Asi, elinde Asya için aldığı pamuk helva dönüyor atlıkarıncanın yanına... Asya’yı bindirdiği beyaz at boş. “Asya... Asya... “ sesleniyor. Panik ilk anlardan başlıyor damarlarına ölüm serumu gibi yayılmaya... Çocuklar, haşemalı adamlar, bilet satıcısı... kulaklarında atan kalp atışları....dönme dolap, gondol, tırtıl... sekteye uğrar akıl... eller, kollar, karıncalanmalar.... bir de anlamadığı dil... Korku fırtınaları eserken yüreğinde, Defne’yi arıyor Asi... “burada kimse Türkçe bilmiyor... Asya yok... Demir onu götürdü... Demir kızımı götürdü... Ben ne yapacağım şimdi?” Korkunun, öfkenin işgalinde Asi ama akıl ediyor Demir’i cebinden aramayı... ne var ki telefonunu açmıyor Demir.
Asi, misafir kaldıkları konağa geri dönüyor... ama onu arayan da yok... gelen de. Bir anda karışıyor konak, Asya’yı babasının götürdüğü anlaşılınca... Asi kimseyi istemedi lunaparka giderken yanında... çünkü Demir’in gelip konuşmaya çalışmasını bekliyordu onlarla... bir evvelki gün mektubunu aldığında aranan gözleri o gün görmeyi umuyordu Demir’i karşısında... zararsız bir lunapark macesarısında... kendi halinde bir karşılaşma da... Lakin bilmediği için evladın anne-babadan uzaklaştırılmasının yürekte yarattığı tahribatı... doğru tartamadı Demir’in öfkesini... hafife aldı... kısassa kısas bir aşk onların ki... öfkeleri de öyle... Asi gibi Demir’de sınır tanımadı öfkesinde.
Demir, önce lunaparktan ayrıldıklarında Asya’ya kendisiyle gelmek isteyip istemediğini soruyor. Ardından da benzinlikte durduklarında, deniz kenarına gidip, babasına mektuplarını denizden yollamaları konusunda Asya’yanın fikrini alıyor. Kararlarda onun da payı olmasını sağlıyor. Her bir adımı onunla birlikte atmaya özen gösteriyor.. Molalarında ki oyuncakçı dükkanında, Demir kızından daha ilgili oyuncaklarla ve pembe ayıcıklarla, Asya’nın aklı fikri yine boyalarda... babasına resimler çizerek göndereceği mektuplarında. Demir’in gözü, alışverişi bitirdiğinde takılıyor Asya’ya ... elinde rengarenk boyalar, kimbilir hangi hayalini çizerken babasına, etrafla alakasını kesmiş... babası gibi Asya’da dalıyor bazen uzaklara.. Asi’nin uyarısı ve kendi gözlemleri ile farkında, Asya’nın resimlerinin hayatında gittikçe artan bir yer tuttuğunun... sesleniyor kızına... “Asya... hadi gidiyoruz”... sevgi dolu bir çocuk Asya... sevgiyle büyümüş ve sevgi dokunuşlarına hassas bir çocuk... uzatıyor elini Demir’e “elimi tut”... muhtaç bu temaslara... minik parmakları kayboluyor Demir’in avucunda... Asi’nin gözlerine eş gözler ise dikkatlice onda. Her geçen an Demir daha çok bağlanıyor kızına.
Koynunda kızlarının hırkası... ağız ağıza vermiş hatıraların biri bitip biri başlıyor Asi’de... akan Asi’yi durduran, donduran sözlerini... gelecekle ilgili umudu reddedişin ötesinde, geçmişe dönük yaşanmışlıkları da harcayan sözlerini hatırlıyor Demir’in “çocuğumuz ... iyi ki olmamış”... Ardından ithamlar, birbirlerine çatmalar saldırganca... tesadüfler... uzak tutuşlar... vazgeçişler... koşullar..
Demir ve Asya yola çıkıyorlar tekrar... Asya’nın yanında bir ayıcık. Ayıyı, Asya arkada yalnız oturmasın diye almış Demir ama bu ayı sayesinde kızı hakkında bir şey daha öğreniyor... pembeyi sevmediğini. O kimin kızı! Yol uzadıkça Asya’nın aklına annesi vurmaya başlıyor “Annemi bekleseydik keşke!”. “Ya beni ararsa... bulamaz üzülür sonra”. Annesi Asya’ya pamuk şeker alıp gelecekti... üstelik bir şey de yiyemedi!.. Demir kızını aç bıraktığını farkediyor bu uyarıyla... “Hay allah... sen açsın tabi değil mi ya!” Demir’in öğreneceği çok şey var... Bir kır lokantasında duruyorlar. Asya’ya bu sefer soruyor olmalı Demir, ne yemek istediğini... Asya’nın önünde bir köfte tabağı... çatalı dolu... götürüp ağzına ısırıyor kocaman bir parça köfteden... diğer taraftan da sohbet ediyorlar... sabırsızlanıyor artık babasına mektup yazmak için Asya... resim kağıtları, kalemler çıkıyor ortaya... artık yazan biri de var yanında... özgürce isteyebilir herşeyi... özgürce isteyebilir hayallerini...
Sessizlik çöktüğünde... nedense... hayal kurmak gelir içinden Demir’in. Gözlerini yumup hayaller kurar. Hayattan vazgeçtiği anlarda... içinde yanında olmayı çok istediği kişininde olduğu hayallere dalar. Asya’nın da hayalleri var... hayalleriyle mutlu bir çocuk o... o hayallerinin her bir köşesinde ise babası var... yazdırıyor Demir’e “Babacığım bana uçurtma yapmayı öğretir misin?”... kızının istekleri ruhunda, gözleri üstünde, bir kez daha gerçekle hayalin karıştığı bir yerde Demir... orada... bir başka kır lokantasında oturmuş, kızını seyrediyor... uçurtmalarını nazlı nazlı göklerde süzen rüzgarı... kızının yanındaki o babayı kıskanıyor Demir...
Bu arada Kerim, Defne ve Zafer’le birlikte Asi’nin yanına geliyor. Demir’e yandaş birini bulunca yükleniyor Asi, Kerim’in üzerine... “Demir aklını mı kaçırdı?”.. Kerimde doğru bulmuyor arkadaşının yaptığını ama Demir’e de hak veriyor... Demir kızlarını alıp götürdü ama aynı şeyi Asi’de Demir’e yapmadı mı?... Asi’de kızını babasından kaçırmadı mı?.. Görüşmelerine izin vermeliydi.. Kızlarını alıp Suriyeye gelmemeliydi ve Demir’in bu işi inada bindireceğini düşünmeliydi. Boşuna endişeleniyor Asi... Asya güvende, çünkü babasının yanında.
Bir çocukla arabada yol almayı kolay sanıyor Demir!.. Asya sürekli soruyor... “Demirrr, daha gelmedik mi?”... “Ne zaman geleceğiz?”... yüz kere sordu bu soruyu Asya... hatta yüzbir kere... derken bir ültimatom geliyor Asya’dan Demir’e... “Sus bir dakika”... hem yabancı bir yerde yenen yemek, hemde arabada sürekli yol almak midesini bulandırıyor Asya’nın... Demir, arabayı biraz yavaşlatıp camları açıyorlar ki temiz hava Asya’yı kendine getirsin... ama çok sürmüyor bu iyileşme... Asya hala çok keyifsiz ve somurtkan, sıkıntısı var, elleriyle karnını ovuşturuyor... endişeyle takip ediyor kızını dikiz aynasından Demir.
Yol kenarına çekiyor arabayı... Bir cennet köşesine denk geldiklerine inanmak istiyorum... meltem varmışçasına salınan pisipisi otlarının arasında, bronzdan bir Osmanlı tulumbasının yanındalar... metal sapın çıkrık gürültüsü ve akan suyun sesi geliyor kulağıma ilkten... ardından görüntüleri baba kızın... Demir’in bir eli kızının sırtında... diğer eli su çekiyor tulumbadan...su damlatacak tulumba sahne boyunca, hiç durmadan... avucunda toplayabildiği suyla Asya’nın yüzüne serin su çarpıp, kendine getirmeye çalışıyor... saçlarda katılmış işin içine... onlarda biraz ıslak... Demir’in elleri sıvazlıyor kızının yanaklarını, saçlarını... çöküyor o minik bedenin önünde Demir... kaygılar alnında, gözlerinin altında çizgiler oluşturmuş... dökülüveriyor kızına ilk sevgi sözcükleri, ilk aidiyet çırpınışları dudaklarının... babalığının... “Asyam... üzme beni... söyle neyin var?”... hazırlıksızım, iç çekiyorum farketmeden... “hıııhhhhh....”... hiçe sayıyor yüreğim bunun bir kurgu oluşunu... Demir’in çaresizliği, üzüntüsü kaplıyor her yanımı... Babalar daha mı biçare ne?... Hayatım boyu bir daha pisi pisi otlarına bu sahneyi hatırlamadan bakamayacağımı biliyorum... Asya cevaplıyor Demir’i... “Annemi istiyorum... annem karnımı okşarsa geçer...” Demir tereddütsüz teklif ediyor; “Dönelim mi, ne dersin? Annene götüreyim seni, karnını okşasın, miden düzelsin!” Yollarının az kalmasına rağmen geri dönebilirler... ama hayır... Asya hastalığına, annesini özlemişliğine rağmen, babasına o mektubu ulaştırmak zorunda... önce mektubu atmalılar... Demir’i bırakıp tulumbanın yanında arabaya doğru gidiyor kararlılıkla...
Zafer ve arkadaşı, fellik fellik araştırıyor Demir’i bölgede... ne kendi görülmüş ne de arabası civarda... belli ki çoktan ayrılmış oralardan... Asi’nin kalması için de bir neden yok artık... Demir’in Asya ile birlikte Antakya’ya dönüyor olduğunu düşünüp hep birlikte geri dönüş yoluna çıkıyorlar Suriye’den.
Demir ve Asya’da sınıra doğru hızla yol alıyorlar. Demir’in önünde Asya’yı sınırdan geçirme sorunu var... aynı zamanda planları da... teklif ediyor Asya’ya “ seninle saklambaç oynayalım mı?”... Cevap geliyor Asya’dan “tııckk”.. yorulmuş oynamayacak... kızının keyifsizliğinin Annesiyle alakalı olduğunu hissediyor Demir... “Anneni arayalım mı?”.. Kocaman bir gülücük yerleşiyor Asya’nın yüzüne... “isterim”... Kaç dişi olur dört yaşında bir çocuğun hatırlamıyorum, ama şu an Asya’nınkileri sayabiliyorum... Demir arayıp Asi’yi, uzatıyor telefonu arkaya.
Yol boyunda Asi ve Kerim olan bitenle ilgili olarak konuşmadan duramıyorlar... Kerim, Asi’yi rahatlatma çabası içinde... Asya, nasıl Asi için en değerli varlığıysa, Demir için de aynı şey geçerli... süper bir duygu yaşıyor... birden baba oluverdi... Asi’yi taşırıveriyor bu sözler... “O zaman neden telefonunu açmıyor... herşey bu kadar güzelse...”... ama sonunda telefonu çalıyor Asi’nin... “Demir arıyor”. Asi kıpır kıpır oturduğu yerde... emniyet kemeri olmasa, gidecek yer bulsa... kalkacak... Asya ile konuşurken yüzünü kaplayan rahatlama ifadesi, öfke ve hesap sormaya dönünce Demir’le konuşurken, cevap falan alamıyor... Demir’in o an en son istediği şey, annesiyle yapacağı bir ağız dalaşına, Asya’nın tanıklık etmesi. Kapatıp telefonu Asi’nin yüzüne, oyununu sürdürüyor. Annesiyle konuştuktan sonra Asya’nın keyfi de yerine geliyor... yüzü de gülüyor... sınırdaki amcalarla saklambaç oyununa hevesle katılıyor.
Demir ve Asya’nın dönüş yolunda olduğu öğrenilince hemen sınırda durdurulmalaları için harekete geçiliyor ama geç kalıyorlar... Demir ve Asya Türkiye’ye giriş yapıyor.
Kır Lokantasında yazdıkları mektubu birlikte gönderiyorlar dalgalı denize... babasına mektubunu yine elleriyle postalıyor Asya... kayıklarının uzaklaşmasını keyifle seyrediyorlar birlikte... başta rahatlatıcı bulduğum bu masum oyun artık beni acıtmaya başlıyor... bu mektuplarla babasına uzanmaya, ona özlemini dindirmeye çalışması ve yürek bağlaması o kağıt parçalarına, Asya’nın... Ne kadar sağlıklı?.. Bu kadarı fazla değil mi?.. Haksızlık değil mi?.. diye düşünüyorum.
Asi, şehre gelir gelmez ilk durağı Demir’in yeni evi.. Haydar açıyor kapıyı... Demir evde yok ama inanmıyor Asi... bütün evi dolaşıyor... girdiği son oda, çocuk odası... Demir’in, Asya evine gelecek diye, eli ayağına dolaşarak hazırladığı odaya giriyor Asi. Başbaşa geçirecekleri ilk günün telaşesiyle kendisine gelişini hatırlıyor mu acaba onun? Asi’nin önerdiği kitaplar başköşede, kendi sevgisi, heyecanı odanın her yerinde... yün saçlı bebek, Deniz Kızı Barbie, tavandan sarkan palyaço, dolgu hayvancıklar... herşey... hepsi... dudakta gülücük yürekte sevgiyle alınmış... Ama yok ya kızı orada... hiç bir şey gözünde değil. Soluğu Haydar’ın yanında alıyor Asi. Onu en iyi Haydar anlar aslında... kızıda onsuz yaşayamaz Asi’de kızı olmadan... yardım et ona... Ama Haydar da bilmiyor, tek yapabildiği oğlunu anlayan yüreğindekileri paylaşmak Asi’yle... Demir’in hiç huzuru olmadığını, kendince mücadele ettiğini söylüyor Asi’ye... biraz anlayış istiyor eski gelininden. Asi çaresizlikle Kerim’e sığınıyor... Demir’in dostuna... ama Kerim’de bilmiyor... bilse söylemez mi? Son durak Çiftik oluyor Asi için... Demir ve Asya orada da yok... Süheyla ve Namık’ın gözlerine doğruyu söyleyip söylemediklerini anlamak için dikkatlice bakarken artık onları bulma ümidini yitirmek üzere Asi... kendini de...
Hava soğumuş, artık akşam olmuş... Demir kendi kazağını giydiriyor kızına... Asi’nin ona çok gördüğü bu zamanı zorla alıkoyuyor yalanlarla... Asi’ye kızgınlığı, Asya ile birlikte olma ihtiyacı hız kesmemiş, esiyor son sürat ruhunda... zorba hala onda. Babasının kazağı sırtında, birlikte yürüyüp sahil boyunda, deniz kabuğu topluyorlar. Dünyanın en güzel kabuklarını onlar için taşımış buraya dalgalar meğer... her bir kabuk bir mücevher... Kah dizinin dibinde, kah kucağında... aslında dalgalar kuma taşımış Asya’nın babasını da... Asya birde onu toplasa...
Sonunda dönüyorlar yalıya... Kerim’in uyarılarına rağmen Demir azimli hakkı olduğunu düşündüğü zamanı sonuna kadar kullanmaya... Asi’nin istediği değil, kendi saptadığı zamanda kızlarını geri götürmeye kararlı. Asya uyuyakalıyor... ve ancak ondan sonra arıyor Asi’yi Demir... Asya’nın yanında ve iyi olduğunu, uyuduğunu söylüyor uzatmadan. Kızını uyandırıp Asi ile konuşturmayı da reddediyor...
Ekrandaki görüntüleri zıtlıklar içinde... Asi’nin heyecanlı konuşmasının yanında Demir donuk ve uyuşmuş gibi... haftalar evel sorduğum bir soruyu değiştirerek sorma ihtiyacı hissediyorum bu defa... “Demir bu kadar severken Asi’yi, nasıl mümkün olabilir , bu acıtmalar” diye... Sevmek acıtmaya engel değil mi yoksa? Olmadığı ortada! Ne yapmaya çalışıyorsun, Demir?.. Gözlerine bakıyorum... her ikisine de... ama daha çok Demir’e... çünkü Asi’nin acısı ortada... onu inciterek Demir’de kendini acıtıyor aslında... bir şeyleri anlatamadığı zaman öfkeli oluyor Demir... bunu sevdiğine ulaşmanın bir yolu olarak mı görüyor yoksa!... acısından bir kubleyi yaşatarak Asi’ye, nasıl canının yandığını ve incindiğini, ne merhametsiz bir boşlukta... nasıl bir acıda olduğunu mu göstermek istiyor?... kendi yarasını derinleştirmek pahasına yapıyor bunu Asi’ye... sevmesine rağmen yapıyor...
Hiç bu kadar yalnız bırakılmadı Asi... Demir onu terkedip gittiğinden beri hiç bu kadar kimsesiz, hiç bu kadar çorak kalmadı... ne anne, ne baba, ne kardeş ama seven olmadan... sevilenler olmadan... Doya doya ağlasın... kızına.. aşkına... acıtan aşkı adına... yalnışlıklara ağlasın... sebepsiz değil ağlaması... her bir damlası yıkar bu acıyı... acıyı uğurlamak içindir bu göz yaşları... bir minik elde, bir gecede, geri gelir mi zaman?.. Hayır... ama tutunur bir mektuba... ona ağlar insan...
Ertesi gün kızına kavuşuyor Asi... Erkenden geliyor Asya... Kızını kucaklamanın, öpmenin heyecanını atlattıktan sonra soluğu alıyor kapıda... Demir’in yanında... Demir hazırlıklı olacaklara... yakalıyor Asi’nin elini havada... bütün ama bütün söylenenler boşa... Gözlerin nasılda ateş gibi diyor gözleri.. anlıyorum öfkeni... bendekinin ikizi... Asi, seviyorum seni... görmüyor musun ruhumu, kalbimi? Dudaklarımda, bedenimde tüketsen keşke nabzında atan bu öfkeyi... Bir ara korkuyor Asi... yoksa Demir yüksek sesle mi söyledi...
Aile Mahkemesi... Babalık Davası... böyle bir aşkda bunlarada mı tanık olunacaktı? Ne bekliyordu Demir bilmiyorum?.. Asi’nin yorgunu yokuşa süreceğini mi... süründüreceğini mi?.. Asi’de Demir’de onun Asya’nın babası olduğunu biliyorlar... ama gelinen noktada bu hak Demir’e mahkeme yoluyla açılıyor... babalığına mahkeme karar veriyor... Demir istediğini alıyor... Peki karar açıklandığında neden kendinden e.min ve memnun görünmüyor?
Eliften alıyor haberleri Asya. Bir mahkeme olacak mış, mahkemeye babası da gelecekmiş, ona surpriz yapacaklarmış... Asya durur mu, alem edip kallem edip takılıyor büyüklerin peşine... gidiyor mahkemeye... her şey istediği gibi gelişmiyor gene... fakat babasının gelmediğini görecek kadar oyalanıyor ortalarda, kendi aklınca... Bu hayal kırıklığına, bilmiş Elif’in denizde mektupların eriyip gideceğini ve babasının o mektupları almadığını söylemesiyle karamsarlık da ekleniyor... genetik öfkesi çıkıveriyor ortaya...
Mahkeme çıkışında kendisiyle konuşmayı kabul etmeyen Asi’yi evlerine kadar takip ediyor, Demir... orada da yineliyor görüşme isteğini... halletmeleri gereken çok önemli bir şey var... Asya’ya babası olduğunu söylemeliler artık... bu arada Asya çıkıyor koşarak evden... elinde bir tomar kağıt... Dayısıyla denize gidecekler... Demir konuşacak Asya ile ama Asi kızının yanında olmalı kızları için çok önemli olana bu görüşmede... birlikte düşüyorlar Asya’nın peşine... kayalıklarda buluyorlar Asyayı... mektup tomarını fırlatıyor öfkeyle denize minik parmaklar... Demir temkinli sesleniyor... “Asya”... dönüyor hızla minik kız... yüzünü görür görmez kızının anlıyor Demir onun birine kızdığını... boşuna bakma Demir diyorum, bazen anlamak zordur gözlerdeki kızgınlığı... Demir’in içi bulanıyor... içgüdüsel olmalı bu hissediş... ikinci dalga Asya’nın sık sıkı annesinin ayaklarına sarılması ile geliyor Demir’e... çok bekletmiyor Asya Demir’i... sıralıyor her şeyi peş peşe... “Bunlar son... bir daha mektup atmayacağım... babam beni sevse gelirdi... ama gelmiyor... bende onu sevmiyorum artık. Gelmesin... istemiyorum”... Ama bu kadarla yetinmeyecek... dahası gelecek... hayalkırıklarında Demir’in de payı var... o babasına gitmeyen mektupları birlite attılar... nasıl sevebilir onu... “Seni de sevmiyorum”... yüreğinin her acıyı bildiğini, tatmadığı acının kalmadığını sanırdı Demir... Asya’nın sözleriyle hala acıyabilen, acıtılabilinen bir yer kalmış olduğunu görüyor ... Babasıyla bir gelecekten vazgeçiyor Asya... vazgeçilmeyi tadıyor bir baba.. Küçücük kalmış dünyasında duramıyor Demir ayakta...
Demir... korkma artık... acıma... seni, kızının yüreğine yerleştiren aşk orada... yanında.
Asi, misafir kaldıkları konağa geri dönüyor... ama onu arayan da yok... gelen de. Bir anda karışıyor konak, Asya’yı babasının götürdüğü anlaşılınca... Asi kimseyi istemedi lunaparka giderken yanında... çünkü Demir’in gelip konuşmaya çalışmasını bekliyordu onlarla... bir evvelki gün mektubunu aldığında aranan gözleri o gün görmeyi umuyordu Demir’i karşısında... zararsız bir lunapark macesarısında... kendi halinde bir karşılaşma da... Lakin bilmediği için evladın anne-babadan uzaklaştırılmasının yürekte yarattığı tahribatı... doğru tartamadı Demir’in öfkesini... hafife aldı... kısassa kısas bir aşk onların ki... öfkeleri de öyle... Asi gibi Demir’de sınır tanımadı öfkesinde.
Demir, önce lunaparktan ayrıldıklarında Asya’ya kendisiyle gelmek isteyip istemediğini soruyor. Ardından da benzinlikte durduklarında, deniz kenarına gidip, babasına mektuplarını denizden yollamaları konusunda Asya’yanın fikrini alıyor. Kararlarda onun da payı olmasını sağlıyor. Her bir adımı onunla birlikte atmaya özen gösteriyor.. Molalarında ki oyuncakçı dükkanında, Demir kızından daha ilgili oyuncaklarla ve pembe ayıcıklarla, Asya’nın aklı fikri yine boyalarda... babasına resimler çizerek göndereceği mektuplarında. Demir’in gözü, alışverişi bitirdiğinde takılıyor Asya’ya ... elinde rengarenk boyalar, kimbilir hangi hayalini çizerken babasına, etrafla alakasını kesmiş... babası gibi Asya’da dalıyor bazen uzaklara.. Asi’nin uyarısı ve kendi gözlemleri ile farkında, Asya’nın resimlerinin hayatında gittikçe artan bir yer tuttuğunun... sesleniyor kızına... “Asya... hadi gidiyoruz”... sevgi dolu bir çocuk Asya... sevgiyle büyümüş ve sevgi dokunuşlarına hassas bir çocuk... uzatıyor elini Demir’e “elimi tut”... muhtaç bu temaslara... minik parmakları kayboluyor Demir’in avucunda... Asi’nin gözlerine eş gözler ise dikkatlice onda. Her geçen an Demir daha çok bağlanıyor kızına.
Koynunda kızlarının hırkası... ağız ağıza vermiş hatıraların biri bitip biri başlıyor Asi’de... akan Asi’yi durduran, donduran sözlerini... gelecekle ilgili umudu reddedişin ötesinde, geçmişe dönük yaşanmışlıkları da harcayan sözlerini hatırlıyor Demir’in “çocuğumuz ... iyi ki olmamış”... Ardından ithamlar, birbirlerine çatmalar saldırganca... tesadüfler... uzak tutuşlar... vazgeçişler... koşullar..
Demir ve Asya yola çıkıyorlar tekrar... Asya’nın yanında bir ayıcık. Ayıyı, Asya arkada yalnız oturmasın diye almış Demir ama bu ayı sayesinde kızı hakkında bir şey daha öğreniyor... pembeyi sevmediğini. O kimin kızı! Yol uzadıkça Asya’nın aklına annesi vurmaya başlıyor “Annemi bekleseydik keşke!”. “Ya beni ararsa... bulamaz üzülür sonra”. Annesi Asya’ya pamuk şeker alıp gelecekti... üstelik bir şey de yiyemedi!.. Demir kızını aç bıraktığını farkediyor bu uyarıyla... “Hay allah... sen açsın tabi değil mi ya!” Demir’in öğreneceği çok şey var... Bir kır lokantasında duruyorlar. Asya’ya bu sefer soruyor olmalı Demir, ne yemek istediğini... Asya’nın önünde bir köfte tabağı... çatalı dolu... götürüp ağzına ısırıyor kocaman bir parça köfteden... diğer taraftan da sohbet ediyorlar... sabırsızlanıyor artık babasına mektup yazmak için Asya... resim kağıtları, kalemler çıkıyor ortaya... artık yazan biri de var yanında... özgürce isteyebilir herşeyi... özgürce isteyebilir hayallerini...
Sessizlik çöktüğünde... nedense... hayal kurmak gelir içinden Demir’in. Gözlerini yumup hayaller kurar. Hayattan vazgeçtiği anlarda... içinde yanında olmayı çok istediği kişininde olduğu hayallere dalar. Asya’nın da hayalleri var... hayalleriyle mutlu bir çocuk o... o hayallerinin her bir köşesinde ise babası var... yazdırıyor Demir’e “Babacığım bana uçurtma yapmayı öğretir misin?”... kızının istekleri ruhunda, gözleri üstünde, bir kez daha gerçekle hayalin karıştığı bir yerde Demir... orada... bir başka kır lokantasında oturmuş, kızını seyrediyor... uçurtmalarını nazlı nazlı göklerde süzen rüzgarı... kızının yanındaki o babayı kıskanıyor Demir...
Bu arada Kerim, Defne ve Zafer’le birlikte Asi’nin yanına geliyor. Demir’e yandaş birini bulunca yükleniyor Asi, Kerim’in üzerine... “Demir aklını mı kaçırdı?”.. Kerimde doğru bulmuyor arkadaşının yaptığını ama Demir’e de hak veriyor... Demir kızlarını alıp götürdü ama aynı şeyi Asi’de Demir’e yapmadı mı?... Asi’de kızını babasından kaçırmadı mı?.. Görüşmelerine izin vermeliydi.. Kızlarını alıp Suriyeye gelmemeliydi ve Demir’in bu işi inada bindireceğini düşünmeliydi. Boşuna endişeleniyor Asi... Asya güvende, çünkü babasının yanında.
Bir çocukla arabada yol almayı kolay sanıyor Demir!.. Asya sürekli soruyor... “Demirrr, daha gelmedik mi?”... “Ne zaman geleceğiz?”... yüz kere sordu bu soruyu Asya... hatta yüzbir kere... derken bir ültimatom geliyor Asya’dan Demir’e... “Sus bir dakika”... hem yabancı bir yerde yenen yemek, hemde arabada sürekli yol almak midesini bulandırıyor Asya’nın... Demir, arabayı biraz yavaşlatıp camları açıyorlar ki temiz hava Asya’yı kendine getirsin... ama çok sürmüyor bu iyileşme... Asya hala çok keyifsiz ve somurtkan, sıkıntısı var, elleriyle karnını ovuşturuyor... endişeyle takip ediyor kızını dikiz aynasından Demir.
Yol kenarına çekiyor arabayı... Bir cennet köşesine denk geldiklerine inanmak istiyorum... meltem varmışçasına salınan pisipisi otlarının arasında, bronzdan bir Osmanlı tulumbasının yanındalar... metal sapın çıkrık gürültüsü ve akan suyun sesi geliyor kulağıma ilkten... ardından görüntüleri baba kızın... Demir’in bir eli kızının sırtında... diğer eli su çekiyor tulumbadan...su damlatacak tulumba sahne boyunca, hiç durmadan... avucunda toplayabildiği suyla Asya’nın yüzüne serin su çarpıp, kendine getirmeye çalışıyor... saçlarda katılmış işin içine... onlarda biraz ıslak... Demir’in elleri sıvazlıyor kızının yanaklarını, saçlarını... çöküyor o minik bedenin önünde Demir... kaygılar alnında, gözlerinin altında çizgiler oluşturmuş... dökülüveriyor kızına ilk sevgi sözcükleri, ilk aidiyet çırpınışları dudaklarının... babalığının... “Asyam... üzme beni... söyle neyin var?”... hazırlıksızım, iç çekiyorum farketmeden... “hıııhhhhh....”... hiçe sayıyor yüreğim bunun bir kurgu oluşunu... Demir’in çaresizliği, üzüntüsü kaplıyor her yanımı... Babalar daha mı biçare ne?... Hayatım boyu bir daha pisi pisi otlarına bu sahneyi hatırlamadan bakamayacağımı biliyorum... Asya cevaplıyor Demir’i... “Annemi istiyorum... annem karnımı okşarsa geçer...” Demir tereddütsüz teklif ediyor; “Dönelim mi, ne dersin? Annene götüreyim seni, karnını okşasın, miden düzelsin!” Yollarının az kalmasına rağmen geri dönebilirler... ama hayır... Asya hastalığına, annesini özlemişliğine rağmen, babasına o mektubu ulaştırmak zorunda... önce mektubu atmalılar... Demir’i bırakıp tulumbanın yanında arabaya doğru gidiyor kararlılıkla...
Zafer ve arkadaşı, fellik fellik araştırıyor Demir’i bölgede... ne kendi görülmüş ne de arabası civarda... belli ki çoktan ayrılmış oralardan... Asi’nin kalması için de bir neden yok artık... Demir’in Asya ile birlikte Antakya’ya dönüyor olduğunu düşünüp hep birlikte geri dönüş yoluna çıkıyorlar Suriye’den.
Demir ve Asya’da sınıra doğru hızla yol alıyorlar. Demir’in önünde Asya’yı sınırdan geçirme sorunu var... aynı zamanda planları da... teklif ediyor Asya’ya “ seninle saklambaç oynayalım mı?”... Cevap geliyor Asya’dan “tııckk”.. yorulmuş oynamayacak... kızının keyifsizliğinin Annesiyle alakalı olduğunu hissediyor Demir... “Anneni arayalım mı?”.. Kocaman bir gülücük yerleşiyor Asya’nın yüzüne... “isterim”... Kaç dişi olur dört yaşında bir çocuğun hatırlamıyorum, ama şu an Asya’nınkileri sayabiliyorum... Demir arayıp Asi’yi, uzatıyor telefonu arkaya.
Yol boyunda Asi ve Kerim olan bitenle ilgili olarak konuşmadan duramıyorlar... Kerim, Asi’yi rahatlatma çabası içinde... Asya, nasıl Asi için en değerli varlığıysa, Demir için de aynı şey geçerli... süper bir duygu yaşıyor... birden baba oluverdi... Asi’yi taşırıveriyor bu sözler... “O zaman neden telefonunu açmıyor... herşey bu kadar güzelse...”... ama sonunda telefonu çalıyor Asi’nin... “Demir arıyor”. Asi kıpır kıpır oturduğu yerde... emniyet kemeri olmasa, gidecek yer bulsa... kalkacak... Asya ile konuşurken yüzünü kaplayan rahatlama ifadesi, öfke ve hesap sormaya dönünce Demir’le konuşurken, cevap falan alamıyor... Demir’in o an en son istediği şey, annesiyle yapacağı bir ağız dalaşına, Asya’nın tanıklık etmesi. Kapatıp telefonu Asi’nin yüzüne, oyununu sürdürüyor. Annesiyle konuştuktan sonra Asya’nın keyfi de yerine geliyor... yüzü de gülüyor... sınırdaki amcalarla saklambaç oyununa hevesle katılıyor.
Demir ve Asya’nın dönüş yolunda olduğu öğrenilince hemen sınırda durdurulmalaları için harekete geçiliyor ama geç kalıyorlar... Demir ve Asya Türkiye’ye giriş yapıyor.
Kır Lokantasında yazdıkları mektubu birlikte gönderiyorlar dalgalı denize... babasına mektubunu yine elleriyle postalıyor Asya... kayıklarının uzaklaşmasını keyifle seyrediyorlar birlikte... başta rahatlatıcı bulduğum bu masum oyun artık beni acıtmaya başlıyor... bu mektuplarla babasına uzanmaya, ona özlemini dindirmeye çalışması ve yürek bağlaması o kağıt parçalarına, Asya’nın... Ne kadar sağlıklı?.. Bu kadarı fazla değil mi?.. Haksızlık değil mi?.. diye düşünüyorum.
Asi, şehre gelir gelmez ilk durağı Demir’in yeni evi.. Haydar açıyor kapıyı... Demir evde yok ama inanmıyor Asi... bütün evi dolaşıyor... girdiği son oda, çocuk odası... Demir’in, Asya evine gelecek diye, eli ayağına dolaşarak hazırladığı odaya giriyor Asi. Başbaşa geçirecekleri ilk günün telaşesiyle kendisine gelişini hatırlıyor mu acaba onun? Asi’nin önerdiği kitaplar başköşede, kendi sevgisi, heyecanı odanın her yerinde... yün saçlı bebek, Deniz Kızı Barbie, tavandan sarkan palyaço, dolgu hayvancıklar... herşey... hepsi... dudakta gülücük yürekte sevgiyle alınmış... Ama yok ya kızı orada... hiç bir şey gözünde değil. Soluğu Haydar’ın yanında alıyor Asi. Onu en iyi Haydar anlar aslında... kızıda onsuz yaşayamaz Asi’de kızı olmadan... yardım et ona... Ama Haydar da bilmiyor, tek yapabildiği oğlunu anlayan yüreğindekileri paylaşmak Asi’yle... Demir’in hiç huzuru olmadığını, kendince mücadele ettiğini söylüyor Asi’ye... biraz anlayış istiyor eski gelininden. Asi çaresizlikle Kerim’e sığınıyor... Demir’in dostuna... ama Kerim’de bilmiyor... bilse söylemez mi? Son durak Çiftik oluyor Asi için... Demir ve Asya orada da yok... Süheyla ve Namık’ın gözlerine doğruyu söyleyip söylemediklerini anlamak için dikkatlice bakarken artık onları bulma ümidini yitirmek üzere Asi... kendini de...
Hava soğumuş, artık akşam olmuş... Demir kendi kazağını giydiriyor kızına... Asi’nin ona çok gördüğü bu zamanı zorla alıkoyuyor yalanlarla... Asi’ye kızgınlığı, Asya ile birlikte olma ihtiyacı hız kesmemiş, esiyor son sürat ruhunda... zorba hala onda. Babasının kazağı sırtında, birlikte yürüyüp sahil boyunda, deniz kabuğu topluyorlar. Dünyanın en güzel kabuklarını onlar için taşımış buraya dalgalar meğer... her bir kabuk bir mücevher... Kah dizinin dibinde, kah kucağında... aslında dalgalar kuma taşımış Asya’nın babasını da... Asya birde onu toplasa...
Sonunda dönüyorlar yalıya... Kerim’in uyarılarına rağmen Demir azimli hakkı olduğunu düşündüğü zamanı sonuna kadar kullanmaya... Asi’nin istediği değil, kendi saptadığı zamanda kızlarını geri götürmeye kararlı. Asya uyuyakalıyor... ve ancak ondan sonra arıyor Asi’yi Demir... Asya’nın yanında ve iyi olduğunu, uyuduğunu söylüyor uzatmadan. Kızını uyandırıp Asi ile konuşturmayı da reddediyor...
Ekrandaki görüntüleri zıtlıklar içinde... Asi’nin heyecanlı konuşmasının yanında Demir donuk ve uyuşmuş gibi... haftalar evel sorduğum bir soruyu değiştirerek sorma ihtiyacı hissediyorum bu defa... “Demir bu kadar severken Asi’yi, nasıl mümkün olabilir , bu acıtmalar” diye... Sevmek acıtmaya engel değil mi yoksa? Olmadığı ortada! Ne yapmaya çalışıyorsun, Demir?.. Gözlerine bakıyorum... her ikisine de... ama daha çok Demir’e... çünkü Asi’nin acısı ortada... onu inciterek Demir’de kendini acıtıyor aslında... bir şeyleri anlatamadığı zaman öfkeli oluyor Demir... bunu sevdiğine ulaşmanın bir yolu olarak mı görüyor yoksa!... acısından bir kubleyi yaşatarak Asi’ye, nasıl canının yandığını ve incindiğini, ne merhametsiz bir boşlukta... nasıl bir acıda olduğunu mu göstermek istiyor?... kendi yarasını derinleştirmek pahasına yapıyor bunu Asi’ye... sevmesine rağmen yapıyor...
Hiç bu kadar yalnız bırakılmadı Asi... Demir onu terkedip gittiğinden beri hiç bu kadar kimsesiz, hiç bu kadar çorak kalmadı... ne anne, ne baba, ne kardeş ama seven olmadan... sevilenler olmadan... Doya doya ağlasın... kızına.. aşkına... acıtan aşkı adına... yalnışlıklara ağlasın... sebepsiz değil ağlaması... her bir damlası yıkar bu acıyı... acıyı uğurlamak içindir bu göz yaşları... bir minik elde, bir gecede, geri gelir mi zaman?.. Hayır... ama tutunur bir mektuba... ona ağlar insan...
Ertesi gün kızına kavuşuyor Asi... Erkenden geliyor Asya... Kızını kucaklamanın, öpmenin heyecanını atlattıktan sonra soluğu alıyor kapıda... Demir’in yanında... Demir hazırlıklı olacaklara... yakalıyor Asi’nin elini havada... bütün ama bütün söylenenler boşa... Gözlerin nasılda ateş gibi diyor gözleri.. anlıyorum öfkeni... bendekinin ikizi... Asi, seviyorum seni... görmüyor musun ruhumu, kalbimi? Dudaklarımda, bedenimde tüketsen keşke nabzında atan bu öfkeyi... Bir ara korkuyor Asi... yoksa Demir yüksek sesle mi söyledi...
Aile Mahkemesi... Babalık Davası... böyle bir aşkda bunlarada mı tanık olunacaktı? Ne bekliyordu Demir bilmiyorum?.. Asi’nin yorgunu yokuşa süreceğini mi... süründüreceğini mi?.. Asi’de Demir’de onun Asya’nın babası olduğunu biliyorlar... ama gelinen noktada bu hak Demir’e mahkeme yoluyla açılıyor... babalığına mahkeme karar veriyor... Demir istediğini alıyor... Peki karar açıklandığında neden kendinden e.min ve memnun görünmüyor?
Eliften alıyor haberleri Asya. Bir mahkeme olacak mış, mahkemeye babası da gelecekmiş, ona surpriz yapacaklarmış... Asya durur mu, alem edip kallem edip takılıyor büyüklerin peşine... gidiyor mahkemeye... her şey istediği gibi gelişmiyor gene... fakat babasının gelmediğini görecek kadar oyalanıyor ortalarda, kendi aklınca... Bu hayal kırıklığına, bilmiş Elif’in denizde mektupların eriyip gideceğini ve babasının o mektupları almadığını söylemesiyle karamsarlık da ekleniyor... genetik öfkesi çıkıveriyor ortaya...
Mahkeme çıkışında kendisiyle konuşmayı kabul etmeyen Asi’yi evlerine kadar takip ediyor, Demir... orada da yineliyor görüşme isteğini... halletmeleri gereken çok önemli bir şey var... Asya’ya babası olduğunu söylemeliler artık... bu arada Asya çıkıyor koşarak evden... elinde bir tomar kağıt... Dayısıyla denize gidecekler... Demir konuşacak Asya ile ama Asi kızının yanında olmalı kızları için çok önemli olana bu görüşmede... birlikte düşüyorlar Asya’nın peşine... kayalıklarda buluyorlar Asyayı... mektup tomarını fırlatıyor öfkeyle denize minik parmaklar... Demir temkinli sesleniyor... “Asya”... dönüyor hızla minik kız... yüzünü görür görmez kızının anlıyor Demir onun birine kızdığını... boşuna bakma Demir diyorum, bazen anlamak zordur gözlerdeki kızgınlığı... Demir’in içi bulanıyor... içgüdüsel olmalı bu hissediş... ikinci dalga Asya’nın sık sıkı annesinin ayaklarına sarılması ile geliyor Demir’e... çok bekletmiyor Asya Demir’i... sıralıyor her şeyi peş peşe... “Bunlar son... bir daha mektup atmayacağım... babam beni sevse gelirdi... ama gelmiyor... bende onu sevmiyorum artık. Gelmesin... istemiyorum”... Ama bu kadarla yetinmeyecek... dahası gelecek... hayalkırıklarında Demir’in de payı var... o babasına gitmeyen mektupları birlite attılar... nasıl sevebilir onu... “Seni de sevmiyorum”... yüreğinin her acıyı bildiğini, tatmadığı acının kalmadığını sanırdı Demir... Asya’nın sözleriyle hala acıyabilen, acıtılabilinen bir yer kalmış olduğunu görüyor ... Babasıyla bir gelecekten vazgeçiyor Asya... vazgeçilmeyi tadıyor bir baba.. Küçücük kalmış dünyasında duramıyor Demir ayakta...
Demir... korkma artık... acıma... seni, kızının yüreğine yerleştiren aşk orada... yanında.