Ensesindeki tüyleri diken diken eden eden içgüdülerine daha çok güvenmeliydi... hiç gidecek gibi görünmüyor o uyaranlar, sanki Demir’in süreklisi oluyor. Sevdiğine mesafeliyken o, Asi’nin sıradışılığının etkisindeki Ali’nin varlığı büyüdükçe büyüyor. “Bir ilişkisi varsa, elimden kaçırdım demektir” diyecek kadar kapılmış görünüyor. Demir’le konuşmasındaki bu rahatlığı kişisel girişkenliğinden mi... yoksa farklı bir çevrede yetişmişliğinden mi geliyor? Herşey Demir’in umurunda artık. Bir zamanlar önemsemediği bu adamla ilgili herşeyi bilmesi gerekiyor.
Asi’ ile çalışmak istediğini sandığını söylüyor Ali’ye. Bir alev topu Asi... gelişine mani olamadı, iki meseleyi birbiriyle karıştırmak istemiyor Demir gibi Ali’de. Buraya yeni gelmiş olması, bu insanları yeni tanımış olması sadece Demir için bir şey ifade ediyor, Ali için böyle bir kıstas yok. Etkilendiği kızın biriyle beraber olup olmadığını soruyor dürüstçe ve açıkça Demir’e. Öyle mi gerçekte? Ben de Demir gibi, Ali’nin gözlerinde gizlenmişlik arıyorum... farklı bir soruş bakışların gerisinde. Hissediyor mu Asi-Demir’i... onun da tüyleri diken diken oluyor mu Demir’i Asi’nin yanında görünce... delice çalışıyor beyni Demir’in... ne saçma sapan halkaları bağlıyor içinde birbirine. Bu mu sebep bu geceye? Güvence veriyor birde Demir’e... Onu rahatsız edecek bir davranışı olamaz... babasının arkadaşının kızı en nihayetinde... Ali’nin Demir’i uzak akraba algılayışı hem neden hem de engel öğrenmek istediklerine. Asi’ birine bağlı mı... özgür mü... “Canım ne isterse...” havalarındaki bu adamı püskürtmeli geriye... Demir böyle bir şeyi sormazdı kimseye... “Bence... sende sormamış ol” diyor Ali’ye. Onu yeterince tanıyınca sorularının yanıtını bulacak... daha fazla uzatmadan bırakıyor Ali’yi bulduğu yerde. Kolay mı kurtulmak Ali’den acaba hakikatte? Ali’yi sahilde bırakıp dönerken odasına, Asi’ye göz atmak istiyor bir kez daha... bırakamaz onu şezlongta. Fakat, Asi uyanmış ve çoktan çıkmış odasına. Yatağa kıvrılmış ama uyku gelmiyor kolayca. Eli boynundaki altınında... O battaniyeyi kim örtmüş olabilir üzerine o uyurken aşağıda? Yorucu bir gündü... yorucu bir akşamdı... yorucu bir Demir vardı hep onunla, gün boyunca. Demir’le İstanbul’da kaldıkları günü ve geceyi hatırlıyor... ne çok şey oldu ve hiç bir şey olmadı aslında o günden bu yana. Yine ayrılar... yine Asi’yi cevapsız sorular kaplamış durumda. Yine uzaktan bakıyor sevdiği adama. Sabah... Asi tam odasından çıkmak üzereyken, eli kapıyı çalmak üzere havada Ali’yi buluyor karşısında. Kahvaltıya birlikte inmek için gelmiş onu almaya. Demir’se çoktan kalkmış... inmiş bile aşağıya. Kahvaltı salonunun terasında bir masaya oturmuş. Gözünü kırpmadan baktığı uzaklarda... o kız ve o adam, sarmaş dolaş sahilde, söz veriyorlar ayrılmamak üzere birbirlerine. Özlüyor Asi’yi Demir... Özlüyor mu Asi’de onu böyle... Öpüşmelerini unutamıyor... tadını unutamıyor... o sahilde kendine sahip çıkışını unutamıyor Asi’nin. Başını boynuna uzatıverdiğinde bulmak istiyor yine onu yaslanmışken kendine... kendi yok ama herşeyi Demir’de... Onların gelişini farkedince gözleri dikkatlice bakınıyor sevdiğine. Onu bilerek özlemek daha yakıcıymış... merak içinde. Nasıl bu sabah?.. Dün gece bıraktığında karmakarışıktı?.. Toparlamış görünüyor kendini... hatta yakınıyor bile ona... “Keşke beni de uyandırsaydın” diyor Demir’in onlardan evvel hazırlanmış olduğunu görünce. Ama hasta gibiydi dün gece... şefkatle dolanıyor gözleri Asi’de... kıyabilir mi ona... uyusun uyuyabildiğince. Kardeşiyle teyzesinin kendisini beklediğini söylüyor... yine gözleri Asi’de... izahat veriyor gitmek zorunda oluşuyla ilgili sevdiğine, muhatap olmuyor Ali ile. Ali sanki dün akşamki konuşma hiç olmamış gibi... bu adam tarafından hiç terslenmemiş gibi ilgi gösteriyor Asi’ye... yumurtasını bile soyabilir isterse. Bu sabah yumurta yemeyecek Asi... ‘hayır’ diyor Ali’ye. Sadece o masadakileri değil... oteldeki bütün yumurtaları onun başında kırmak istiyor Demir... lokmasını çiğnerken bir bir kırıyor da... zevkle. Bunu onun gözlerinde görmek müthiş eğlendiriyor beni bu sahnede. Oyalanmadan kahvaltısını ediyor. Kardeşi ve teyzesi onu bekliyor .. kalksa iyi olacak... derken telefonu çalıyor. Melek arıyor... teyzesi evde yok, telaşe ediyor. Bu telefon Asi’yi meraklandırıyor... “Ters bir şey yok, değil mi?” diye soruyor. Yok... sadece merak etmişler. Daha fazla oyalanmadan yanlarından ayrılıyor. Demir ve Melek mezarlıkta buluyorlar teyzelerini. Uyuyakalmış kabir başında... orada ne aradığının bile farkında değil ayındığında, Süheyla... Eve çağrılan bir doktor önemli bir şey olmadığını söylese de oradakilere... teyzesinin psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu söylüyor özelden Demir’e... sakın ihmal etmeyin diye de tembihliyor dikkatlice. Bu uyarı sarsıyor Demir’i. Çoktan toparlanmasını beklediği teyzesi... kötüleşiyor göz göre göre. Ne olduğunu öğrenmek istiyor... oturuyor teyzesinin dizinin dibine. Birden kaybolunca merak ettiler... neden haber vermedi, Demir götürebilirdi mezarlığa Süheyla’yı... ne oldu birden öyle? Gece uyuyamamış Süheyla... dolanıp durmuş... ne yapacağını bilememiş... sonunda ayakları onu eniştelerinin mezarına götürmüş. Eve gitmek istiyor şimdi de. Demir Teyzesinin yokluğuyla boğuşa dursun... Asi ve Ali otelden ayrılıp geri dönüş yoluna çıkıyor. Demir ve Asi herşeye hakim, Ali için işleri kolaylaştırdılar. Asi sayesinde de iyi vakit geçirdiler, keyifli Ali... Demir’e geliyor mevzu... “Bir kere bile gülümsediğini görmedim” diyor. “Hep böyle ciddi midir?”... Aşırı kontrollü ya da aşırı gergin. Tam çözememiş. “Sen farkında değil misin?” diye soruyor Asi’ye. Ali iyi bir gözlemci. Hakkını yememeli... Demir hem aşırı kontrollü, hem de aşırı gergin... hele şu son sıralarda. Nasıl olmasın ki. Ama Asi biliyor onu... sıcacık bir kupayı eline tutuştuduğu o sabah ayazından beri içinde onun gülümsemeleri... her biri bir inci tanesi... o kadar azlar ki... Ya ona kalbini, ruhunu verişi... ürkek... saklanarak gelişi... Ya onu öptüğü zaman yüzündeki ifadesi... kendini Asi’ye teslim etmiş hali... Asi, Demir’in o kadar farklı hallerini biliyor ki... Sahilde birbirlerine sarılıp oturdukları o sayılı dakikalarda, parmaklarının altındaki teni, sokulup sokulup durduğu o demir kuytusu... kokusu... ürpertiyor hatırlayışlar Asi’yi... özledi Demir’i. Yol arkadaşına cevap vermeli... “İşine fazla odaklandığı için olabilir” diyor... dişliyor kendi kendini. Antakya’ya yaklaşmak üzereyken, Samandağı’nın ovaya hakim bir tepesindeki harabeler dikkatini çekiyor Ali’nin... durmak istiyor... Tamamı beyaz mermerden inşa edilmilmiş, şu anda sadece birkaç sütünbaşı görülen harabenin temel taşları üzerinden ilerleyerek muhteşem bir manzaraya ulaşıyorlar. Burası bölgenin ender Dor mabetlerinden biri... zamanın kralı tüm şehri görecek bir konumda inşa ettirmiş... Uzaklarda bir şey daha dikkatini çekiyor Ali’nin... Titus Tüneli... Azmin mabedi... Asırlarca uğraşmış insanoğlu suyla... sel olmuş akmış, dağları deldirip çare aratmış... ama neticeye baksanıza! Varsın ters akıyor olsun şu anda... varsın önüne katıp götürsün, allak bullak ettsin herşeyi... değiştirmiyor gerçeği... Demir’in azminden kurtulamayacak oda. Ali’ye rehberlik ediyor Asi, götürüyor onu bu müstesnalığa... zıtlaşma gibi görünen karışmışlığa... toprakla suyu barıştırana... çare olana. Bu gün tek bir soluk bile olsa almaya ihtiyacı var onun, o taş fanusta. Sonunda çiftliğe vardıklarında, onları karşılayan İhsan ve Neriman soğuk birşeyler içmeye davet ediyor Ali’yi, bahçede... Asi ise izin isteyip üstünü değiştirmeye gidiyor... Ali’yi bırakıyor ailesiyle... atıyla çıkacak gezmeye. Asi yokken biraz mahzunlaşmış... fayda etmemiş Defne’nin gelip onu dolaştırışışı, öyle bilgi veriyor Ökkeş Efendi... Asi’nin yeri ayrı. Çıkıyorlar birlikte... Asi atının üzerinde... dolu dizgin... özgürce koşsun kalbinin, ruhunun koşamadığı yerlerde. Farketmiyor bile, Ali ve babası izliyor onu bahçede. İhsan ile görüşmesi biten Ali, arabasına girmek üzereyken... Asi görünüyor... ana girişten geri dönüyor... Ali’nin gitmemiş olduğunu görünce onun yanında durduruyor atını... Ali sormadan edemiyor... “Adı ne?”... Adı yok... kendisi kadar değerli bir isim bulana kadar isimsiz bırakacak Asi onu... Acı bir çığlık kopuyor Titus’da... zamanın ölçülemediği bir noktaysa eğer bu... Asi’den hemen sonra... O ruha yakışan ad bu bölümde zaten konmuş mu yoksa... Geriye dönük pek çok hatıra, Demir’in garip halkaları gibi benim de içimde, açılı açılıveriyorlar peşpeşe. Gözlerimi yaşartıyor bu ismi yakıştırmak küheylanın güzelliğine... Sana mı düştü, diyorum... bu ne cürret... ama bunun benimle bir ilgisi olmadığını anlıyorum... ortık onu başka bir isimle düşünmemin mümkün olmadığını biliyorum. Asi-Demir’in açık halkalarından birini burada e.min için kapatıyorum. Melek’in ve Demir’in, Süheyla’yı rahatlatma çabaları yol boyunca sürsede fayda edermiş gibi görünmüyor... Çiftliklerin yoluna girildiğinde Süheyla artık iyice sessizleşiyor. Kozcuoğlu Çiftliği’nin önünden geçerken Asi’yi Ali ile girişte konuşur gören Melek, abisini durdurup arabadan iniyor. Asi’yi görmekten çok, şu yakışıklı patronla tanışma isteği ağır basıyor. Onları farkeden Ali el sallıyor Demir’e... bir baş hareketiyle gördüğünü belli ediyor Demir’de. Asi ise atının yularını tutmuş... ona bakıyor sadece. Ne hissettiğini görebilmesi mümkün değil bu uzaklıktan Demir’inde. Devam edip ulaşıyorlar sonunda çiftliğe. Hiç iyi görünmüyor, hemen bir doktor çağıracak teyzesi için. İtiraz ediyor Süheyla yeğenine. Bu böyle olmayacak, çok düşünmüyor uzanmak için telefonuna. İhsan’ı arıyor. Mümkünse görüşmek istiyor... özel bir konu için çiftliğe davet ediyor. Telaşeli adımlarla iki çiftlik arasındaki yolu kafasında sorularla aşan İhsan’ı Demir bahçede karşılıyor. Teyzesinin hiç iyi olmadığını söylüyor... olan biteni anlatıyor. Hiç biriyle konuşmadığı gibi psikiyatrist önerisini de kabul etmiyor. Demir ona ulaşamıyor... onun ruhuna ulaşacak biri gerekiyor. Bir zamanlar bu iki insanın birbirine çok yakın olduğunu biliyor. Belki İhsan Bey bunu başarabilir... umut ediyor. İhsan, Süheyla ile konuştuktan sonra Demir’e hak veriyor. Böyle devam ederse onun yanında olmaları fayda etmeyecek. Doktor yardımı alması ama öncelikle bunu kabul etmesi gerekiyor... Demir teyzesini nasıl ikna edeceğini bilemiyor. Bu arada, akşama, İskenderun işinin detaylarını konuşmak için bir toplantı ayarladığını söylüyor İhsan. “Hep birlikte konuşalım” diyor... Demir’de zaten bu konu hakkında konuşmak istiyordu. İhsan’a Ökkeş’ten gelen telefon Demir’in sözlerini yarım bıraktırıyor. Çiftliğe müşteri gelecekmiş, unutmuş telaşeyle. Hemen çiftliğe dönmesi gerekiyor. Konuşma akşama kalıyor. İhsan koşar adımlarla merdivenlerden inerken, Demir ancak arkasından bakabiliyor. İçinde birikenleri düşününce, korkuluklarının nasiplendiği demir yumruk, okşama gibi kalıyor. Kozcuoğlu çiftliğinde ayaküstü sürüyor Asi, Melek ve Ali arasındaki sohbet. Ali anlamıyor hiç nasıl geçiyor hanımların yanında zaman... sonunda izin isteyip ayrılıyor çiftlikten. Asi, biraz dolaşmayı teklif ediyor Melek’e... Melek dünden razı onunla gezmeye. Ali’ye ilgisini besleyecek bilgiler edinmeye... O yanlarından ayrılmış olsa bile, Asi ile onun hakkında sohbet etmeye. Soruları dikkatini çekiyor Asi’ninde... Ali yeni geldi ya... hakkında hiç bir şey bilmiyorlar... merak etti Melek öylesine. Asi sonunda dönüyor eve... seyehatinin detaylarını öğrenmek istiyor anne... soruyor, gezi nasıldı... Ali yine kibar mıydı?.. Herkese aynı mı davranıyor yoksa Asi’ye mi farklı? Ya Demir’le ikisi, iyi anlaşıyorlar mı, nasıl araları?.. Sorular kurcalıyor Asi’nin kafasını. Neriman’a sorarsanız, Demir’in yeri ayrı... Demir iyi çocuk, esaslı çocuk, sözünün eri. Artık onun nasıl biri olduğunu anladılar. Ali’yi bilemiyor, onu yeni tanıyorlar. Birilerinin ilgisine kapılıpta birilerinin gönlünü kırmamalı. Annesinin karşısındaki koltukta... elindeki salatalığı ara ara ısırıp yerken Asi... ne demek istiyor annesi? İhsan bölen oluyor bu sefer de, akşamki İskenderun toplantısını haber vermek için, bu anne-kız konuşmasını... Gün içinde Aslan’dan Ali Bey’in Kozcuoğlularındaki toplantıya geleceğini öğrenen Melek... hazırlanıyor. Tam Aslan toplantıya gitmek için arabasına bindiğinde, o da yanına kuruluveriyor. Aslan şaşkın... soruyor... “Hayrola... nereye?”... Hiç kitabı kalmadı da Melek’in, Asi’den kitap almaya geliyor. Leyla’nın birazdan eve döneceğini, teyzesinin yalnız kalmayacağını düşünüyor. Halbuki Asi, Demir’le daha önceden yapmış oldukları konuşmalar üzerine Kerim ve Leyla’yı toplantıya çağırdı. Bunu bilmiyor. Bu arada toplantıya gelen Kerim, karısını bütün verdiği sözlere rağmen yine anne evinde bulunca çok şaşırıyor... gözlerine inanamıyor. Ama bu sefer Neriman çağırdı onu... Defne bir kabahati olmadığını söylüyor. İskenderun toplantısı için konuklar gelmeye başlıyor. Arabalar peş peşe çiftliğin girişine diziliyor. Önce gelen Demir’in arabası, ilk olarak da, o iniyor. Gözleri misafirleri karşılamak üzere onlara doğru yürüyen Asi’de. Sevdiği ‘merhaba’sını bir baş selamıyla kabul ediyor. Hala annesiyle yaptığı sohbetin etkisinde. Annesi de babası da Demir’e güveniyor gibi görünüyor. Kendi de Demir’e olan güvenini muhafaza edebilse... ama edemiyor işte... çünkü onlardan daha farklı şeyler yaşıyor Demir’le. Üstelik uzaklaşan Demir... Asi bu durumda ne yapabilir? Bu gün şaşıran şaşırana... Melek’i farkeden Demir’in ona çıkışan sözleri Asi’yi kendine getiriyor... “Sen neden geldin Melek?” deyişine bir anlam veremiyor. Abi-kardeş olmalarına aldırmıyor, ben kimim demiyor. Melek onu da ilgilendiriyor... kendini Demir’e “Neden gelmesin?” diyecek rahatlıkta hissediyor. Uzak durması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Demir Asi’nin ve Demir’le birlikte herşeyi... ona müdahale etmekten kendini alamıyor. En olmadık şeyleri beni eğlendirdiği gibi bunlarda işte beni çok acıtıyor. Böylesi varılmış bir noktada olmak... inanılmaz bir doruk... ve ondan azına razı gelmek... o doruk orada dururken bakmakla yetinmek... sadece istemdışı anlarda kendini orada buluvermek ve geri düşmek... gerçekten acıtıyor. Hayat benim durdura durdura ilerlemelerime hiç benzemiyor... akıyor. Demir’in Asi’ye dönen düşünceli yüzü yere çevrilirken Aslan izzah etmeye çalışıyor... kitaplara gömülmüştü, biraz kafası dağılsın diye burada Melek... Ali’nin Melek’e seslenişiyle ortam değişiveriyor... onlar konuşa konuşa yanlarından ayrılıp avluya doğru yürürken Asi Demir’e bakıyor. Melek’in evlerine gelmesini neden istemiyor... Demir’in aklından neler geçiyor... ne kadar garip davranıyor? Birbirlerinin yörüngesine girdiler ama artık orada... başkaca söze gerek kalmıyor. Bedenlerinin ahenklerine bağlılığına akıl sır ermiyor... gözlerinden başlayan bu salınımları onları avluya kadar getiriyor. Gelen gurubu içeridekiler karşılıyor... Kerim, Leyla... Neriman Hanım, İhsan Bey... herkes orada... Hadi buyursunlar içeri... ama Demir geride kalıyor... Melek’e tekrar müdahale etmekten kendini alamıyor “Teyzemi yalnız bırakmamalıydın!”... Bir gurup girmiş eve ama onlarla dışarıda kalan Kerim ve Leyla... Asi gibi... anlam veremiyor bu ısrarcı sözlere... Süheyla Hanım, kocaman kadın, yalnız kalabilir evde... neden üstüne gidiyor Demir Melek’in anlamıyorlar nedense... Aslan hak veriyor Demir’e... İskenderun’da olanları bilmiyor olsa da, intihar olayını biliyor, bu yetiyor da artıyor bile. Toplantıya katılmayı kendi istemişti, ama vazgeçip geri dönüyor... gitsin ilgilensin biraz annesiyle. Kitap almak için geldiğini söylemiş olsa bile, Melek’de geri dönüyor hiç bir şey almadan onunla birlikte. İhsan Bey, Demir’in kötü adamı oynamak zorunda kaldığını farkediyor kardeşiyle... belli ki Kerim ve Leyla bilmiyor intihar olayını... ama yalnız kalmasına da müsade edemezdi Süheyla’nın... o bizzat şahit, yalnız bırakılmamalı Süheyla bu haliyle. Sadece Süheyla’ya değil, Demir’e de yardımcı olmak istiyor... içini rahatlatıyor... “O daha küçük... gün gelir anlar... abisini de, herkesi de anlar. Ama açık açık yardım iste... Çekinme!”... giriyorlar birlikte içeriye. İş çıkışı Gonca’yı almaya gidiyor Ziya. Sabah çok ters davranmıştı karısı ona... şu anda da daha farklı değli... Arkadaşlarıyla konuşmasını duyduğundan habersiz, o da bir anlam veremiyor karısının davranışlarına. Biraz konuşmak istiyor... bir yerlere gitmeyi öneriyor. Ama gerek yok buna. Ne konuşacaklarsa konuşabilirler orada... Yol ortasında tanıştılar, yol ortasında da bitirebilirler... kendisini sevmeyen, boşanmak isteyen biriyle yaşamak istemiyor zaten Gonca’da. İstediği zaman gidebilir Ziya. Ona zorluk çıkarmayacak Gonca. Bu kadar kolay vazgeçeceğini hiç düşünmemişti oysa Ziya... üzülür, ağlar sanıyordu... Sevgi zorla olmuyor, kim kendini zorla sevdirmeyi başarmış ki karşısına. O zaman en kısa zamanda bir avukat bulup hallederler bu işi... şimdi arkadaşlarıyla içmeye gidebilir Ziya. Bu akşamki İskenderun toplantısı daha geniş bir katılımla gerçekleşiyor. İlk bilgiler edinildi, detaylar masaya yatırılıyor. Toplantı bittiğinde Demir gün içinde söyleyemediklerini yalnız bir anını yakalayıp İhsan’a söylüyor... Mazur görsün, kendince nedenleri var Demir’in, ama bu işten çekilmek istiyor. Birden bire karar değiştirmesinin sebebini soruyor İhsan... bahaneler hazırda... uydukent... kalan zamanında da Süheyla. Asıl nedeni ise İhsan koyuyor ortaya...”Asi ile de sorunlar var gibi geliyor bana” Düşünülenler farklı şeyler ama gerçekten de asıl neden Asi aslında. Toplantıda tek kelime konuşmadılar. Asi çoktan indi aşağıya ama gözleri aranıyor onun kaybolduğu boşlukta... onun kendine yeni bir yol seçtiğini söylüyor babasına. Düşündürüyor bu İhsan’ı... çalışmaya başlamasını mı kastediyor Demir acaba? Neden ayrılmak istediğini bilmiyor ama “Bu işi bırakma” diyor ona... Bir şaşkınlık daha Demir’den bu akşama... sen bilirsin, demesini bekliyor olmalı İhsan’ın... ama demiyor işte bu baba. İhsan öncelikle Demir’e güveniyor... yoksa ne anlamı vardı. Dürüstlüğüne güvendiği, her işin üstesinden geleceğine inandığı için Demir bu işin içinde olmalı. Bir küçük mola versin... düşünsün... hiç istemiyorsa da, iş oturana kadar başında olsun bari. Sonra başkalarına devreder... buna ne der?.. “Pekala” diyor Demir... İhsan Bey’in dediği gibi olabilir. Ali ile arabasına yürüyen Asi övgüler duyuyor at binmesiyle ilgili... iyi at binmesi ona özel bir şey gibi gelmiyor, çocukluğundan beri at üzerinde çünkü. Konuşmanın sonu Asi’nin Ali’ye at binmeyi öğretme sözüyle bitiyor... bir isteğine daha ulaşıyor Ali. Misafirler teker teker ayrılıyor... eller sallanıyor... Herkes arabasına yöneliyor. Ali ise Demir’i aracına girmeden durduruyor... çok suskun... hiç konuşamadılar... “Ne oldu, bir sorun mu var?” diye soruyor. Demir’in suskunluğu hala devam ediyor. Onun suskunluğunun kendinden kaynaklandığını düşündü bir an Ali... “Asi hakkındaki konuşmamız yüzünden mi” dediği anda hem bedensel... hem sözel... sessizliği bozuluyor Demir’in... “O konuyu tekrar açmasan iyi olur!” diyor... ‘O konuyu’ kaşlarının arasına sıkıştırıp, Ali’ye geri veriyor... Asi hakkında tek bir laf dahi kaldıracak durumda değil Demir. Ali ise, Demir’in gergin yüz ifadesine baka baka... “Yoksa Asi ile aranızda birşeyler mi var?” diye devam edebiliyor.... Aklına gelenleri söyleyivermek gibi bir huyu var bu adamın, Demir buna söyleyecek tek söz bulamıyor. Sanki yeni farketmiş gibi kendi kendini eleştiriyor Ali... Demir’e saçma bir soru sorduğunu farkediyor. Lafı Demi’in itiraz edemeyeceği bir noktaya çekiyor... yine de inatla Asi hakkında konuşmaya devam ediyor... “Çok usta binici... “ olduğunu söylüyor... Demir’se onun oyununa gelmeyecek... Ali ile muhatap olmayacak... “Kusursuz” diyor... “...evet... iyi binici”... başkaca birşey söylemeden arabasına biniyor. Demir biliyor artık, yalnız başına Süheyla’ya yardım edebilmesi mümkün değil... önce Asi’yi dışladı bu sorunu çözmeye çalışırken... ardından konuyu bilmeyen diğer yakınlarını... kırabiliyor da aynı zamanda bilenlerini, bu akşam bunun tanığı. Bu iş gizli kalamaz artık Süheyla’nın istediği gibi. Bilmesi gerekenlerle paylaşmalı. Telefon ederek Kerim’e döndürüyor yoldan onları. Toplanıyorlar evde... konuşmaları lazım birlikte. Hepsi sarsılıyor Süheyla’nın ölmek istediğini duyunca. Kerim’in ilk tepkisi Demir’e... kızıyor bu olayın onlara şimdi söylenişine... Ama o kadar hassas bir konu ki... Teyzesinin isteklerine saygı gösterdi ve konunun iz bırakmadan kapanacağını sandı Demir. Belki en çok Defne’yi irkiltiyor burada duydukları... kardeşinin intiharı sonrasında doktorun onlara uyarısı... bu durumun tekrarlanma ihtimali, meselenin aslı. Bu gün intiharına sebep olan Ziya’ya başkaldıran, direnen Gonca gibi olmadı gerçekten de Süheyla’nın intihar sonrası. Demir’in beklediği gerçekleşmedi... o düzelmedi. Ruhen iyi değil. İçine kapandı. Mutsuz. Ne yapılması gerektiğini de bilmiyor Demir. Ama bu aralar hepsinin ilgisi şart... en kısa zamanda da bir psikiyatrist ile görüşmesini sağlamalılar. Melek’e kayıyor Demir’in gözü... yanına gelip oturuyor koltuğunun koluna... omuzunu sıkıp öpüyor yine kıvırcık saçlarını... fazla üstüne geldi ... özür diliyor, ters davrandı. Aslan vecizelerinden beri yetişiyor imdada... “Abi-kardeş arasında olur öyle şeyler. Yanaktan bir makas alırsın, geçer gider”... Gonca, Ziya ile sokak ortasında bitirdi sansa da her şeyi... kafasında hiç bir şey daha bitmedi. Asi’ye sığınıyor o akşam... biriyle paylaşması lazım... tek başına işin içinden çıkamıyor çünkü. Test yaptırdı, hamile... ama Ziya boşanmak istiyor. İlk haber sevindirirken ikincisi hayrete düşürüyor As’yi... “Nasıl?.. Hamile bir kadını mı boşayacak?”... İki gecedir uykusuz Gonca... düşünmekten yoruldu. Bu bebeği istemiyor... aldırmayı düşünüyor. Asi teskin etmeye çalışıyor kardeşini... dursun... hemen karar vermesin... e.min olması lazım. Gonca çoktan araştırmış. Hemşire bir arkadaşı ertesi sabah kürtaj olabilmesi için doktortan randevu bile almış. Bu çok önemli bir karar... ya sonra pişman olursa? Ama onu yalnız bırakmayacak giderken o doktora. Sabah... Erkenden düşüyor iki kardeş yola. Doğru mu... yanlış mı... Gonca ne yaptığını bilemeyecek durumda. Asi, kardeşinin düşünmek için biraz daha kendine zaman tanımasından yana. Ziya ile ayrılacaklar, babasız nasıl büyüteceğini düşünüyor çocuğunu kardeşi... ama güven veriyor Asi ona... eğer isterse herşeyin altından kalkabilir o da. Çocuğunu doğurmaya karar veriyor Gonca... Genç o... içinde yeni filizlenen bir yaşam var... hayat önünde... Asi’nin çizdiği müşfik anneanne ve teyze görüntüleri minik bebeğinin çevresini sarıveriyor kolayca... biraz gayretle, yanıbaşında gördüğü sevgiyle, olumlu bakabiliyor herşeye. Bir daha asla düşünmeyecek yaşamdan vazgeçmeyi Gonca. Demir bahçede oturur buluyor teyzesini... etrafında pırpır eden baharı görmüyor hiç, belli... gözleri açık ama yaşama kapalı sanki. Soruyor dayanamayıp... “Ne düşünüyordun?”... Bu dünyaya ait olmadığını, bir işe yaramadığını, gereksiz olduğunu, düşünüyor teyzesi. Tek bir bakışı bile bunu anlatmaya yeterli. Teyzesinin geçmişin acılarını unutması lazım. Bir doktora gitmesi konusunda ısrar ediyor, başka ne yapacağını bilemiyor çünkü. Süheyla, Aslan’dan ümidini kesmiş gibi, gidenlerle derdi... ruh doktoru onları geri getirebilecek mi? Getirmeyecek... getiremez de... ama yaşadığı travmayı atlatması için yardım edebilir belki. Yanındakilerin anlayabileceğinden çok daha derin bir şeyler yaşıyor, bu tablo karşısında çaresiz sevenleri. Uzanıp cebine bir kart çıkarıyor ve masaya bırakıyor Demir... eğer isterse arayabilir teyzesi. Elleri ceplerinde, bahçe girişine doğru yürüyor Demir... Süheyla’nın aksine, hissediyor baharı bütün bedeninde. Bu keyifsizliğinde görmek istemese bile, orada güneşin vurduğu yeşil... rüzgarın hışırdattığı taze yaprakların sesi... Farklı mı oluyor ne, baharda bu ses bile? Sıcağı hissediyor içinde, dışında... teninde... Çiçeklenen her ağacı, açan her çiçeği, uçan her böceği hissediyor. Yaşamın kokusunu salıyorlar sürekli Demir’e. O kapı önünün hatıraları gönüllü geliveriyorlar kendine. Gözleri dönüyor Asi’nin ona gelip durduğu yola... kararlı adımlarla Demir’e gelirdi her defasında. Kimi zaman öfkeli, kimi zaman burnu havada... kimi zaman sevgiyle... durdururdu onu, tek bir bakışıyla, tek bir sözüyle. Bırakıyor bağrını, yakalarını çırpındıran esintiye... boynundan yukarı onu hissediyor teninde... hissettiği bahar mı... Asi’mi... karışıyorlar ılık ılık bir yerde. Dikkatini çekiyor arkasından gelip parkeden araç... Ali mi o? Ne işi var onun çiftliğinde? Kaşları çatılıyor ve kalıyor öylece. Kerim’le konuşmuş Ali... atını ödünç alacakmış... eğerleyip İhsan Bey’in çiftliğine götürmesini istiyor Arif Kahya’dan. “Asi bana at binmeyi öğretecek” diyor Demir’e de... “...ona at binmeyi bilmediğimi söyledim”... Aklının bu sözleri vardırdığı noktaya inanmazlıkla ulaşabiliyor Demir ancak... “Biliyor musun peki?” deyiveriyor öylece... “Elbette biliyorum” diyor Ali. Allayıp pullayacak hali yok bir sonraki sorusunu Demir’in, “Yalan söyledin yani!” ... ... “Ufak bir yalan... kimseye zarar vermez” diyor Ali, başlıyor Kozcuoğlu çiftliğine doğru yürümeye... Ardından bakarken onun, neye daha çok şaşsın kestiremiyor Demir... Hayatı oyun gibi gören haylaz bir çocuk sanki Ali... düpedüz yalan söylüyor... bununla istediğine ulaşıyor... sanki yalanıyla gurur duyar gibi gelip Demir’e söyleyebiliyor. Korkutucu bir rahatlık bu... ne düşüneceğini bilemiyor. Asi, Kerim’in atını getiren Arif Efendiye, onu geri götürmesini söylüyor. Kendi atını çıkarmış, onunla öğretecek biniciliği Ali’ye... Bir dizi talimatla başlıyor ilk dersleri daha onlar bahçedeyken... çiftliğin hemen yanında, sakin bir toprak yolda devam ediyor çalışma... Ali farkediyor önce... patikadan onlara doğru gelmekte olan Demir’i... at üzerinde o da. Sesleniyor “Demir!”... aynı anda dönüyor Asi’nin başı da uzaktan onlara doğru gelmekte olan adama... Demir Ali ile konuşmalarını açık edemez burada... sanki yazılı olmayan erkeksel bir anlaşma. Belki bir soru işareti koyabilir ama Asi’nin kafasına... Sevdiği kadın karşısında, emaneti boynunda... atı yanında ama bambaşka şeyler oluyor orada. Ağrına gidiyor üstelik Ali’nin Asi’yi aldatıyor oluşu da, ona hediye ettiği atıyla Asi’nin Ali’ye at binmeyi öğretmeye çalışışı da. “Senin gibi adrenalin bağımlısı biri, bu olayı çoktan çözmüş olmalıydı!” diyor. Sanki Asi orada hiç yok... konuşma iki erkek arasında geçiyor. Demir doğru söylüyor, at binmek yüksek performanslı bir spor araba kullanmaya benzer derler... güç ve kontrolü aynı anda hissetmekse, ikisinde de aynı duygu. Yalnız önce dizginleri iyi tutsun Ali... hız kesmek için frene basmak o dizginlerle oluyor. Aslında bu bile ne büyük bir ip ucu Asi’ye... Ali dizginleri eline almak istemişti, içgüdüyle... ve itiraz gelmişti Asi’den Ali’ye... onun biniciliği yeni öğrenmekte olduğunu sandığından, dizginlerin kontrolünü kendi üstlenmişti, öğrencisi emniyette olsun diye. Ali, Asi’ye bırakıyor bunu, cevap versin Demir’e... “Önce at binmeyi öğrensin” diyor Asi... “O, sonraki ders”... dikleniyor Demir’e. Ne desin Demir... bir yalana inanıyor ve Ali’nin oyununa düşüyor Asi. “Size kolay gelsin” diyerek ayrılırken oradan... bir numara daha geliyor Ali’den... dengesini bulamamış gibi haykırıyor aniden... Neye uğradığını şaşırıyor Demir atını yeniden onlara doğru döndürürken... ‘Sırrımı gizledin, afferin... bak ne güzel eğleniyorum’ der gibisinden bir göz kırpışı da geliyor Demir’e Ali’den. O gün... daha sonra... Asi, Demir’in şirketinde bir kez daha... Sekreter görür görmez hatırlıyor onu... ismini vermediği için bekleyen, sonrada patronuna ‘izzah istemiyorum’diye çıkışan Asi Hanım bu... Demir Bey’e haber versin hemen, bir tatsızlığa neden olmasın yeniden. Ama Ziya ile görüşecek Asi bu sefer. Ziya dışarıdaymış... ama birazdan döner. Toplantı odasına buyur ediliyor Asi... orada bekleyebilir kendisini. Elinde bir dosya sekretaryaya gelen Demir görüyor içeride Asi’yi... neden geldiğini unutup oraya, yanına giriyor sevdiğinin... Çenesi eline... eli masaya dayalı... duruşu sanki kaygılı! Onu mu görmeye geldi? “Hoşgeldin” diyerek dikkat çekiyor kendine... Ziya ile konuşmak için geldi Asi’de... dışarıdaymış, onu bekliyor, bu sefer o izzahat veriyor Demir’e... Onun için gelmemiş olması canını sıksada, sabahtan beri içinde birikenleri söylemesi için bir fırsat işte... Dersleri çabuk bitmiş... arkadaş zorluk çekmiyor gibiydi... Yiyor içini kızgınlığı. Ali’nin İstanbul’daki kurtlardan daha beter olduğunu nasıl anlamaz Asi. Herkese bu kadar kolay inanmak zorunda mı...“Tabi... öğretmeni bu kadar hevesli olunca!” diyor kinayeli kınayeli... Hışımla dönüyor Asi... “Sen ne demek istiyorsun Demir?”... “Öğretmenliğe bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum”diyor Demir. Ali’ye heves ettiğini mi ima ediyor yoksa.... Umuyor ki böyle değildir ama onunla geçirdiği vakte içerlediği apaçık ortada. Kıskanıyor mu yoksa? Ne oldu? Onun ne yaptığıyla ilgilenecek kadar zamanı yok sanıyordu? Demir sadece “zamana ihtiyacım var” demişti... Bir ara da bunu anladığını sanıyordu. Bilmiyorum bu hangi araydı ama Asi onu asla tam anlayamadı. Vazgeçemediği Demir’di... tutunduğu içinde ki sevgiydi... Demir onun göremeyeceği bir uzaklığa çekilmişken neyi görebilir, neyi anlayabilirdi? Gözlerinde görmeye çalışıyor birşeyleri şimdi. Vakitsiz gelen bu karşılaşmalarında birde sitem ediyor... “Ama fikrin değişiyor gibi!” Bu haksız yakıştırmalar aşkın yansıması, biliyor Asi... dikiliyor karşısına, cevap versin sorusuna... “Neden bu kadar kızıyorsun Demir?”... ‘seviyorum seni de ondan’ desin bu kıza... ama demiyor inatla. Gurur köşe kapmaca oynatıyor aşka... kızdığı falan yok Demir’in... Asi bildiği gibi devam etsin yoluna... Demir sığınsın suskunluğa. Ziya şirkete döndüğünde Asi’nin konuşmak için kendisini beklediğini öğreniyor. Bu işten hoşlanmıyor. Gonca ile arasındakilerin, Asi’yi ilgilendirmediğini düşünüyor ama bu görüşmeden baba olacağını öğrenerek çıkıyor. Demir, Asi’nin şirketinde olduğunu bilerek rahat rahat çalışabilir mi? Tesadüfe bırakmıyor işini, oyalanıyor oralarda. Sekreterden öğrenmiş olmalı Ziya’nın geldiğini ve görüşme halinde olduklarını içeride. Elinde bir dosya ile gelmişti Demir... onun üzerinden çalışanına talimatlar veriyorken koridorda, Asi görünüyor kapıda... Çalan telefonuna cevap veriyor bir yandan da... akşama bir program yapılıyor, “Olur, gelirim” diyor sevdiği. Özel birşeyler olmadığı müddettçe çıkmaz o geceleri. Ne olabilir diye sormaya korkuyor, bu aralar heryerden Ali çıkıyor gibi. “Ali Bey aradı...” diye başlıyor nitekim yanına geldiğinde Asi. Sözleşmeler hazırmış, akşama gidip imzalayacaklar... “Sende geleceksin, değil mi?” diye soruyor.. ‘gel’ diyor sesi... gözleri. Yumuşacık şu anda ona Asi... diklenen, neden kızgın olduğunu soran Asi değil karşısındaki. “Gelirim tabi” diyor... Asi’nin rahatladığını görüyor... “İyi”... İstediği bu değil aslında... Ne işi var Ali’nin Asi-Demir yanında... ama kontrolsüzce ve o hiç bir şey yapamadan geldiler bu noktaya... yalnız mı bırakacak Asi’yi... her şartta orada ve onunla olmak zorunda. ... ... Bir kez daha gördü işte Demir’i Asi... tam da zamanında, Ali Bey onları sözleşme için çağırdığında. Ziya ile konuştu içeride konuşmasına ama aklı hep ondaydı aslında. Kıskançlıkla ona hesap soruşu... onunla ilgilenişi... kızgınlığı bile ne güzel geldi. Asi’ye istendiğini, sevildiğini hissettirdi. Zaten hiç düşünmedi onun kendini istemekten vazgeçtiğini... sevmekten vazgeçtiğini. O da kendi gibi ... asla vazgeçemezler birbirlerinden ki. Ama değişsin istiyor Demir... artık onun da olduğunu kabul etsin hayatında ve paylaşsın herşeyini. Bir yabancıymış gibi, uzak tutmasın onu sorunlarından... kendinden... hiçbirşeyinden. Açık olsun... apaçık olsun... zarar gelmez kendinden... korumasın Asi’den Demir’i. Anlamıyor mu, o böyle uzak durunca... bir güvenilmemişlik hissi yakıyor Asi’yi. Ne güzel bakıyor şimdi ona gözleri. Kızgınlığı gitmiş... Her dediğine ‘peki’ diyecek gibi. Hiç ikiletmiyor akşama ikisi için onay verdiği programa, hemen ‘gelirim tabi’ dedi. Sözleşmenin imzalanma aşamasına gelindi. Demir topluyor Leyla ve Kerim’i... Kurmaylarının fikirlerini almak istiyor... ne düşünüyor bu ortaklık için en güvendikleri. Sormaya bile gerek yok, Kerim’e kalırsa... Avrupa Birliğinin kalkınma projelerinden birinde yer almak büyük prestij... Ali ile iş yapmakta da ilginç olabilir. Onun farklı bir perspektife sahip olduğunu düşünüyor Kerim. Aklına takılan bir şey mi var Demir’in? İşin içinde İhsan Bey olmasa, bu ortaklığa katılmayacağını söylüyor Demir... içine sinmeyen birşeyler var! Kerim koyuyor noktayı... “Asi, Ali ile çalışıyor diye mi gerildin?”... “Bilmem!”... Bu büyük bir yüzdesi içindeki olumsuz hissedişin... ama ötesinde çok temel bir şeyler varki... kişisel duruşuna da şüpheyle yaklaşıyor Demir Ali’nin... Ali konusunda karmaşa yaşıyor... onunla ilgili düşüncelerini netleştirmek için kayda değer dayanakları yokken, içgüdüleri onu şiddetle Ali’ye karşı uyarıyor... birde işin içine sevdiği kadın girince, bu hissedişler işsel içgüdüler mi... kişisel kıskançlık mı kestiremiyor. Kuru kalmış bir şeyler var, Ali’yle iklimleri uyuşmuyor... ilişkilerindeki parıltılı boyanın altında gerçekte ne var... bilemiyor? Süheyla Hanım ilk kez Kerim ve Defne’ye gelecek... Beşamel Soslu Sebzeli Tavuk yapacak Defne misafirlerine... Kerim’de pilav... karı-kocadan tam bir dayanışma... Asi’de yardım ediyor ablasına mutfakta. Defne yemek ile uğraşırken, salatayı hazırlıyor o da... sohbet ediyorlar bir yandan da. Asi, akşam fabrikadaki toplantıya Defne’den gitmeye karar veriyor. Hızla iş kadını oluyor... onun bağ-bahçe, tarla iş yaparken giydiği kıyafetler pek de bu yeni ortamına uymuyor. Bu akşam da Defne’nin gardorobuna başvuruyor... harika bir işi olacak ama Asi pek keyifli görünmüyor... Onun da bilmediği şeyler var... “Üçümüzün olduğu bir masa beni ürkütüyor” diyor ablaya... Demir’in onun Ali ile çalışıyor olmasından hiç hoşlanmadığını biliyor. Araları açıkken bile ona açık açık söyledi... suskunken bile hissettirdi... bu onu elbette düşündürüyor. Defne durup dururken... “Asi bu aralar Demir’in üzerine fazla gitme olur mu?” diyor... bunun için endişe etmesine gerek yok Asi’nin, zaten Demir hiç konuşmuyor. Ne biliyor... belki konuşamıyordur. Defne, Asi’nin huyunu bildiği için üsteliyor... “Sen yine de Demir’le didişmek yerine biraz anlaşılı ol!.. Tamam mı?”... Asi mi anlayışlı olacak?.. Neden miş o? Bir bilinmeyen daha çıkıyor... Asi hazırlanıp fabrikaya gidiyor. Ali onu odasında bekliyor. Demir’i orada görmeyince Asi soruyor...”Erken mi geldim... Demir yok mu?”... Ali şaşırıyor, “Demir gelecek miydi?”... Yoksa gelmeyecek mi?.. Körler sağırlar diyaloğu gibi oldu bu... Anlaşılıyor sonunda, Demir’in sözleşmenin imzalanacağından haberi olduğu. Ali hiç hoşlanmıyor bu işten... onca hazırlık... özel yer, yemek, şarap seçimleri... bir üçlü yemek yok aklında, hele yüzü hiç gülmeyen, gergin bir adamla... Demir’i beklerlerken sözleşmelere göz atmak isteyen Asi’yi yalnız bırıkıp odasında dışarı çıkıyor, Demir’i arıyor ve sözleşmelerin geciktiğini bildiriyor. Başka zaman imzalarlar artık... Demir sorun etmiyor. Akşamki planları iptal olunca Kerim onu da yemeğe bekliyor. Yeni geline yemek davetine gidecek misafirler telaşeli... ev hediyesi almak için yollara düşülüyor... ihtiyaç mı alsınlar... süs eşyası mı... bu telaşenin en iyi tarafı, Süheyla Anne’yi de evden dışarı çıkardı. Çalınıyor sonunda Defne-Kerim’in kapısı... hoşgeliyor misafirler... elleri kolları dolu paketler... nereye koyacaklar, ne çok şey almışlar... tehtit geliyor Leyla’dan... bir görmesinler bunları ortada, gözlerini oyarlar. Bu evliliğin mimarlarından Demir giriyor en son eve... kendi sıkıntısına rağmen, misafirlerini ağırlarken evinde, dostunu böyle mutlu görmek, mutlu ediyor onu... umutlandırıyor da... Şenleniyor ev bir anda. Asi ve Ali arabada... Yemek yiyecekleri yerde mi buluşacaklarını söyledi Ali, Demir’le... onlar önden çıkmış yola. Hava kararmış artık... araç bir loşlukta ilerliyor hızla... bir ses yükseliyor radyodan... “ben kime bağlanmışım, ağlıyorum gizlice” yanık yanık yükseliyor Asi’ye... durgunlaştırıyor... ruhunu sarıyor onun da gece... gözünden hiç gitmiyor yabancılaşan o gözler de... Değiştirmesine izin vermiyor Ali’nin... kalsın ‘Hasret’i (I) Asi’de. ... ...Limanda bir dalış teknesinin üstünü hazırlatmış Ali... ortada üç kişi için düzenlenmiş tek bir yuvarlak masa... Mendireğin oluşturduğu havuzda deniz sakin görünüyor... teknenin hafif sallantısı görüntüye yansıyor ama dalga sesleri ulaşıyor kulaklarımıza... Bu ses... Demir’i hatırlatıyor... bu bile yetiyor Asi’ye. Gelecek ve oturacak o da birazdan karşısındaki yere. Demir şu anda tam da ablasının karşısında oturuyor ve onun yardımıyla hazırlanmış yemekleri yemeye başladı oysa... Herşey nefis olmuş... evin hanımı gururlu... beyi de öyle... yüzde gülücükler, yemekler hızla tükeniyor tabaklarda. “Keşke Asi’de olsaydı” diyor Defne... Aslında sözleşmenin imzalanması başka bir zamana ötelenince, onunda bu yemekte olacağını ummuştu Demir... hayalkırıklığına uğradı bir parça. “Demir sen niye toplantıya gitmedin?” diye soruyor Defne doğallıkla... Toplantının iptal olduğunu söylüyor Demir... “Ama Asi gitti!” diyen Defne’nin sözleriyle bastırmaya çalıştığı iç sesleri... kurtuluverip dizginlerinden bir anda, doluveriyorlar her yanına... Boşa değilmiş demir uyaranlar... bakışlarını koyacak yer bulamıyor orada, Asi şu anda bir başka masada Ali’nin karşısında. ... ... Ali’nin, Asi soruları... bu sabahki yalanı... sözleşmenin yetişmediğini söylerken o, nasıl... nasıl da inandı!.. Kuruntu değil yaşadıkları... o tuzağa düşen bir avcı. Sevdiğinin de bu tuzağa yakalandığı bilmesi ise en katlanılmaz olanı. Ve o, hiç bir şey yapamıyor... elleri kolları bağlı. Asi’nin gözü telefonun saatinde... gecikince Demir, başlıyorlar yemeklerine... Herşeyi özenle seçti Ali bu akşam için ... şarabı da öyle... Seçtiği şarabın geldiği Bordeaux yöresinden bahsediyor. Bir azap şehirinden bahsediyor... karanlık... kasvetli... delirmemek için kaçmak istenen bir şehirden bahsediyor... Azap çekmek nedir... Ali ne biliyor? Bu akşam Antakya, Bordeaux’u andırıyor... Bu akşam, Gonca ve Ziya için bir dönüm noktası... Gonca bebeğini yalnız büyütmeye razı ama vazgeçiyor Ziya gitmekten... hamile bu kız onun karısı. Kasvetli bir gelecek buradan bakılınca görünen ama denemeye kararlı... Süheyla gençlerin arasında çok fazla duramıyor... üstkata kaçıyor... elleri, alıpbaşını gerilere giden düşünceleri tutamıyor... Biraz uzanıyor Defne’nin yardımıyla, lakin göz yaşları buluyor onu sığındığı yalnızlığında. Kapkaranlık her yer Süheyla’ya... Demir’se kalkmak istiyor... Yakınları yanında... sevdikleri... ama canı kapanda... durduramıyor Demir’i daha fazla orada. Kerim, erkenden gitmelerine müsade etmemişti, ne zamandır toplanmadıkları için böyle bir arada fakat Demir’in huzursuzluğunun da farkında... Asi’nin Ali ile oluşunun onun dengesini bozduğunu görebiliyor davranışlarında... çıkıp biraz hava almasını öneriyor dostuna... gereği yok eziyet etmenin ona. Kırmak istememişti Demir, Kerim’i... dediği gibi toplanmamışlardı çoktandır ama şimdi can havliyle sarılıyor onun bu önerisine... sorumluluklarını da devrediyor Kerim’e bir akşamlığına... “Herkes sana emanet” deyip çıkıyor... Delirmemek için kaçmalı yalnızlığına... burada olmak azap artık ona... Evden çıkar çıkmaz eli uzanıyor telefonuna... bir mesaj, cevapsız bir arama, herhangi bir şey aranıyor gözleri ışıklar saçan ekranda... hiç bir şey yok ama. Parmakları tuşların üzerinde dolanıyor... Asi’yi arasa mı... yok, aramasa!... İlk defa karşılışıyor böyle bir durumla... işsel haksızlıklara, adaletsizliklere hiç benzemiyormuş sevdiğinin de alet edildiği bu aldatmaca... burnundan soluyor... geçkin bir soluklanma bu... rahatlatmıyor. Yeni kızgınlıklar ekliyor yalnızca... Gidici değil bu his anlıyor... evin yolunu tutuyor. Çiflik yolunda, Kozcuoğlluların girişinde durmadan yapamıyor. Gözleri sevdiğinin balkonuna takılıyor. O balkonda yanyana duranları görüyor... kız saçlarını toplamış, erkek boynuna aşklarını takıyor... Böyleydiler işte... oradaydılar... yanyana... göğsü sıkışıyor. Öylesine evin girişine çevirdiği gözlerine Ali’nin aracı çarpıyor... farları yanık... sahibinin ya içinde, ya yakınlarda bir yerde olduğunu gösteriyor. Arabasının tekerlekleri çiftlik yoluna dönüyor... ardından araç hareketleniyor... nedendir bilmiyorum bu görüntü beni ürkütüyor... Demir’i göremiyorum o an ama aracını kullanış şekli bile onun içindeki keskinliği sanki belli ediyor. Bu adam dürüst hareket etmiyor... Demir’de sertleşiyor. Aracını biraz ilerletince, avlunun girişinde konuşan Asi’yi ve önünde elleri ceplerinde Ali’yi görüyor. Konuşma çok uzamıyor... Asi içeri giriyor... Demir arabasından çıkıyor. Ali kendi aracına dönerken ancak, onu farkediyor... Selam sabah yok Demir’de... soruyor “Anlaşmayı mı kutladınız?”... Ali gülüyor... yakalanmış bu gülmeyen adama... ne kadar da inatçı, üşenmeyip gelmiş oralara... Demir e.min olmalı... devam ediyor... “Demek.. avukatların anlaşma metnini hazırlayamadı ha...! Peki Asi ile neyi kutladınız?” Bir an düşünüyor gibi Ali... gülümsemesi hala suratında... Ne kadar da uzattı Demir bu meseleyi... Doğruyu söylemek en doğrusu olacak galiba... “Başbaşa yemek fırsatını kaçırmak istemedim. Meseleyi büyütmeye gerek yok. Tamam mı? Ali’nin sesinde ‘yalanını’ önemsiz gören bir yumuşama... uzanıyor Demir’in koluna. Bir yakınlık, bir samimiyet yaratma çabası içine giriyor akılsızca. Biraz da üstten bakar havalarda. Demir soluk alıp verebiliyor mu... çok farkında değil o anda. Zararsız bir yalan olduğunu düşünüyor sa bunun da... kurtulamayacak bu sefer ama... Arabasına dönüyor umursamazca Ali... lakin Demir’in milim kımıldamadığının farkında... Birşeyler dürtüklüyor onu da... Demir’in ilgisi ne bu konuya... o sadece uzak bir akraba... bugünki at binme konusundaki erkekçe anlayışını göstermiyor akşam ona... Dönüp Demir’e... “İstersen bir dahakine senden izin alırım?” dediğinde... yiyor yumruğu yüzüne... bir pislik bulaşıyor böylece Demir’in ellerine. (I) HASRET o gözler bana eskisinden yabancı içimdeki bu sevda hiç dinmeyen bir acı ruhumun kederinde gözlerim yasla doldu ağlıyorum derdimden bana bilmem ne oldu en candan arkadaşım ruhumu saran gece ben kime bağlanmışım ağlıyorum gizlice kimsesiz sararmışım derdime şifa verin kalbimdeki yara daha cok daha derin.. Söz-müzik Şefik Gürmeriç Yorumlayan – Sema Moritz |
29. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|