Sample picture
 
Bir köşebaşında bıraktım Asi-Demir’i... o köşebaşından koşar adım gelen Asi, çamurların içinden geçerek yağmur adamına yaşamı geri verdi. Mağrur prensesimiz ve susuzluğumuzun yenilmez şövalyesi... sırılsıklamdı... eleleydi... Masalların mutlu sonu kırk gün kırk gece sürer değil mi? Yine böyle masalsı bir öge ile bağlandı onların sezon geçişleri...

...ama o geceye bir can bıraktı ikisi... kafamızda sorularla geçse de yaz... sanki hiç ayrılmamışız gibi, bulduk yine o köşeyi...

Kozcuoğlu Çiftlği... Asi giriyor görüntüye, o köşeden yine. Kararlı adımları bugün de oysa istediğini elde edememiş bir ifade yüzünde... Çardakta oturan Gonca ve Fatma Ana’nın yanına gidiyor yakınarak, “Gelmiyor... ikna edemedim birtürlü!”... Annesinden bahsediyor... Neriman’dan... kaç gün geçmiş koskaca Cemal Ağa’nın sırlarla dolu ölümünün ardından ama o herşeyden elini eteğini çekmiş, oturuyor öylece odasında çıt çıkarmadan. Kimse üstüne gidemiyor... gidilince kızıyor. Çardakdaki sohbeti Cemal Ağa’nın kırk mevlüdü için okuntu (I) getiren bir genç bozuyor. Kızlar şaşkın, Neriman’ın tepkisini öngörebilen Fatma ana ise okuntuyu elinde bile tutamayacak kadar yüreksiz. İyi de oluyor belki... “Ben dururken Sarmaşık kim oluyormuş diye yıkıp geçiriyor ortalığı evin annesi, süklüm püklüm oturmalar bitiyor, cengaver kesiliyor duyunca Sarmaşık’ın davetini... “Bu ne cesaret!”... fırlatıyor ellerine bırakılan okuntuyu... kendisi dururken Sarmaşık’a ne oldu. Neriman’ın odasından çıkması için de böyle bir şey gerekiyordu.

İhsan, Ökkeş ve Aslan yine topraklarında... geçen sene hastalıkdı, bu sene iyi gibi görünen mahsülü de vuracak sanki kuraklık... Cemal Ağa anılıyor o bilindik ‘muhakkak bir kusur bulan’ tavrıyla... İhsan’ın mısır koçanlarına uzanışında Cemal Ağa ile ilk tanıştığımız sahne geliyor aklıma. Onun yaşlı parmakları yok kolaçan eden damadın tarlasını... eksikliği hissediliyor oralarda. Kuraklık etkilemiş herkesi... kooperatif sulamayı sırayla yapıyor çiftlikler arasında... gölette su kalırsa, sulanacak hem onların hem Süheyla’ların tarlaları da... Aslan her ne kadar ihtimal vermese de, inşallah ve maşallahlarla bekleniyor yine de sıra, onlar hazır etsinler adamlarını da... Gonca görünüyor mısırların arasından, annesi çıkmış sonunda odasından... “Nihayet!” dedirten bir sevinçli haber bu İhsan’a kızından.

Kozcuoğlu çiftliğine giren yol alışık değil pek bisikletlilere...oysa iki tekerlek giriyor taprak yolda görüntüye... posta güvercini desem değil... Hüseyin’miş meğer... ama yine de güzel haberler, acil haberler taşıyor birilerine. Bisikletini bırakıveriyor çiftlik girişinde yol üzerine Fatma Ana’yı görünce... bu çocuğun Asi ablası nerede? Benzer bir heyecan ile koşa koşa geliyor Asi Hüseyin’e... çok söze gerek yok... canda taşınan bir kağıt parçası gömleğin içinden çıkarılıp fısıltılarla veriliyor gözleri parlayan Asi’ye. Kimseyi şüphelendirmemeliler... hemen uzaklaşıyor bisikletine binilip Hüseyin de. Bir araba görünüyor... Defne ve Kerim yanaşıyor girişe... Asi güç bela vakit bulabiliyor elinde tuttuğu zarfı koyabilmek için cebine. Defne anlamaz mı olan biteni... bir taraftan öperken kardeşini, soruyor fısıldayarak o da, sanki bilmez gibi... “Kimden bu mektup bakayım?”... Kerim şaşırıyor en çok bu işe... “Bu çağda hala mektup yollayan mı var? Kim bu antika adam?”... Kim olabilir Asi’yi böyle aşkla sırlayan... atını aldığı anki gülüşü yüzünde o an. Önemli değil Kerim’in takılmaları... sms diye bir şey çıkmış... kimin umurundaydı. Asi, dokunduğu zaman dünyayı durduran bir adama... herşeyin ardını gören ve gösteren bir adama sevdalı. Demir’in, bir kağıt parçasında Asi’ye gönderebilmeyi başardığı şeylerin yeri daha doldurulamadı. Defne ise kocasının bu yaklaşımından hayal kırıklığına uğramış gibi... mektubun yerini tutar mı sms hiç... birbirlerinin el yazısını bile tanımıyorlar... çok yazık onlara. Defne’nin işaret parmağı bir yol çiziyor kalbe giden Asi’nin vücudunda. Beyinden başlayan bu yolculukta aşk, geçerken yüreği çarptırıyor yerinden çıkarcasına ... sona vardığında ise sözcüklere dökülüyor... giriyor bu aşık kıza ulaşan sayfaların arasına. Asi’nin boş bulunuşundan yararlanıp emniyetle cebe konmuş zarfı kaçırırken kardeşinden, yaramaz çocuklar gibiler o anda ikisi birden.

Bedenleri sevdi ve çekti Asi-Demir’de birbirini... ama akılları da. Bu çocuksu mektup kapmacada... Defne’nin o aşk yolunu başlattığı yerin Asi’nin beyni olması çok doğru geliyor bana...

Bu oyunlara bir son versin ama abla... haberi var mı anneleri fırtına gibi esiyor evde, o nelerle uğraşıyor oysa!.. Kerim yorumluyor bu ne anlama geliyor onlar adına... “Kayınvalide ayaklandı haa!”... Defne eve gönderiliyor, Kerim teyzesine, Asi hala mektubuna kavuştuğu o avlu ağzında... O mektup çıkıyor yine ortaya. Doyulmamış heyecanlar ötelendi ama orada. Sıkıca bastırıyor göğsune daha açamadığı, okuyamadığı, bilmediği sevgi sözcüklerini... ama varlar işte, parmaklarının altında. Kapalı kalacak o zarf biraz daha, ta ki Asi özel dünyasında o mektubu fırsat bulana kadar açmaya.

Kozcuoğlu Çiftliği... evin hanımının sesini duyuyor günler sonra. Ne günlere kaldılar... Sarmaşık, babasına karılık etmeyen, meşakkateni çekmeyen, o yolun yolcusu bir kadın... mevlüdü, duası kabul olur mu onun? Rahmetliyi kapana kıstırdı, ses etmediler ama mevlüdünde herşeyi kendi elleriyle yapmaya kararlı Neriman. Kızlar ve Fatma sakinleştirmeyi başaramıyor ama İhsan yetişiyor allahtan... iyi haberi de kötü haberi de aldı çoktan... hiç merak etmesin karısı, gider konuşur Sarmaşık’la... uygun düşmeyeceğini söyler ona ama Neriman’ın ayaklanmış olması önemli olan. Karısını böyle hayata küstüren, babasının katilinin henüz bulunamamış olması... bunun da farkında İhsan. Taze bir bilgiyi de paylaşıyor evdekilerle... yeni bir savcı atanmış... izler, deliller olmasa da... ehil ve dikkatili biri işin başında olursa ortaya çıkar gerçekler... Cemal Ağa, eğrisiyle doğrusuyla özel bir adamdı, katili bulunmadan rahat edemeyecekler.

Cemal Ağa’nın cinayet soruşturmasında bir ilerleme kaydedilememiş bu ana kadar... görevde olan savcı tayin edilmiş ve yeni bir savcı atanmış Antakya’ya. Emniyet’ten adamlar karşılamaya gidiyorlar kendisini havaalanına. Şehir hala çalkalanıyor Cemal Ağa cinayeti ile... kim yaptı... neden yaptı... merak konusu. Kaçakçılık geçmişine rağmen bir ileri gelendi Cemal Ağa buralarda. Yeni gelen savcının da ilk işi bu dosyayı neticelendirmek olacak, Olayın tek bir görgü tanığı var... Demir Doğan. İfadesi tekrar tekrar alınmış zamanında ... ama şu anda yurtdışında. Yeni savcı şaşırıyor bu duruma, “Kim bu Demir Doğan... ne iş yapar?” O da buranın ileri gelenlerinden, sözüne güvenilir, saygı duyulan, çalışkan bir genç... Yurtdışına çıkmasına müsade edilmesine yetmiş bu sıfatlar... halbuki Demir Doğan cinayet mahalinde bulunan bir adam. İşini titizlikle yapan biri bu yeni gelen... o gece konağa gelenler, Cemal Ağa’nın iş yaptığı köylüler, varsa ortakları, çalışanları, karısı, kızı, herkes... hepsinin ifadesi alınacak yeni baştan.

Sonunda bir fırsat yaratıyor Asi... cebinde Demir’den gelenle dolaşmak da güzeldi ama bilmeli artık ne demiş sevdiği... daha odasından içeri girerken açıyor zarfı. Gelen bir kart... Asi bunları almaya alışık gibi...önce dolanıyor resmin üzerinde gözleri... sonra kaldırıp kapağı okuyor içindekini. Yatağının etrafından dolanıp oturuyor başucuna... kıymetlilerini sakladığı o ahşap kutu görünüyor ekranda... içinde başka kartlar... saçılıyorlar Asi’nin yatağına. Dallı çiçeklisi, sarı papatyalısı, çiğdem gibisi... bir başka hazineyi barındırıyor ardlarında herbiri. Demir için inanılmaz bir aşama... birer ikişer kelime gelen bütün beyaz sayfalarda...

Sen de
benim
kadar
mutlu musun?
Seviyor musun?

Asi’nin elleriyle yatağa yayılan kartlarda, Demir’in sesi... duyduklarım gerçek mi? Geride bıraktıkları süreçte, onca acıyı da taşıyıp taşmış ki dudaklarından nefesleri... bu sevgi sözcüklerini kabullenmek güç... bir yabancı gibi... bu Demir’ mi?... Son gelen kart çözüyor mu birşeyleri...

Benimle...

Telefonunun çalınmasıyla bölünüyor Asi’nin düşünceleri... cevaplıyor çağrıyı ve bekliyor sesizce Asi... “Canım... iyi misin?” duyuluyor öbür uçtan. Gözlerini kaçırıyor bizden Asi... başka bir utangaçlık hali mi?.. Paris manzarası giriyor araya... Eyfel Kulesi... “Kartını aldım” diyor Asi... “...ama kart falan yetmiyor artık haberin olsun!”... ve Demir görünüyor... o, loşca bir koridorun ucundan yürürken bize doğru... Asi sitem ediyor... tamamlasın artık şu cümleyi, meraktan çatlattı Asi’yi. Bu Demir’in sesi mi diye sorup duruyorum kendime deminden beri... sevgi sözcükleri o kadar şaşırtıcı bir rahatlıkta ki... ya bu gelen kim? Andırıyor... ama gerçekten Demir mi? Asi “Çok özledim...” derken ona, Demir çıkıyor loşluklardan açığa... bu tanıdığımız biri değil ki... Neler oluyor... saçlar uzatılmış, bıyık bırakılmış... 50’li 60’lı yıllardan çıkıp da gelmiş Demir sanki... neden ki? İhsan, Ali Uygur’u ilk gördüğünde, ben bu adamı tanımıyorum demişti... bende de benzer bir ruh hali. “Seni çok özledim” diyor Demir’e sevdiği. Yüzlerinde birbirlerine apaçık olabilmenin hafsalalarımıza sığdıramadığımız tebessümleri... ısrarcı, aşkla haşırneşir bir Demir bu karşımızdaki... doymayacak defalarca da duysa Asi’den bu sözleri... “Pardon!.. Duymadım... bir daha söyle”... Söylemeyecek Asi... ona ne, ona ne, duysaydı sevdiği. Asi’nin itirazında omuz silkelemeleri, Demir’in ısrarında, durup o koridorda dikkatini konuşulanlara verişleri... “Neyi söylemeyeceksin Asi?”... söyletecek ona illa ki... “Seni özlediğimi”... Demir’de çok özledi... o kadar özledi ki son kartı kendi elleriyle verecek Asi’ye... Öyle mi?.. Ne zaman... “Yarın...” ... dönüyor Asi’nin sevdiği... “Gereçekten mi?”... Evet, dönüyor Demir... ama bekleyecek biraz daha o cümlenin tamamlanması için Asi, söyleyemez telefonda sevdiği. Kulaklarına, bastırılmış bir kahkaya bürünüp geliyor sanki Demir’in “Olmaz”ı... Asi miydi sığınağında ona bilmeceler çözdüren... tersine akan bu kız yoksa onun için üzülebilir mi, sevinebilir mi dedirten. Demir’de karşılık veriyor belli ki mesafeler ötesinden. Hayaller kurmayı sevdiği kadar sever oyunlar oynamayı Asi’yle Demir... Asi ömür boyu nasıl onun olur? Kafası bununla meşgul. Demir’in kart oyunları meydandadır... onlarda iz sürümek, zor mudur? O suskun adam ya... hazırlığı budur. Asi’nin kapısı tıklatılıyor... Defne’nin başı içeriye doğru uzanırken, telefonu kapatıyor ... ama kurtulduğunu sanmasın sakın sevdiği, arayacak olduğunu söylüyor.

Asi, yatağına yaydığı kartlarını hızla toparlıyor avuçlarında. Defne, onun odasına kaçtığının ve gizli gizli mektubunu okuduğunun bal gibi farkında... Gizinden değil oysa özel oluşlarından bu saklanışlar... bu yalnızlığı arayışlar... Demir’den gelen o satırlar, farzediyor ki Demir’i... imalardan kurtulmuş... ama hala bilmece gibi. Onunla hiç başa çıkamayacak sanki... ona gelişinde üzerinde aşkından başka bir şey istemeyen Asi... keşfediyor sevdiğinin zenginliklerini. Boşa değil bu inan, bu güven, bu aşk... bu sevgi. Onu uğraştırmayan biri ilgisini de çekemezdi. Ve aynı hassasiyetleri taşıyor yüreği... onun dışında biri okuyamaz ona özel gönderileni. Geri çeviriyor ablasının kartlarına gözatma isteğini önceleri... ama ne yazıldığıyla ilgili değil Defne, sadece ön taraflarına bakacak... ağır basan böyle bir aşka dokunma isteği. Fakat orada duruyor aynı zamanda dizinin gerçekleri... Demir’le durumlarını bilmeleri gerekmiyor mu, babalarına ne zaman söylemeyi düşünüyor Asi? Sona erdiriyor bu soru kardeşinin yüzündeki gülümsemeyi, İhmal mi... çekinme mi... yoksa güçlükle ulaşabildikleri bu iki kişilik dünyada olabildiğince saklı kalabilme isteği mi? Olmazlardan geri döndürdüler Asi-Demir’i... ‘biraz da kendilerini düşünen’ bir bencillik belki ama şartlarda hiç elvermedi. Ortada annelerinin hali. Ancak bugün biraz toparladı kendini. Birde ötelenip durulan... halledemediği şu Ali konusu. İş için birkaç kez buluştular ve her seferinde onunla konuşmaya çalıştı... Fakat başarısızdı Asi... onu yasta oluşlarıyla susturdu, Ali. Ona ‘seninle evlenemem’ demesine fırsat vermedi... bir şey söyletmedi. Bir ağırdan alış seziyorum Asi’de... illaki söylemek istese söylerdi. Bu da Asi’nin ruhsal reflekslerinden sanki... suçlu olduğunu hissettiği noktada, nasıl söyleyeceğini bilemiyorsa, susmayı tercih ediyor... Demir’in yanında işe başladığında İhsan’a söylemeyi ihmal etmişti... şimdi de evlenemeyeceğini söylemek konusunda Ali’yi... ‘ihmal’ demek içimden geldi ‘kaçış’ yerine... belki her ikisi de geçerli... kaçışlarda Asi’ce değil mi... Daha ilerideki örnekler yaşandıkça ise ‘susma payları’ diye eleştireceğim Asi’yi... Demir ile birlikteyken Ali’yi hayatında bekletmesi de ona uymayan şeylerden biri. Dizi boyunca istikrarlı olarak izleyeceğiz onda bu susturan refleksi... Asi canlandıranı Tuba Büyüküstün ise bu duyguyu bize her zaman çok iyi verecek... o yeşil gözlerde aşk kadar suskunluklarda savuşturulmadan, yapyalın işlenecek. Gerçek gibi...

İhsan, Sarmaşık’ı ziyaret ediyor. Ailenin büyükleri dururken Cemal Ağa’nın kırk mevlüdü hazırlıklarına girişmesi uygun muydu, diye soruyor. Sarmaşık, onların tarafından hiç ses çıkmayınca kendisinin de mecbur kaldığını söylüyor. Anlıyor İhsan... öğütlüyor ki... kalksın gitsin Neriman’ın yanına... özür dilesin ondan habersiz böyle bir şeye kalkıştı diye... gönlünü alsın büyüğünün, bir yol bulsunlar birlikte. Ne zamandır görmemiş belli ki İhsan Sarmaşık’ı... soruyor bir ihtiyacı var mı. Herkes kendi acısında... unutulmuş konağın son hanımı. Hatırlatıyor kendini Sarmaşık sanki böyle bir adımla... ‘ben de varım burada.’

Yeni savcı makamına ulaşmış... Şehirde ivedi çözüm bekleyen dosyayı çoktan eline almış. . Dikkat çekiyor Demir’in tek görgü tanığı oluşu. Önyargıyla yaklaşmıyor elbet ama kuşkulanmak da savcının rölü. Kaç isim varsa dosyada, Demir başı çekiyor aralarında...

Abla kardeş’in yatak odalarındaki konuşmaları, Neriman’ın serzenişleriyle bölünüyor. Asi, Demir’i hemen arayamıyor. İlk bulduğu fırsatta ise soluğu salıncağınnda alıyor. En yakın hissettiği yerlerden biri burası sevdiğine... kendinden önce hayalleriyle oradaydı Demir Asi ile. Buralarda ortalık biraz karıştı, özür diliyor sevdiğinden geç arayabilişine. Annesiyle, Sarmaşık dedesinin mevlüdü için birbirine girmek üzere. Kadınsal çekişmeler hiç de umurunda değil Demir’in, ama mevlüde yetişebilecek olması önemli. Ayağının tozuyla görecek sevdiğini... içindeki dayatmalara zor ‘susun’ diyor yüreği...onu bulur bulmaz bırakmak zorunda kaldı... değiştiriyor konuyu... “Cinayet soruşturmasıyla ilgili yeni bir gelişme var mı?”... Olmaz mı... bu gün geldi yeni bir savcı... havalandırdı ifadenin sayfalarını... o da sana ulaşmaya pek kararlı. Asi, yine kapatmalı... tarlaya gidiliyor, onlarla olmalı. Çiftliğin kapısında görünüyor İhsan’ın açık kasa arabası... hava sıcak, kasaya yerleşmiş ablası... el uzatıyor hareket halindeki arabadan, çekiveriyor onu da içeri... herşeye rağmen nasıl mutlu Asi... nasıl yerinde neşesi... İhsan’ın dikkatini çekmiş Hüseyin’in çiftliğe gelişi... soruyor arkaya dönüp, Asi’ye miydi? Evet... derslerinde biraz yardıma ihtiyacı varmış da, matematik üstleniyor bütün suçu... aman da aman, ne matematikmiş bu... e.minim aritmetik ve geometri hiç bu kadar yakın olmamıştı aşka tarih boyu. İhsan takip etmemiş olabilir ama biz biliyoruz ki Demir abisinin özverilerinden biriydi Hüseyin’in bu yıl ki başarısı, elini onun üzerinden hiç çekmedi... hep pekiyiydi ufaklığın o seneki karnesi. Başlara bağlanırken yemeniler veriliyor ablaya mutlu haber... “Demir geliyor...” Asi’nin saçlarını darmadağan etmiş açıkta yol alıyor olmak... ne toka tutabilmiş ne yemeni savrulan dalgaları... ağız dolusu bir gülüş... ya gözlerinin aydınlığa çıkardıkları... pusular yok, puslu yeşillikleri. Bunlar Asi’nin göstermeyi başarabildikleri... ya yüreği... lafa boğmak istiyor Asi’yi ama alışık değil ki. Mutluluğa koyulmuş, bırakmış acıları geri... Deli Demir... deli Asi... deli yürekleri... yine yetişilmiyor ki.

Sarmaşık ziyaret ediyor Kozcuoğlu Çiftlik’i. Allem edip kallem edip yumuşatıyor Neriman’ı... böyle bir üste düşüşe Neriman da zaten dünden razı. Gelsin başında durdusun... bu mevlüdü konakta okutsun... tatlı dili affettiriveriyor kendini. Hem zaten Neriman ablası var artık birtek, başka kimsesi yok ki. Çağrılan misafirler, ayarlanan hocalar... ya şerbet... hele hele semaver....bir anda günün en önemlisi... sanki günler boyu odasında suspus oturan Neriman değildi.

Yeni savcı için bir karşılama düzenlenmiş şehir kulübünde... Ali’de iyice şehirli olmuş belli ki, o da savcıyı karşılamak için bir araya gelenlerin içinde. Tanıştırıyor Cemal Ağa ile iş yapmak üzere olan bir iş adamı olarak kendini. Savcı Bey’in ilk ilgileneceği dava Cemal Ağa’nınkiymiş, öyle mi? Onaylıyor savcı Ali’yi... dosya sıfırdan incelemeye alınacak, sorgu yeniden ama yeniymiş gibi başlayacak. Bu iyi... çünkü katilin hala elini kolunu sallayarak ortalarda gezişi, huzursuz ediyor herkesi. Çok oyalanmıyor Ali kulüpte, soruşturmanın yeniden başlıyor olduğunu bildirmeli... merhumun kızına hemen haber vermeli.

Gönüllü katılıyor harmana olgun mısırlar... sevgiyle serpilmişler toprağa, sevgiyle büyütülmüşler... dev biçerdöver yutarken onları üçer beşer, güler oynar gibiler. Sıcak ve kurak hissettiriyor ama kendini, kamera biraz uzaklaşıp genel panaroma ortaya çıkınca... Göz alabildiğine mısır tarlası... yanmış, kavrulmuş yaz boyunca. Allahtan ulaşılabilmiş harmana. Bir çardak da burada kurulmuş soluklanmak için adamlara, tek gölgelik bu belki de, kilometrelerce yok başka, Aslan karşılıyor babalarını ve kardeşlerini orada... Mısır tarlalarının yanında ise pamuk ekimi yapılmış komşu çiftliğin tarlalarında... orada da hummalı bir çalışma. Görüyorum çitler yok, renkler var burada. Geçebilsem bile renklerinden başka engeller duraklatıyor beni orada... ağaçlıklarda araya gelen... pınarlara sora gelen bir aşk duyuluyor yanık bir sesten... yaşamışlık eskitmemiş olup biteni bu tarlalarda... pamuklar sanki aynı pamuk, çanak yaprakları hala aynı acıtan kurumuşlukta... bir ses var ki, o da aynı kalmış... hiç değişmemiş... duymaya kalmaz buluyor o hassası İhsan’da... gerisi akıyor o pınarlar gibi bu yaşlı adamın aklına, ruhuna... kurudu mu sanılmıştı yıllarca anılmayınca, o yana bakılmayınca. Aşk da, ceza da, burada... İhsan’ı adımlarının götürdüğü yer çok geç kalınmış, ulaşılması imkansızlaşmış bir ‘olur’ hayatında. Sadece beni değil, herkesi duraklatıyor Süheyla’nın sesi orada... Asi ve Defne farkedince bu sesin sahibini, merhaba demek için gidiyorlar hemen yanına. İhsan ve Aslan’da peşleri sıra. Tanıyamadılar Süheyla’yı, her şeyi farklı, yüzündeki vazgeçilmez asıklık bile hatta. Ne kadar çok şeyi değiştirmiş bu kırk gün Antakya’da. Süheyla saçlarının topuzunu açmış, arkadan bir bantla toplamış.Onda görmeye alıştığımız etekler yerlerini sımsıkı pantalona bırakmış, dinamik bir ruh hali seziliyor her anında... mutlu... şakalaşıyor onu tanıyamayan kızlarla. Ama herkes artık işinin başına... yapılacak iş çok tarlalarda. Demir’in yokluğunda mahsulle kendisi ilgilenmek zorunda olduğunu söyleyen Süheyla’ya yardım için annesinin yanında kalıyor Aslan. Çiftlikte kimseleri bulamayan Kerim birlikte buluyor onları ekin başında... haberleri var, böyle birlikteyken konuşmaları iyi oldu aslında, Aslan da gelsin yanlarına. Demir’in ertesi gün geliyor olduğu haberi sevinçle karşılansa da, Zeynep ile ilgili verdiği talimatlar canını sıkıyor Süheyla’nın... yeğeni, köyde kalan Zeynep’in çiftliğe getirilmesini istemiş... nereden çıktıysa. Konuşturmuyor Aslan ve Süheyla, Kerim’i... konuşabilse söyleyecek planlarını ama teyzenin aklı hala başlarına olmadık işler açan, beladan başka hiç bir şey getirmeyen o kızda. Demir onu korumak için nişanlanacaktı az daha. Bu kadar iyi niyet de fazla... aştı hatta. Kerim’in zar zor fırsat bulup araya girmesiyle öğrenebiliyorlar ki, İstanbul’a göndermeyi planlıyor Zeynep’i Demir aslında. Haber dolu bu gün Kerim... sonuncusu da şehre atanan yeni savcı hakkında. Farketmeden teyzesinin ve Aslan’ın yüzlerini soldurduğunu, haberini bırakıp gidiyor ilerideki çardakda gördüğü karısının yanına.

Çardakda ise önemli mevzular konuşuluyor iki kardeş arasında... sevgilisi gelecek ama Asi toz toprak içinde yuvarlanıyor... üstelik bir de umursamıyor gibi yapıyor... belliki bu umursamaz görüntü sadece lüzum halinde kullanılıyor... etrafta kimsecikler yok artık, ablaya açılıyor... “Defne ben karşılamaya gitmek istiyorum”... öncesindeyse daha önemli bir şeyi halletmesi, Demir gelmeden Ali ile konuşması gerekiyor. Kerim, karısını alıp götürünce çardakta yalnız kalıyor. Artık Ali işini neticelendirmesi gerektiğinin farkında, telefonuna uzanıyor. Evlilik sözü verdiği adamı arıyor. Ali çiftliklerinde, annesiyle birlikte, yeni savcı ve baştan başlatılacak soruşturmanın detayları konuşuluyor. Onların konuşması içinse akşam teknede buluşmak üzere sözleşiliyor. Ali belli etmemeye çalışsa da, Neriman arayanın Asi olduğunu farkediyor. Konu onlar tarafından da biliniyor...

Aslan’a bir haller oluyor. Süheyla’ya yardım için kaldı onunla ama kendine faydası yok gibi görünüyor. Kerim’den duyduğu haber dilini damağını kuruttu... ıslatası geliyor. Uzandığı termosdan bir kaba su doldurmaya çalışıyor. Süheyla Aslan’ın farkında, hemen yardıma koşuyor. Günler evvel bıraktığımız akşamın detyaları yavaş yavaş bize gelmeye başlıyor. “Bitmişiz... Bak yeniden başlatıyorlar soruşturmayı. Ne olacak şimdi? Yalnış ettim, çıkamıyorum işin içinden. “ Aslan’ı çağırırlarsa ne diyecek onlara... nasıl sakin olsun... olamıyor, soruşturmanın derinleşecek olduğunu hissediyor o da. Öyle ya, kopuk kopuk gelen görüntülerde o akşam Aslan’da vardı Cemal Ağa’nın konağına girenler arasında. Üstelik daha gündüzünde bıçaklamıştı arazilerini Cemal Ağa’ya sattığı için birilerini akılalmazca. Onun bu ‘dokunsan patlayacak’ hallerinin Arif babası da farkında... bu haller daha beter oldu Cemal Ağa’nın ölümünden sonra... Asi yatıştırmaya çalışıyor İhsan ile Ariif’i... “Her yere yetişmeye çalışıyor... Ne yapsın? Kafası karıştı tabi.” Keşke sorun bu kadar basit olsa.

Demir, Paris görüntüleriyle geldi ekrana... hangi rüzgarlar attı onu bu uzak diyarlara. En son Melek’i ağlamaklı, hayata isyankar Paris uçağına uğurlamıştık... Kardeşinin birbaşına tedaviye gidişinin ardından o da düşmüş olmalı hemen yollara. Ziyaret ediyor şu anda da otellerindeki odada. Melek’in kolu çok iyi durumda, kaldırıp abisine uzatıyor... bir öpücükle mükafatlanıyor... doktorlar daha da düzelecek olduğunu söylüyor. Onun için herşey en güzel şekilde gelişiyor, peki Antakya’da bıraktıkları ne durumda... yeni haber var mı orada. Bir savcının atandığı ve Neriman hanımın odasından çıktığı bilgisini paylaşıyor Demir onunla. İyi de... kiminle konuştu ve aldı bu bilgileri anında? Asi tabi ki... kim olabilir başka. Hani onlar vazgeçmişti birbirinden... haberleşiyorlar mı yoksa.? Evet... hemde her gün. Demir’in yeni imajında güç geliyor farketmek aşkın izlerini... ağzı kulaklarında verirken kardeşine bu bilgileri, bıyıkları saklıyor sanki herşeyi. Alışmışlık ne kadar önemli demek ki. Dikkatimi dağıtıyor bu görüntüsü sürekli. Melek de çok seviniyor bu habere tabi ki... ama ya Ali... Demir “kapandı o konu” diyor... Asi, Demir’e inat Ali’ye evet demişti, Abisinin ‘önce o vazgeçti’ sözlerinin üzerine Ali’den duyduğu Asi’nin önemi... Melek’in kulaklarından bu kadar çabuk silinebilir mi?

Traktörün çektiği römorkun içi silme mısır darısı dolu. Günün yorgunluğunu... hasadın üzerinde sere serpe yatarak gideriyor bu toprakların kızı... çocukluğunda da böyleydi, şimdi de aynı huyu. Bu çabadan mı alıyor gücü... emek ve inanç üzerine serilmiş... huzurlu. Zorlu bir görev bekliyor bu gece onu. Ali’ye gidiyor. İşi bırakma isteğiyle söze giriyor. Ali, onu fabrikada tutmanın zor olacağını tahmin ediyordu zaten, babasına yardım ettiğini, hasatta çalıştığını da biliyor. Asi toprağı özlüyor. Mutlu etmek için onu, bir çiftlik alarak orada yaşamayı öneriyor. Yalnış başlangıç, sevgisiz temel oysa sorunları... ne anlayışlı olma, ne idare... çözemez bunları. Burada hiç olunmamalıydı. Ali’nin hayallerini daha ileri götürmesine müsade etmiyor Asi, durduruyor. Ona daha önce söylemeye çalıştı. Dedesinin ölümünden sonra düşünecek de çok zamanı oldu. Onun için, ailesi için yaptıklarına minnettar... onunla mutsuz olmayı hak etmeyecek kadar da iyi biri. Acele etti evlilik teklifini kabul ederken Asi, oysa bu ciddi karar böyle verilmemeli. Başka söz gerekli mi? Demir geliyor ertesi gün... bu bitişin ardında o var... biliyor Ali.

Ali’nin bu vazgeçişe katlanmaktan başka elinde ne var? Asi’nin bir başkasına aşık olduğunu bile bile kendisine evet dediğini, bunu baştan kabullendiğini görmezden gelerek kızıyor vazgeçişe şu an. Bütün içgüdüleri uyarmıyor muydu onu bu ana... neden durdurdu Asi’yi ve konuşturmadı asla? Bir şey daha sıfırdan başlayacak Antakya’da... Ali’nin mücadelesi... Asi artık onun sanıyordu, ama bir sözle gelen bir sözle çıkıverdi hayatından. Onun için hazırlattığı masayı deviriyor yerlere hırsından.

Asi ise İhsan’la yüzleşmek zorunda kalıyor daha eve vardığı ilk anda... köpürüyor babası onun evlenmekten vazgeçtiğini duyduğunda. Ne yapmaya çalışıyor Asi, çocuk oyuncağı mı bu? Ali’yi sevmediği belliydi, hangi akla hizmet ona ‘evet’ dedi. Onlar daha bu kararını kabullenmeye çalışırken, karşılarına vazgeçişiyle çıkıyor, bir delikanlının duygularıyla oynadı Asi. Buna hakkı var mı ki?... Ya işin diğer boyutu... o bu topraklarda, gelenek, göreneklerle büyüdü... herkes düğünün ne zaman yapılacağını sormaya başlamışken, böyle bir vazgeçişi nasıl karşılayacaklarını nasıl düşünmedi? Bu sorumsuzluk... ailesini herkese karşı mahçup edişi... bunlar hiç mi aklına gelmedi. Yakında yeni bir evlilik kararıyla karşısına gelmez, umuyor ki...

Ertesi sabah... Kozcuoğlu çiftliğinde kahvaltı masasında evin ahalisi. Neriman telefonda, Ceylan ile konuşuyor... sonunda istediğini elde etmiş, yatılı okula gitmiş evin en miniği. Söylesin bakalım bir ihtiyacı var mı? Okula alıştı mı? İhsan’sa Ziya’ya soruyor, Kerim’in yanında yeniden başlamayı düşünüyor mu? Neriman Hanım... yani anneleri... artık iyileşti... onlarda Gaziantepe dönecekler baştan karar verdikleri gibi. Annesini orada yalnız bırakması mümkün değil, bundan sonra annesinin yanı Ziya’ların yeri. Yarım yamalak da olsa duyuyor Neriman konuşulanları... alel acele sonlandırıp Ceylan’la görüşmesini, müdahale ediyor gecikmeden, kapatılsın bu konu. Çocukları hiç bir yere göndermez, burada kalacaklar... iş güç, para pul da düşünmesinler... babasının koskoca mirası var. Hiç İhsan’a göre değil dşbü bunlar. Cemal Ağa’nın malına mülküne göre mi hesap yapacak?

Bu gün mevlüt var... Sarmaşık ile Neriman arasında karışıyor hazırlıklar... yer değişikliği konusunda bilgilendirilecek konuklar... okumaya iki hafız birden katılacak, birde yemekler konusu var.... yapılmışlar ama konağa taşınacaklar... Demir’lerin inşa ettiği otelin açılış işini üstlenen Defne, acil gitmek zorunda kalınca... Demir’i karşılamaya hazırlanırken havaalanında, Asi’ye kalıyor bütün hazırlıklar.

Savcı hiç vakit geçirmeden başlamış çalışmaya... ilk konuştuğu, Ali... anlatıyor bütün bildiklerini. Onun anlattıklarının içinde savcının dikkatini çekense dosyada söz edilmemiş bir tehtit olayı. Cinayet gecesinde, şehir kulübünde, herkesin gözü önünde, Demir’in Cemal Ağa’yı uyarışı. Kimsenin yaptığının yanına kar kalmayışı. Savcının ikinci durağı, maktülün konağı... cinayetin işlendiği yatak odalarında görüyoruz onları. Sarmaşık anlatıyor Cemal’ini buluşunu... kan lekesinin kocamanlığını... bir bilse savcı bey, ne kadar iyi bir adamdı. Savcı’nın ilgisi, Sarmaşık’dan kapıda duran hizmetliye dönüyor... soruyor, “Sen ne biliyorsun... o gün birşey gördün mü?”... Birşey bilmez o, Şoför olarak tutmuş bu genci evin hanımı... işe yeni başladı.Savcı uğurlanıyor evden, mevlüde çağırılarla , katili bulmasına dönük umatlarla... derken bir garip sahne yaşanıyor Şarmaşıkla, şoför arasında. “Her halinle şoför olmadığını belli ediyorsun... biraz çaba sarfetsen ne olur!!”... diye çıkışıyor bu genç kadın delikanlıya. Kot pantalon bile giyemiyor oysa bu genç, kabul etmezdi orada çalışmayı, Sarmaşık söylemiş olsaydı böyle olacağını en başta. Bu akşamsa çok ayak altında dolaşmasın, kimsenin dikkatini çekmesin... yeter bu şimdilik onlara. Bu garip konuşmayı yorumsuz bırakıyorum burada.

Asi ne yapıp ne edip Demir’i karşılamak üzere havaalanına gidiyor ama uçağın rötar yapacağı anonsuyla karşılaşıyor. Her ne olursa olsun o gelene kadar beklemeye de kararlı ama Neriman fellik fellik kızını arıyor... telefon edip acele olarak konağa çağırıyor. Mevlütleri var, o nerelerde geziyor... ... Demir’in gelmesini dört gözle bekleyen sadece Asi değil, Galip havaalanına ondan bile önce gelmiş bekliyor. Haftalardır yolgözlüyor... ne Demir ne Zeynep görünmüyorlardı ortada. Ama bir anda çıkıyorlar işte meydana. Demir uçakla dönüyor... Zeynep’in de çiftlikte olduğu haberi aynı anda ulaşıyor. Çok bekleyeni var Demir’in ama onu havaalanından almayı bir tek Arif beceriyor.

Aile konağın girişinde mevlüt davetlilerini karşılıyor... Neriman telaşlı... şerbetler, çaylar, direktifler dilinden hiç düşmüyor. Sarmaşık mutfakta görevlileri koşturmaya giderken yine avlunun bir tarafında yayılmış oturan şoföre çatıyor... ayak altında dolanma demedi mi Sarmaşık ona, burada ne arıyor. Süheyla hanım da Arif ile hanımgöbeği tatlısı gönderiyor mevlüt ikramlarının arasına... Neriman’ın da misafirlerin de boğazında kalır yerlerse eğer Süheyla’nın elinden tek bir lokma... güzel mi görünüyor o hanımgöbekleri tabakta.... bir el çabukluğuyla buluyorlar yeri döne döne havada... tabak da paramparça... o güzelim hanımgöbekleri de heba.

Erkekler için salonda düzenleme yapılmış... koltuklar kenara çekilip bolca sandalye konukların hocaları rahatça dinleyebilmesi için salona sıralanmış. Davete gelen kadın misafirler içinse avlunun bir tarafında özel oturma gurupları ayarlanmış. Salonun avluya bakan kapılarının kanatları ardına kadar açılarak mevlüdün her yerden rahatça dinlenebilmesi sağlanmış. Mevlüt başlıyor... Bir erkek salona şerbet dağıtırken, bir kadın da avluda hanımlara ikramda bulunuyor. Herşey yolunda görünüyor, şerbetler konuklara dağıtılırken Asi’de avluyla salonu ayıran kapılardan birinin yanına oturuyor. Cemal dedesinin ruhu onu hoşlukla andıklarını duysun istiyor. Duyar mı?.. Umuyor. Severdi dedesini... ve bilirdi yeri başkaydı onun da dedesinde. Asiye’siydi onun... kıymetlisiydi. Onu özlüyor... Başka özlemlerde var ama yüreğinde... Dedesini andıkları bu günde, Demir’i de deli gibi özlediğini biliyor. Bekleyemedi onu gelişinde... indi mi söylenen saatinde... yoksa uzadı mı gelişi... şimdi nerede?.. Bir gölge düşüyor yüzüne... bir el uzanıyor... gönderilen okuntunun mendili mi bu... ne olabilir sunulan kendine... kaldırıyor başını elin sahibine. Bir adam duruyor önünde... sessizce. Gözleri gözlerini bulana kadar yabancılar sanki biribirine... Asi’ye vuran göyge ve yüzündeki hüzün dağılıyor, onun Demir olduğunu farkedince. İlk defa görüyor onu böyle. Demir’i kısa saçlı ve bıyıksız tanıdı... ilk tepkisi... ”Değişmişsin!”... gözleri sevdiğinin üst dudağını örten bıyıklarında takılı kalıyor bir müddetliğine... Demir yeni imajının onu şaşırttığını görebiliyor gözlerinde... soruyor “Beğendin mi?”.. Bıyıklı, bıyıksız, Demir’i seviyor Asi... her halinde görür onun özünü, “Alışmam lazım” diyor sadece. Havaalanındaydı... uçağı rötar yapınca kalamadı... burada olmalıydı... hüzün getiriyor ona bu dileğine ulaşamayışı... Bir hayal beliriyor Asi’nin sözleriyle oysa Demir’in gözlerinde... özgürce kucaklaşan görüntüleri beliyor yüzünde... şöyle bir etrafına bakınıp paylaşıyor bunu Asi’yle... “Şimdi dayanamayıp sıkı sıkı sarılacağım sana!”... Onu karşılayamayışının üzüntüsünü siliyor bu sözlerle Asi’den... “Sakın...” diyor sevdiği ona... bu ‘dayanamayış’ nasıl da aynı hayali gördürüyor ona... bir rezalet çıkar yoksa burada. Ama gözleri ayrılamıyor birbirinden... özlem bitmiyor öyle bir anda. Hüseyin gelip elindeki şerbet bardakları dolu tepsiyi onların burnunun dibine kadar sokmasa, kaybolacaklar bakışlarında. Şerbetlerini alıp gönderiyorlar Hüseyin’i yanlarından ama bu sefer de Neriman yetişiyor aralarına... Burası kadınlara ait... erkeklerin yanına buyur ediyor Demir’i... bu şartlarda çok zor görüşebilmeleri. Uslu uslu giriyor Demir içeri.

Mevlüt başladı çoktan ama Aslan o gecenin hatıraları hala tazeyken kendinde konağın girişini avluya bağlayan kemer altında oturmuş gözlüyor içeride olup biteni öyle. Ökkeş yetişiyor koşa koşa mevlüde. Şaşırıyor oğlunu daha kapı girişinde oturur görünce. Kalabalıkmış, girmemiş Aslan ama ayıp olur İhsan ve Neriman’a diye, zorla kolundan tutup sürüklüyor onuda kendiyle birlikte konağa. Hemen ardından Savcı görünüyor merdivenlerde, ekibi ve Ali yanıbaşında... dikkat çekiyor girişleri salona... İhsan karşılıyor bu yeni gelenleri... Ali’yi tanıyor ama kim olabilir yanındaki... kalkıp karşılıyor yabancıyı. Ama bir yabancı değil bu İhsan’ın üniversiteden sınıf arkadaşı... “Hoşbulduk İhsan’ diyerek şaşırtıyor gençlik tanışını. İhsan’ın gözlerindeki bulma arayışı... arkadaşının ismini inanmazlıkla söyleyen dudakları... bu şehre geldiğinden beri ilk defa güldürüyor yeni gelen savcıyı. “Namık?”... Sıkı sıkı kucaklanıyor dostluklar... hayat ne garip, karşılaştılar bunca yıl sonra... İhsan hala kendine gelememiş durumda. Neriman’ı çağırıp, tanıştırıyor hukuktan sınıf arkadışını karısına. Çok memnun oluyor Neriman buna. Babasının katili hala ortada dolaşıyor, bütün ümitleri bu savcıda.

Mevlüt dağılıyor yavaş yavaş... uzun zamandır yoklardı, Demir’i bulunca sıkıştırıyor avluda İhsan ve çocuklar. Melek nasıl... iyi mi... şimdi nerede... gelmeyecek mi?.. Teker teker cevaplayacak Demir soruları... Bütün aile ile konuşmak istiyor Neriman’la birlikte avluya çıkan Savcı... Demir Bey ve Ali Bey’de orada olmalı... Nedir bunun anlamı?.. İfade alınma mı?.. Değil, tam tersi savcının amacı... herkes bir aradayken soruşturmayla ilgili bilgi verecek... bu bir ihtiyaçtı.

Asi gelenleri karşılamak için orada bulunamadı... uğurluyor ama onları... konak artık boşalmış... avluya giriyor asi adımlar.. vazifelerini yerli yerince yaptı, artık sevdiğiyle buluşmalı. Demir’de avluda sohbet ediyor evin gençleriyle... onun gelişini gördüğünde, bir baş işareti ile yön veriyor... takip etsin kendini diye. Demir anında peşinde ama görünürde yok sevdiği, onun kaybolduğu kapıdan girince. Etrafına bakınıyor şöyle... bir yanda salon ve oturma bölümü... boş görünüyor... diğer yanda yatak odaları olmalı, öyle tahmin ediyor... önündeki yemek masasını geçip ilerliyor... arkada, bahçe gibi bir yere geçit veren kapılar açık, dantelli perdeleri yana sıyırıp bakıyor... kimseler görünmüyor... konağa birkaç kaç kez geldi... daha evvel detaylarına dikkat etmediği için şimdi hayıflanıyor... nereye gitmiş olabilir Asi... sabırsızlanıyor.

Kayıp mı oldu Demir konakta... bu kez de Asi’mi onu bulmak istiyor... sanırım yine Demir’e kendini aratıyor! Konağı avucunun içi gibi bilmenin avantajını yaşıyor... sevdiği hala bulunduğu bahçeye açılan perdelerin önünde etrafına bakınıyor... daha fazla vakit kaybetmek istemiyor... sandaletli ayakları hiç ses çıkarmadan taş merdivenleri tırmanıyor... elini uzatıp perdelerin arasından Demir’in kolunu sıkı sıkı tutuyor. Şaşkınlığına aldırmadan onları portakallı bahçeye indirecek merdivenlerden aşağıya çekiyor. Asi-Demir’i bir coşkunun beklediğini her ikisi de biliyor... Demir, daha Asi tarafından kaçırılmanın hazzı dudaklarında, onu merdivenlerden aşağıya sürüklerken, ayakları düze değiyor... ne olduğunu anlamadan sevdiğinin gözlerinde kayboluyor. Dünyayı durdururlardı hep onlar... bu sefer dönüyor... Günlerin yokluğu, hasreti kucaklanıyor... Asi Demir’in kollarında... tanıdık asılışlarla boynunda... dönüyor onunla. Özledi bu kuytuyu, özledi bu başdöndüren dokunuşu... Demir’e serbest oluşu. Bu sıkı sıkı kucaklayış ne çabu onların oldu... ayrılan bedenlerinin birbirini yeniden buluşu bütün bilindikleri bitiriyor... yeni kelimeler türetilmeli anlatabilmek için onları dedirtiyor... öncekiler coşkuyduysa... bu ne?.. Bilinmiyor!..

Gözü kara her ikisininde... bir ev dolusu aile efradının dibinde... ama daha fazla ayrı olamazlardı günde. İlk gereksinimler bastırıldı... sıra gözlerinde. Asi’yi yavaşça süzüyor yere... sevdiğinin çılgın dalgaları bir fların esaretinde, gömemiyor kendini içlerine... parmakları dolanıyor ulaşabildiğinde... o da bilemiyor neye öncelik vermeli aralarında... herşey olabilseydi bir anda... ama onla sadece basit ölümlüler bu dünyada. Gözlerinin sarılışları başlıyor bedenlerininki dindiğinde... Ama doymak bilemez bakışları... aç her zaman... renkleri bile yakın artık yeşiller kahvelerle. Özledi ona dokunmayı Asi... özledi ona dokunduğunda sevdiğinin gözlerinde bulduklarını... özledi parmaklarının keşfettiği dünyayı... o da kendi gibi işte... bilemiyor nereye bakacağını, nereye dokunacağını... altüst ediyor yaşadıkları hep onları. Parmaklarında, ensesinde uzamış şaçları, günün sıcağından nemlenmiş yanağı... dayanamayıp yine ona uzanışı... “Canım...” diyen fısıldayışı... ‘Canım’ diyen ruhunun karşılığını da duyar mı? Ondayken bile... ona bu kadar yakınken bile neden bu korkuları... acıyla kasılıyor kaşları. Demir’eyse yetmiyor yakınlıkları... buraya kadardı uslu adamlığı. Asi gözlerini kendinden alamıyor... Demir daha mı farklı. Bir küçücük temasa uzanabilir mi dudakları?.. Susadı... susattı kavuşmaları. Uzansa durabilir mi... uzanmasa pişman ölecek... deniyor şansını... Aslan... Ah Aslan... sen olmasan başaracaktı!.. “Demir... neredesin... savcı bey bekliyor...“ Gitmesi lazım Demir’in... itiraz ediyorum içimden... ‘Ama... bu replik Asi’nin’ diyorum onlarla inatlaşırken... Asi benden daha anlayışlı... “Tamam” diyor sevdiğine... biliyor muhakkak, karşı durmak olmaz senaristlerimize... hem baksanıza ardından gelen sözlere... “Akşam üstü sahile gel...”... vaatler yakın zaman içinde. Hasta düşürecek bu kopuşa gülerek bakabiliyorlar böylece... İçine kapanık bir veda geliyor bedenlerinden birbirine. Akla yatmaz öyle çekip gitme. Bu vakitsizlikte, dokunma hakkını veriyor sevdiğine , o uzansın Asi’ye... kendi eli de onun eliyle birlkte... beraber dolanıyorlar Asi’nin yanaklarından beline... alışıklar o soluklanışların içinde dokunmaya birbirlerine. Ya diğer demir elin ettikleri Asi’ye... o sıvazlayan dokunuş öpüşüne döndürecek Asi’yi her akla geldiğinde. Temaslara mı uzansın, Demir koklayışlara mı... neler oluyor o bahçede? Yeşilin onları en güzel çerçevelediği sahnelerden biri bitiyor Demir’in gidişiyle... Asi gerideki perişanlığını toplamak için gayret gösterecek epeyice...

Aslan’ın Demir’i telaşe ile arayışının bir sebebi var... soruşturmanın yeniden açılacağı bilgisi ürkütmüş onu... eğer o akşam ile ilgili olan biten hakkında doğru ifade verseydi, olmazdı böyle bir korkusu... demek ki sorun bu. Ama henüz göremiyoruz bütünü... Aslan katılmıyor ama, geri kalan bütün aile toplanmış Cemal Ağa’nın çalışma odasında. Savcı ile komiser bey de orada. Bu zamana kadar katilin yakalanamamış olması can sıkıcı. Özellikle yakınları ve ailesi için... ama polis içinde. Namık bey biliyor ki, her cinayet bir nedene dayanıyor... bu nedeni bulurlarsa bulacaklar katili de. Hukuken gecikilmiş olsa bile açılacak tertemiz bir sayfada soruşturma hızlı bir şekilde başlatılacak. Oradaki herkes Cemal Bey’in yakını bu nedenle onların kendisine yardım edeceğine inanıyor savcı. İlk iş olarak da onlarda bulunan bütün kayıtlı silahların incelemeye alınmasını istiyor. Bu nedenle resmi evrakla bir polis memurun kendilerine gönderileceğini bildiriyor. Dahası yeni başlamış olmasına rağmen, şu ana kadar dinlediklerinde ilginç detaylar ortaya çıktı... ama elbette bunları paylaşmıyor...

Demir’in eve gelişi heyecanla karşılanıyor. Yeni görüntüsü Süheyla’yı da şaşırtıyor... teyze yeğenini bu haliyle de çok yakışıklı buluyor. Ama bu anlar çabuk geçiyor. Aslan gibi Süheyla’yı da telaşlandırmış, soruşturmanın yeniden başlayacak olması. Aslan kavgacı diye şehirde mimlendiği için saklanmış belli ki bazı gerçekler... anlatılmamış tamamı... yoksa suçu onun üzerine yıkacaklardı. Bir hata var... Süheyla’nın hatası... Demir’den o istedi oğlunun da o gece orada olduğu ve elinde silahla eve girdiği bilgisini saklamasını... onlar kötü bir şey yapmadı. Peş peşe sıralıyor herşeyi... umuyor ki Demir’in başına bir iş açılmaz bu yüzden... kaygılı. Ortada hiç bir şey yokken, teyzesini daha fazla endişelendirmesinin yok bir anlamı... “Sanmam” diyor ama Demir’de bu konuda sıkıntılı. Hep düşünmüş Süheyla... ya onları gören bir başkası olduysa? Ya bu yüzden Demir’in girerse başı belaya?.. Etrafta kimse yoktu, diye güvence veriyor Demir teyzesine, ayrıca artık bunları düşünmek için çok geç... önce Zeynep ile konuşacak... sonra atıyla çıkacak... sözü var sevdiğine, bu sefer asla geç kalmayacak.

Asi kumsalda... ayakkabılarını çıkarmış, gün boyu ısınan kumların üzerinden denize doğru yürüyor... Bu ona tanıdık bir dünya değil, kumu, denizi tam olarak anlamıyor... bastıkça içine çekiliyor... ama deniz kabukları acıtarak kendilerini hissettiriyor.. Herşeyin olduğu gibi bu yaşamın da bir ruhu olmalı. O dünyanın saklısında, gerisinde neler olup bitiyor? O, denizle hiç ilgilenmedi... Toprağa alışık ... ekine... yeşermeye... bahardaki melemelere... kuraklığa... böceklenmeye... Nasıl bir dünyaysa bu... çöl denizin dibinde... uzanmış biraz yeryüzüne... görsünler ondan bir parça diye. Bu ‘gör’ deyişlere dikkat etmezdi daha önce... hassaslaştı yüreği aşkla... hassaslaştı Demir’le hayata. İlgisini çekiyor artık bu dünya ... sığınağından başka huzur bulabildiği yerler keşfetti deniz ve kumla... en büyük etki, Demir buna. Onunla anlam kazandı bu parça doğada... ev sahipleri oldu unutulmazlarına. Demir ‘gel’ini ilk kez burada uzattı ona... bu kumlar şahit oldu sevdiğinin tenine ilk dokunuşuna... burada bıraktılar sevgili oluşlarını onunla. Ürpertiyor hala hatırladıkça. Tamamen farklı sesler hakim aynı zamanda bu dünyada... yaprakların hışıtısı yerini suyun keyfine bırakıyor, kimi zaman hırçın, kimi zaman uysal ses veriyor... rüzgar eserken hiç birşey önünde durmuyor, uğulduyor... ağaçlarına yuva kuran minik kuşların narin ötüşleri bu dünyada yerini martıların naralarına bırakıyor... herşey burada sanki daha acımasızca sürüyor. Ama Demir burayı seviyor... huzur bulmak için sahile geliyor... onun arabasına yaslanmış bulduğu halini hatırlıyor. Asi’yi gururla suçlayışını... kendinin onu zorlayışını... ‘seni seviyorum’un kimin dudaklarından çıktığının artık umursanmayışını... Nasıl bir şeydi yanağına uzanan elin onu Demir’e taşıyışı... bu gün benzer bir uzanışa ne kadar yaklaştı... Ama o dokunuşlardan sonrası tam bir hüsrandı... Demir’in buluşmaya gelmeyişiyle başlayan bir cehennem azabı... Korkuları, evhamları... yanlış anlaşılmaları... inatları... aslında hepsi birbirlerini yeterince tanımayışları... uçurumun kenarına kadar iteledi onları. Düşünmek istemiyor artık bunları... Bu gün yanına telefonunu bile almadı... Demir gelecek... gelmezse de Asi bekleyecek... kararlı. Şimdi ona huzur veren şeylere bakmalı... sahile vardığında denizle ıslak kum bulaşıyor ayaklarına... etekleri savruluyor yine rüzgarla... bağrını veriyor korkusuzca ona... aşkı parlıyor batmakta olan güneşin karşısında... nal seslerini duyuyor ardında... dönüyor... Demir geliyor... bütün kalbiyle, bütün ruhuyla.

“Havaalanında seni beklerken...” diye başlıyor Asi... Demir tamamlıyor gerisini... “...saatler geçmek bilmedi”... hatta dakikalar... saniyeler... Asi’nin kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Bir an uçaktan inmezse ne yapacağını düşündü... ama o zaten sevgisini korkularıyla yaşamayı öğrenmedi mi?.. Asi’yi hatırlatan biri vardı uçakta... Saçları dalga dalga... O da Asi gibi korkuyordu uçmaya... Demir’in gördüğü herşeyde bir parça Asi var artık hayatında. Bunu Asi-Demir’i seyretmeyen bilmez belki... yıllardır orada oluşlarına rağmen tek bir defada Asi-Demir’e bağladılar hayatımızdaki pek çok şeyi. Yoksa Demir o yolcunun da elini tutup sakinleştirdi mi?.. Asi’nin elinden başka bir el tutar mı eli?.. İçinden geçirdiği de bu... uzanıyor ve tutuyor Asi’nin elini. Yandan kavradığı sevdiğinin eline, sıkı sıkı tutunuyor parmakları... göçüyor içeriye bilek damarlarınin arasındaki kası... hoyratlık değil bu, belkide Demir’in gücünün farkında olmayışının bir yanı... ne kadar itina etsede,acıtacak onu zaman zaman okşayışları. Habersiz... masum gülücüklerle karşılıyor ona dönen kadınının bakışlarını. Dağıtmalı dikkatlerini. Gecikmeden sormak istediği birşey var ona... Ali ile konuştu mu?... Asi’den gelen evet’i neredeyse bastıracak takip eden sorusu...”Ne dedi?.. Hiç bir şey... sadece tamam dedi. Garip, Ali’nin ısrar etmeyişi. Yalnız düşünme doğalına kaçtığını farketmiyor, bir anlığına uzaklaşıyor Asi’den gözleri... deli gibi çalışıyor beyni... tanıdığı Ali değil bu. Ama konuşmak istemiyor zaten Asi’yle onu... Sevdiğinin Zeynep’ten bahsetmeye başlamasıyla bırakıyorlar geride bu konuyu. Zeynep çiiftlikteymiş... duymuş Asi... Sadece Ali ile değil Zeynep için de canını sıkmıştı... özür diliyor Demir’den. Demir’se, Zeynep’in ertesi gün Antakya’dan ayrılacağını söylüyor... onu İstanbul’a gönderiyor, böylelikle kızı kurtarmış olacaklarını umuyor. Asi anlamıyordu onun için yaptığı iyiliği... ne olanlar anlaşılacak, ne de Asi anlayacak gibi değildi. Demir’in ne yapmaya çalıştığının farkında şimdi. Anlayışsızdı önceleri... fevriydi... Demir durduruyor onun sözlerini... “Kıskançlığın” diyor... sevgiye ilişip gelen o ilkel kıskançlığı... konuşmasınlar artık bunları... hepsi geride kaldı. Asi’nin nedenlerini Demir çok iyi anladı... Aralarında yanlış anlamalar olduğunu bildiği halde bir noktadan sonra kendisi de kıskançlığın onları soktuğu tehlikeli yola sapmadı mı? Demir imtiyazlı mı? Asi’yi nasıl suçlar, kendi de Zeynep’i onu incitmek için kullanmadı mı? Çok iyi biliyordu o kaskatı duruşların altında... aslında... Asi’nin dağılıp ufalandığını. Onun yüzünde görmeyi başardığı acıyla dağlıyordu kendi acısını... Hala gözlerinin önünde onun hediyesini artık sahiplenemediği akşamın anısı... o akşam kıydı... sarılıyor şimdi Asi’ye sıkı sıkı. Barıştıkları akşam olamadı... ama şimdi yanında atı... o Asi’nin... hep onunla kalmalı... Özleştiler çok... Asi ve atı... ama Demir kadar olamazdı. Bu kendi bile olsa, bir daha onu kimselere vermesin sevdiği. Vazgeçmesin sevgilerinden bu kadar çabuk Asi. Tamam... ama atı bir süre daha Demir’le kalmalı. O başka, seve seve misafir eder... onun kıymetlilerini saklamaya alıştı.

Dolanıyor Demir’in kolları bir kez daha ona... bastırıyor sıkı sıkı cana. “Seni seviyorum... inan bana... seni çok seviyorum Asi.”... Öyle bir öğrenmişim ki bende aşkı bakışlarda aramayı, bulmayı, yaşamayı... mani olamıyorum, garipsemelerin ruhuma sızmasını... yabansı geliyor bu sözler, yetersiz geliyor... hatta gereksiz geliyor gözlerindekinin yanında, Asi’de ne yapacağını bilemiyor sanki, dinliyor Demir’i... bir şey söylemeyecek mi... Bir şey mi?.. Çok şey söylemek istiyor Asi. Fakat nasıl anlatsın kendini. Sanki konuşsa kelimeler duygularını tam ifade edemeyecekler gibi. Yine de duymak istiyor sevdiği. O, aşka inanmayan Demir... muhtaç bu iltifatlara.Yürek çarpıntıları karışmışken yine sıkı sıkı sarılışlarında, Asi’de Demir’i seviyor... herşeyden... herkesten çok seviyor... Asi’nin saçlarına konan öpücük... “Canım benim... biricik aşkım.”diyen Demir... Cihanı tutacak bu açığa çıkışları... onlarsa unuttular dışlarındaki dünyayı.

Güneş batmak üzere bulutsuz gökyüzünde... Asi-Demir hala sahilde... Gözler ufukta, birbirinin kuytusunda,, çökmüşler yine kuma. Dizlerine çektiği Asi’nin eline dokunan parmakları... okşayışları... aşka dokunuşun sarhoşluğunda. Demir’i göndermişti Asi’ye benzer dokunuşlarla bir başka gün batımında... Asi’yi alıyor şimdi... bu hesaplaşmalar, bu ödeşmeler artık aşkla. Kendine geliyor Asi’nin son kartpostalı hatırlayıp, soruşuyla. “Yarın...” diyor aldırmadan sevdiği kadının çatılan kaşlarına. Böyle acar dikebilir miydi gözlerini ona eğer Asi neyin peşinde olduğunu anlasa? Yarının çalkantıları ne denli orada olsa da, korkusuzca bakabiliyor Asi’ye şu anda. Ertesi gün getirmeye söz veriyor kartpostalını “...ama elindekiler yanında olmazsa bir anlamı olmaz... yarın onları da getir yanında.” Eksik parçayı eklerken lazım olacaklar bu adama. Bırakıp sevdiğini omuzunda, kaçıyor Demir hayallerindeki o ana. Bunca aşka e.min oluşa... cevap omuzbaşındayken ona teslim olmuş kadında...savunmasız aşka... korku o heyecanlı bekleyişin yanında... gardiyanı hiç gitmiyor, hep tetikte ruhunda.

Çiftliğe dönüş yolundalar şu anda... yüzleri asık, konuşmaları kaygı dolu... Tekrar ifadeler alınacak Cemal Ağa’nın yeniden açılan cinayet dosyasında... hepsi tek tek yeniden sorgulanacak. Demir’in ifadesi aynı mı olacak?... Bu soruş Asi’yi de ortak ediyor ortalıkta dönüp durana. Bilmiyor Demir. O gece en başında eksiksiz anlatmalıydı herşeyi. Yanlış bir karar verdiler... bir tek bunun farkında. Asi o zaman Süheyla Hanım’ı haklı bulmuştu. Aslan’ı korumak için bu ona doğru gelmişti. Ama şimdi e.min değil o da. Dedesinin cinayetinin bir türlü aydınlatılamamış olmasından üzüntü duyuyor... bu e.min olmayışın ardında suçluluk mu hissediyor... Masum bir saklayış rahatsız ediyor vicdanı, neden olabilir mi katilin iz bırakmadan ortadan kaybolmasına... üstelik dedesini özlüyor da. Bir silah sesiyle bölünüyor konuşma...

Galip yine oradaydı... öyle gözü dönmüş ki korumalardan bile korkmadı... güpe gündüz Zeynep’i kaçırmaya kalktı... Süheyla silah zoruyla kızı son anda kurtardı... Zeynep buradan derhal uzaklaştırılmalı. Bu yeterli olacak mı? Galip’i bulup polise teslim etmekten başka çare kalmadı... çünkü asla rahat bırakmayacak kızı. Asi bu konuda da kaygılı... tehlikeli Galip, tehlikede sevdiği adam... dikkatli olunmalı. Gece aklına gelen bir planı ertesi gün uygulamaya koyuyorlar. Asi, bir peruk ve Zeynep’in giysileriyle görüntüsünü değiştirerek Demir ile birlikte evden çıkıyor... çiftliği uzaktan göz hapsinde tutan Galip zokayı yutuyor, Demir’in yanındaki kadının Zeynep olduğunu sanarak onları takip etmeye başlıyor. Köy yolunda Demir’in arabasının önünü kesip, Zeynep sandığı Asi’yi arabadan indirmeye kalkıyor... arabadaki kadının nişanlısı olmadığının farkına geç varıyor... bu arada Demir onu gafil avlayıp elindeki silahı alıyor... zaten bu arada polisler yetişiyor.... duruma el koyuyor. Ama soracak bunun hesabını Galip Demir’e... tehtitler savuruyor polislerin kollarında sokulurken emniyetin arabasına... “Canına okuyacağım... o benim aşkımdı... yaktın kendini Demir... bana yar etmedin, bunun hesabını vereceksin bana. Sana da kimseleri yar etmeyeceğim...” ... Boş tehtitler bunlar Demir için... Galip önemli biri değil hayatında, polisler ilgilenecek artık onunla. Dönüyor arabasının yanında onu bekleyen aşkına. Bu halini hiç sevmedi Asi’nin... yüzü gülmüyor, o başındaki peruğu sıyırıp saçlarını açana kadar da. Bütün bunlar yaşanırken, Zeynep çoktan çıktı İstanbul yoluna.

Bir deve dikeni görüntüsüyle giriyoruz sonraki sahneye... bir harabe... Asi-Demir sağlı sollu boylarını aşan yıkıntılardan el ele tutuşarak geliyorlar bize... yollarının üzerinde aşmaları gereken koca koca taşlar... engeller... kimi yerde durup beklenerek, kimi yerde el uzatıp çekerek, çekilerek yol buluyorlar kendilerine... Öylesine bir gezinti değil bu, bir hedefe yürüyor gibiler kararlılıkla birikte. Elleri her fırsatta uzanıyor birbirine. Nereden buldu burayı Demir yine? “Keçi...” deyişi akla geliyor Asi’ye... bayılır sevdiği böyle yerlere. Sandaletleri izin veriyor hissetmesine bastığı yerleri, bazen ezilmiş toprak bazen taşlar ayaklarının altında, ellerini bereleyebileceğini düşünmeden tutunuyor her yana, e.minim yer yer çıplak bacaklarına dokunarak varlıklarını belli ediyorlar çalı çırpı ve dikenler hatta... Asi ... apaçk herşeye, her yana... duysun yer gök deniz... duysun geçmiş, şimdi, gelecek... Demir yanında. Geniş basamaklara dönüşmüş taşblokları merdiven edip kendilerine tırmanmaya devam ediyorlar iyice... Demir önde artık... çıkıp en tepeye, elini veriyor sevdiğine... Dünyanın taaa ucuna geldiler birlikte... Rüzgar sert esiyor... ama alevlerini alabiliyor sadece... alışıklar şiddetlilerine... vızgeliyor şu haliyle. İlk sorduğu kartpostallar Demir’in Asi’ye... getirdi mi diye... “Iıı ııhhh unuttum!” diyor Asi onun yüzüne... ne tatlı hıncını almak bütün dünlerin Demir’de... hep o mu şakalaşacak... hep o mu at koşturacak Asi’de... ne kadar bekletti onu kendine. Hayalkırıklığı yayılıyor Demir’in yüzüne... getirmemiş tembihlemesine rağmen kartpostallarını...oysa bütün planlarını kurdu onların üzerine. Ne inat şu sevdiği, ne alttan almaz... ne dediğim dedik... ne asi... onunla ödeşmenin peşinde... O da getirmemişti son kartpostalını söz verdiği günde. Arkasını dönüyor Asi’ye, görmesin hayalkırıklığını yüzünde... Asi, uzanıp Demir’in arka cebindeki kartpostala , kapıp bir çırpıda, sallar mı havada? Yapmaz ne aklı başındayken... ne de kendi heyecanlarında çalkalanıyorken ruhu şu anda. Kıyamazda daha fazla eziyet etmeye sevdiği adama... uzanıyor kemerine asılı el yapımı çantasındaki beyazlıklara... çıkarıyor günlerdir ellerinden düşmeyen kartpostalları açığa. Üzerinde bulundukları kaya bloğun kenarına ilişip, diziyor onları bir bir karşısına.... Demir sözler, rüzgar olup uçmasınlar... taştan ağırlıklarla sabitlliyor onları dünyalarına... Kartpostalları da artık Asi-Demir gibi yanyana. Zamana yayıldı geldi... sabra sığındı geldi her bir sözcük... ruha dokundu geldi... bekledi, beklendi aşkla. Demir neden sonra farkedebiliyor, oyun etti sevdiği ona. Söyletiyor söyleyeceğini işte bir kez daha sevdiği kadına... Demir’in gözleyen bakışları arasında dağa, taşa aşklarını yazıyor Asi... bunu bile başardılar aşklarıyla... şimdi sıra eksik parçada... o da bu adamda...

Yürek çarpıntılarıyla izledi sevdiği kadını, gözgöze geldikleri o ilk andan bu yana... tereddütsüz dizilen her sözcük değiyor onlara. Titriyor son kelimeyi koyarken bilmecesine... o an böyle bir an olmalı... titremeli... titretmeli karşısındakini de... Eğilip usulca sevdiğinin yanına, yerleştiriyor ‘evlenir misin?’i, “benimle”nin ardına... bağbozumuna erişiyorlar aşklarında...

(I) Okuntu; bir nevi davetiye. Bu, bir parça kumaş, bir mendil, bir yazma olabileceği gibi şeker türünden şeylerde olabiliyor. Dizide beyaz bir mendile şekerleme konarak hazırlanmış ‘okuntu’ nun dağıtıldığın gördük .