin bu mu?” gözlerinde. Demir’in elleri beline gidiyor sıkıntıyla... ‘olacak iş miydi şimdi bu... gecikilir miydi!’ kafasında. Gelişigüzel kaydırıyor bakışlarını Asi’ye... toparlıyor kendini... ‘isteyerek olmadı ki... ‘sanki senin başına böyle bir şey hiç gelmedi’ havasıyla dikleştiriyor başını sonunda Demir. Beklemeye başlıyorlar doktar hanımın kapısında. Anlaşılıyor ki Demir kızıyla ortak bir aktivite edinmekle son derece isabetli davranmış. Doktor hanım’ın tavsiyesi, Demir’in Asya’nın babasıyla ilgili kurduğu hayallere dönene kadar kızıyla olan yakınlığını hiç kesmemesi... bu arada Asi’ye de düşen görevler var... kız çocukları için annenin onayının çok önemli olduğunu, kendisinin Demir’e değer verdiğini gören Asya’nın bundan etkileneceğini öğreniyor Asi...... karşılıklı saygılarını Asya görmeli. Farklı bir boyutta ihtiyaçları var birbirlerine artık... kızları için birbirlerine ihtiyaçları var... Görüşme sonrası Asi, Demir’e bir yerlerde oturup görüşmeyi teklif ediyor. Ne varki, Demir acil bir işi oluğunu, onu sonra arayacağını söylerek uzaklaşıyor. Acil işinin İnci ile olduğunu öğrenmekten hiç memnun kalmıyor Asi. Duraklıyor bir an için... Demir herşeyin farkında... bütün bunların teyzesi yüzünden başına geldiğini çok iyi biliyor... onun “tepeden tırnağa muayene etmeden bırakma” dediğinden e.min... ama arkadaşca bir azarla muyane masasında buluyor kendini... Halsızik var mı?.. Hayır... Kilo kaybı?.. Yok... Sık sık ateşlenme?.. Hayır, hiç olmaz. Derin nefes almalar geliyor peşisıra... Yorgunluk hissetmiyor mu gerçekten?.. Devam ediyor sorgulama... Bir dönem bitkin hissettiği oldu Demir’in ama her şey geride kaldı artık... Hayatına yeniden bir güneş girdi... yeniden aynı güneş. Süheyla Hanımdan birşeyler duyan İnci, Asya olduğunu düşünüyor bu güneşin... “evet” diyor Demir... ama yalandan kim ölmüş diyorum bende Kerim gibi... daha yeni gördüğü bir çocukluk arkadaşına ‘Hayır, Asi’den bahsediyorum... o benim güneşim.. Asya aşkımızın güneş patlaması beni sıcacık yapan’ diyecek hali yok ya... Bende bir sorun mu var yoksa!.. M.Yıldırım bile gelse karşıma... böyle düşünüyorsun diye mücadele ederim onunla. Biliyorum, Asya onların hayatının vazgeçilmezi, onsuz olamazlar ama Demir’in tek bir güneşi var bu kainatta, kızları aşklarının yerine geçemez asla... bu hakça değil Asya’yada, onun yeri bambaşka. Asi işe gitmiyor o gün... kızıyla sohbet ediyorlar biraz... diz dize... kız kıza... Asya, elinde dayısının yaptığı düdük, öttürmeye çalışıyor... çok iyi biliyorum ki Asi müdahale etmese ve bıraksa, Asya’nın tükürükleri düdüğün ucundan akacak aşağıya... bir müddet unutuluyor eldeki düdük konuşmalarıyla... Demir’in evine yaptığı ziyaretten bahsediyor Asi... “Nasıldı misafirlik... Sevdin mi?” Birlikte kayık yapmışlar Demir’le... Demir onu çok seviyormuş... hem de çok... Konuşmaları devam ediyor annesiyle... Dedesi gibi küçük küçük, tane tane öpüyor yanaktan... yumuşacık seviyor... hiç sıkmıyor... Asi bilmez mi Demir’in şefkatini, sevgisini!.. Sevgiyi böyle ölçümlediğimizi bilmiyordum diyor Asi... ama ıslak öpenler konuşulurken hepimiz bir ağızdan ‘ııııyyyyğğ’ deyiveriyoruz... ne kadar bizden orada olup biten herşey... ya çok sıkanlar, onlara ne demeli?... kaşlarımız havada bu sefer de Asi ile beraber... “Demir iyi kalpli biri galiba”... nasılda över ve sever onu ardından, henüz yüzüne söyleyemese bile. Sohbet tabiki dönüp dolapış ‘kayık’a geliyor... “Anne bitmiş midir?”... Demir giriyor görüntüye... görüyoruz ki tekne denize atılmış... az bir işi kalmış... hayalleriyle hız almış... umutları gibi, bembeyaz bir tekne ortaya çıkarmış ... ne var ne yok bu beş sene boyunca, kadının saçlarına takamadığı bütün beyaz çiçekleri teknesi yapmış, kara saçlarıyla ismini yazmaya başlamış – AS – Yine o sahil... yine Asi... yine Demir... yine bütün kalbiyle, bütün ruhuyla verdiği aşkının üzerinde Demir’in... geri gelebilir mi lütfen hayallerim... hepsini birden geri isterim... hem de hemen isterim... el uzatmış periler Asi-Demir’e ... nasıl severim. Demir’in yüzünde apaydınlık bir gülümseme... Asi’de çarpıntılar... Demir sesleniyor atının üzerindeki Asi’ye... “Biraz yürüyelim mi?”... “olur”... bir hamlede iniyor Demir’in yanına... rastlaşmasalar zaten Demir arayacakmış Asi’yi... doktorun söylediklerini konuşmak için... kısa da bir izzahat veriyor “benim işlerim araya girdi”... Asya ile konuşup konuşamadığını soruyor Asi’ye... “Evet... biraz ağzını aradım”... öğrenmek istiyor “Ne dedi... tam olarak ne söyledi?”... Asi’nin “Seni dedesine benzetiyor” demesine pek anlam veremiyor doğal olarak “Nasıl yani?”... “Asi bütün ayrıntıyla bana anlatır mısın?... Benim için çok önemli”. Bunu söylemene gerek yok Demir, yüzünden akıyor zaten! Sen değilmiydin “Sevgi insanın saklayamadığı tek şeydir” diyen... sevgilerin yüzünde zaten... Darıltmıyor Asya’nın hiç bir sözünü Asi... Demir’e aktarıyor tek tek. Artık yol yordam sormadan doluveriyor yüreğine ümitler Demir’in... neredeyse e.min. “Beni babası olarak kabul edecek galiba”. Asi’yi , rüzgarda uçusan saçlarını ve dalgaları durduruyorum bir an için... Demir kendi sevincinde peki ya sen diyorum Asi’ye... sen... o aslında ne kadar kendine güvenli bu karede... Demir’e ‘şüphen mi vardı’ diyor gözleri... “Beni suçluyorsun ama bazen sen ne kadar kör olabiliyorsun, sevgilim”... Ardından Demir’i donduruyorum, kocaman bir gülümsemede... Demir nadir güler böyle... inanamıyor olmalı talihine. Asi bir adım ötesinde, kızı yüreğinde, tutamıyor artık kendini... böyle bir şey var mı yeryüzünde... elinden kurtulamamış daha sevincinin , gözleri kumda yanlarına kadar sönmeden gelmeyi başaran dalgaların güzelliğinde, bir sonraki görüntüde. Hazırlıksız yakalanıyor giderayak Asi’nin teklifine... “Tekneyi görebilir miyim”... Asya’yı kıskandıracak, çocukça bu merakta neler kasıp kavuruyor Asi’yi, bir bilseler... Sevdiğinin senelerce ilgilendiği, gönül verdiği bir uğraşı paylaşma isteğini nasıl anlatabilirim ki... deneyebilirim ancak belki... onun elleriyle vucuda getirdiği bir şeye, sığındığı bir dünyaya dokunma ihtiyacı var bu soruda... ona dokunmak kadar önemli bu emeğe dokunmak, hele ona ve ruhuna özgürce dokunamadığı şu anda bu dokunma ihtiyacı her şeyden fazla... Demir tutukluyken şehrin duvarlarına dokunarak Demir’e ulaşan Asi var bu merakta... nasıl buram buram aşk var... yakınlaşma... anlamaya çalışma... sevme var... meraktan çok ihtiyaç var aslında. “Söylemen yeter” tek cevap sorusuyla pazarlığında ... ama öyle olmuyor. “Yo... daha olmaz”... Asi’de bunu beklemiyor işte... bozuluyor bir parça. Demir Asi’ye verdiği red cevabını yumuşatmak için hefiften eğiliyor ona doğru... nasıl sevdiğim bir refleks bu Demir’den Asi’ye. “Bitsin... ikiniz birlikte görürsünüz”... bu birliktelik nasılda yakışıyor Demir’in dudaklarına... Demir’in kızıyla ilgili duygularında, Asi’nin Demir merakında öyle bir doğallık varki o anda... anlıyorlar birbirlerini... Hele o son bakış Demir’in gözlerindeki, sorulanın o kadar ardında ki... Gece... basit hayatında yine Demir... küçük teknesinde... neredeyse hazır... Koruyucu branda kaldırılmış, krom korkuluklar pırıl pırıl parlatılmış, usturmaçalar tam tekmil yerinde... sıcak bir kazak üzerinde, kaptanımız gönül rahatlığıyla bir lokma ekmeğinde... başının yastık, gözlerinin uyku bilmeyeceği, yakamozun sevgiliyi bedene getirdiği bu gecede yine dalgalanıyor Demir... bu dalgalar geldiğinde biliyor ki yürek yatışmaz sabaha kadar, büyük yerden emir... uykusuzluğa mahkum bu akşam o gözler, değil elde... kalkıyor ve koyuyor üçüncü harfi teknesine, sevgiliye dokunur gibi, şefkatle... beyaz çiçeklerinin üzerine yayıyor saçlarını biraz daha sevdiğinin bir ‘i’ harfi ile.... – ASİ – ... Biliyorum öyle bırakamaz... bırakmayacak... nasılda bekliyorum – ASİA – yazmasını delice... kadınıyla kızını kucaklamasını birlikte... Asi, Demir’de, ismi teknesinde hüküm sürüyor o gece... Gün elbet doğuyor Asi’li Demir’e ... ama her ne kadar “Kalbe kazınan yazı hiç çıkmaz... aynı ismi çağırır”sada döne döne... korkan o çocuktan bir parça hala Demir’de... O tekne her daim ASIA olarak kalacak E.min’de. Ertesi gün Asya’yı getiriyor Asi Demir’e ... tekneden çıkıp onları “hoşgeldin” lerle karşılayan Demir’in Asi’ye seslenişine takılıyorum bir müddet de... hissediyorum ki bir yarım sayfada sürecek bu “hoşgeldin” üzerine... ama Asya’lı sahnede bu kadar oyalanmak mümkün mü... dikkati aynı anda her yerde... Demir’de... teknede... teknenin üzerindeki yazıda... ASİ , ASYA oluvermiş gün doğmundan öğlene... ama ASİ’li o gece unutulmayacak o teknenin geçmişinde... Kıyıda dolaşmaya karar veriyorlar o gün için... Asi’yede onlarla gelmesini teklif ediyor Demir... kısa bir gezinti yapıp, dönecekler... olabilir demesine rağmen, babasıyla buluşacağını hatırlıyor Asi... ve tabi Asya’da... sanki o da mı istemiyor Asi’nin gelmesini... en iyi arkadaşını; Demir’i, paylaşmak istemiyor olabilir mi annesiye?... Demir’in gözleri yumuşacık Asi’de... Asya’nın ‘hadi’leriyle hareketleniyorlar birlikte... Demir tekneye geçip, kucaklayarak çekiyor kızını içeri... Asi rıhtımda... aklı onlarda... uzaklaşıyor... Demir’in elleri ağır aksak işinde, gözleri Asi’de... ardından bakıyor uzun uzun... özlemle... Asi, arabasına dönerken, Demir’i arayan Süheyla Hanım ve Dr. İnci ile karşılaşıyor. Bu aralar sıkça karşılaşır oldu bu doktor hanımla, Asi... çiftlikte, hastanede, şimdi de rıhtımda... hep de Demir’le ... huzursuz... nereye bağlamaya çalışacağını bilemiyor bu rastlantıları... kıskançlığı üstüne almak istemiyor bir taraftan ama ne olur ne olmaz, peşleri sıra gözlemekten de alıkoyamıyor kendini. Huzursuzluğu artıyor Asi’nin... Demir ve Asya, gezintilerini çok uzatmadan dönüyorlar kendilerini bekleyen Süheyla ve İnci’ye , yalıya. Asya babasının omuzlarında... Hooop... yerde bir anda... Keyifler yerinde. İnci ilk tahlillerin çıkmış olduğunu söylüyor... “Kim haklı çıktı” diye soruyor Demir ama e.min sonuçtan... kendini hiç olmadığı kadar iyi hissediyor bu aralar... Çiftliğe dönüş yolunda, maç yapan ve onları seyreden guruba rastlıyorlar... herkes orada... annesini görünce yine çene açılıyor Asya’da.... ayrılıp guruptan konuşmak istiyor Demir Asi ile... Hem Asi’nin hem Demir’in elleri zaman zaman Asya’da ... kızlarının saçlarında, omuzlarında... Demir soruyor“... yarın... hep birlikte... yani üçümüz... Kale’ye gidelim mi?”... basit bir “olur”da kendini göstermesine engel olamıyor sevincinin gözlerinde, Asi. Maç sahasından onlara doğru kaçan topa müdahale etmesi için gelen uyarılarla dikkati dağılıyor Demir’in... sahnenin son kareleri... topa uygun bir biçimde vurmak üzere hareketlenirken O, bedenindeki erkeksiliğe karşın, çıtır elbiseleriyle Asya ve Asi’nin onun ardından topa vuruşunu seyreden ki kadınsal ve çocuksal halleri, nasıl da keyif veriyor bana bu görüntüde... katılık ve yumuşaklık, sürat ve durağanlık... sertlik ve narinlik... güç ve zaaf... kadın-erkek ve çocuğun tadı bu sahnede... etkileniyorum. Sabah erken bir saat olmalı... güneş yatay geliyor iskeleye, tekne gölgeler içinde... hava henüz serince... hem güneş ısıtmıyor yeterince hemde bir esinti karadan denize... Bir kadın geride, çocuğu koşarak geliyor tekneye... Demir son hazırlıklarını yapıyor olmalı içeride... ASIA’ya ilk misafirleri gelmek üzere... hatta kıyıdalar, gelmişler bile... kucaklayarak alıyor Asya’yı tekneye... Asi’yi de kavrayıp alıversin istiyorum belinden tekneye ama o bel, elleri için henüz yasak bölge... Kale’ye gitmek üzere demir alıyorlar iskeleden... dünyasına dalıyor, rüyasına dalıyor kadını ve çocuğu korkusuzca... Demir’in gözleri sürekli bu rüyada... sen, ben, Asya’da... Kalenin karşı sahiline çıkıyorlar önce... iskelede fotograf çekmek üzere hazırlık yapıyorlar... ayak getirilmiş, makine otomatiğe ayarlanmış... bir tek basması kalmış... bu vazifede düşüyor minik Asya’ya... “Bas dediğimde şu düğmeye basıp yanımıza koşacaksın”... o resmin görüneni olacak elbet ama görünmeyen bir hatıra da yerleştiriveriyor Demir oraya... eve gidince Asya’ya kendi odasında babası olduğunu söyleyeceğini açıklıyor Asi’ye... “nihayet” diyor sevdiğinin gözleri... nihayet ... “kızım ve babası”... özgürce... sakıncasızca kızı ve kocası... evet Demir onun hala kocası... yürek dinler mi bir kağıt parçasını... zorlanılmış bir kararı... bir halkayı... gönül sözünde, gönül gözünde Demir hala Asi’nin kocası... “Asya... hazır mısın?... Şimdi... bas... koş... koş....” son komutlarla minik ayaklar havalanıveriyor ve konuyor anne babasının kucağına... karışıyorlar oracıkta... eller, kollar, gülücükler, biraz öncesinden gelenler hep o karışmada... uzun bir yoldan geliyorlar buraya... hayallerinden... tutkularından... öfke ve korkularından geliyorlar... Aşk’a... hiç kuşkunuz olmasın aşkın resmini çekiyor Asya orada... sadece aşk parıldatır bir yuvayı böylesi olağanüstü bir mutlulukla... aşk sarhoşluğu dedikleri ayakları yere basmazlığın içindeler şu anda... Asi gururlu ve mağrur, Demir çocuklar gibi şen kızlarıyla o kıyıda... balonlarım olsa uçuracağım, güvercinlerim olsa salıvereceğim onlar adına... başka bir dünyadalar şu anda... ulaşamam, bir yol var mı ki onlara ... zaten bırakalım yaşasınlar ‘üçümüz’ü doya doya... Tersine düşmüş gölgelerde rıhtıma yanaşıyor ASIA... Gün bitmiş... hayaller kalede kala kalmış... karanlık mı basmakta?... İnci rıhtımda, elindeki kağıdı uzatıyor arkadaşına. Acı gülüş... neymiş meğer! Bir rüyanın sonunda öğreniyorum ki acının kendisi daha güzel. |