Sample picture
 
Bir adım... bir adım daha... sevdiğinin ardından bakarken , kırık dökük birkaç adım atabiliyor ancak Demir... Asya’nın kayıp kolyesi misal O da kayıp bu topraklarda... hiç olmadığı kadar yalnız... kayboluşunun zirvesinde... “Kuşları ürkütülmüş” bir başka dal mı karşımda... yoksa kanatsız bırakılmış bir başka “kartal” mı? Asi ve Asya’nın gözden kaybolmasıyla düşünceler, kuşkular, tarihler karışıyor kafasında Demir’in. Yenik bakışları yavaştan canlanmaya başlıyor... bir anda karşısına dikilen sorular onu silkelemiş gibi... arabasına geri dönüyor.

Toprak yolun diğer ucunda, Asi hızla uzaklaşmaya çalışıyor Demir’den... korkularından. Daha demin Demir’in sarmaladığı kızlarının masum bedeninde kucaklaşmalarını kavuşturan Asi... Asya’ya sıkı sıkı sarılıyor. Kızının minik parmakları saçlarını irdeler, çocuk saflığı ile olan biteni kendisine anlatırken, Asi’nin dikkatinin ne kadarı kızında... ne kadarı geride... Demir’de?

Çiftliğin ana kapısından giren Asi’yi görüyoruz. Asya hala kucağında. Korkular, endişeler o kadar uzun zamandır musallat olmuş ki benliğine... kızını yol boyunca indirememiş kucağından...... bastırmış bağrına... bırakamıyor. Asya mütemadiyen kolyesini aramak için yalvarırken, Asi kendini güvende hissettiği evinde biraz yatışıyor... hemen avludaki bankta, kızı dizlerinde, oturup konuşmaya başlıyorlar... Bu arada Demir arabasıyla havaalanı yolunda... çok da kendinde olmaksızın hareket etmiş belli ki, çünkü yarı yolda sağa çekiyor... düşünmeye ihtiyacı var... beyninin içinde savrulup duran gözükara düşüncelerine itaat ettirmeye çalışıyor... ama olanaksız... sol kaşının hafifçe aşağıya düşüşünden anlıyoruz arabaya bindiğinden beri aslında nasıl gergin olduğunu... düşüncelerinin hezeyanına teslim olduğunu... geri dönüyor Demir...

Uçsuz bucaksız bir gökyüzü... mavi... masmavi... tek bir bulut bile yok... keyifli bir eğimle ulaşıyor taaa aşağılardaki tarlalara bu maviliğe yaslanan yamaç... yeşil , kahve tonlar...arada soluk sarılar... bodur ağaçlar... dikkat çeken tek şey cılız bir çam ağacı yamaçta... tıpkı Asi ve Demir’in aşkı gibi.. vahşilikte kendi kendine büyümüş belliki... tıpkı onların aşkları gibi gayrimuntazam... ama bütün güzelliği de orada zaten... kendine has sıradışılığında... düzlükte değilde bir yamaçta tutunmaya çalışışında...Bir kadın yanında... Asi... en az o aykırı çam kadar güzel... narin ama güçlü... uzun , dalgalı saçları serbestçe arkadan toplanmış ... kıpkırmızı atkısına karışıyor dalgalar ara ara... bir el bekliyor, o dalgaları tek tek atkıdan ayıracak... o kadar uzun zaman olmuş ki karışıklığı... ..... ...... bir şeyler aranıyor... aşkını... biliyorum... dikkatini çekiyor bir ayak sesi... toprak yolda, azimli ama ihtiyatlı adımlar ona doğru yaklaşan... Demir... Beş sene başkalaştıramamış özlemlerini... akın ediyor ikisininde gözlerine... çırpınıyor serbest kalmak için... Mecnun bir ‘merhaba’ya bir aşk sığdırıveriyorlar...o ‘merhaba’yı... sessiz bir çift aşığı dinliyorum... tekrar tekrar dinliyorum onların bu hallerini yakaladığında ben... bıkmadan usanmadan dinliyorum... yüreklerinin sesi ulaşıyor o ‘merhaba’yla... özlem gözlere sarıyor... seslere sarıyor... dönüşüyor bir ‘merhaba’ya...

Demir gözlerini kaçırıyor bir müdded sonra Asi’den... neden burada olduğunu hatırlıyor... yutkunuyor... o derin yutkunuşun izini sürüyorum açıkta kalan boynunda... nasıl bir soluk alışsa peşine, üzerindeki kat kat giysiler hareketleniyor bedeni boyunca... başı, gözleri çaresizce kelimelerini toparlamaya çalışıyor sağdan soldan... faydası yok bunun... doğru bir yolu yok bunun... soruyor en nihayet... ‘Asya kaç yaşında, Asi... Ne zaman doğdu, Asya... “ Sözlerinden daha takatsiz bir yalvarış bedeninde ... Asi’ye doğru bir adım atıyor Demir. ‘Asi cevap ver... Asya’nın babası kim?”... Asi bu sözle sıyrılıyor hareketsizliğinden... tepkisizliğinden... yok sayarak bu soruları bir kaç adımda yamaçtan toprak yola çıkıyor, hızla uzaklaşmaya çalışıyor Demir’den o gün ikinci kez... Demir, Asi’nin gitmesine bu kadar kolay izin vermeyecek... veremez... cevap almak zorunda... soruları... kendisi... takip ediyor Asi’yi... Asi ise tepkili... “ne hakla bana böyle sorular sorabiliyorsun... neyin peşindesin”... duruyor Asi ve yüzleşiyor Demir’le... geçmiş Demir’in boğazında... sesi çatallanmış... durmaksızın aynı soru gezeliyor kafasında... dudaklarında... “Asya kimin kızı”... Asya, Asi’nin... Demir böyle bir soru soramaz ona... ama soruyor işte... yılmıyor... gözüpek bir soru taşıveriyor yüreğinden... “Asya benim kızım mı?”... çılgına çeviriyor bu soru Asi’yi... hışımla dönüyor Demir’e... “sen delirmişsin ... “... neredeyse e.minim Demir’in onu kolundan tutup durduracağına ama Asi’ de bunu hissediyor olmalı... kolundan kavrayışlarının hayalini savuruyor havaya ... ‘Burada seninle ilgili hiç bir şey yok’ diyebiliyor ancak çünkü biliyor ki burada ona ait çok şey var...

Çiftliğe geri dönüyor Demir... Kerim’e , Süheyla’ya soruyor “Asi’nin bir kızı olduğunu biliyor muydunuz?”... kimsenin haberi yok Asi’nin bir kızı olduğundan... Demir’in kafası karışık... o çocuğun babası kim, oğrenmesi lazım... böyle bir durumda yapılabilecek araştırmalar var ama araştırma yaptığı duyulursa, ortalık karışır... iyi düşünmek lazım... herkesin huzurunu kaçırabilecek böyle bir araştırmayı göze almak doğrumu? Ama bunu yapmak zorunda Demir... içine düşen kuşkuların yersiz olup olmadığını öğrenmeli... şehirde Namık Bey ile birlikte araştırma yaparken haber geliyor... İhsan Bey’in “Gelsin konuşalım... na soracaksa bana sorsun” dediğini öğreniyor Demir.

Akşam Demir ve İhsan’ın erkek erkeğe konuşmaları mesafeli fakat amansız geçiyor... kızını korumaya çalışan bir baba ile kızına ulaşmaya çalışan bir baba arasındaki bu mücadelede, İhsan Demir’in kafasındaki kuşkuları gidermenin, Demir ise bu kuşkulara çıkar yol buldurmanın peşinde... İhsan Bey, hayal kırıklığına uğratıyor beni burada... demek ki oda yalan söyleyebiliyor muş diyorum, kendime ... hemde kolayca... hem de Demir’in gözlerinin içine baka baka... hemde, senelerce evladından habersiz olmanın bir insanın yüreğinde açtığı yaraları bile bile. Demir’se belkide ilk defa itiraf ediyor, çile çektiğini bunca senedir, sevdiklerini kaybettiğini , bedel ödediğini, bir zamanlar ‘baba’ dediği bu adama... İhsan’in Asya’nın nüfus cüzdanını ortaya çıkarması ile son buluyor bu yaman çatışma...Demir’in kabullenmekten başka yolu kalmıyor...

İlk göz ağrılarımızdan biri... salıncak... nelere tanık şu ipler sarkan ağaçtan aşağıya... kimi zaman daha sevdiğini bile itiraf edemediği birinin hayalleriyle tutunuldu o iplere, kimi zaman buğulu gözleri görmek için çevrildi bir erkeğin kuvvetli parmaklarında... bir itirafa şahitlik ediyorlar şu anda da... Asi’nin üç sene önce Demir’i görmek için Assos’a gidişini öğreniyoruz, Defne’den... Asya’nın ilk defa baba deyişini... Asi’nin, Demir’in eksikliğini hissedişini... aslında, onun nerede olduğunu, nasıl olduğunu görmek isteyişini... uzaktan balık ağlarını hazırlayan kocasını nasıl seyrettiğini... yüreğinde keşkeler... onun bakışlarını, bir an yüzünü görebilmeyi umuşunu... Ama bunlara rağmen vazgeçişini... Çünkü, Demir onu terketti... dinlemedi ve hiç bir zaman dinlemeyecek.... güvenmedi ve hiç bir zaman güvenmeyecek... kızı için hep “işte baban” demek istedi ... ama artık bir yabancı Demir... O zaman neden ağlıyor Asi?.. Demir’in ağlardan çıkarıp fırlattığı bir deniz kabuğuna dokunuşunda, okşayışında huzur buluşu, neden?.. Neden, denizlerde dolaşan bir baba masalına sığınışı?... Öz ağlamayınca ağlamayan gözlerdeki yaşlar neden?...

Demir’in İhsan Bey ile olan görüşmesinden sonra, Namık Bey’in araştırmalarınında İhsan’ın söylediklerine paralellik göstermesiyle, Demir’in kuşkuları son buluyor. Asya ile bir bağı olmadığını kabul ediyor Demir... bir an önce gitmek istiyor...

Dayısı ile gezmeye çıkıyor Asya... Kırmızı paltosu üzerinde... elinde annesininde kırlarda gezerken tutmayı çok sevdiği bir parça dal.... ucu yerde.... yürüyorlar el ele... gitmek üzere çiftlikten ayrılan Demir’in arabasıyla rastlaşıyorlar yolda... Demir’in onları görüpte durmaması mümkün mü... değil... zaten Asya’da farkediyor, birkaç kez konuştuğu bu yabancıyı... araba durmak üzere yolun kenarına yönelirken, geriye dönüp koşturuyor aracın peşinden “dur... dursana”... arabadan çıkıp Asya ile Aslan’ın yanına geliyor Demir... eller ceplerde... Asya’ya uzanmaktan mı korkuyor yoksa?... kayıp kolyesini soruyor Demir, Asya’ya... çok aradılar ama bulamadılar... üstelik kuzuyuda bu amcaya satamayacak Asya... o vazgeçmedi ama annesi kızdı... çünkü onun olmayan birşeyi satamaz... zaten kuzusunu da bir daha göremeyecek... uzağa gitmiş... Artık daha fazla dayanamıyor Demir... çöküyor bir dizinin üzerine... küçük kızın üzüldüğünün farkında... onu teselli etmeye çalışıyor... bir eli buluyor Asya’nın elini... Asya, teklifsizce soruyor... “sen nereye gidiyorsun”... yalnızlığıma, yapayalnızlığıma diyemiyor Demir... “geldiğim yere”... Aman dilenebilseydi zamandan ve geri döndürülebilseydi yaşanmışlıklar, bir kalemde silerdi o an Demir pek çok şeyi... geçmişi , geleceği bu minik bedende, bu yüreğine sımsıcak sokuluveren kırmızı paltolu kızda, aşınıyor Demir’in ... geriye hiç bir şey kalmamışçasına... dönüşündeki yalnızlığı daha büyük olacak, daha katlanılmaz olacak Demir’in... bunu biliyor... “Sen benim olabilirdin, biliyor musun?” diyor gözleri... “Annenin yüreği avucumda attı senin için... Sen... Sen bizim olabilirdin!...”

Yolda yayladan inen sürü ve çobanlara rastlıyor Demir. Asya’nın ahı tutmuş heralde... Otları kırağı çalmış... Ağıla geri dönüyorlar... Bu arada Asya’nın kolyesini düşürdüğü yere yakın olduğunu farkediyor Demir... Arabadan isteksizce çıkıyor... ayakları onu kendiliğinden kolyenin kaybolduğu yere götürüyor. İçgüdülerine uyup körü körüne geldi buraya kadar... aranmaya başlıyor Asya’nın kayıp kolyesini, neye bakacağını, nereye bakacağını bilmeden... öylesine. Demir çalı çırpının arasında kolyeyi aranırken, ara ara görüntüye giren o şanslı çama bakıyorum... daha gövdesi bile oluşmamış o genç ama dirayetli fidana. Demir otların arasında, sevdiğinin boynuna yürek çarpıntılarıyla taktığı kolyeyi bulurken bir tek o fidan tanıklık ediyor sessiz sedasız Demir’in bayramına. Sakın aldanmayın yüzündeki şaşkınlığa... çatık kaşlarına... kışları, ayazları geride bırakıyor Demir o yamaçta... içindeki küsmüş çocuğun elinden tutuyor başka bir çocuk... nazlı yağmurlar bile artık onun için ağlamayacak... sevinçle ıslatacak bu toprakları... bulutlar gitmiş, bakın ufka... yüzüne vuran güneşi seyredin o anda... sevdiği, sevdikleri orada... bu bir bayram... o bir ‘baba’.