Günlük güneşlik bir hava... uzakta görünen, dağları eteklerine kadar istila etmiş yapılaşma... genişçe akan su ve onu aşıran köprü ön planda... neresi olduğunu anlamaya bile fırsat bulamadan buranın, bize ulaşıyor yanyana görüntüye girişleri köprünün üzerinde ve konuşmaları aynı anda...
-Yüzüğü beğendin mi? -Daha güzelini düşünemiyorum... ....diyor Asi... Nereden nereye geldi Asi-Demir serüveni... şaşkınlık okuyorum ruhumda onları böyle her buluşumda. Demir yüzüğünü almış... üstelik takmış... Asi daha güzelini bulamazmış... Nasıl bir seçim yapılmış... hiç görmedik biz oysa. Demir yüzüğünü parmağından aldığı zaman yaşadıklarını hatırlatıyor sevdiğinin kendi yüzüğünü soruşu. Hak iddia etmekti bu onun üzerinde... ve müsade etti kendisi buna... müsade etti yürek çarpıntıları içinde onu alışına. Bir tutam kabulleniş... bir tutam boyun eğiş... çokca da teslim oluş saklıydı ona. Asi dalgalar böyle gelmez oysa... Demir’de bunun farkında... sorgusuz sualsiz ona ve onda istediğini yapma özgürlüğünü aldığı kişi Asi bu hayatta... Tahakküm etmekle, birinde özgür olmak arasındaki sınır aşılabilir oysa kolayca. Bedensel özgürlüklerine Asi’nin alışması gerektiği gibi... ruhu da alışmalı Asi’nin hayatında bir erkeğin özgür varlığına. Ürkütücü bu bir anlamda. İlişkilerini ilk sözlerle son sözler arasında olup bitenler belirleyecek. Uzanıyor bilinmezlere dalmış sevdiğinin eline Demir... sesleniyor “Asi” dursun ve dönsün kendine ... Endişe etmemeli sevdiği... birlikte yapacaklar herşeyi... birlikte. Sınırlar var onların birbirinin kabullenişinde... o sınır diğerine haksızlık etmeme. Bunu görebiliyor olmalı Asi gözgözeyken böyle. “Çok mutlu olacağız” diyor... “Sende hissediyor musun?”... Demir’in onu anladığını hissediyor Asi, hatta kendinden bile iyi... Bilemezken daha elinden yüzüğünü çekip aldığında tam olarak ne hissettiğini... sevdiği bildi... ve cevabını gözleriyle verdi. Uzanıyor Asi’de ona... Demir’in kendini iyi hissetiği dokunuşlara...eli yanağında... gözleri gözlerinde... veriyor başını sallayarak cevabını o da.... ‘evet’ demezdi en küçük bir kuşkusu olsa. İnci bir yüzük parlıyor o anda Asi’nin elini kavrayan Demir’in avucunda... sanki istiridyesinin içinde hala... Rivayet nisan yağmurlarını sebep gösteriyor incinin oluşumuna... kabuklarını açar... yağmur tanelerini içeri alırlarmış güya... Pek de haksız sayılmaz bu rivayet diye düşünüyorum bir anlığına... yağmurlarla gelmedi mi onların aşkları da.... güz yağmurları mıydı... aşk yağmurları mıydı... farketmiyor şu anda, aşklarını en iyi temsilleyen şey inci hayatlarında. Her ne ise o... rivayet bile ise o... tek bir şey doğru... güçlü akıntılarda en güzel inciler oluşurmuş... bir tek bu inci değişmezliği ortada... Nekadar böyle kalmak isteseler de orada, formaliteleri konuşmak için geldiler buraya... “Tamam... konuşalım” diyor Asi’de sevdiği adama. El ele geçiyorlar köprüden... fazla uzaklaşmaya gerek duymadan oturuyorlar su yolunu takip eden çimenlik bantın oluşturduğu yükseltiye... Soruyor Demir Asi’ye... sadece nikah mı yoksa düğün de yapacaklar mı diye. Dedesinin ölümünden sonra düğün uygun olmaz. Zaten düğünleri Asi hiç sevmez... Bir dolu gereksiz sıkıntı, koşuşturma, telaş... daha iyi sadece nikah. Tahmin ettiği gibi Demir’in... bakışlarını uzaklaştırarak onunla hemen hemfikir olmasını bekleyen sevdiğinden, durgunlaşıyor Demir biraz. Yoksa düğün mü istiyor Demir... çatılıyor bu sefer de Asi’nin kaşları biraz. Bilmiyor Demir... ama onların da düğün fotoğrafları olsun isterdi... yani... ileride çocuklarına gösterirlerdi. Ne kadar çabuk oyuna geliyor Asi... onu ikna etmeye çalışıyor... sevdiği durumu sanki bilmiyor. Demir durduruyor yine oyununu... dayanamayıp gülüyor Asi’ye doğru... Asi’nin “Neredeyse inanıyordum!” demesi boşuna... inandı çoktan ona... haklı Demir’in kötü bir çocuk olduğu konusunda o anda. Ama ne yapsın... durduramıyor kendini bu yaramaz da. Mutluluk oyunlar oynatıyor ona. Sarılıyor sıkı sıkı omuzundan doğru aşkına “Şaşkın sevgilim benim... ben sadece seni istiyorum. Başka hiç birşey umurumda değil.” Gözler birbirinde dolanıyor sonra dudaklarda... parmaklar parmaklarda... ‘onun’ olmanın... ‘benim’ olmanın... her bir türlüsü bakışlarda... Gel bu işten vazgeç e.min...bırak anlatmayı... Asi-Demir artık alın alına. Orada olanlar... kimya mı... bulamamış kimse ne olduğunu daha! Onlar hep böyle kalsınlar ama buraya konuşmaya geldikleri ciddi işleri de konuşsunlar bir yanda. Yavaşça uzanıyor Demir arka cebindeki kağıda. Bir evvelki uzanışında evlilik teklifini çıkarmıştı... belediyeden aldığı nikah günlerini çıkarıyor bu seferde ortaya... birini seçmeleri gerekiyor, işlemler başladı da... Gelip çatan bu anda, Asi’nin gözleri ışıl ışıl mutlulukla. Ortak geleceklerine dönüyor gözleri... o zaman seçsinler en yakın tarihi... “ama bizimkilere de sormamız gerekiyor değil mi? Demir de sormaları gerektiğini düşünüyor ama bu yalnızca nezaketen gerekli. Asi ise endişeli... biliyor ki sorulacak niye bu kadar acele ettikleri. Haliyle Demir’e bulaşıyor endişesi... ama bambaşka sebebi... Yeterince beklediler... artık düşünmeleri gereken sadece kendileri. Uğraşı gerektirmiyor zaten Asi’yi ikna etmesi, onun da aynı fikri... o acı yollardan, o uzak duruşlardan hep birlikte geçildi. Çözüveriyor çatılmış kaşlarını sevdiğinin onaylayan gülümsemesi. Böyle yan yana oluşlar hayal değil artık onun için... uzanıp omuzlarından Asi’yi kendine çekiyor... sıkıyor... Ne göz... ne yanak... tam elmacık kemiğin üzerine kondurulan bir öpücük aşkı o an için ne güzel ifade ediyor olacak. İnanmışlığın huzurunda sanki artık hiç bir temas için acele edilmiyor. Asi’nin Demir’de dinişi kalıyor aklımda bu sahnelerden geriye... alnı sevdiğinin yanağına dayalı... yüzünde parmakları... kapamadan Asi’yi iç dünyasına göz kapakları, teninden son bir bakış çaldı. Parkın genişçe bir yürüyüş yolunda görüyoruz bir sonraki sahnede onları... Zaman hızla geçiyor onlar beraberlerken, bölünüyorlar da Asi-Demir onlarlayken... Fakat artık çiftliğe dönmeleri lazım. Demir’in gecikmeden söylemesi gereken bir şey daha var üstelik... belli ki bu zamana bırakılması, nasıl söyleyeceğini bilememişlik. Basit bir nikahla evlenmeye razı oluşu çıkış noktası seçiyor Demir... o buna kanaat etti, Asi’de aldığı hediyeye kızmayacak... Hımmm... bir değiştokuş söz konusu yine... Asi bilmez mi, ustadır Demir pazarlık etmede... Terslemiyor ama bu kez, “Ne olduğuna bağlı” diyor sakince. Demir içinden geleni aldı, sorun çıkarırsa üzüleceğini söylüyor Asi’ye. Omuzlar kalkıyor bilmezlikle Asi’de... durup dururken seni üzecek bir şey yapmam gibisine. Abartılı birşey almadıysa sorun olmaz kendisine. Ama Demir söylemekte zorlandığına göre belli ki öyle bir şey. Konuyu basite indirgemeye çalışıyor geçmiş hassasiyetlerini öne sürerek de... yırtamayacağı, ateşe atamayacağı bir hediye bulmaya çalıştı kendince... Bu da bir oyun mu... kızdırmaya mı çalışıyor Asi’yi yine... ama yooo... o kadar dalmış ki önündeki ateşte eriyen tarak ve resimlerin hayaline... farkında bile değil Asi’nin durduğunun... kendi kırgınlıklarına dönmenin onun için de hiç zor olmadığının. Sesini duyduğunda kendine geliyor... Asi’yi gerisinde buluyor... durmak... dönmek zorunda kalıyor. O da Asi’nin hediye ettiği Şahmaran’ı kırmıştı... söyleyince hatırlıyor. Geçmişe bir kilit vurmalılar artık... yanlış anlaşılmalar silsilesinin onları sürükledikleri nokta... yaratılmış bir kurguda bile olamayacak kadar saçma... ama oldu bak hayatlarında. Aştılar aşkla.. an meselesiydi hiç aşılamayacak olması oysa. Dönmek istemiyor o günlere bir daha... müsade etmeyecek yanlış anlaşılmalara. “Haklısın...” diyor... “Yepyeni bir sayfa açacağız birlikte...”... Mesajlar gelip duruyor bu arada bip bipleriyle Asi’ye... bu kaçıncısı... neden Asi’nin bakmayışı?.. Neriman mesaj yazmayı öğrendi de... Gülüyor Demir... kendisi tek değil Neriman’ı sakınanlar listesinde... Sarmaşığın bulduğu sandığın içinden çıkan mani sorun oluyor çiftlikte... Neriman elinde kağıt... zorluyor herkesi fikirlerini söylesinler diye... Defne ‘de çağrılmış apar topar evinden bu nedenle... okuyor yüksek sesle... Asi gelin olmuş duvağı telli Buğulu gözlerinden sevdiği belli Düğün dernek etmiş kınalı eli Gözlerinden öper Cemal Dedesi ... yorumlasın bakalım bunu Defne şimdi... Duvak deniyor, tel deniyor... düğün dernek deniyor... daha ne densin bekleniyor... bundan ‘düğün manası çıkıyor. Neriman’ın öfleyip pöfleyişleri bitmiyor. Cemal Ağa öldürülmüş, kanı yerde kalmış... şu hallerine ne demeli bilmiyor. İhsan da kendisine yakalanıyor... ondan da görüş alıyor. Bir yandan da öteki taraftan bile yetişip ortalığı karıştıran babasına söyleniyor. Sonunda karar veriyor... babası düğün istemiş, yapmazsa içi sızlar. Defne görevlendiriliyor... gitsin söylesin Süheyla’ya... Neriman düğün istiyor. Defne’nin aracılığa feryatları fayda etmiyor... Neriman konuşmaz Süheyla’yla... iş o aileye giren kızına düşüyor. Bu günün elçisi... Defne. Süheyla’nın huzurunda şu anda... tebliğini aktarıyor öz ve olabildiğince azla... “Annem gelenek göreneğe uygun bir düğün istiyor.”... Gonca’yı ve kendisini istediği gibi evlendiremedi ya... “içinde kaldı” diye düşüncesini paylaşıyor. Asi için farklı olsun isteniyor. Süheyla Defne’nin buraya güle oynaya gelmediğinin farkında... Kerim’den çok ayrı değil bu aracılık işinde o da... “Tamam sen sıkma canını. Neyse oluruna bakılır” diyor. Onlara haksızlık edildiği doğru, geçmişte olanlar yüzünden, gözleri hiç bir şeyi görmedi... yoksa kim gençlerin mutsuz olmasını isterdi... ama kabul etsin gelini... annesi onların evliliğine Süheyla’dan fazla tepki gösterdi. Evet de!... haksızda değildi hani!... ... ... Cevabını gönderiyor Süheyla da elçiyle Neriman’a... “Bizde bu şehirde büyüdük. Gelenekleri çok iyi biliriz. Hiç kuşkuları olmasın, en güzel şekilde de yerine getiririz... Düğünse düğün... kaçacak değiliz...” Süheyla söz verdi Demir’e ... alttan alacak, dikkatli olacak... ama dayanamıyor yine de Defne’yi süklüm püklüm Neriman ile arasında gidip gelirken görünce. Arada nasılsa tampon bölge... muhatap olmayacak Neriman’ın kendiyle ama gelenek gelenek diye tutturuyorsa daha dikkatli olmasını söylesin annesine Defne. Aracı göndermişse eli boş göndermemeliydi... onun bildiği, yanına bir hizmetçi katıp kurabiyelerle, tatlılarla gelmeliydi... Hayır ondan da vazgeçti... dedelerinin kırkında gönderdiği o en kıymetli Chippendale marka tabağını boş da olsa kızının eline vermeyi hiç mi akıl edemedi? Bunların meraklısı değil gerçekte Süheyla... ama gelenek gelenek deniyorsa... gelenek böyle. Bunları nasıl söylesin Defne annesine? Eeeee onu da bilecek Defne... gittikçe tehlikeli olmaya başladı elçilik görevi dünürlere. Evin bir dertli kızı da Gonca... düşünüp taşınıyor kocasının yokluğunda. Antep’e gitmek istemiyor ama “keşke Ziya yanında olsa.” İhsan konuşacak Ziya’yla... üzülmesin artık Gonca. Süheyla hanım’dan getirdiği haberlerle telaşeli Defne rastlıyor çiftlik yolunda sarmaşdolaş olmuş baba-kıza... Kurtarsın babası onu da. Annesi onu elçi yaptı... Süheyla Hanım’da , o da kılıçlarını kuşandı. Haberi olsun, savaş başladı. Madem elçi küçükhanım... gereğini yerine getirsin. İki kadın birbirine savaş açmışsa... aman aman... kaçar oradan İhsan hemen. Cemal Ağa’nın soruşturmasında eksik gördüğü her detayla tek tek ilgileniyor savcı. Konak şoförünün ifadesi cinayetten sonra işe girdiği düşünülerek alınmamıştı. Alınmasını istiyor savcı. Polisler konağa gidip şoför Yetkin’i sorguya alıyor... Komiser okuyor... Yetkin Oruk... 18 yaşında... Urfalı. Açıköğretime kayıtlı, anne baba küçükken ölmüş. Malatya Yetiştirme Yurdu’ndan 14’ünde kaçmış. Otogarlarda çalışmış. Minibüslerde çıraklık yapmış. Devamını Yetkin’in kendi getiriyor... Ne olmuş yani... ekmeğini kendi kazanmış... ha burası ha başka şehir... neden Antakya’da duraklamasaymış. Yaşına göre çok bilmiş... hayat bilgisi dersinden hep sıfır alırmış ama hayat dediğin kızgın tavaymış... o içinde çevrile çevrile yanmış kavrulmuş. Şimdi hayat ondan sorulur muş... İyi de otogarlardan çıkıp Cemal Ağa’nın konağında nasıl iş bulmuş? Kahvede konuşuluyormuş... Konağa şoför lazımken, cinayet nedeniyle kimse işi almak istemiyormuş... otobüslerde şehir şehir dolaşmaktan bıkmış haldeyken, konak şoförlüğü fırsat olmuş. Rahmetliyle ise hiç tanışmamış. Sarmaşık heyecanla evde şoförünü bekliyor... Yetkin’in sorguda sıkıştırılmasını, polisin ulaştığı Yetiştirme Yurdu meselesini hiç sevmiyor. Bir an önce çekip gidecekler buradan ama elde yok avuçta yok. Mirasın artık gecikmeden açılmasını sağlaması gerekiyor. Yetkin’in sorgusu bitiyor. Yetiştirme yurdundan hakkında bilgi isteniyor, gelmesi bekleniyor. Asıl mesele ise Galip. İş onun ifadesinde düğümleniyor. Kefaletini, Cemal Ağa’nın ortağı Ali’nin ödediği ortaya çıkmış ama bunu neden yapmış ne savcı ne komiser hiç anlamıyor. Tekrar Ali Bey’in ifadesinin alınmasını istiyor Namık. Galip’in de bulunmasını istiyor çünkü onun tekrar sorgulanması gerekiyor. İş gün geçtikçe çatallanıyor. Galip’in Demir ile alakası muallak. Galip yok. Ali onun kefaletini ödüyor. Herşey birbirine girdi ve Demir Doğan’da sandığından akıllı çıktı... bu kanıya tüfeği buluşundan mı vardı! Ali ve adamı ... ofisteler... Sarmaşık’a evrak için yine geliriz dediler, silahı alınca da bir daha gitmediler. Kuşkulandırmak isemediğinden gün içinde uğramış konağa Ali’nin adamı. Uydukent arsalarıyla ilgili birkaç evrak almış. Ali’nin önüne bırakıyor... Hizmetçiden öğrendiği, şoförün sorguya alındığı bilgisini de patronuna veriyor. Cemal Ağa’nın ölümünden sonra işe girmiş adamdan birşey çıkmaz diye, fikir beyan etmekten de çekinmiyor. Ali ellerindeki tüfeğin herşeyi çözeceğini biliyor. Eninde sonunda tüfeği polise teslim edecek ama önce üzerinde parmak izi olup olmadığından e.min olmak istiyor. Demir’in aptal olmadığını, tüfekte parmak izi bırakmayacağını söylüyor. Bu haliyle polise teslim ederlerse Demir’in yine temize çıkacağını biliyor. Tüfeği İstanbul’a götürüp inceletecek, yine kendi yöntemleriyle işi çözecek... sonuca göre de Demir Bey ile ilgilenecek. ... ... ama daha Antakya’dan çıkamadan şantiyede bir habere yakalanıyor... Savcılık polis yollamış ofise, bekleniyor. Tahmin ediyordu bunu... ama silahdan e.min olmadan onların karşısına çıkmak istemiyor. Şirkete, şehir dışında olduğuna dair bilgi gönderip , işlerini kendi bildiği gibi yapmaya devam ediyor. Asi-Demir dönüş yolunda... araba şehirden çıkmış, artık varoşlarda... Hediyesiyle ile ilgili ipucu vermeyecek mi Demir... Asi çok merak ediyor da. “Asi... kapatalım mı bu konuyu”... Demir gerilmeye başlamış Asi sordukça. ... ... Bu arada gerilen biri daha var ... Defne o da... Elçilik görevinin gereğini yapıyor... anlatıyor bir bir Süheyla’nın dediklerini Neriman Hanım’a... Bakın siz şuna... dünün şalvarlı işçi kızı nelerden bahsediyor muş... sanki konaklarda büyümüş... Hahh hahh gülsün bari, ‘Çipindaleymiş’... Defne nasıl olmuş da, annem senin o Çipindale tabağını bir fiskeyle parça parça kırdı diyememiş... Çiftliğe gelişini korna ile duyuran bir araç kurtarıyor Defne’yi... ama diğer araba da neyin nesi? Peş peşe yanaşıyor çiftliğin girişine ikisi... Öndeki araçtan Kerim çıkıyor... bilmiyoruz daha arkadakini... Tam bu sırada Demir’in aracı giriş yapıyor bahçeye... daha o durmadan görünüyor arkadan İhsan’ın ki de. Ev ahalisi akın etmiş zaten avlu girişine... istense bir araya gelinemezdi heralde böyle. Yarışacak neredeyse Asi’ye hazırlanan surpriz doğumgünü partisiyle. Arabadan çıkan Demir’e bir anahtar uzatan Kerim, söyleniyor ağzının içinde...”Bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmemiştim!”... Demir’in de hayallerini kurduğu böyle bir ‘hediye veriş’ değildi ... üzgünüm Kerim, ama cupid’ (I) rollerinde. Hüseyin daha becerikliydi. Demir oyalanmadan Asi’ye uzatıyor elindekini ...”Bu anahtar senin...”...... Asi şaşkın... atını aldığına benzer bir ruh hali içinde soruyor ““Benim mi?” ... Evet ama... hale bak... hediyesini bu kalabalıkta vermiş oldu!!.. Armağanının romantik tarafını bırakıp bir kenara, materyal yönünüyle ikna etmeye çalışıyor onu aklı sıra... “Arabaya ihtiyacın vardı Asi!”... Teşekkür etmekten başka ne yapabilir... ama Neriman yetişiyor yine her zamanki gibi... “Kamyon alaymış bari!”... Kerim’in gözler göğe dönüyor, Asi’nin kiler annesine... nasıl laf söylerler sağduyulu ve özenli davranan Demir’e... sabır taşı, Neriman’a bile...”Anneciğim, Demir arazi için en uygun arabayı bulmuş” derken Asi, Neriman dışında herhangi bir yöne bakıyor olabilir Demir’in gözleri... İhsan’da destekliyor kızının sözlerini... Demir her zamarki gibi düşünceli... Ağız burun kıvrılıyor yine de anne, iyi de bu araba gelin arabası olamaz ki? Onun arkasına mı takacaklar korteji... “Ne korteji anne... nasıl yani”... Durumu özetliyor Neriman’ın elçisi... “Asi... annem dedemin yazdığı maniye dayanarak düğün gerektiğine karar verdi. Sizin için telli duvaklı, davullu zurnalı düğün yapılacak yani.” İtiraz istemiyor zaten annesi... onlar Süheyla Hanım ile anlaştı... Düğün olacak... Konuşmuyorlarken bile bunca işi nasıl beceriyorlar kimse anlamadığı için Neriman izzah etmek zorunda kalıyor... yüzyüze gelmediler hiç, görüşmeleri elçiler aracılığıyla sürüyor... İyi ki arada uzak durmaya dönük bir irade var yoksa bu işin ucu bucağı yakalanamayacak. Kerim müsade istiyor yanlarından ayrılmak için, bir arazi bakacak. Demir’i ise düşündürüyor bütün bu olanlar... onların biraz evvel el ele yaptığı bütün planlar yerle bir mi oldu yani? Kendisinin düşüncelerini dillendiriyor sevdiği... düğün nereden çıktı şimdi? Onlar nikah tarihine karar verirken nezaketen bile olsa aileye danışmaktan bahsederken, kendilerine dahi sormadan düğün’e kim karar verdi? Neriman’ın hazır kırk kapıya sorduğu bahanesi... tutuşturuyor Asi’nin eline maniyi... “Oku şunu. Dedeni çiğneyeceksen sana başka lafım yok” Demir’de söyledi söyleyeceğini... hiç birşey umurunda değil, sadece Asi önemli. Onun ha dediği yere han kurar... Neriman’ın istediği düğün dernek ne ki... kurar kırk gün kırk gecelisini. Sevdiği kendini salıncağa doğru yönlendirince garipsedi... bu salıncak hep dikkatini çekti... ama hiç görmedi sallanırken Asi’yi. Bu ilk... ilk kez salıncağındayken Asi, yanıbaşında sevdiği. Salıncağın kaderi... Demir’in elleri... bu anı düşlerin erbabı gelse bastırabilir mi? Asi gönül salıncağında oysa hiç kalmamış hayal kuracak hali... “Görüyor musun, bize sormadan düğün demeye başladılar bile.” ...yakınıyor sanki bu işten kaçabilirlermiş veya Demir bir şey yapabilirmiş gibi. Aşkını akit gibi elinde belgeleyen bu maniyi ise Demir sevdi... çok sevdi. Asi’nin ilgisini çekiyor bu sevgi... “Neyi?”... seçiyor bir satırı sevdiği...”Buğulu gözlerinden sevdiği belli”... en çok bu mısrayı sevdi. Uzanıp salıncağının iplerine... döndürüyor onu kendisine... Tabu değil artık Demir için de sevgi sözcükleri... “Bir bak bakalım, sevdiğin belli mi değil mi?... Ayakları basıyor mu Asi’nin yere... yoksa dönüyor mu düşlerinde... bırakıyor girsin Demir gözlerinden içeriye. “Sanki bilmiyor”... resmen şımarıyor... bileylendiklerini nasıl görmüyor... Yoksa?.. Evet, bilerek yapıyor... ama durmaları gerekiyor. Salıncağın iplerinde buluşan ellerinden manisini çalıveriyor. Yine de o ellerin etkisinden, Demir’in yanıbaşında oluşundan sıyrılamıyor... başı yavaşça iplere tutunan dokunuşlara kayıyor... parmakları onda tırmanırken gözleriyel takip ediyor... yüreği bir kararda atamaz oluyor. Onları düşlerinden İhsan çıkarıyor... “Asi... biraz gelir misin kızım?”... Demir’inse artık gitmesi gerekiyor. Yan çiftlikten aramışlar... kontrol için davar sürüsünü onlara yollamışlar... haber veriyor İhsan. Asi’yi babasıyla konuşur gören işçi kızlar önce kıkırdaşıyor sonra dayanamayıp sesleniyorlar... “Tebrikler Asi hanım, evleniyormuşsunuz.”... haberi Arif’den duymuşlar... “Allah mesut etsin” dileklerini iletiyorlar... İçlerinde gençce olanı uzatıyor işi biraz... “Delikanlı çok yakışıklıdır Asi Hanım!?”... İhsan bile şaşırıyor bu açıklığa... bakıyor yan gözle şöyle bir kızına... Allah tamamına erdirsin... erdirsin erdirmesine ama hemfikir değil oradakiler... itiraz geliyor Demir’in yakışıklılığına, “Aman be neresi yakışıklı? Kara kuru birşey... “ ...işaret edip Asi’yi başıyla devam ediyor kendince yorumlamaya “Şu güzelliğe baksana! Buna layık adam nerede?”... bunun ötesi sonlanmaz sokak... İhsan müdahale etmezse koybolunacak... hadi, bıraksınlar çeneyi... paylarcasına biraz gönderiyor işlerinin başına işçileri... Haber ne çabuk yayılmış, şaşırıyor Asi. Herkes de bir düğün telaşesi... hele annesi? Neden kimse fikirlerini sormuyor, onlar düğün istemiyor. İhsan’sa anlamazlığa geliyor... ne zamardır geleneksel bir düğün görmediler... hem onu öyle kuru kuru bir nikahla mı Demir’e verecekler. Babasından umduğu desteği bulamıyor Asi. Şimdi istemiyor olsa bile ileride iyi ki de düğün yapılmış diyecek. Üstelik İhsan’da kızıyla düğününde dans edecek... Sevinçle sarmaş dolaş olan baba-kızın gözlerinde bu kez özden gelen mutluluklar parıldayacak. Kerim Demir’i aramış olmalı... çiftliğe dönmeden buluşuyorlar yakınlarda... karşı yamaçlarında muhteşem bir manzara. Bu araziyi alması için bir teklif gelmiş ona... Demir anlar arazi işlerinden, beğeniyor bölgeyi ve almasını öneriyor dostuna. Kerim’se tereddütte... alıpta ne yapacak burayı... unuttu unutacak kim o... ne o... buralarda. O değil Demir gibi bir toprak insanı. İçinde bulunduğu kafa karışıklığı. Namık Bey çok uzun zamandır sürüncemede kalan cinayet soruşturmasında daha hızlı davranmaları gerektiğinin farkında. Demir’in çiftliğini görmek istiyor!.. Bu isteğin ne kadarı Demir... ne kadarı Süheyla acaba diye bizi düşündürüyor? Nitekim Demir çiftlikte değil, Süheyla ağırlıyor Savcı Bey’i bahçede. Konu çözülmeye çalışılan cinayet soruşturması elbette. Süheyla’ların korumaya aldığı o kız... Zeynep... Galip’de davaya dahil oldu onun sayasinde. Demir, Galip’den şikayetçi, ama Galip’in de ifadesi var Demir’in aleyhinde. Bir husumet var bu belli... ama Ali Uygur kafa karıştırıyor bu ilişkiye giriş biçimiyle... çözemedi Demir ve Ali arasındaki bağı Savcı Bey’de. Süheyla’nın bütün bu duyduklarından anladığı Demir’in hala soruşturuluyor oluşu... oysa yeğeninin zan altında olmadığını sanıyordu tüfek balistikten temiz çıkınca. Demir şu an tek görgü tanığı. Cinayet mahalinden kaçan biri olduğu söyleniyor. Emniyet’de o kişiyi arıyor. Meçhul biri şimdilik bu, kaçan her kimse ortada yok. Süheyla iyice sinirleniyor... sesi yükseliyor... “Ne demek istiyorsunuz?” Kusura bakmasın ama onu tam olarak anlamıyor... Demir yalan mı söylüyor? Savcı elbetteki kimseyi itham etmediğini söylüyor... ama dolaylı olarak ettiğini Süheyla biliyor. Ayırca bu ziyaret de nezaket icabı olmanın ötesinde... sorgunun bir parçası olduğunu Namık Bey inkar edemiyor. Gençler o yamaçta çok oyalanmıyor... birlikte çiftliğe dönüyor... Savcı ve teyzelerini bahçede oturur buluyor. Konuşmalardan habersiz, tasasız bir ses tonuyla misafirle merhabalaşılıyor. Süheyla alı al moru mor... gergin bir yüz ifadesi... daha oturmalarına fırsat vermeden açıklıyor Namık’ın burada oluş nedenini... “Demir... Savcı Bey tek tanık olarak seni görüyor. Bu cinayet çözülene kadar da sana rahat yok haberin olsun”... Ama Demir hiç bir şeyi sorun etmiyor... her türlü rahatsızlığa katlanır o, herkes gibi cinayet çözülsün istiyor. Savcıda zaten böyle düşünüyor... Galip hakkında bilgilerine başvurulabileceğini söylüyor... Kerim’e göre Galıp’in ki saçma sapan bir ifade... ama resmi makamlara yapılmış olması herşeyi değiştiriyor. Savcı konuşturarak aileyi, bilgi almaya geldi ama aynı zamanda veriyor da... Galip’in Ali’nin ödediği kefalet ile çıktığını söylüyor. Ama tebliğ ettiği adreste yok, bulunması gerekiyor. Önemli bir detay da tüfek... güvenlik güçlerinden önce başkalarının tüfeğe ulaşabilecek olması... Namık’ın kullandığı ‘hoş olmaz’ ifadesi çok boş kalıyor... Ali’ o tüfekle tehlikeli tuzaklar kuruyor. ... ... Kanmıyorum hiç Demir’in sandalyesindeki rahat duruşuna... düşünceleri Ali’yi binlerce yoldan bağlamaya çalışıyor şu anda Galip olayına... tek bir olumlu düşünce yok rağbet edilen onların arasında. Ali... onun yöntemleri... ne kadar gayret ederse etsin Demir kendini onun yerine koyup gelebilecek kötülüğü sezebilir mi? Kahyası Arif’in Galip ile ilgili adres detaylarını yetkililere verebileceğini söylüyor bu arada... devam etmeli bir yandan da konuşmaya “ Ama Ali Bey’e sorsanız daha iyi olmaz mı?” diye eklemeden de duramıyor ayrıca... Evet... elbette ama Ali Bey şehir dışında bir toplantıda... haber verdiler... onunla da en kısa zamanda görüşecekler. Savcı, Ali’yi adam sanır... kalıbına bakıp, sözüne inanır. Hepsi düşmediler mi bu hataya... Demir’in tecrubeleriyle sabit yargıları var ama. O adamınki yalanlarla örülü bir dünya... Ali’yi savcıdan önce bulup görüşme fırsatı yaratacağı apaçık ortada. Savcıyı yolcu eder etmez Arif’e talimat veriyor Demir... Galip’i arıyorlar, adam ortada yok. Yarın savcılığa gidip istedikleri bilgileri versin. Ardından Kerim’le konuşuyor binmek üzereyken atına... İstanbul’a giderken Kerim ile Leyla , Ali’yle aynı uçaktaydı... ya İstanbul’da görüştüler mi? Beraber bir akşam yemeği yediklerini söylüyor Kerim... sonrada birşeyler içtiler ... hepsi o kadar. Öylesine sorduğunu söylüyor Demir Kerim’e... ama o neyi yaparki sırf iş olsun diye. Kerim atına binip uzaklaşırken Demir telefonuna uzanıyor ... anında Ali’yi buluyor... konuşmaları gerekiyor!... Ali, adamı yanında, tüfeği sağlam bir şekilde yerleştirilmiş bagaja... yola çıkmış İstanbul’a... St. Pierre yakınlarında olduğun söylüyor, acele ederse görüşebilirler fabrikada. Sarmaşık, Cemal Ağa’nın hazırlattığı sandığı koyup arabasına dayanıyor Kozcuoğlu çiftilği kapısına... birde talihsiz adım atıyor tam avlu girişinde... alışık değil ortada dolaşan ineklere... bilemez elbet tezekler olur böyle çevrelerde. Yarım teneke toprak getiriveriyor Aslan... temizleniyor Sarmaşık sayesinde... Neyse uzatmayayım....giriliyor sonunda eve... sandık açılıyor... içindekiler bu sefer aile üyelerinin yanıda bir bir açığa çıkıyor... Üçetekler... bindallılar... hatta anneannenin gelinliği orta yerde... Cemal Dedesi heralde Asi’nin giymesini istedi ki koymuş bunuda diğerleriyle birlikte. Neriman bir bilse, Asi’nin gelinliği hazır bekliyor onlara özel bir yerde. Birden nişandan sonra yapılması planlanan kına gecesi geliveriyor konuşmaların içine... o da ne... bir de kına gecesi mi yapılacak? Asi için bu çığrından çıkan bir şey olmaya başladı git gide... annesiyle ablası konuşup halletmişler bu işi de, hatta karar verilmiş bile kınanın yeni açılan otelde yapılmasının uygun düştüğüne. Bu kadarı yetiyorda artıyor bile... durduruyor herkesi... “Biraz beni dinler misiniz?”... elini kaldırıp... “Bu nişan yüzüğü değil mi” diye gösteriyor herkese...”...yani nişan işi tamam. Evimiz de hazır zaten. Demir’le konuştuk. Biz fazla beklemek istemiyoruz.” Sabah Demir’in belediyeden aldığı gün listesini uzatıyor İhsan’a çıkarıp cebinden... bitsin bu iş, nikah için hangi günü seçecekseler seçsinler. İhsan bakamadan daha kapıveriyor Neriman kağıdı... “Aa aah... nasıl yani... bu ay mı?” ... bu tarihler çok yakın... birileri neler hayal ediyor birileri neler yapıyor... Asi’de bundan korkuyor... çünkü annesinin hevesi giderek artıyor. Gonca diz üstü bilgisayarında bir şeyler araştırıyor... “Anne bak kayık tabağı buldum” deyişiyle dikkatler o yöne çevriliyor... Neriman koltukta oturan kızının yanına ilişiyor, anlaşılıyor ki kırdığı tabağı buldurmaya çalışıyor. Es geçiyorum kırılan tabağın yuvarlak oluşunu... bir Chippendale’in kırdırılmasını da beklemiyoruz elbet dizide, bu ayrı bir konu... ama en azında bilgisayar görüntüsünde orjinal tabağı göstermeye çalışsalarmış diyorum içten içe. Bendeki şu işe de bakın... herşey bitmiş e.min bu detayın derdinde... geçeyim bunu da bir kalemde. 1922 yılı tabak, açık arttırmadaymış meğer... fiyatı da yazıyor ekranda görülen bilgilerin içinde... ytl değil bu, hangi paranın işareti... Sarmaşık duyarda paranın hecelendiğini kapıp almaz mı lafı oradan... fırlayıveriyor ayağa... o da tam bu yüzden apartopar geldi buraya. Hani diyor ki geciktirmeseler, miras bir açıklansa. Ne der Neriman Abla? Sarmaşık’ın konuyu açmasıyla İhsan’dan öğreniliyor ki Cemal Ağa kendi avukatına bir vasiyet bırakmış. Madem zamanı geldiğine karar verdiler, İhsan da söylüyor onlara. Cenazede karşılaştığı avukat, dedelerinin ölmeden hemen önce bir vasiyet yazdırdığını söylemiş damada. Neriman’da , Sarmaşık’da katil bulunana kadar miras işini erteleyelim dediler, o yüzden sözetmedi İhsan da. Ziya ile konuşmaya Antep’e gidecek, o döndükten sonra toplansınlar bir araya, eğer vasiyet açılsın artık diyorlarsa. Kerim yamaçtan baktığı araziyi atıyla dolaşmak istemiş... bir karar verme aşamasında... ama aklını veremiyor tam da bu işe... Demir’i tanıyor, sorusunun ardında ne yattığını anlamaya çalışıyor... Ali... Savcıdan duydukları Galip’in kefaletini ödediği bilgisi... onların birlikte İstanbul’a gidişleri... yenen yemekleri... gelen bir telefon... “Defne?” ... ama değil... arayan Zeynep kendisini... Ali ile öylesine geçirilen bir yemek bile çok riskli... farkediyor Ali’ye çok kıymetli bir bilgiyi verdiğini... Vadinin eteklerindeki Asi uzantısına kadar inmişti... dört nala sürüyor atını çiftliğe geri. Olan biteni Demir’e söylemeli... ama Arif’den öğreniyor ki aceleyle çıkmış Demir... bir arasın bakalım öğrensin neymiş bu acele fakat yanıt alamıyor tabi. Arabasına binip yollara düşüyor, ne ulaşabiliyor ne de şirketten bilgi alabiliyor... çünkü Demir o sırada fabrikada Ali ile yüzleşiyor. Bu ne biçim bir fabrika, bir mezbelelik adeta... Buluşmak için tuhaf bir yer” olduğunu söylüyor Demir’de dayanamayıp buluştuğu adama. Ali’nin yolunun üzerindeydi... ikisinin de vakti değerli. Heralde evlilik için tavsiye almaya gelmedi. Ali’de ... Demir’de sorunun ne olduğunu çok iyi biliyor. “Galibin kefaletini sen ödemişsin” dediği anda Demir, gülüyor Ali kendi kendine... heralde haber ne kadar hızlı yayılmış diye... yoksa Demir mi ödemek istiyordu kefaleti... mani mi oldu buna Ali? Bıraksın saçmalamayı da açıklasın neyin peşinde? Adım adım yanaşıyorlar birbirlerine... kurşun askerler misali her seferende bir hamle... Açıklıyor Ali Demir’e... sorular sordu kendine... “neden herkes cinayeti unuttu... neden Kozcuoğlularının bile gözü körleşti... neden Cemal Ağa’nın katili aramızda dolaşıyor ve bundan kimse rahatsız olmuyor?” diye... Cinayet silahıyla aynı yerde bulunmaktan bile rahatsız olmuşken... katil olduğunu düşündüğü birinin gözlerinin içine bakıyor... bu da başka bir meydan okuma onun için... her oyunu açıkta ya Ali’nin... çekinmiyor yine açık olmaktan... ‘dedektifçilik’ adı midesini bulandıran bu işin. Demir yine onun oyunlar oynadığının teyidini almış oluyor... ama onun bu oyunları pek başarılı sonuçlanmıyor... boşuna yormasın kendini, bu iş polisin. Ne varki palisin çok ağırdan aldığını düşünüyor Ali... bu olayı onlardan önce çözecek ve katili bulacak. Demir, eğer bildiği birşeyler varsa neden savcıya gitmediğini soracak... ama bu o zaman Ali için oyun olmayacak. Herşeyin bir sırası var onunda sırası gelecek. Galip’i dışarı çıkardı, iyi ki de öyle yaptı... hem savcılık hem kendisi önemli bilgiler aldı... Galip durup dururken mi serbest kaldı... neydi bu özgürlüğün karşılığı? Nereden buldu Kerim onları!.. en az arkadaşı kadar iyi bir avcı olmalı... görünüyor kapıda... o cevap veriyor Demir’in sorusuna... “Benim sayemde Zeynep’in yerini öğrendi”... Yani... “Galip’e kızın yerini mi söyledin yoksa?” diye soruyor Demir Ali’ye inanmazlıkla... İnsanlarla... hayatlarla oyunlar oynamak... hiç bir şey değil bu karşılarındaki adama... pusulasını düzeltmek yerine, şaşırtmış daha da... “Galip’e sevdiğinin yerini söyledim” diyor... hala kelime oyunlarında. Ne söylenebilir ki bu algı yapısındaki bir insana. Öğrenmek istediği öğrendi Demir, engel olmalı bu bilgi geçişinin masum bir kıza verebileceği zararlara... daha fazla oyalanmasının anlamı yok orada. Tam gitmek üzereyken dönüyor geri... “Kızın başına birşey gelirse, elimden kimse alamaz seni. Bilmiş ol”
Neriman’ın hevesleri çoktan almış başını gitmiş... çevreye el işi siparişleri verilmiş, yapıldıkça kızlar da kontrole getirirmiş. Ne yapacak Asi bunca şeyi, kimsenin umurunda değil, isterse kullanmasın. Onlar çeyizi şöyle bir sersinler de gözler kamaşsın. Çifte gamzeli bir genç kız... elinde Asi ablasının pikoluk yatak takımı... gözlerinde belkide kendi hayelleri... soruyor “Aayyy... kına gecesi nasıl olacak, kim bilir?”... asıl nişanı düşünsünler... birde Asi’nin giyeceklerini... ya kınayı nerede yapacak bu asi. Asi korkmaz hiç birşeyden ama korkuyor artık gerçekten... sadece annesi değil sınırsızca hevesler büyüten. Bir taş yeter mi birden fazla kuşa... yeter Asi olunca. Soruyor kızların getirdiği işleri denetleyen yanıbaşındaki Fatma Ana’ya... Evde kına var mı... var... mum var mı... var... kendi için göz nuru döken onca kızın yüzünü güldürüyor hemen “Kızlar kına gecem işçi çadırlarının orada olacak... hepiniz davetlisiniz... tamam mı?”... Kızların da kendisinin de yüzünü güldürüyor Asi... bir engeli daha aradan çıkardığı gibi, otelde yapılacak bir kına eglencesine tercih eder bu türlüsünü... Demir ve Kerim... Ali ile buluştukları fabrikadan doğrucu İstanbul’a gitmek üzere yola çıkıyorlar. Zeynep’in kaldığı yerin güvenliğini uyarıyorlar ama Kerim yine de Demir’le gidiyor İstanbul’a... o manyakla yalnız başına bırakacak değil dostunu, inatçı en az arkadaşı kadar o da. Zeynep’i arayıp birşeyden haberi var mı diye ağzını arıyorlar. O iyi... herşey yolunda... gerginliği hissetmemiş bile oralarda. Uyarıyor Kerim Zeynep’i, yeni hayatına başlamak için bavullarını toplasın, İstanbul’a gelmişken hızlandıracaklar onun işlemlerini. Zeynep bilmediği için bu ani gelişin nedenlerini, hemen kabulleniyor söyleneni. Asi ile Defne ne olacak peki... ve de Süheyla teyzeye tabi... bu ansızın yola çıkışa nasıl bir bahane uyduracaklar... hızır gibi yetişiyor Melek onların bu anlarına. Melek’i alıp dönmeleri iyi bir kamuflaj olacak bu yolculuğa. Aslında geridekiler kendi telaşeleriyle o kadar meşgul ki... dikkat çekse bile Kerim ile Demir’in aniden gidişi, vakit bulunmuyor üzerinde çok düşünülmeye. ... ... İhsan bunca koşuşturmanın içinde Gonca için Antep’e gidiyor. Bir gecelik bavulunu kızı kendi elleriyle hazırlıyor. Ziya onu kapısında görünce çok şaşırıyor. O bir tanrı misafiri, buyur etmeyecek mi yoksa? Üstelik yatak açacak, gece gece göndermeyecek değili mi bu babayı Antakya’ya?... ... Defne, haberci kuşumuz. Süheyla Hanım’a bildiriyor bu gece kına var diye. Melek yarın şehre dönüyorken, kına gecesi için onu da bekleseler olmaz mıydı?Süheyla’da anlamıyor bu acele ne?Ama hazırlansınlar bakalım eğer Asi öyle arzu ettiyse ... ... Şoförünü gönderdiği için Aslan’dan isteniyor Sarmaşık’ı şehre bırakması... ama uzuyor da uzuyor onların yolları. Bu kadın Aslan’ın aklını başından alıyor... ona ne yapıyor... aval aval ortalıklarda geziyor... birde küçük yerde İhsan’a yakalanma tehlikesi atlatılıyor. Çok ortalarda dolaşmasınlar... Sarmaşıkla yalnız kalmak isteyen Aslan için bir yer biliniyor. İşçi çadırlarının yanında kına merasimi için yer hazır edilmiş. Bindallısının içinde Asi geliyor... ablası ve kardeşi ellerinden tutmuş... hemen arkalarında Neriman ve Süheyla... dedikodu ediyorlar, aracılar vasıtasıyla konuştuklarını unutup neredeyse ... iki ayağını bir pabuca soktu herkesin Asi, olacak iş mi böyle... kayık tabağını da gönderecek Süheyla’ya Neriman yarın öbür gün, unutulmuş, ihmal edilmiş bu telaşelerle... Fatma Ana eşlik ediyor geriden tepsilerle gelen yemişlere, kurabiyelere... Kına’nın eğlendiren kısmını görebilmek istiyorum sadece bu sahnelerde... tıpkı Asi-Demir’in yerleşmiş geleneklere karşı çıkmadan bakabilmeyi becerdikleri gibi... ama ne yazık ki aklımın bir köşesi saklı tutuyor bunun aslında bir kurban merasimi oluşunu. Kızın gittiği evde acı ve eziyet çekeceğine olan inancı... rahat günlerin bitip zor günlerin başladığını... bir kızın evden çıkmasının ölüm ile eş değer tutulduğunu... bu nedenle kına yakıldığını (II) Uygar yaşantılarımız, istisnalar... dünyada kadın ve karşı cinse adanmışlığı... her coğrafyada farklı biçimlerde görülsede, orada... duruyor yaratıldığından beri yaygın uygulamaları. Neden bu merasim... eğlenceyle bağdaştıramıyorum ‘kız kınası’nın anlamını, gelinin ağlatılmasını. Kaçıyorum ben de... Asi’yi örten kırmızılı örtüsüne... çevreleyen kızların parıltılı giysilerine... söylenen manilere... Asi geldi bütün ovaya Yenik düştü kara sevdaya Çakır gözlerin layık değil süheylaya Bir altın gömüyor Asi’nin avucuna yakılan kınaya Süheyla... becerikli eller bağlıyor allı pullu örtüleri ellerine... kız anası, kardeşleri ağlıyor... oğlan anası halaya davet ediliyor. Kınayı getir aney Parmağın batır aney Bu gece misafirem Koynunda yatır aney Demir hala direksiyon başında... karanlıkta yol alıyor hızla araba. Süheyla’yı arıyor... onu kına merasiminde yakalıyor... teyzeleri onlara kınadan canlı canlı maniler dinletiyor... Demir’in sevdiğinin elleri kınalanıyor. Acaba ‘kına’nın anlamını ne kadar biliyor... Adanmışlık yüreklere yakıldı onlarda... ve karşılıklı her anlamda... biliyorum ki bundan başka birşeyi gözü görmüyor, ruhu hissetmiyor. Bu türkü ne böyle, hiç duymadı Kerim daha önce... dostuysa, adım adım ona yaklaşan Asi’yi görüyor önündeki karalığı aydınlatan ışıklarda sadece. (I) Kanatlı oğlan çocuğu şeklindeki aşk tanrısı – Roma miti (II) http://www.turkuler.com/yazi/gaziantepkina.asp , araştırma yazısı, 12.12.2010
http://www.turkuler.com/yazi/gaziantepkina.asp , araştırma yazısı, 12.12.2010 İstanbul’a gün ağardıktan sonra varıyor yolcular. Binanın güvenlik şefi karşılıyor onları. Bir terslik yok şimdiye kadar. Demir arayınca arttırılmış güvenlik tedbirleri. Zeynep karşılıyor onları. Nereden çıktılar böyle, şaşırtıyor plansız programsız gelişleri. Demir ve Kerim Zeynep’in başına bir şey gelmeden yetişiyor fakat Galip’de oralarda geziniyor. Vardiye değişimi sırasındaki bir boşluktan faydalanarak eve giriyor. Bavullarını toplamış son hazırlıklarını yapan kızı elindeki silahla susturmaya çalışıyor. Can havliyle yardım isteyen Zeynep’in sesini salonda onu bekleyen Demir’ler duyuyor. Saçma sapan beyanlarıyla... aylardan beri aileye yaşattıklarıyla ... dolmuş taşmış çoktan Kerim. Günlerdir üzerinde taşıdığı kişisel problemlerinden gelen gerilimle de taşıyor bir anda. Demir Galip’i sakinleştirmeye, onunla konuşmaya çalışırken giriyor aralarına... Ne bu yaa...Galip’den kurtulamayacaklar mı? Şaşırtıyor bu celallenme Galip’i de... ne diyor bu adam be!... Yüzünde sert çizgiler yok diye, adamdan saymıyor mu yoksa Galip Kerim’i? Öyle yiğit havalarında silah çekmek marifet mi? Çullanıyor eli silahlı adamın üzerine... neye uğradığını şaşırıyor Galip, bir anda buluyor kendini yerde. Demir durdurmasa alamayacak kimseler Kerim’in elinden bu uğursuzu... ellerini kanatana kadan yumrukluyor Galip’i. ... ... Galip bağlanıyor, bir koltuğa oturtulup polisin gelmesi bekleniyor. Zeynep bin defa anlattı evlenmek istemediğini onunla. Galip neden anlamıyorsa! Hayatında başka biri yok sadece kendi hayatını kurma hayalleri var Zeynep’in. Ailesinin eline tutuşturduğu para yüzünden onunla evlenmek zorunda olduğunu nasıl düşünebiliyor? Gördü işte, Demir Bey evleniyor . Galip de kendisini seven birini bulsun, mutlu bir hayat sürsün, kendisini de rahat bıraksın. Demir çok vaktinin olmadığını biliyor... Zeynep gittikten sonra oyalanmadan Galip’e Ali’ye ne anlattığını soruyor... ama yanıt alamadan polisler gelip Galip’i götürüyor... odadan çıkar ayak “Eninde sonunda sende yakayı ele vereceksin!” diye sayıklayışına ne Kerim ne Demir anlam veremiyor.
İhsan, Ziya ile sabah konuşma fırsatı buluyor... damadının evinin köşesindeki kahvede rahat rahat konuşma önerisini memnuniyetle kabul ediyor. Ziya çayını, İhsan türk kahvesini içerken sohbet ediliyor... Ziya taşrada büyüyen bir genç... Gonca zengin kızı... onunla çıkmak havalıydı... ilerisi düşünülmemiş bir macerada içgüveysi buluverdi kendini sonrası. Antakya eşrafı, Neriman Hanım... yada ona verilen işte boş boş dolaşması... hep eksik o, hep gururu yaralı. Baba evine döndü bu nedenle, kendi yağıyla kavrulmalı. Gonca onu sevseydi yanında olmaz mıydı? Bir ayna tutuyor kayınbaba damada... Ziya alıştığı çevrede yaşamak istiyor, kızı da... gerçek bir alternatif sunsa , Ziya’nın yanında olur karısı daima. Emek vererek, fedakarlık ederek bir aile olmayı öğrenmeleri gerek. “Gel benim tarlada çalış” diyor iş konusunda... Toprakda çalışan hiç kimseye içgüveysi diyemezler. Nasıl çalıştığın gün gibi ortadadır. Bildiği herşeyi seve seve Ziya’ya öğretir İhsan. ... ... Öğlene kadar şehirdeki arkaşlarını ziyaret edeceğini söylüyor damadına... gelmek isterse de birlikte dönerler Antakya’ya... Onurlu... istendiğinin hissettirildiği bir seçim sunuyor damada bu baba. Bazen insan ihtiyaç duyar bir ele hayatında. Yanında bir bilen ile çok çalışma vaad edildi ona... Tutuyor o eli Ziya’da. Dönüyor İhsan’la Antakya’ya. ... ... Karısı karşılıyor daha çiftliğin ana kapısında... tedirgin, ne yapacağını bilemez ama yürek çarpıntılarıyla... kocası döndü ona. Şehirden gelen Neriman ve Fatma Ana’da pek memnun kalıyor Ziya’yı görmekten Gonca’nın yanında. Ali, temiz mi değil mi bir bakılsın diye, İstanbul’da tanıdığı eski bir emniyet görevlesine getiriyor tüfeği. Antakya’da İhsan’dan yardım istemişti iş adamlarıyla tanışmak için... İstanbul’da... üstelik böyle işler yapabilen birini ona bulan kontağı kim ki? Gecikmeden geliyor netice eline... dönüyorlar derhal geriye. Asi ve Defne... bir kez daha kuşlu evde... gelinliğini gösterme fırsatı buluyor sonunda kardeşine. “Nasıl gelinliğimi beğendin mi?”... Çok güzel... gözleri takılı kalıyor muhşetem beyazlığa Defne’nin... ama anneleri bunu görürse kıyameti koparır... biliyor değil mi Asi’de? İyi de, bu saklanabilecek bir şey değil!.. Mecburen görecek anneleri. Defne’nin durgunluğu dikkatini çekiyor bu arada Asi’nin. Niye üzüldü yine? Kerim’in onunla konuşmadan çıkıp gitmesine kızdı Defne... yoldan aradı ama bu yetmez ki?.. Yakın geçmişte yaşanan sürtüşmeler daha derinleştiriyor bu habersiz gidişi... olduğundan başka şeyler aranıyor altında... insanoğlu açık art niyetlere kanmaya böyle zamanlarda... hiç doğru bir şey düşünülmez, yüreği yatıştıracak bahaneler ortalığa düşmez. Defne’de böyle bir çıkmazda. Evlilik telaşesi içinde farkında değil gibi oysa haber vermeden gitti Demir’de Asi’ye. ... ... Neler yapılabileceğine bakmak için Neriman ve Fatma katılıyorlar gençlere... Annesi ilk kez geliyor bu eve... daha girer girmez hoşnutsuzluğu dilinde. Yeni gelin böyle bir eve mi girer, hadi bir konak olmadı, Defne’nin apartmanı gibi bir yer de mi bulunamadı? Bin yılın kiri, taşa toprağa sinmiştir. Onun hayallerinde Swarovski taşlı banyolar varken... kızı gidiyor aşınmış kurnaları seçiyor. Alay ediyor artık Neriman’la kızları bile... yok artık!... Demir’i Arap Şeyh’i mi sandı anneleri ne?.. Cemal Ağa’nın ‘Arap Şeyhi’ şaşkınlığı geliyor hep gözlerimin önüne bu sahnede... Kozcuoğlu Çiftliğinin satışında avukatı sıkıştırdığında aldığı cevapta benzerdi Neriman’ınkine. Asi kendini hatırlatmaya çalışıyor annesine... hiç tanımadı mı kızını... sevmez öyle şeyleri kendi diye. Neyi seviyor kızı çok iyi biliyor aslında Neriman... mısır, ot, böcek, davarlar... ayy iyi... ne hali varsa görsün... karışmıyor artık Asi’ye. Diyor böyle demesine ama yinede ilave ediyor, yapılacak bir şey var mı bir baksınlar içeriye. Bir karambol oluşuyor o anda çalan kapıyla birlikte. Süheyla içeri girerken onun gelişinden hoşnut olmayan Neriman’da fırsat buluyor gelinliğin asılı olduğu odaya geçmeye. Asi ve Defne... eli kulağında gelecek tepkiden gergin, bakakalıyorlar misafire... neden hayalet görmüş gibiler öyle? Sebep anlaşılıyor bir çığlık yükselince içeride... “Bu gelinlik de nesi burda?” Ondan habersiz herşeyi halletmiş Asi... annesi ama dış kapının dış mandalı gibi. Süheyla’nın yağları eriyor duyuyor olmaktan bu havadisi. Neriman’ı takmayan birileri var demek ki!.. Neriman şu anda Süheyla’nın bile burada olduğunun farkında değil sanki... devam ediyor... bıraksaydı da bari gelinliği beraber alsaydılar... bu kadarını bile ona çok mu gördüler? Demir sürpriz yapmak istemiş, Asi yatıştırmaya çalışıyor bu bilgiyle annesini. Ters tepiyor Neriman’da bunu öğrenmesi... Demir’in gelinlikten önce düşünmesi gereken şeyler var, mesela şu izbe yer gibi. Eve yöneltilen bu hakaret parlatıyor kenarda olan biteni seyreden Süheyla’yı.. Neriman’ın izbe dediği bu yer Demir’in annesinden kaldı. Bu evin ne kadar kıymetli olduğunu hiç anlamıyor değil mi... parayla pulla ölçülmez bu... kendi kızını anlasın bari. Bitmiyor... sürüyor dünürlerin ağız dalaşı... nereden nereye ve nasıl geliniyor... Chippendale tabağın kırılıp paramparça olduğu bile mevzunun içine giriyor... e.min bıktı, gerisini yazmıyor... Asi de herkesi evde bıkıp çıkıyor... o da bıktı annesiyle Süheyla Hanım’ın kavgalarından, hiç kimse aklı başında davranmıyor. Defne yetişip onu yakınlarda bir işyerinin kapısında sandalyeye oturmuş bulduğunda... asıl soru soruluyor... “Kerim’le Demir neden apartopar İstanbul’a gittiler... sebep gerçekten Melek mi?... Bilinmezle dolu onların bu seyehatleri... öğleden sonra Defnelerin evindeyken yapılan telefon konuşması da açığa çıkarmıyor hiç bir şeyi. Demir’den duyduğu tek mantıklı şey, onu özlediği... geleceklermiş neyse ki... bu akşam görecek Demir’i. Kozcuoğlu Çiftliği... akşam... salonda toplanmış bütün aile üyeleri... Sarmaşık da davetli... avukat okuyor mirasçılara Cemal Ağa’nın bir yıl önce hazırlattığı vasiyeti. Kızı ve torunları arasında bölüştürdüğü malları madde madde sıralıyor... Neriman’a kalan tüm mallarda, İhsan Kozcuoğlu’nun vekil tayin edilmiş oluduğu ve imza yetkisinin ona geçtiği öğreniliyor. Torunlara biner dönüm tarla, ürün hakları ve adlarına açılmış tasarruf hesapları pay ediliyor. Niye Sarmaşık yok... niye hiç adı geçmedi... ona birşey kalmıyor mu, yasal olarak hiç birşeye hakkı yok mu? Cemal Ağa, Konağı miras kapsamına almamış. Bu durumda Konağın dörtte biri Sarmaşık’a ait, geri kalanı Neriman’a... Kerim giriyor salona.... Defne’nin ilk farkettiği kocasının elindeki sargı... beyaz yalan... hazırlanmış çoktan... eline ağır bir şey düştü de, bu bandaj ondan... Sarmaşık bir duble viski de teselli bulmaya çalışırken, avukatın bundan sonraki süreç hakkında verdiği bilgiye dalıyor İhsan ve Neriman. Asi için tam zaman... Demir bekliyor... yanına iniyor başka bir şey düşünmeden.
Hava soğuk değil aslında... yine de bir ateş yakmış Demir amaçsızca. Hatıralar canlanıyor alevlerin içinde sevdiğini beklerken... bunlar hep Asi’ye dair kendi kendine yaşadığı keyifler. Ucuna iliştiği kütüğün boş bir yanı... oranın Asi’ye ait olduğunu bilmek , hızlandırıyor kan dolaşımını. Görünüyor işte, o da nasıl Demir’e hevesli... hızlı adımlar getiriyor sevdiğini... kollarını boynuna saran Asi, dolduruyor yüreği... hep ona böyle sımsıkı tutunmuş kalabilir mi? Birbir saymaya, anlatmaya gücü yetmez Demir’e Asi’yle birlikte gelenleri... sanki allahın emri. Önceliği aldı bedenleri ama onlar birbirini de görmeli... ensesinde yine, kendini gevşetip biraz geri çekilen sevdiğinin dokunuşları. Bakışlarında o buğu... ama sesi hırçınlık dolu... çatıyor, “Bana hiç birşey söylemeden gittin!... Bak eğer böyle yapacaksan”... Ahhh Asi... hiç bir şeyin farkında değilsin değil mi?... Sabırsızlığım... ihtiyacım... bu saf saf bana çatışın... yanan sadece şu ayaklarımızın dibindeki ateş mi sanırsın?.. İçimdeki zorbanın tekidir... yine kendini gösterir... dudakların bu cezadan kurtulamayabilir... acır... “Yoldan aradım ya...” benden habersiz kalmayasın. Dolaşıyor parmakları sevdiğinin dudak yolunda bir kez daha... acıtışlarını giderircesine okşayışlarıyla... o öpücüğü verilmemiş sayabilir miyiz bu aşığa ... “...çok özledim... sus artık!” ... ... Görünenin ardına kaçmış Demir’i yine... bakıyor... ama kime... sanki bir uyarı seziyor ... neye? Ona uzanan dokunuşlarında açık veriyor Demir... paramparça birşeyleri topluyor kendinden... birleştiriyor içinde. O Demir’in seveni, yaşamadı mı sanıyor bu türlü türlü sevişmeleri Asi’de. Hayaller kurmayı seven bu adam biliyor ki sevişiyor o an kendiyle... hırçınlığı mı kırşkırttı onu öyle... ama “Önce anlat”sın... olmaz böyle. Demir’in tek istediği otursunlar ve ateşi seyretsinler birlikte. Asi’yse inatçı... illaki öğrenmek istiyor neler olup bittiğini. Önce Asi oturuyor kütüğe... Demir ilişiyor peşine... Asi’nin onun için boş bıraktığı yere... “Mesele Zeynep... artık güvende... şu anda İsviçre’de...” Bu işin aslı, sonra anlatır detayları... “Şimdi sadece seni düşünmek istiyorum...” diyor Demir... ve kalıyor geldiği gibi Asi’de. Üstelemiyor artık sevdiği de... teslimiyetçi bir “Tamam” da buluşuyor yürekleri o kütüğün üzerinde. Yanağına uzanan Demir, hayallerine sürüklüyor Asi’yi bu kezde yetmez bir öpüşle... Para etmedi Neriman Hanım’ın itirazları, ay içinde gün alındı. Son sürat gidiyor düğün hazırlıkları... Eve terziler çağrılıyor, kat kat kostümler diktiriliyor... Kozcuoğlu damatları Kuşlu Ev’e eller kollar kutu torba dolu kaç sefer yaptıklarını şaşırıyor... çeyizler tamamlanıyor... seriliyor... gözleri kamaştırıyor. Fatma Ana, evlerinin Asi kızına muskalar yazdırıyor...baklavalar börekler, tatlılar tuzlular... uğur kademe geleceklere dünürlerin evlerinde ikramlar hazır ediliyor... düğün günü gelip çatıyor. Herşey bu kadar da yolunda gitmiyor... şer de ürüyor... yürüyor... Ali ile Melek şehir merkezinde karşılaşıyor. Melek’e şehirden ayrılmak yaramış, dönüşünde mükemmel görünüyor. Ama birazdan kızacak, yüzü asılacak... şuradan aldığı antika konsol cilası tamamlanmadığı için düğüne yetişmeyecek gibi görünüyor. Şans bir kez daha Ali’nin yüzüne gülüyor. Merak etmesin Melek... o antikacıdan bir hediye de kendisi aldı evlenecek çifte... Asi’nin beğendiği aynayı ayırtmıştı daha onu Antikacı dükkanına takip ettiği ilk günde. İlgilenir her ikisinin de sağ salim eve teslimine. Hala arabanın bagajında duran tüfek yerleştiriliyor Melek’in konsolunun içine. Düğün hediyelerinin içinde sokulacak Kuşlu Ev’e. İstanbul’daki incelemede tüfeğin temizlenmiş olduğu ortaya çıkmış, tek çare cinayet silahını yakalatmak Demir’in evinde... kurtulamaz böyle yapıldığı taktirde. Kuşlu Ev’de gelen düğün hediyelerini kabul eden Demir’in sekreterinin kuşkulanmak için bir nedeni yok... sanıyor ki patronunun hizmetinde. Ali’nin adamını ve eşyaları getirenleri buyur etmenin ötesinde, tedbirsizlik ederek de yanlız bırakıyor içeride... aylardır aranan tüfek artık Asi-Demir’in evinde. Siyah simokin ile tiril tiril beyaz gömleği... ruganları çamurlanmasın, seçsin bastığı yeri... elinde papyon kravatı, takamamış belli... mendil cebinde akşamı onunla zor edecek yaban gülü... bir kez daha ayaklarından başa doğru çıkıyor kamera çekimi... bütün bunları siliyor Demir adamın görüntüsü... yine “Değişmişsin!” diyecek bugün ona sevgilisi. Saçlar kısacık, bıyık kesilmiş... Asi’nin onu ilk gördüğü hali. Gerginlik mi yüzündeki ifadesi... heyecanını gizleme, telaşını belli etmeme gayreti... Bu gün bütün hazırlıklarını yaparken benzer hazırlıklar içinde düşündü durdu Asi’yi... bitirecek biraz daha böyle giderse kendini. Kerim’den yardım istiyor... uzatıyor elindekini. Birkaç dakikası daha olduğunu hatırlatıyor dostu, istiyorsa son nefeslerini alsın. İstemiyor... istemiyor Asi’siz daha fazla nefes alıyor olmak... teyzesinden gelen “vakit tamam” onun söyleyemediklerini söylüyor. Süheyla... Melek... Kerim... göreceklerine inanırlarmıydı bu günü... Demir hayatının kadınını buldu. Demir için inanması en zor olanı ise, aşkı bulmuş oluşu. Tek tek dolanıyor sevdiklerinde bakışları... artık gitsin ve alsın aşkını. Defne ve Gonca önce kendilerini hazırlamışlar... en son Asi’yi giydirmişler. Ablası sırtındaki düğmeleri tek tek iliklerken kardeşi saçlarını tel tel örüyor Asi’nin... Ne o?.. Demir’e kolay bir gelin göndermemeye and mı içildi? Fakat bu kendi kabahati... gelinliği Demir seçti. Bu ‘zoru seçme’ler onların ortak noktalarından biri değil mi... Bilinir de elbet, o düğmelerin her birinde bir öpücük gizli... bekliyor verilmeyi... bilinmez olan ilkinin altınını takarken geldiği... gelecek geriden de diğerleri... Buz beyazı gelinliğinin içinde, Demir Asi’yi ... Asi kendini... yanarken hayal etti. Sonunda bitiyor hazırlıklar... aynasının karşısına geçiyor Asi... nihayet duvağın takılması aşamasına gelindi. “Surpriz” diye Ceylan giriyor odaya çığılık çığlığa... Masal prensiyle Külkedisi ne kadar beklediler bu günü... o şahitleri... Bir aşkın perilere ihtiyacı vardır daima... burada olmalıydı muhakkak Ceylan’da, değil mi. Neriman ve İhsan geliyor küçük kızlarının peşi sıra odaya... düğün hediyesi bir gerdanlık kolye takılıyor anne eliyle boyna. Davullar zurnalar çalmaya başlıyor dışarıda. Bunlar da Aslan’ın marifeti, abisi çıkaracak Asi’yi kapıdan da. Taksınlar artık duvağı ve insinler aşağıya... Aslan’a ‘Aslan’ olmak için fırsat çıkmış... yaşayacak abiliğini istediğince. Çiftiğin girişi... inim inim inliyor davul zurna sesleriyle... duyduk duymadık denmesin... sağır sultan bile bilsin... Kozcuoğlularından gelin gidiyor bu muhteşem günde. Aslan vakurla duruyor Avlu girişinde... damadın gelişini bekliyor kapı önünde. Ziya ve Ökkeş Efendi karşılıyor eve tebriğe gelenleri günün yüzlerine yerleştirdiği gülüşlerle... buyursun herkes... buyursun içeriye... halaylar çekiliyor elde mendillerle.
Damat tarafı da geldi işte gelini almaya... Önde Demir, gözlüyor her zamanki gibi olan biteni merakla. Anlamak, öylesine bakınmaktan daha farklı etrafına. O davul zurna... mesajı var heryana olduğu gibi damada da. Coşkulu ve mutlu bu aile... kızları evleniyor ve güvendikleri bir gençle. Yeri göğü inletiyorlar... tokmak yerine sevinç vuruyor davulun gergin derisine. O kalabalık... o kapı önünde toplananlar... her birinin nedeni var Asi kızlarıyla birlikte olmak için bu gününde... kiminin atmacasına baktı, kiminin buzağına... taze sağılmış sütler gönderdi, boğulmaktan kurtardı evlatlarını azgın sularda. Bir hareketlenme dikkatini çekiyor onca karmaşanın arasında... kar beyaz bir prenses çıkıyor ortaya dantel duvağının altında. Kati bir inanç artık bu kız Demir’in hayatında. Göz göze geldikleri ilk andan beri anlamaya çalışıyor onu da. Aşka inanmazdı lakin Asi’yi çıkardı kader onun karşısına. Masallara inanmazdı... ama bütün masal prenseslerini... mağrurlarını, uyuyanlarını... kar beyazlarını, kaçanlarını... yaşattı bu kız ona. Sahi... Asi ne ona? Adam boyu ekinlerin arasından önüne fırladı ilk andan beri yaşamın ta kendisi bu adama. Geçmiş yığınağından çekip çıkaran da. O varsa var herşey , yoksa yok nefes almaya neden bile canında... varlığının yalnızlığını bitiren ve başlatan Demir’i... eskiden o neydi, hatırlamıyor şimdi. Oluyorken bile olduğuna inanmakta zorlandığı, yanıtların alayı gelse cevaplayamadığı kadını. Günlerce hayal etti onun olduğu anı... böyle bir anda yaşam durur mu... oysa ailesinin yanında özgürce onun eline uzanabilmekmiş öldüren dokunuşu. Davullar sustu... kalabalık sustu... yapraklar, rüzgarlar...hatta denizin kokusu... fısıltılar dolaşıyor her yanında yalnızca, Asi senin bundan sonra. Bir adım atmalı... sonra bir adım daha... bunu başarabilir... Asi’de beklemiyor daha fazla... ona geliyor abisinin kolunda... Herşey manasız... herşey boşa... tek yapmak istediği... koşmak Demir’e yalnızca. Kolay olmadı bu ana varış, herkesin gönlünü hoş tuttu, kırılmasınlar onlara. Detayların içinde... Asi-Demir’e ait olanları yaşadı sadece, zaten farkedilmediler o ayrıntılarda başkalarınca... bıraktı gerisini yapmak isteyenler yapsın gönüllerince. Sabahtan beri bir garip ruh hali içinde... alışık değil bunu yaşamaya evinde... bir sakinlik, bir durgunluk içinde... ama kıpır kıpır hareketli bedeni de... bugün son günü evinde. Demir’i, kendisini hayal ettiği beyazlarla karşılayacak onunda çocukluğunun geçtiği çiftlklerinde... saçları dalga dalga omuzlarında, sevdiğinin göğsünde göreceği o yaban gülünün bir eşi iliştirilmiş olacak duvağına... buluşacak elleri baba çatısı altında... ayrılmayacak bir daha. Eteklerini tutan Ceylan hemen ardında... ailesi geride... çıkıyorlar evden birlikte. Onunla göz göze geliyor... ve kalıyor öylece... Sakin olabileceğini sanmıştı... bu ana günlerce hazırlandı... ama bakışları buluştuğunda, planlanmışlar kalamıyor aralarında... farkında... bu an da yaşanmalıydı kalp çarpıntılarıyla onu her görüşünden daha fazla. “Değişmişsin” diyor yüreği... bu yürek fısıltısının süzülerek onca sesin arasından ulaştığını biliyor sevdiğine... değişti Demir... değişti onunla... değişti her anlamda. Ne kadar doğru bir an diye düşünüyor e.min’de bırakıp gerçekleri bile bir yana. İlk dokunuşları gibi doğru... ilk öpüşleri gibi doğru... birazdansa adım atacaklar bir başka doğru ilke... Her ilk eşsizdir bir biçimde... onların ilkleriyse hep bir anlaşılmaz büyünün etkisinde. Başlangıç arayacaksak ilk sevişmelerine... dokunuşlarında aramak yerine şu ana dönmemiz gerekecek ileride. Birbirinin oluş... başladı özgürce. Onlar haricinde herşeyi uyumsuz kılan bu mertebeye diyecek tek bir sözü yok e.min’in bile. O kadar çok şey söyledi ki bölümlerce... yürüsünler artık birbirlerine. O kalabalığın içinde saklı e.min’de... bir fısıltı da ondan den gelsin Asi-Demir’e... Mutlu olun... bahtınızda sizin gibi güzel olsun... Abisinin kolundan teslim alıyor Demir Asi’yi... bundan sonra o, Asi’nin güveneceği... o Asi’nin huzur bulup dayanacağı... Koluna dolanan eli, ceketinin üzerinden usulca ona tutunan parmakları... ‘Senin olduğum kadar benimsin’ diyen bakışları... göğsünün üzerine serbestçe düşen kara dalgaları... ama bir dakika... örgüler mi görüyor tülün altında... uğraştıracak saçlarında gelin bu damadı... Hayalini kurduruyor duvağına iliştirilmiş yaban gülü kendi elleriyle onu oradan alacağı anı... göğsündekiyle yan yana gelecek, birlikte geçirecekler bu akşamı. Bitecek yanlızlık... yalnızlıkları. Sönük kalmıyor mu sevdiğinin teninin yanında satenin parlaklığı. Kamaşmasınlar... yavaş yavaş çıkaracak üzerinden o kumaş parçasını... Gözleri gözlerinde buluşuyor sonra iniyor bir öpücüğe bakışları... bir gelin-damat yüyürüyor o çiftlikten dışarı... Durun... durun bakılım... o kadar kolay mı?.. Davulcu kesiyor yollarını... güm güm vuruyor tokmağını... gelini irkiliyor sesten... titreşimler geçiyor sanki o incecik bedenden... omuzları oynuyor yeriden... versin Demir bahşişini hemen savuştursun davulcuyu yollarının üzerinden. Ceplerine uzanıp... ikisine birden... hazır ettiği para tomarını çıkarıyor sağındakinden.., yüklü bahşiş sıkıştırılıyor gergin iplerin arasına... nasıl bir keyifle yapılıyorsa, “Bu kadar mı güzel bahşiş verilir davulcuya” dedirtecek cinsten. Eline uzanıyor artık gelininin... kolunda hissettiği o parmaklar geçmeli kendi parmaklarına... nabzını hissetmeli kendi nabzında... tüllerini açıp geliyor Asi bir kez daha ona... önüne doğru kayan duvağından kurtulup uzanıyor sevdiğinin aranan dokunuşlarına... sıkı sıkı kenetleniyor elleri. Onu arabasına bindirme bile bindiremediği o günlerden gelindi... gelinliğiyle çağıldayarak onun yanına oturan Asi... bir masala döndürüyor bugün herşeyi. Sakinlik içinde... ara ara göz göze gelerek geçirmiş olmalılar Antigone’ye kadar olan yolculuklarını. Şu yol ayırımında indirmişti arabasını zınk diye durdurup Demir Asi’yi... alamamıştı da geride bıraktığı kıza bakmaktanda gözlerini. İleride görünen o dört ağaç, biri babası biri Defne doğunca dikilmişti... Demir’in onu coşkuyla bağrına yasladığı, saçlarına ilk öpücüğünü kondurduğu yer artık şimdi. Biraz evvel geride bıraktıkları, ayçiçeği tarlası, değiştirmiş renklerini... ama hiç unutmayacaklar orada birbirlerine inançlarının, güvenlerinin sınandığını. Acı, tatlı... mucizevi... payidar bu şehirde pek çok anı... Demir Antakya’ya yeni mi geldi.? Asi’ye sanki Demir’siz Antakya hiç olmamış gibi. Elline uzanarak ve öperek vermiş olmalı Asi’nin istemsiz o iç çekişine karşılığını sevdiği... Antigone’deler artık... hatıralarını yad ederek geldiler onlara özel bu yere... verilen sözleri resmileştirmek için bu kez de. Kurdeleler, dantellerle... onların renkleriyle süslenmiş bu gün antik kent... mutluluklarıyla süslenmiş. Öykünmüş çarpan kalplere... kuşları çağırmış göğüne. Cennet gibi bir mekan yaratılmış... bir nikah masası orta yerde... dursunlar orada birlikte...tekrar etsinler yeminlerini bugün, dünyanın önünde. Evlenmek için başvurdular... memurun nikah kurallarına uysunlar, ‘hayır’ı unutsunlar... yüzlerde gülücük, gerekli cümleleri kursunlar... Demir Doğan ve Asiye Kozcuoğlu eş olsunlar. İlk soru gelin hanıma... kabul ediyor mu yanındaki bu adamı... söylesin de duysunlar. Yeşil kahveye dönüyor... engelere rağmen güzellik iyiliği bu topraklarda hep buluyor. Çare çaresizliği, aşk öfkeyi... yalnızlık ‘biz’i kabul ediyor... kendisi olmadan Demir Demir olamaz biliyor. Bu biliş hali, boyun eğiş olabilecek bir ‘evet’in gerçeğini nasıl değiştiriyor. Kim önce söylüyor kim sonra... kim yüksek sesle kim susuşlarla... bakışlarını karşılayan bakışlarda ‘Ben aldım cevabımı’ diyor sevdiği ona... bu dağlar taşlar, bizi saran bu rüzgar, tepemizde dönüp dolaşan kuşlar da... ‘Beni istediğini dünya alemde duysun duymaları gerekiyorsa, söyle onlara ...” |