Sample picture
 
Asi’yi arayarak hemen görüşmek istediğini bildiriyor Demir... geç bir saat biliyor ama çok önemli bir konu olmasa onu aramazdı... daha fazla bekleyecek gücü yok artık... Sahilde buluşuyorlar... Demir kısaca anlatıyor Asi’ye o gün yaşanan gariplikler zincirinin onları elindeki DNA testine kadar nasıl getirdiğini... zarfı açmadığını, sonucu bilmediğini söylüyor... gerçeği Asi’den istiyor... bir çocukları olduğunu Asi’den duymak istiyor...

Demir’in elindeki zarfı Asi’ye uzattığı ve gözgöze geldikleri andayım... bir çocukları olacağını Asi’den duyduğunda birlikte yaşayacakları o ‘anı’ ne kadar istemişim bende meğer... Ama derinden farkediyorum ki, onları aşık olmanın, sevgili olmanın çok ötesinde bir paylaşımı, aile yapacak olan bu ayrıcalığı, güzellikler içinde duymak istemiş ruhum... görmek istemiş gözlerim... Asi ve Demir’in en özellerinde, evlilik birlikteliği içinde aslında cinselliklerini paylaşmak üzere birbirlerine verdikleri ‘söz’de, varabilecekleri bu en özgün dorukta... ortak bir can yaratmada... gözlerinde hüzün olmamalıydı, onlar ayrı olmamalıydı, bu armağan aşkla paylaşılmalıydı. Aşk çocuklarının sevincini ruhlarında, yaradanın mucizesini bu iki gözde... bu muhteşem çiftte... görmeliydim... inanmak için ‘haksızlıktan fazla hak vardır”a... yoksa onlar bütün haklarını tükettiler mi sahip olmakla zaten böylesi bir aşka?

Çözülüşünün belkide en sancılı anını yaşıyorken Demir, şu dakikalarda, aslında onu sımsacık sarınacak kazanımlarına adım atmak üzere...

- Gerçeği mi duymak istiyorsun... o zaman dinle.
Beş yıl önce yine böyle bir zarf açmıştım. Sonucu görünce dünyalar benim olmuştu... çünkü çocuğum olacağı yazıyordu içinde... müjdeyi sana vermek için sabırsızlanıyordum... sen bana “iyi ki çocuğumuz olmamış!” diyene kadar. Daha sonrada burayı terkedeceğini söyledin bana. Bizim için bütün kapıları kapattın. İşte o zaman... bende çocuğumu tek başıma büyütmeye karar verdim.

Bir adım gerçek... bir adım ceza oluyor, Asi sahilde... Demir sahili, Asi’nin adımları beynini arşınlıyor bu gece de...

- Asya benim kızım... benim bir çocuğum var haa... dünyadan haberim yok!.. Bunu nasıl yaptın Asi? Asya’yı nasıl babasız bırakabildin? Sen beni cezalandırmak istemişsin... ama bir çocuğu babasından mahrum bırakmaya hakkın var mı?

Asi Demir’le arasını kapatıyor bu sözle... bir elinde zarf öteki eli açık... aslında bu konuşma boyunca apaçık Demir’e ... kim kimi cezalandırmış dercesine... bebekleri olacağını kocasıyla paylaşma şansı dahi olmadan vazgeçilen bir anne... Demir’in güvensizliğiyle... sorularıyla kırgın bir anne...

- Ne cezalandırması, Demir?.. ... Beş yıl geçmiş karşıma çıkıyorsun. O kadar körsün, o kadar beni tanımıyorsun ki, hala “bu çocuğun babası kim ?” diye soruyorsun bana.

Şu an Demir’in yüreğini yakan ise başka bir gerçek... kızı babasız bırakılarak cezalandırılmış... gözü başka bir şey görmüyor... çünkü babasız büyümenin ne demek olduğunu çok iyi biliyor... Asi uzaklaşmak istediğinde hemen gitmesine müsade etmiyor Demir... kolundan tutup durduruyor Asi’yi... “hiç bir yere gidemezsin...” beş yıl sonrasında ilk dokunuşları yine öyle beklenmedik şartlarda oluyor ki bırakın bunun tadına varmayı, göremiyoruz bile ...

- Sen bir karar verdin. Ayrılmak istedin ve gittin. Bende bir karar verdim ve kızımı dünyaya getirdim.

Demir bu kadar basit görmüyor doğal olarak... önemli olan onlar değil, Asya... Soruyor,

- Onun babasız büyümesine kendi başına nasıl karar verirsin? İlerde bunun hesabını senden sorarsa ne diyeceksin?

Asi elbette anlatacak Asyaya herşeyi büyüyünce... hem, O ne hakla hesap soruyor?..

- ... Çekip giden kendine hesap sormalı. Geride neler bıraktığını merak bile etmedin. Eğer aramış olsan söylerdim ama aramadın bile...

Asi’nin sözlerine inanıyorum... tek bir kez bile arasa Demir... her şey farklı gelişebilirdi... bundan kuşkusu olan var mı? Demir’de bunun farkında... Daha fazla Asi’ye bakamıyor zaten, yan dönüyor, boşluğa dalıyor yine gözleri... hangi hatıra canlanıyor acaba gözlerinde... hangi teşebbüsü sevdiğini aramak için giriştiği ve vazgeçtiği... kaçıncı defa... o nedenle mi telefon tutmuyordu yanında... özlemine yenik düşüp bir zayıflık anında sevdiğini aramamak için mi?... soluklanıyor Asi ve devam ediyor...

- ... o zaman beni hiç sevmediğini anladım.

Demir’in gözlerine inanıyorum... İncitiyor bu sözler Demir’i... gözleri kırpılıyor... daha derin bir başluğa kayıyor o an... Asi’nin dudaklarından aşklarının eksikliğini, Demir’in eksikliğini yaşadığını duymak incitiyor onu... bu incinmişliği en iyi o biliyor... kendi de o incinmişlikte , o boşlukta çünkü... bu sevginin yerini tutabilecek başka bir şey yok çünkü... biliyor... bu boşluğun büyüklüğünü... çıkmazlığını... kaçılmazlığını kim anlayabilir?.. o boşluğa düşen ancak... Sakın bana insan her şeyin üstesinden gelir demeyin... gelemez... bazen, bazı şartlarda direnemez... direnilemez...

Evet, ailesi Asi’nin yanındaydı.. onunla birlikte bedel ödediler... her şeyi göze aldılar... Asya’ya kötü gözle bakılmasın diye hep birlikte yalanlar söylediler... ona sevgi dolu bir hayat vermeye çalıştılar... ama Asi kızını kendi yetiştirdi... Sen yoktun yanımda demeye dili mi var mıyor?... Yoksa gözleri yeterince söylüyor mu bunu Demir’e... dikkatim zaman zaman Demir’in yüzünde gezinen Asi’nin gözlerinde... bu negatif duygularla yüklü olması gereken konuşmalarında bile nasılda aşk dolu enerji kaymaları yakalıyorum onlarda... boşluğa dalmış sevdiğinin yüzünde dokunurcasına geziniyor Asi’nin bakışları Demir’in gözleri, sakalları, dudakları arasında... gözleriyle hissetmeye çalışırcasına...

- O, benim kızım...

Demir’in itirazı var ...

- Hayır... Asya ikimizin kızı...

Böyle ayaküstü olmayacak , Asi ile herşeyi en ince ayrıntısına kadar konuşmalılar.. tek tek... bir başka aşk kayması daha gözlerimin önünde... bu defa Demir’den Asi’ye ... ‘her şeyi” derken gözlerinde, sesinde... bakışları sevdiğinin çehresinde talimde... hızla dolanıyor saçlarında, yüzünde... bu ‘herşey’in içinde Asya’dan çok kendileri, sevgi sözcükleri var... bekliyor Demir’in gözlerinde... can atıyor aslında Asi’ye... ne kadar tanıdık sınırlarda dolaştıkları dikkatimi çekiyor bir anda akşam boyunca... hep birbirlerine nefes mesafesinde... bu yakınlığın bile onları doyurduğunu hissediyorum temaslarının yokluğunda... en doğru yolu bulana kadar, sonunda...

Ertesi sabah babasıyla paylaşıyor Demir haberini... bu kadar mutlu olmayalı o kadar uzun zaman olmuş ki... aslında böyle olmayabilir di...

- Eğer Demir o kadar ...
Hazır olmasaydı Asi’yi kaybetmeye... hazır olmasaydı mutluluklarının bir gün biteceğine... kaçamazdı, uzaklaşmazdı. Aslında korkularına teslim oluştu bir bakıma bu... bu kadar mutlu olmayı, yakıştıramıyor muydu bir türlü kendine ne?... “Her şey bitti!” demişti... öyleydi gerçekten de... hayat bitmişti... kaçıp gitti... unutmaya... en büyük korkusuna, Asi’sizliğe... artık yüreği daha fazla dayanamayacağı için... aşkı değil, kendi bittiği için gitti...

Demir çiftlik evinde... Kerim, Süheyla ve Namık ile birlikte... kendini karmakarışıklığı içinde... aslında çok kızgın, kızının babasız büyüdüğünü düşündükçe delirecek gibi oluyor ama Asya’nın yüzü gözünün önüne gelince öfke falan kalmıyor... baba olmak harika bir duygu... bunu söylerken dostuna bakıyor Demir... en az dört çocuk isteyen arkadaşına... bütün dünyanın sahibi gibi... bunun farkındayız zaten kafi miktarda... ne zaman Asya ile olsa Demir bambaşka... Aslan giriyor salona... ve ondan geliyor basit olduğu kadar acıtan hakikat... “Asi’nin hayatında Demir’den başkası olabilir mi?” ... Gerçek bu kadar basit işte... “Ben ne yaptım...” diyor gözleri... yüreğine sökün ediyor kadınının sözleri, kırgınlıkları... ayrı ayrı yalnızlıkları... geriden geliyor, kendi korkuları, aramamışlıkları, sormamışlıkları,... bu ayrıcalıktan, mutluluklarından vazgeçişi... kare kare durdurarak gözlüyorum Demir’in yüzünü... fasılalarla... içim burkularak... bütün bunlar Aslanı, olanları yorumlamakta beni aşıyor... hele bu ifadeyi... pişmaklıklar keşkelerin... keşkeler gecikmişliklerin... herşey birbirinin peşinde... her zamanki gibi gözlerinde...

Demir Çiftliğin terasından Asi’yi arıyor... nasıl hoşuma gidiyor bir eski alışkanlıklarının su yüzüne çıkıvermesi... biliyorum ki birbirleriyle konuşurken yalnız olmayı tercih ediyorlar... uzaklaşıyorlar herkesten... Bu sahnelerde Demir’in ilk görüntüye girdiği anı donduruyorum hemen... daha ilk seyredişimde Demir’in elli dikkatimi çekmişti... oyalanmadan odaklanıyorum eline... sol eli belirsizlikleri almış oynuyor terasın demirlerinde... bir açık bir kapalı...liseli bir aşığın tereddütleri saklı parmakları, demir boyunca ileri geri... sanki Asi’nin parmakları parmaklarının arasında... soğuk demiri okşuyor gibi zaman zaman... Tesadüfen dışarı çıkan Kerim’de farkında bu konuşmanın mahremiyetinin... oyalanmadan içeri kaçıyor... aşikar bir yeniyetmelikle Demir’in önce sakallarını karıştırışını ardından da ne yapacağını bilemez bir şekilde elini ensenine götürüşünü gördüğümde... liseli aşık diye fazla bile söylemişim diyorum kendi kendime... Hüseyinimsi bir aşıklık içinde Demir... birazdanlar, bendeler, bilmemler arasında hemen geliyor Demir almaya Asi’yi...

Asi’de ondan aşağı kalmıyor!.. salına salına yürüyorken, konuşuyor Demir’le terasta... eli Demir’in sesini kavramış sanki telefon yerine.. hapsetmiş avucuyla yüzüne... kimseler duymasın diye... yüzünde seçtiğim ifade; kırgınlık değil kesinlikle, alabildiğine heyecan ve kalp çarpıntısı sadece... Başını eğerek kapatmak üzere telefonuna baktığı kareyi donduruyorum bu sefer de ... ne olduğunu bilmesem, elinde ki İstanbul resimleri... üzerinde çocukça çizgileri...Asi, beş yıl geri, diyeceğim... Demir’i Kerim uğurluyor bu buluşmaya ... Asi’yi Defne... bunca yıldan sonra Asi Demir buluşması yine... garip geliyor Kerim’e bile... sadece bizim değil, bu buluşma Demir’in de hayallerinde... sebebini O bilmesede... söyleyebiliriz isterse!..

Ağaçlı yoldan almaya geliyor kendisini kapıda bekleyen Asi’yi Demir... Aşkda gurur nasıl bir şeydir ki o kadar istemelerine rağmen birbirlerini, ayrı durabiliyorlar... ama Demir’in gözleri asi... ruhu asi o an... söz geçiremiyor... “sen benimdin, bende senin...” diyor isyankarca... “yüreğinin çarpıntısını bir kez daha avucumda hissedebilmek, seni bir kez daha kalbimin üzerinde uyutmabilmek için... ölürdüm”... ama ardından dahası geliyor... “şimdi bir kızımız var... artık bundan fazlasını istiyorum senden... yaşamak ve yaşlanmak istiyorum seninle... çok uğraştıracaksın beni biliyorum ama buradayım... gitmem bir daha...“... merhabası aslında “gel” diyor ona açıkça...

Seneler sonra arabada yanyana görüntüleri Asi’nin ve Demir’in kütük evden şehre dönüşlerindeki son beraberliklerini getiriyor aklıma... Demir’in mutluluktan saçmaladığı anlara... Kısacık konuşmaları ise beni başka bir geçmişe fırlatıyor körlemesine... Demir’in doğumla ilgili peşpeşe sıraladığı sorularıyla kafası karışan Asi, başını ve nefesini savurarak gülüyor... Demirden kendisini evlendikleri gün eşikten geçirmesini istediğinde de, “şimdi mi?” sorusuna verdiği, aynı gülüş, aynı refleks... neden bu kadar önemsiyorum bunları... neden yüreğime tutunuveriyor bu gündelik, üstünkörü yakınlıkları... bende Demir gibiyim işte, bilmiyorum... sadece önemsiyorum. Göle gidiyorlar konuşmak için... oradaki hatıralarına Asi’nin doğum hatıralarını ekliyorlar birlikte... Asya olmadan hayat nasıl bir şey, düşünemiyor bile Asi... bir başka köşe kapmaca geçmişle benim için... Demir’in sesi kulaklarıma geliyor, Asi’ye “Sen yokken nasıl yaşamışım?” diyen. Demir’den şimdide kararlılıkla dökülüyor cümleler... “Sana benziyor... senin gibi inatçı... aklına koyduğunu yapıyor”. Sanki kendi öyle değil. Asya ile vakit geçirmek istiyor Demir.. Asi’nin buna itirazı yok ama Asi’ye onun babası olduğunu birlikte söylemeliler... Demir bunun aksini düşünmüyor bile...

Dönüş yolunda Asya’yı görüyorlar nehir kıyısında... yine elinde bir mektup, göndermeye çalışıyor babasına... Demir biraz şaşkın soruyor, “ daha öteki yolladığımızı almamıştır ki... niye hemen yenisini yazdın? Önemli bir şey mi oldu?... Birşeyler duydu bugün Asya... Babasının acele etmesi lazım... belkide hiç dönmez... onun için her gün mektup yollaması lazım. Demir’in gözleri endişeyle kararıyor,

- Sen istersinde baban gelmez mi... hiç seni üzer mi?

Evine davet ediyor Demir, Asya’yı...

Akşam... Demir’in yalısı... hummalı bir konuşmadır gidiyor Kerim ve babasıyla, dumanları tüten çaylarıyla ... Asya’nın gelecek olması herkesi heyecanlandırıyor... yemekler pişirilmeli , hediyeler alınmalı... hazırlık yapılmalı... Diğer tarafta ise işler terse sarıyor... Aslan, Asi’yi gündüz tanık olduğu bir olay hakkında uyarıyor... Haydar’ın “Melek kuş oldu, uçtu, dönmeyecek” gibi ifadelerle Asya’ya hikayeler anlattığını paylaşıyor kardeşiyle... Asya’nın gün boyu garipliğinin sebebi anlaşılıyor... Asi, Asya’yı rahat bırakmayacaklarını düşünüyor... her şey Demir’le bitmiyor... Konuşmaları boyunca Asi’nin endişeli, faltaşı açılmış gözlerini takip ediyorum... nasıl da panikte... hatta fazla iyi niyetli davrandığı için suçluluk duygusu içinde... korkuyor kızı adına... başını kendinden habersiz, güvensiz sallayışı nasıl Asi’ye ters, ne yaptığını bilmezlik içinde...

Bir sonraki sahneler... Performans zenginliği... repliklerin yerindeliği... mekan seçimi ile herşeyin kusursuz olduğu bir çalışma... ne yerinde olmayan bir oyunculuk, ne yerinde olmayan bir söz var... hatta rüzgar bile zamanında esiyor, çiçekler bile yerinde bitiyor... Belkide, konuşmayı beceremeyen bir çift olarak bu kadar kusursuz bir tartışmayı yapmış olmaları tek kusur oluyor...

Demir’i arıyor Asi buluşmak üzere... O, gergin ama Demir dünden razı Asi’yi görmeye... Doğumgünü pikniğinin yapıldığı tepede buluşuyorlar... Demir telaşesini, heyecanını paylaşıyor Asi’yle buluşur buluşmaz... eli ayağı birbirine dolanmış, Asya eve gelecek ya... rüzgarı karşıdan alıyor, gözleri kısılmış... bir denize, bir Asi’ye bakıyor. Bakışları bile yerinde duramıyor... belli, içi içine sığmıyor. Asi’nin durgunluğunun farkında bile değil o an. Duygularının kendi üzerinde çok baskın olduğu zamanlarda hemen farkedemiyor zaten Demir Asi’deki farklılığı.

Asi çok uzatmadan, Haydar ile alakalı kaygılarını dillendirdiğinde... Demir’in yüz ifadesi derhal değişiyor, düşünceli bir bakış yerleşiveriyor yüzüne... “babam bir şey mi yaptı?” Sesi soru işaretleri dolu ama hala yumuşak... Asi geçmiş acıların çocuğu ile paylaşılmasını doğru bulmuyor... e.min ellerde olduğunu bilmek istiyor... Demir, Asi’yi bu kadar rahatsız edenin ne olduğunu anlamıyor. Nedir mesele?... Asya’nın mutsuz, çok huzursuz olduğunu söylüyor Asi... kızlarının içini, babasının dönmeyeceği korkusunun sardığını söylüyor. Suçlar bir ifade demek belki abartı olur ama hesap sorar bir ifade ile soruyor “ Birlikte mektuptan kayıklar yapıp yolluyor muşsunuz!”... Demir kendi bakış açısıyla anlatıyor olan biteni... Denizlere giden baba masalını başlatan Asi, Asya zaten babasına uzun zamandır böyle mektuplar gönderiyormuş, Demir’se sadece Asi’nin oyununa katıldı... kayık yaptı... yardımcı oldu... Peki Demir’in gelir gelmez, Asya’nın hayatına böyle dalmaya hakkı var mı? Hemde tesadüfen, birkaç günlüğüne gelmişken...

Bir buzdağı misali endişeler, korkular Asi’de... görebildiğimiz, hissedebildiğimiz, asıl büyüklüğü hakkında bize fikir vermekten fersah fersah uzak... bu endişeli dışavurum, Demir’i kalıcı görmediğini anlatıyor bize... Demir artık sesini iyice yükseltiyor... sadece sesi değil kelimelerinin sertliği de ivme kazanıyor... Çocuğunu ondan sakladığını yüzüne vuruyor... bunu düşündükçe delirecek gibi oluyor... Asi’de aynı sertlikle ve açıklıkla cevap veriyor... “ Benden vazgeçmiştin... istemiyordun... beni istemeyen birine ‘hamileyim’ dememi nasıl beklersin... “O koşullarda beni hiç bir şey tutamazdı, Asi” ... Ayrıca bu gurur meselesi yapılacak bir şey değil... Demir her şeyi kaçırdı... bunları geri istiyor Asi’den... hepsini borçlu ona Asi... yaptığı haksızlığı kabul edene kadar da tartışacaklar. Asi itiraz ediyor, eğer çocuklarıyla birlikte bir gelecekleri olmadıysa bunun sorumlusu kendisi olmadığını söylüyor... ona inanmayan, öylece bırakıp giden Demir... gerçekten sevmek ne demek bilmiyor... sevildiğini de malesef hiç anlamadı. Yine Asi’den sevgi sözcükleri ve yine suskun Demir... Asi’nin gitmek istemesiyle Demir iyice taşıyor... hırçınlıkla bağırmaya başlıyor “ Yaa biz bunları konuşmaya gelmedik ki buraya”... evet, onun aklındaki başka şeylerdi ama anlaşılan hep bunları konuşacaklar, çünkü Asi kızının zarar görmesinden korkuyor... Söyleyecek sözümüz var mı?.. ikisinden birine ‘sen haksızsın’ diyecek yüreğimiz var mı? O da haklı... O da haklı...

Asi, Asya’yı Demir’e göndermekten vaz geçiyor.

Haydar bulurbulmaz kaybettiği kızının yerine koymaya dünden hazır torun sevgisiyle, Namık bey hukuk geçmişiyle, Süheyla çocuğunun kendisinden senelerce saklanmasının verdiği kalp kırıklığı ve yaralarıyla, Aslan hala içine sindiremediği geçmişiyle, hep bir şeyler taşıyorlar ve aktarıyorlar Asi’ye ve Demir’e... yakın çevrelerinden gelecek sağlıklı öneri ve yönlendirmelere en çok ihtiyaç duydukları bir süreçte nasıl da çelişkili ve yanlı öneriler alıyorlar hep... sanki sağduyulu çözümler gibi görünen ama aslında hiç Asi-Demir’e uymayan... aksine onları ruhen karıştıran uyarılar... hayatlarını zorlaştıran yönlendirmeler. Birtek İhsan Bey, vaktinde olaylara doğru müdahale edemeyişi ve Demir’e yapılan haksızlığın farkında oluşundan kaynaklanan yaklaşımıyla onların herşeyi konuşarak halletmelerinden yana... Asi’nin yalnız kalma ihtiyacını yüreğimden hissediyorum... bir anda allak bullak olan hayatı ve içinden geçtiği duygu fırtasına hazırlıksız... farkında değil belki ama Demir’ de bu konuda yalnız kalmalı... işin doğrusu, çevrenin etkisinin olmadığı bir ortamda, üçünün birlikte herşeyden uzaklaşmaları olmalıydı... ama bu mümkün olmuyor... akla bile gelmiyor.

Asya’yı evinde ağırlamak üzere bekleyen ve hazırlık yapan Demir, Asi’nin kızlarını ona getirmemesine çok kızıyor. Pes edip Süheyla ve Namık’a, hukuki yola başvurmaya karar veriyor.... Asi ise Demir’e “hazır” olmadığını söylemesine rağmen, üstüne üstüne gelen baskılardan ürküyor... bu seferde doğru yalnış düşünmeden... Asi kaçıyor...

“.... ... Hayat; pek çok güçlükleri, zorlukları ve sıkıntıları ile bile olsa yaşamaya değer... ... ... Yeryüzünde her an üzüntü ve sevinç birbirinin tamamlayıcısıdır, biri olmadan diğerinin kıymeti anlaşılmaz... Yalandan çok gerçek, çirkinden çok güzellik, haksızlıktan fazla hak vardır. Unutma ki güneşin bile yüzünde lekeler vardır. İnsanları olduğu gibi kabul etmeye, anlamaya çalış... Girişeceğin her eylemde, vereceğin tüm kararlarda özgür düşüncen ve vicdanın rehberin olsun...”
N. Uzunhasanoğlu, 1973