Sevişme yerine geçer mi bir öpücük... geçiyor onların ki biraz. Demir’in eli ne zaman buldu Asi’nin elini... buldu da, sevdi biraz. Çember kapanmış o temasın bir yerinde... yormuş onları biraz. Yudumladılar sadece birbirlerini ama yine de fazla geldi biraz. Birbirinden medet uman o ellerin karmaşası bana bile ulaşıyor biraz...
Kuma oturmuşlar birlikte...yaslanmış Asi,Demir’e... dolanmış Demir’in kolu kendine... onun elleriyse sevdiğinin dizinde... düğüm gibiler birbirlerine... Sevgiliye dokunabilmenin yerine geçebilen ne olabilir ki diye düşünüyorum onları böyle görünce. Aşk’dan başka hiç bir şey tanzim edemez bu ifadeleri yüzlerinde. Demir’in aklına bir şey geliyor... Asi’yi kendine çeviriyor... ne çitler kalmış arada, ne paylaşılacak kozlar... bitmiş yasaklar. Bakışlar gidip gidip dudakları buluyor, tenleri sanki birbirinden çok fazla uzak kalamıyor. Asi’yi susturdu geçmiş üzüntülerinde ama Demir’in bir özrü var sevdiğine... yanağını okşayıp soruyor... “Buraya mı gelmişti o tokat?”... Sevdiğini çekip, omuzuyla başı arasında yarattığı, tarifi mümkün olmayan bir esarete... uzanıyor öpücüğüyle, o her ikisi içinde gurur kırıcı emanete... artık yenileri Asi’de... dudaklarının iyileştiren gücü bakalım ne kadar yerinde... soruyor, “Geçti mi şimdi?”... “Geçti” Omuzunu bulan başı tüy kadar hafif sevdiğinin, o hafifliğin çoğu da saçları, e.min... Kuytusuna aldığı bedeni ise, kırılıverecekmiş gibi... bir dal taşıyabilir mi Demir’i... Korkutuyor azıcak bile sıkmak Asi’yi, yerine kendini veriyor...istediği gibi tanısın onu... Şaşıyor da biraz, nereden buluyor toprakla uğraşacak gücü, sevdiği. Ya o gelişi... o geliş hiç tamamlanmamış gibi, hala yaşatmaya devam ediyor kapırtıları Demir’de Asi’yi. Onunla hissettiği şeyler hiç hissedilmemiş sanki... nasıl anlatacağını da bilemiyor ki. Gözlerindeki güzel bakışa, güneşler bile... yeşiller bile yetişemiyor artık. Allahtan uzaklaşıyor gözleri ara ara... omuz başındaki yerini bulacak ya... azad ediyor böylesi anlar Demir’i... Gözlerini kapatıyor o da bir anlığına... söylenecek o kadar çok şey varken bu sessizlik ne kadar iyi geliyor ona... Asi’yi duyuyor o anda... “Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin...” gülümsüyor bu sessizliğe... sevdiği bir kez daha konuşuyor işte onun yerine... “Hep burada kalalım olur mu?”... “Gitmeyiz’ diyor Demir çocuklaşıyor her ikisi için de, olamayacak düşler dilinde “...burada kalırız... hiç kırıpdamayız. Bizi böyle bulurlar... böyle sarmaş dolaş.” Sadece bedenleri mi... tenleri de sarmaş dolaş adeta ellerinde... her ikisi de duramıyor yerinde, minik kıpırtılarda dokunup dokunup başka dokunuşların peşine düşüyorlar birbirlerinde... Aklın kabul etmekte zorlandığı bir şeyle uğraşıyor Demir... güçlük çekiyor duygularını tahlil etmekte. İnanamıyor... Asi’yi Demir’e açıklayamıyor... kontrolsüzce sürükleniyor. Sesleniyor “Asi...” itiraz ediyor başını sallayarak da kendi kendine... “...hiç böyle sevmedim ben...” Sevmedi gerçekten... ona dönüyor... dudaklarının ucunda Asi, bu gerçek mi... inanamıyor... solukları birbirine karışıyor... ama onunla hissettiği yakınlığı bunlar tarif edemiyor... -Sen... ben... yer, gök, deniz... herşey birbirine karıştı. Başım dönüyor... rüyada gibiyim... sakın uyandırma beni.. Asi, Demir derlemeye çalışıyor bir parça kendine... Elleri yeni buldukları özgürlükleriyle, delice... cömertçe sermiş sevdiği kendini Asi’ye... dokunuşları yürümez mi... cesaret edebildikleri her yerde, teninin peşinde... Demir’i dolaşıyor kendi kendine. Bir de kokusu var ki sevdiğinin... tayin edemiyor, ne gibi dese?... Ayrılmak istemiyor o omuz başından bu nedenle... Demir’de yuvalanıyor... saçları biraz onun biraz kendi üzerinde.... Asi’nin karışmışlığı da daha az değil Demir’den... bu sefer onun ağzından duyuluyor işte... herşey geçmiş onda da birbirine... “Hep bunları söylemeni bekledim” diyor Demir’e... bunlardı onun hayalleri de. Buraya ilk geldiği günü hatırlıyor Demir... nasılda çiftlik yolunda karşısına çıkmıştı Asi... ilk görüşüydü bu onu.Eskiden kalma alışkanlığıyla kaçırırken bakışlarını, bir pes etmişlik geliveriyor dudaklarından... “Daha ilk anda anlamıştım.” diyor... Asi, başını omuzundan çekip soruyor, “Neyi?”... -Sana aşık olacağımı. Ne kadar dirensem... kendime engel olmaya çalışsam da, senden kaçamayacağımı. Zaman... Asi-Demir çözünmüşlükleri... e.min için bambaşka sırları açığa çıkaracak olsa dahi... Demir için o kesişmenin bir başka yönü... Almamazlık edebilir mi Asi bu sevgiyi... bu adam onun aşkı. Elini uzatıyor yanağına... bu itirafa minnettarlığı... dudaklarının kıyısına kadar geliyor parmakları, bakışları... Ona direndiğini... ondan kaçmaya çalıştığını biliyor... ama yapamadı işte, bütün gayretleri geride kaldı. Ellerinde Demir... dudaklarında Demir... uzatırken ona kendini... kendine çekiyor Asi’yi uzanan sevdiğinin de eli... birbirini çağırıyor yine tenleri... Her şey boşunaymış... Asi’siz olamayacağını biliyor Demir şimdi... -Senden asla vazgeçmeyeceğim. -O- Gün ortası... dönmeliler işlerine... sözleşiyor aşıklar akşam üstü buluşmak üzere aynı yerde. Asi’yi atına bindirip gönderiyor ve arabasına giriyor Demir... ama bir telefon geliyor ki ilk anda anlamlandıramıyor bile... Kardeşi, Melek... ağlıyor... birşeyler söylemeye çalışıyor... ‘köprü’ diyor... teyzeleri köprüye gitmiş... annelerinin yanına gidiyormuş... atacak kendini... Demir, gerisini dinlemiyor bile... atıp telefonu yanındaki koltuğa çalıştırıyor arabayı... allahtan çiftliğin yakınlarında. Olabilir mi böyle bir şey... ihtimal vermiyor teyzesine. Ama dün akşam ki mutsuzluğu... sabah ki donuk hesap soruşu... herşey peş peşe gelince bir korku kaplıyor yüreğine... Hızla yol alıyor arabası tozlu topraklı yollarda, ‘Yok canım’ dese bile kendi kendine. Ne olur... ne olur yanlış anlamış olsun kardeşi birşeyleri, o telaşe ettiğiyle kalsın böyle. Son dönemeçte, teyzesini o köprü başında gördüğündeyse fiske fiske her bir hücresi patlamaya başlıyor içinde... Gerçek... Oluyor... Gözlerinin önünde. Araba sert bir firenle duruyor... Demir dışarı fırlıyor... Süheyla bir çocuğun çığlıkları arasında kendini suya bırakıyor... Anneeeee... Teyzeeee... Süheyla’yı nehre gömen geçmiş Demir’i de çekiyor içine... teyzesinin peşinden suya kavuşması bedeninin, bir sevgiliye kavuruş gibi delice... gururlu bir mücadele başlıyor ikisinde de... Can alır bu su, acımasızdır... taviz vermez kimseye, çaresizleri çeker kendine. Demir’se çare... bırakamaz sevdiklerini... hele bir tek teyzesi kaldı çocukluğundan kendilerine. Su kendinden e.min... akıyor halince... zamanları akıtmış... yaşamları akıtmış... belkide farketmiyor biri daha akmak üzere... Bir insanoğlunun ne yeter soluğu bu güce... ciğerleri dayanabildiğince aranıyor diplerde... bağırıyor su yüzünde... “Teyzeee”... Köprüye dönen gözlerinde... siyah beyaz görüntüler geri geliyor Demir’e... Köprü boş, su yutmuş geçmişi yine... annesini kaybetti bu boşlukta... kaybedemez bir kez daha... isyan ediyor o boşluğa...“Sende gitme... teyze...” Gözüne takılan bir kumaş parçasının peşine yüzüyor... kulaçlarında bir erkek, yüreğinde bir çocuk bağırıp duruyor... teyze... teyze... karalar, beyazlar o suda birbirine karışıyor... yaşlar geri geri gitmiş bütün o yıllar boyunca meğer, Demir’i çocuk çaresizliğine döndürüyorlar. Bembeyaz bayramlık gömleği içindeki o çocuğun aranışları elindeki tülbentte bitiyor... tülbenti istemiyor... teyzesini istiyor... bağırışlarının kendini de tükettiğinden habersiz... ama elinden isyandan başka birşey gelmiyor... Tülbentin peşine akıntıyla sürüklenen Demir... nehrin aşağılarında, su yüzüne vuran Süheyla’yı görüyor... herşeyi unutup ona doğru yüzmeye başlıyor... Akıntınında yardımıyla, teyzesini kıyıya çıkarmayı başarıyor Demir... “Dayan teyze... dayan...”... Ciğerlerinde bir miktar hava kalmış olmalı ki su üstünde tutabildi Süheyla’yı... yutmuş olabileceği suyu da boşaltıyor karnından tutup onu silkeleyerek... “Bırakmayacağım seni...”...Şuuru kapalı teyzesinin, nabzı durmuş... ne kadar kaldılar suda... kaç dakika... hiç kestiremiyor Demir... ama suni solunumla birlikte kalp masajına başlıyor hemen... “ölmeyeceksin...” diye haykırışlarını teyzesi duymasa da, nehir duyuyor ya... bilsin kuruyasıca şu nehir, vermeyecek ona bir can daha. Süheyla öksürmeye başladığı anda kesiyor masajı... artık doğru olup olmadığını düşünecek halde değil... sarılıyor ve bastırıyor kendine bu canı... teyzesini... “Geri geldin teyzem... döndün” ... Nereden çıkıyorsa Aslan beliriveriyor yanında, sırılsıklam... sorgulayacak halde değil... hala teyzesi kucağında, bağırıyor... “Git birşeyler bul... sıcak tutmamız lazım.” Melek yetişiyor arkalarındaki çimenlikten... kapaklanıyor abisiyle teyzesine... “Teyzee...”... Aslan arabayı getirmek için koşmaya başlarken... Demir bırakıyor artık teyzesini kareşine... Yerden kalkacak gücü yok dizlerinde... ellerinden yardım alarak neredeyse sürüklüyor kendini, atıyor hemen yanıbaşındaki tümseğe... Yapayalnız orada, bir başına tenhada... sözlükleri aranıyorum, başka ne yazabilirim anlatmak için o çocuğun yalnızlığına... Belkide bunu söylemek yeter... o sadece bir çocuk... sadece altı yaşında. Bir kez daha o kıyıda... bir kez daha çenesi, soğukla, içinin katılışlarıyla titriyor... bir kez daha teyze yeğen sırılsıklam, kucak kucağa karşısında duruyor. Bir kez daha gözyaşları Asi’nin sularına karışıyor. Yine bir tek kendi var kendine sarılacak... suçluluğu sarıyor bedenine elleriyle Demir... Hem de o kadar suçlu ki... dizlerinde ki ölüm dermansızlığını hak ediyor Demir. Orada ne kadar Demir var e.min değilim... sadece boşlukta, üşüyen, korkmuş bir çocuk görebiliyorum artık. Kendiyle vakit harcayabilir mi... Melek’in teyzesinin başında ağlayan sesini duymazdan gelebilir mi. Bırakıp kendini yanlarına geliyor... Tezyesini kucaklıyor. “Geçti artık... bizi çok korkuttun ama geçti.”.. Süheyla’nın gözleri açık... ama onlarda bir boşluğa bakıyor. Melek’in “Teyzceğim... iyiyim de ne olur” yakarışlarına cevap vermiyor. Lakin Demir bu anlarına şükrediyor. Anneleri, Süheyla’yı yanına istemiyor... onlara lazım olduğunu biliyor. Hiç bir yere göndermezler onu... Gözleri emanetlerinin birini bırakıp birine dönüyor... Anne emanetleri... Enişte emanetleri... geçmişin emanetleri ona... birinin gözleri boş, diğeri ağlayarak bakıyor. Bakışları tekrar teyzesine dönüyor... “Eve gideceğiz... iyi olacaksın”... buna inanmak istiyor. Defne ve Kerim Kozcuoğlularına uğruyor... Kerim iş çıkışı çiftliğe geliyor oluşlarından hiç memnun değil... akşam evine gitmek, karısıyla yalnız kalmak istiyor. Defne ise bütün gün evde yalnız başına kalmaktan şikayetçi... duvarlarla konuşmayı henüz bilmiyor. Kerim hazır gelmişken, şu meşhur atı bir görmek istiyor. Ahırda Asi’yi hediyesinin başında buluyorlar... atını tımar ediyor. Kerim atı çok beğeniyor... dostunu da taktir ediyor...”Vay be... Demir bu işi öğrenmiş. Nasıl ara bulunur iyi biliyor”... Asi’nin yüzünde güller açıyor... Defne kenara çekerek Asi’ye soruyor... “Demir’le aranızdaki buzlar iyice eridi galiba?”... İkiside geçmişi unutmaya karar verdiler... artık birbirlerine karşı daha anlayışlı ve özenli olacaklar... Kerim’i güldüren sözler beni düşündürüyor... Kerim’in gülüşünü paylarken Defne... tatsız konuşmalar yapılıyor onlara kısacık bir mesafede. Aslan arabayı almış... Süheyla arkada oturan Melek’in kucağına doğru yatırılmış... Demir’se önde oturuyor olmasına rağmen bütünüyle arkaya dönmüş halde. Teyzeyi ikna etmeye çalışıyor hastaneye gitmeye. “Gidemeyiz” diyor Süheyla... “..olmaz... kimse bilmesin... üçünüzden başka kimse bilmesin...” Melek araya giriyor, hastaneye giderlerse bütün şehrin öğreneceğini söylüyor... haklı bu konuda, Demir’de daha fazla ısrar etmiyor. Teyzelerini eve getirip hemen yatırıyorlar... sıcak tutmaları gerekiyor. Hastaneye gidilmeyecek ama muhakkak doktorun onu görmesi gerekiyor, Arif şehre gönderilmiş, doktoru alıp gelmesi bekleniyor. Bu arada sıcak birşeyler içmesi öneriliyor... Ama Süheyla’nın derdi başka... keşke görmeseydi çocukları onu bu halde, o kadar utanıyor ki... gözlerini yumup yastığına kapanıyor. Onlara hayatı sevdiren, bütün zorluklara göğüs geren, yaşamayı öğreten oyken... soruyor Demir... “Sen bunu nasıl yapabildin teyze?”... vazgeçmek... hem de bu radde de!.. Onun gibi mücadeleci birine yakıştı mı ‘vazgeçmek’? Demek ki insanın bir son noktası var. Yolun sonuna geldiğini hissettiğin bir nokta. Süheyla, o noktaya geldi yaşadıklarıyla. Geride bırakılanlar düşünülebilir mi bu noktada... belkide Demir’i en çok şaşırtan bu... Melek’i, Demir’i... onları hiç düşünmedi mi Süheyla? Onsuz nasıl bir hayatları olurdu? Anneleri, babaları, herşeyleri oldu Süheyla onların, onsuz ne yaparlardı? Tek tek dolaştı sevgilerini bu noktaya gelmeden önce Süheyla... Kerim’i... Demir’i... Melek’i... en son da boşta kaldı Aslan’ın kapısında elleri... ablasından başka kimi var ki, eskiden de öyleydi, şimdi de öyle gibi... Mahmut’un ölümünden beri özgürlüğe salıverdiği kendi, Aslan’ın hırçınlıklarından daha farklı değil ki... yaşı, direnci ve gücüyle daha bile tehlikeli. Ama bu vasıflar doğruda kullanılmayınca Süheyla’yı tüketti... yordu... dinlenmek istedi... dinlenenlerin yanına gitmek istedi. Köprüden atladığını gördü teyzesinin... gözünün önünde suda kaybolup gitti Süheyla... “Tıpkı annem gibi” diyor Demir... “Kaybolup gittin”... Onun o siyah saçlarını da bir an... göremez olmuştu. “Küçüktüm... gücüm yetmiyordu...” diyor. Küçüklüğü ellerinde, güçsüzlüğü omuzlarında hala... sanki özür diliyor bu yanlarına... minicik bir çocuk olduğunu unutuyor böyle anlarda. Uzanıyor yine annenin kara saçlarına o oda da... yetişemiyor yine ama... Annesi dibe süzülüyor, bir damla yaş çenesine... Kara saçlar karışıyor anılarda birbirine... Melek... birtek Melek’e yetebildi... bir de lanet olasıca kendine... Ya teyzesini kurtaramasaydı bugün... ya sulara gömülüp gitseydi... ne neden gösterecekti bu günün ‘yetişemeyiş’ine... Yalnızlığın Süheyla’yı bu noktaya getirdiğini biliyor. Kendini hiç affetmeyecek bu nedenle. Süheyla’da artık gerçekleri görmüş gibi... oğlunu kazanmak için verdiği mücadelede kaybetti birer birer sevdiklerini... ve işin garibi hepsi onlara bütün bu acıları yaşatan ailenin yanında olmayı seçti... Oysa, ne İhsan kötü, ne de Süheyla... nasıl böyle düşünür teyzesi, üstelik her zaman yakın Demir ve Melek anne yarısına, bunun da ötesinde ihtiyaçları var ona... Kendisininse hatası büyük... sağlam durmalıydı. Hepsini toparlamalıydı. Ailesini bir arada tutmaya çalışacağına, evi terketti... ailesinin dağılmasının, şu an çektikleri acının tek suçlusu kendisi... Değiştirecek herşeyi... başlarında olacak yine... gitmeyecek hiç bir yere, merak etmesin teyzesi. Hapis yine Demir’in yüreği... çekiyor tekrardan dörtbir yanına çitleri... bocalasada, eli çabuk... ne yapacağını o kadar iyi bilir ki... Acele hazır edin dediği atını tek bir ‘hayır’ ile gönderiyor geri... gitmeyecek... gidemez... suçluluk yiyip bitiriyor Demir’i... vazgeçiyor... vazgeçtiği de kendi. ... ... Kontrolü altında olmalı herşey... herşeyle o ilgilenmeli. Mutfakta buluyor Aslan ve Melek’i. Ona seslenen Demir’e Aslan’ın tavrı dikkatimi çekiyor...”Buyur” diyor saygılı bir ses tonuyla... ortak yaşanmışlıklar yaklaştırıyor onu kuzenlerine... hele Demir’e... oydu yetişen... oydu kurtaran Süheyla’yı... anlaması için onları bunlar mı yaşanmalıydı... Demir tembihliyor, “Bu meseleyi kimse bilmemeli. Dikkat edelim de daha fazla üzülmesin.” Melek’se üzülmemeli artık... sağlam durmalılar... onu bırakmayacaklar... “Hiç birimiz” diyor Aslan’ı da içlerine alarak... şu an olduğu gibi yanında olurlarsa, atlatır... bunu başarmak onların elinde. Gözü takılıyor bu arada saate. 4.45... Asi gelmiş olmalı sahile... ‘işin varsa, git’ diyor Aslan onun saate baktığını görünce... ayrılmaz Süheyla’nın başından, merak etme... ama “Yok... hiç bir işi yok” Demir’in... şu anda sadece Süheyla ellerinde. Herşey ötelendi ölüm tehtidiyle. Kozcuoğluları evlerinde tekrar huzuru bulmanın rahatında... Fatma ana sac ekmeği yapıyor bahçede onlara... akşam üstü olmuş... herkes yavaş yavaş dönüyor yuvaya... Ziya, Demir’lerin inşaatında yeni işine hemen başlamış, yorulmuş ama bu engel değil servis ile gelen karısını almasına... İlk defa bu kadar mutlu Gonca’da Ziya’da... Sevinç, Ceylan’ı alıp gelmiş okuldan... Kerim ile Defne zaten oralarda... hepsi saç başında... yufkalar pişiriliyor... pişirilirkende dilekler tutuluyor. Oklavaya sarılıp saca yerleştirilen yufka delinirse o günki dilekleri olmaz, ona göre... İlk deneyen Asi... o yufkayı asla delmemeli... bu kadar çabaladığına göre bayağı önemli olmalı dileği. Sırayla deniyor evin kızları damatları bu geleneği... Yufka bahane, keyifler pişiriliyor o sac da.... Asi’nin Demir’le buluşma vakti geliyor. Defne’yi kenara çekip onu idare etmesini istiyor... etmez mi... eder ablası tabi. Atıyla gidişine bir bahane uyduruyveriyor ayaküstü... yan çiftlikten hamile bir inek için acil çağırdılar da kardeşini... ona gidiyor Asi. Çiftliklere vuran güneş çekilmiş sahilden... Asi atını bir garip duyguyla sürüyor buluşacakları yere doğru... içini bunaltıyor görünürde olmayışı... ondan önce gelmiş olacağını umuyordu... bir terslik mi var, ne oldu? Neden geçersiz kılıyor akla gelebilecek bütün olağan aksilikleri yüreğinin çarpıntıları.... ‘O burada olmalıydı’ deyip duruyor bunun yerine bütün duyuları. Gelişigüzel bir neden bile bulamıyor burada olmayışına aklı... Bu telaşe aşkın telaşı olmalı... ne var biraz geciktiyse, Demir, nasılsa gelir... telefonuna uzanıyor... Demir’i arıyor... ama ulaşamıyor... Cevap vermiyor Demir Asi’ye... Aydınlık iyice çekilmiş günden... hava kararmış şimdiden... Asi çiftliğe dönerken gözü Demir’lerin çiftliğin önündeki arabalara takılıyor... Demir’in arabasının yanında bir yabancı aracın parketmiş olduğunu görüyor... Doktorun aracını tanıdığını sanmıyorum... ama gayrıtabi birşeyler olduğunu hissediyor. Atını Demir’in çiftliğine doğru sürüyor... Bu arada doktor Süheyla’yı muayene etmiş... evdekilere bilgi veriyor... “Büyük bir travma yaşamış... ama şu an iyi.” Yine de muhakkak hastaneye götürülüp kontrolden geçirilmesini tavsiye ediyor... hem bedenen hem ruhen sağlığı önemli, her yönden ilgiliyi üzerinde tutmaları gerektiğini söylüyor. Şu an hepsinin ilgisi üzerinde, Süheyla’yı üzebilecek tek şey olan bitenin duyulması çevrede... bu konuda doktorun konuşmayacağını biliyor Demir, onu şehirden getiren ve hala yanlarında olan Arif’i uyarıyor... teyzesi bu konu da çok hassas, aman dikkat etsin... kimseye bahsedilmesin... Asi’ye yakalanıyorlar daha evden çıkar çıkmaz doktor ve Arif... Demir’in içeride olduğunu öğreniyor Asi... Doktor’un burada oluşuna da kaygıyla yaklaşıyor... “Hayırdır... biri mi hasta?”. Aslında doktoru orada görmenin Asi’yi sevindirdiğini düşünüyorum garip bir şekilde... öylesine bir gelmemezlik değil, doktorluk bir işleri olmuş işte... sahildeki gergin ifade yer değiştiriyor endişeyle... Önemli bir şey değil diye bilgi veriyorlar ona... Süheyla hanım biraz üşütmüş... ona geldi doktor. Pencelerde gezinen gözlerine takılıyor, Demir’in elleri arkada odayı voltalayışı... aslında müsaitse bir uğramak isterdi. Doktor müdahale ediyor buna... isterse yarın uğrasın, hastası epeyi bitkin, uzatmayıp konuşmayı daha fazla dönüyor arabasına. Asi’ninse Demir ile bir randevusu vardı... gelmeyince merak etti ama bu yüzdenmiş demek ki. Geçmiş olsun dileklerini iletiyor Arif’le içeri... Atını yularından çevirip geri dönerken o... kişneme dikkatini çekiyor Demir’in... kaçamak bir göz atıyor pencereden dışarı... Asi durmamış gelmiş onun ardından, neden buluşmaya gitmediğini... neden telefonunu açmadığını öğrenmek istemiş olmalı... Çekiliyor hemen pencerenin kenarından... kaçıyor resmen camdan... Teyzesini intihar etme noktasına getiren yalnız bırakılışta en büyük sorumlu kendisi... bu suçluluk hayatının geri kalanındaki herşeyi bir anda geriye itti... kendini ailesine hasretti ama artık yalnız değil ki... Asi var... Ailesini ihmal edişine sebep olan kişi... böyle mi düşünüyor gerçekten... ne suçu var Asi’nin ki... yok... yok... herşey herşey onun seçimiydi. Karmakarışık düşünceleri... ama bir tarafta can söz konusuyken hala nasıl düşünebiliyor aşkı... Ona gidemeyişi... bugün nasıl ezdi yüreğini... korkakça davranıp bir telefon bile etmedi. Yine... yeniden üzüyor Asi’yi... lakin ne diyeceğini bilemiyor ki.. Zamana ihtiyacı var... teyzesinin ona ihtiyacı var... nehir kıyısında yaşananların hatırlattıklarıyla sarsılan Melek’in ona ihtiyacı var... saptı yine Demir’in ibresi. Evin sakinleşmesini, Defnelerin gitmesini bekliyor Asi... sığınıyor ardından da salıncağına... bugece döndürsünler ipleri Asi’yi, teslim ediyor kendini onlara... Geçsin istiyor içindeki bu korku... yersiz bir korku diyor önce ama öyle değil işte... nedenleri de var... dayanakları da... Doluya koyuyor olmuyor, boşa koyuyor dolmuyor... ‘Neden aramadı?’ nın cevabını Demir olup kendine veremiyor... bir gerekçe aklına gelmiyor... Gelmeyişinden çok aramayışı gizleniyor bu korkularında... biliyor. Demir’in ondan uzaklaştığı... Asi-Demir’e gelgitler yaşattığı zamanlar aklından bir türlü gitmiyor... yoksa öyle bir şey mi başlıyor... Korkuyor... Demir’de korkularının salıncağında bu akşam. Gözlerinin kırpmadı daha... hoş bir şey farketmiyor, gözleri açıkken de kabuslar onun peşini bırakmıyor... Aslana’a, Melek’e göstermeye çalıştığı o sağlam duruşu... böyle yalnızken sökmüyor ... Gücünün yetemediği şeyler hep oluyor ve olmaya devam edecek hayatında... Teyzesi içeride, iyi şu anda ama ‘ya yetişemeseydim’in korkusunu asla yenemeyecek... nasıl yaşayacak bununla. Ertesi sabah, herkes pür telaş hazırlık yapıyor inmek için şehre Kozcuoğlularında.... Kimi kitabının peşinde, kimi beyaz çantasının... Asi de katılıyor bu kervana... kemerini aranıyor ortalıklarda... tam bir curcuna. İhsan beliriyor odalarının kapısında... geç kalacaklar toplantıya, hazırsa çıksınlar kızıyla... ama Süheyla durduruyor Asi’yi... onunda telaşı başka... Defne her gün çiftlikte, ne yapacaklar bu kızı, soruyor diğer kızına... evine alışması lazım ama kimse umursamıyor gibi onun sürekli çiftliğe gelişini, ondan başka. Neriman bırakamaz ama bu işin peşini... ele alacak Defne’nin dizginlerini... Elleri kolları alışveriş paketleri dolu... damlayacak daha sonra kızının evine... evlilik tebriğine gelmek isteyenleri Defne’ye sormadan davet etmiş bile. Demirlerin Çiftliğindeyse gün doğmuş ama kimsenin yüzü gülmüyor... gülemiyor o sabah da. Demir yorgun adımlarla arabasına giderken Leyla yetişiyor ona... Melek’in nesi var diye soruyor... Bütün gece ağlayıp durmuş, sabaha doğru “Abi...” diye sayıkladığı bile olmuş... şimdide hiç iyi görünmüyor... Demir’de farkında... ama gizlediler Süheyla’nın intihara kalkıştığını aynı evde yaşadıkları Leyla’dan bile, ne söylesin ona... Hepsi bu travmadan etkilendi, Melek bunu en çok dışa vuran gibi görünüyor hatırladıklarıyla... “Kötü bir rüya görmüştür” diyerek geçiştirmeye çalışıyor Leyla’yı... allahtan teyzesi ayaklanmış, bahçe girişine kadar geçirmeye gelebiyor onları. Asi ile babasının bugün katılacakları toplantı, İhsan’ın bir lise arkadaşının Antakya’da tesis ettiği süt ve süt ürünleri fabrikası hakkında... Açılış için bütün hazırlıklar tamamlanmış ancak yöreyi iyi tanıyan biri olarak arkadaşından yardım talep etmiş Ali Uygur. İhsan’da bölgenin önemli iş adamlarıyla temas ederek bir tanışma toplantısı ayarlamış, kırmayarak arkadaşının ricasını.. destek vermeye çalışıyor yapılan yatırama... Demir ve Kerim de davetlilerin arasında... O gün işe geldi gelmesine Demir ama dikkatini veremiyor bir türlü etrafında olanlara... Kerim farketsede ondaki tuhaflığı, bilir ki kapalı kutudur Demir, anlatana kadar bilemezsin neler olup bittiiğini... Söz konusu toplantıya kerhen katıldıklarını anlıyoruz konuşmalarından... İhsan Bey arada olmasa... onun hatırı olmasa... hiç gitmeyecekler sanki. Demir’in Asi’nin toplantıya gelişinden de memnun olmadığını seziyor Kerim... bu o kadar açık ki. Yine bozuştuklarını sanıyor... ‘geçer’ diye düşünüyor... çok da üzerinde durmuyor... İhsan kızıyla birlikte toplantı yerine geldiğinde bazı iş adamlarının çoktan varmış olduklarını görüyor Şehir Kulübü’ne... yerleşirlerken toplantı masasına, Demir ve Kerim de görünüyor kapıda... Masaya iyice yaklaştıklarında herkese birden gelen ‘Merhaba’ yetmiyor Asi’ye... nasıl yetsin... ne anlama gelsin... korktukları geliyor o merhaba ile birlikte. Demir yine o kabuğunun içinde biryerlerde, görünmüyor bile. Babasının yanında oluşunun etkisi var mı sevdiğinin bu haline... şiddetle itiraz geliyor içinden bir yerden bu görüşe... hayır... hayır... başka bir şeyler oluyor Demir’e. Pişman mı oldu dün ki yakınlaşmaya... ama dün sadece dün değildi aslında... ne zamandır gelip duruyordu Demir ona... emanetiyle geliyordu... kalbiyle ruhuyla geliyordu... ve kendisi de gitmiyor muydu Demir’e aynı yolda... bir anlık bir şey değildi... bir taşkınlık değildi dün, e.min buna... yaşanmışlıklarla doluydu paylaşabildikleri. Şimdi ne anlama geliyor bu göz göze bile bakamama? Demir geliyor gelmesine o toplantıya ama akıl harcı değildi burada bulunma... hiç gelmemeliydi... hazır değil di onunla karşılaşmaya. O kadar belirsiz bir ruh hali içinde ki... sorunlarını nasıl çözeceğini bile kestiremiyor daha... Kendine ve ona kapılıp gittiği şu sıralar neler oldu ailesine baksana... gevşememeli onları düze çıkarana kadar bir daha... ama Asi’yi görme ihtiyacına da mani olamadı... Onunla göz göze gelmeye cesaret edebildiği bir an, allak bullak bir Asi görüyor karşısında. Hataydı... zamansızdı... Keşke... keşke gelmeseydi bu toplantıya. Kendisi de bu kadar allakbullakken göstermemeliydi Demir’i ona. İhsan Bey birşeyler söylüyor Ali Bey hakkında ama duymuyor... kulakları uğulduyor, bir tünelde kalmışçasına ruhu sıkışıyor... doğru düşünemediğini biliyor. Toplantıya katılan firma avukatından, Ali Bey’in uçağının rötar yaptığını, akşamki yemeğe katılabileceğini öğrenir öğrenmez izin isteyip ayrılıyor... Asi onun peşine kalkıyor masadan kalkmasına ama hızlanın demiş olmalı bir kez daha Demir ayaklarına... yetişemiyor Asi ona. Ali Bey gelemeyince toplantı kısa sürüyor... herkes dağılıyor... Asi’nin peşine İhsan ve Kerim kulübün kapısına çıkıyor... İhsan şaşkın, “Beni niye beklemeden çıktın kızım?” diye soruyor... Ali Bey gelmeyecek denince, çıkıp hava almak istedi Asi... Kerim bakınıyor etrafa... Demir’i görmek amacı... birlikte geldiler arabayla ama bırakıp gitmiş onu... “Demir neden birden fırladı gitti? Neymiş derdi sordun mu?... Asi’nin de amacı buydu... ama “Ben çıktığımda gitmişti” diyor... gerçek de bu. Yine bir şeye tepesi mi attı... ne oldu... Kerim’de anlamlandıramıyor bu gün onu... Aslan’la buluşacak bu gün İhsan... soyadı meselesini halledecekler... Kerim’le birlikte şehir merkezine yürümeye karar veriyorlar... arabayı Asi’ye bırakıyorlar. Kerim’in de bir terslik olduğunu gördüğü Demir’de Asi artık yüreğine eseni yapıyor... korkularını alttan almanın bir faydası olmayacak, bir kez daha onun peşine düşüyor. Ofise dönmüş olacağını düşünerek, arabasını şehir merkezindeki şirketin bulunduğu binaya sürüyor... merdivenli girişin dibinde parkedip dışarı çıkıyor... telefonla onu arıyor. Demir’in telefonu kapalı değil... çalıyor... Bu arada merdivenlerin başında bir hareketlenme dikkatini çekiyor... Demir... Demir çıkıyor. Telefonunun onda çaldığını bile duyuyor... Çağrıya cevap vermek için göğüs cebine uzanan sevgilisi Asi’nin aradığını görür görmez duralıyor... izlendiğinden habersiz, gelen telefona verdiği tepki... Asi’ye ‘yok’ olmayı istetiyor. Çünkü Demir’in ifadesi de bu... o da Asi’nin çağrısını pişmanlıkla hoşnutsuzluk arası bir ifade ile yok sayıyor... Asi’yi yok sayıyor. Gördüklerine inanması zor Asi’nin... gördüklerini dün ile bağdaştırması da... bu ne demek oluyor? Tıpkı gözlerinden süzülen yaşlar gibi... tıpkı onu takip edip evine kadar izleyişi gibi... hayatında kontrolsüzce birşeyler gelişiyor. Şehrin sokakları... bir yan dün... bir yan bugün... bu kızı bıçak sırtında yürümeye zorluyor... Bu acı... bu yanış... bu soğuyuş... bu biçim biçim gelen parçalanışlar... hepsi birden Asi’yle birlikte Demir’in kapısına dayanıyor... Elinin tersiyle siliyor hepsini Asi... Demir’den vazgeçemez... onu seviyor. Kapısını çalıyor... Demir daha fazla şehirde kalamayacak... anlıyor... Aklı çiftlikteyken burada hiç bir iş yapamıyor... teyzesiyle kardeşini yalnız bıraktı... ikisinin de durumu iyi değil, eve dönme ihtiyacı hissediyor. Sanki başlarına birşey gelecekmiş duygusunu bir türlü içinden atamıyor. Dap dar, simsıkı bir şeylerin içinde yaşıyor... nefes alamıyor... kımıldayamıyor... birde Asi’yi görmek bugün nasıl kötü hissettirdi, onun üzülüşlerini de şu anda üstünde taşıyor. Kuşlu Eve gidip eşyalarını toparlamak ve ailesinin yanına dönmek zorunda... haber verip şirketten çıkıyor. Tam merdivenlerin başında telefonu çalıyor... Asi arıyor. Duraklıyor. Cevap veremez... ne diyeceğini bilemiyor... cep telefonu elinde sıkılı kalıyor... Söz verdi... ne Süheyla’nın başına gelenleri söyleyebilir, ne hissettiği suçluluk duygusundan bahsedebilir... ailesinin ona bunca ihtiyacı varken, Asi’ye hiç bir şey veremeyeceğini bilir. Sadece ondan kaçabilir... Durulsun istiyor Demir, suları... kendine inancının, kendine güveninin sarsıldığı bir dünya şu an yaşadığı... onun da dörtbir yana saçıldı kar küresindeki parçacıkları... herşeyden çok, durulmaya ihtiyacı... kıyısına kadar gelinen kayıpta her şey onun kabahati... ve bu ihmale Asi’yi de dahil etti... en korkuncu da bu belki... uzak tutmalı bütün bu karmaşadan sevdiğini... Oysa artık çok geç, Asi’yi yara almadan ondan uzak tutacak bir yol kalmadı ki... Şehrin sokakları mesken oluyor... düşüncelerine gem vuramıyor... Asi sanki hep onunla... hep yanında yürüyor... ama artık bu düşünceleri bırakıp ailesine yoğunlaşması gerekiyor... Kuşlu Ev’e giriyor... kitapların kolisi, kıyafetlerini koyacağı çanta onu bekliyor... gözü Şahmaran’a takılıyor... Demir’in onu keşfedişine kadar gururunda yaşayan Asi, başköşesinde asılı duruyor... Bugünse sevdiğinin gözlerinde, Demir’e aldanmışlık asılıydı... bu algı onu geriletiyor. Yarı ateş yarı su, yarı gece yarı sabah, Şahmaran... ona hesap soruyor... İnsan zayıf mıdır?.. Ya ihanet... ihanetin bin çeşidi var mıdır?.. usulcacık fısıldıyor... İhanet zayıf noktada yeşerendir... (I) Demir... senin en zayıf noktan nerendir? Aşk bu topraklarda gururunadır... kapılar çaldırır. Ailesine suçlu... kendine cezalı... aşka ihanet eden bir adam açıyor o kapıyı Asi’ye... Şahmaran’ın soruları zihninde... gözleri onu buluyor kapı önünde... Ağlatmış sevdiğini... “Bir daha sen ağlama” diye durdurduğu yeşillerine yaşlar koymuş kendi elleriyle... Gizli pençeler paralıyor bedeninde heryeri.... Cezaları büyüyor, gittikçe daha büyüyor sevdiklerine yaptıklarını gördükçe... Bağrı yanıyor onu kendine çekemeyişle... Emaneti sevdiğinin göğsünde... o da hesap sormasın ne olur, dayanacak gücü kalmadı.. gerileyerek yol veriyor Asi’ye... Sekiye yürüyüp ucuna ilişiyor Demir... Asi de yanına... aralarında uçurumlar var bir kez daha... Ne oldu dünki yakınlaşmalarına... birbirinden ayrılamayan dokunuşlarına... ... ... Demir, geri çekiliş sürecinin neresinde diye düşünüyorum onlar böyle otururken... Sanıyorum şu anda en sonda... Kalacak bir müddet bu derinlikte... Tıpkı annesini... teyzesini... suda aranır gibi, aranacak kendini de diplerde... Bir el uzandı oysa şu anda ona... onun kardeşine uzattığı ele emsal, güvenli bir el bu da... Tutabilseydi keşke... Ama tutamaz değil mi... Asi kadar... ve Asi gibi... Demir’de. Başarmalı her şeyi kendi kendine. Kabullenmekte güçlük çektiğimiz bir sürece sokuyor Demir, Asi-Demir ilişkisini, bu geri çekilişle... üst üste yaşanacak ruhsal sapmalar bekliyor bizi gelecekte... Nedenleri... ardı... belki bu sebeple anlamaya çalışıyorum dikkatlice. Geçmiş tespitlerimi hatırlıyorum... Demir’in, ruhsal reflekslerini de bedensel refleksleri gibi ani, şiddetli ve hiç düşünmeden yaşadığını (II)... Başa çıkmaya çalıştığı bu yaşanmışlıktaki sapması ... intiharın hemen öncesinde Asi ile yaşadıklarından dolayı daha da arttı... Demir’in ruhsal ibresi, aşkla başını döndüren bir mutluluktan... ölüm ve sevdiklerine yetememe korkusuyla, suçluluk duygusuna dayandı... iki tezat uç arasında, çok sert yaşandı. Ailesini ihmalinde aşkına yoğunlaşması en büyük payı aldı. Her zamanki gibi zaman çözüm... ama var mı? Bu sapmadan etkilenen bir kişi daha var artık... Asi Demir’e karşı... Hoşbulmuyor Asi... onu kollarına almasını beklemiyordu zaten ama... bu kadarı da çok fazla değil mi?... Demir değil onu içeri alan, adeta başka biri... aşk göçmüş gözlerinden sanki. -Neler oluyor Demir?.. Arıyorum açmıyorsun! Yüzüme bakmıyorsun! Sorun ne?.. Yoksa hala kira meselesi mi?.. -Hayır kira değil... ilgisi yok. Ailevi sorunlar... Biz sizin gibi birbirimize kenetlenemiyoruz. Özellikle son zamanlarda, bunu pek beceremedik. Dağılıp gittik. Bunun iyi birşey olmadığının farkındayım. Ailemin bana ihtiyacı var. Çiftliğe dönüp... ailemi toparlamam lazım. -Peki bunun bizimle ne ilgisi var? -Bizimle ilgisi yok tabi.. doğrudan benimle ilgili bu mesele. Son zamanlarda kendi duygularımla o kadar meşguldüm ki... yakınlarıma neler olduğunu farketmedim bile. Önceliklerim değişti Asi... Önce hatalarımı düzeltmem lazım. -Yani? -Sadece şu sıralar zamanımı onlarla geçirmem lazım... -İyi... tamam... Bundan fazlasını söyleyebilir miydi Demir... söyleyebilse Demir olur muydu Demir?... Bir kaç saat içinde Demir’den Demir’sizliğe... doğru okuyabildi mi sevdiğinin sözlerini, bu ruh hali içinde... bu açıklama yetebilir miydi Asi’ye... Asi’yi durduramıyor Demir’in sevdiğine seslenişi... ancak kendine yetiyor gücü... durduruyor Asi’nin peşine giden Demir’i... daha fazla ne söyleyebili ki... bu konuşma hafifletmiyor, daha ağırlaştırıyor yüreği... Asi gözlerinden süzülen yaşlara hiç elleşmiyor.. biliyor faydası yok... akacaklar diledikleri gibi... hakları da var akmaya... Demir’in dilinden dökülenler hız kesmeden gelip gelip buluyor yüreği... Demir’i takip edip geldiği bu sokaklar eziyet çektiriyor ona şimdi. Son anda görüyor karşısından ona seslenerek gelen Hüseyin’i... sözlüden pek iyi almış... Demir abisi çalıştırmış... şimdi de ona teşekkür etmeye gidiyormuş... Demir ile ilgili hiç bir şey duymak istemiyor Asi... Bir sorusu var ama Hüseyin’in ona... “Demir abinin sana aldığı atı sevdin mi?”... Asi şaşırıyor... Hüseyin nereden biliyor atını?... Birlikte almışlar meğer... bu küçük çocuğun hatırlattığı, Demir’in bütün kalbiyle, bütün ruhuyla verdiği atının varlığı ... bu günü daha da acıtıyor Asi için, neydi bütün bunların anlamı... Asi onu anladı mı?... Anlayabilir mi?... Volta atacak derman yok, çökertmış Demir’i yaşadıkları... Zor atmış gibi kendini çalışma odasındaki koltuğa... Hatırlamaya çalışıyor yine konuştuklarını... ama bir tek onu ağlattığı kalıyor hatırladıklarından geriye Demir’e... bir tek o... onu yine ağlattı işte... başka birşey tutunamamış belleğinde. Kendini toparlamalı... Kalkıp çıkarıyor ceketini... kitaplarından başlıyor toplanmaya... ama kapı çalınıyor bir kez daha... gözleri dönüyor sese, sanki görecek ne var orada. Asi geliyor aklına... geri gelmiş olabilir mi aşkına... öyle ‘Tamam’ demese... hiç bir yere gitmese... onu zorlasa dünleriyle... Ama umutları boşa gidiyor kapıda Hüseyin’i görünce... ufaklığın ağzından ilk çıkanlar, aklında ilk olanlar yine... “Asi ablamı sen mi üzdün? Ağlayarak kaçıp gitmiş az önce... kafa tutuyor küçük dostu Demir’e... Asi ablası ikisinin de arkadaşı, Demir’e söylemesi lazımdı. Babası araya giriyor, Hüseyin’in buraya gerçekten neden geldiği o zaman anlaşılıyor... Sözlüye kalkmış... hep Demir’in çalıştırdıkları gelmiş... afferin almış... herşeyi bir bir anlatıyor ve teşekkür ediyor içtenlikle. Demir abisinin ödülü ise yüzündeki gülümsemesinde geliyor Hüseyin’e... bir şeyler başarabildi bu küçükle... Asi, gözlerinde yaşlar bir an önce varmaya çalışıyor aracına... ... ...Bir araba geçiyor yanından, Hatay plaka... Bir el uzanıyor camı indiren mekanızmaya... cam kapının içinde gözden kayboluyor... içindekinin bakışları karşılık bulamıyor... ‘Kim bu?’ nun cevabını yanında oturan avukat veriyor...”İhsan Bey’in kızı... akşamki toplantıya o da gelecek” diyor. Asi soluğu ablasında alıyor. Kendini Defne’nin kollarına atıyor. Hıçkırıklarına karışıyor Demir’den aldığı karşılığı... “Birden bire kendini geri çekilmesini böyle açıklayamaz... daha dün aşkını ilan ediyordu”... O çiftlikte neler oluyor bilmiyor Asi... bildiği tek şey Demir’in iç dünyasında birşeyler olduğu... dünki Demir ile bu günki Demir arasındaki farkı anlayamıyor bir türlü. Gözlerinden akan yaşlar hiç dinmiyor... Defne onu çok iyi anlıyor ... Asi’nin ilgisini de zaten o karmaşık iç dünyanın çektiğini, biliyor. Böyle olmasa ona aşık olmazdı ki!.. Asi’yi tanıyor. Bunlar gerçek... Asi itiraz etmiyor... ama bu gerçekler şu an yaşadıklarına teselli olmuyor... ona ‘Sevmekten, alışmaktan korkma’ diyordu... Ona inandığı için kendini aptal gibi hissediyor... Alınganlıklar... içerleyişler... Demir’in geri çektiği aşkının yerini almakta gecikmiyor. Neden ona duygularını açtı ki... neden?... Ablasından geliyor yine gerçekler... “Çünkü ona güveniyorsun... onu seviyorsun.” Hiç sevgiden söz etmesin Defne... o kadar kolay vazgeçen biriyle olmaz... ona bir daha güvenemez... Gururdan hiç söz edilmiyor ama asıl gururu kırıldı Asi’nin... Demir’e güvenişinin, inanışının... ona duygularını açısının karşılığında o apaçıklıkta... yapayalnız kaldı... savunmasız kaldı... ‘kandırıldın... aldandı...’ diyen gururunu nerelere koymalı. Pes mi edecek... Küs mü duracak... şimdi böyle hissediyor ama Defne güvence veriyor karşında ona... hepsi geçecek... İhsan ve Aslan soyadı işini hallediyorlar o gün... Aslan artık resmi olarak Kozcuoğlu oluyor... İhsan’la yaşadığı hızlı yakınlaşma onun dilini de çözüyor. Annesiyle ilgili gerçeği babasına söylüyor. Bilmesi gerektiğini düşünüyor. Ziyaret etmeden içi rahat etmiyor İhsan’ın bu durumda. Her ne kadar Süheyla onun intiharını bilmemesi gerektiğini düşünsede, oğulları aynı fikirde değilmiş belli ki onunla. Herkesi şaşırtacak Süheyla’nın hayattan vazgeçişi... İhsan’ın da Süheyla’ya ilk sorusu bu... onun gibi hayata sıkı sıkıya bağlı biri nasıl yaptı bunu... Aslan’la İhsan’ın teleşeli gidişlerine tanık olan Neriman’ın takibinden habersiz... İhsan bu arada yakalanıyor karısına da... Konuşulanları duyamıyor ama Süheylanın ellerine uzanan kocasını görünce, ne düşüneceğini bilemez oluyor Neriman’da. Süheyla, İhsan’ı bahçe kapısından geçirirken Demir dönüyor şehirden. İhsan beklemiyor Demir’in yanlarına gelmesini, uzaklaşıyor... teyzesi bilgi veriyor Demir’e... “Aslan olanları babasıyla paylaşmak istemiş” diye... ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar birileri duyacak işte. Onlar bahçe kapısındayken hala... Leyla Melek’i çıkarıyor dışarıya... sabahkinden daha iyi görünüyor kardeşi de... harika bir güneş parlıyor gökyüzünde... Peşlerine Aslan görünüyor... elinde bir yaygı, dut çalmaya gidecekler birlikte... Yukarı çiftliğin ağacı olmuş, bırakılır mı... en kıymetli dut, çalınan dutmuş meğer... öğreniyoruz bizde... “Demir bey... sizi de görelim” diyor Aslan, kinayeyle... ama kesinlikle farklı bakıyor artık bu kuzene... Aslan kızları alsın gitsin, Demir teyzesiyle kalacak geride. ... ... Melek hayatında ilk defa çıkıyor ağaca... düşeceğinden de korkuyor aslında... Leyla yaygıyı yayılıyor en dolu dalın altına.. Aslan aşağıdan akıl vermeye devam ediyor... düşmez Mellek, sallasın yalnızca... patır patır düşüyor olgun dutlar aşağıya, Melek dalı sallamaya başlayınca... birazı yaygıya, çoğu toprağa... kıyafetleri dut lekesi olmadan göndermeyecek bu kızları Aslan... haberleri ola. Ceylan da haber almış... dutları çalınıyor... alıp ablasını, Ziyayı... onlarda yetişiyor dutlara. Asi... o günü Defne ile geçiriyor... akşamki toplantıya Defneler’den gideceğini, eve de haber veriyor. Oysa, Defne’nin bu toplantıyla ilgili tereddütleri var... katılmamasını öneriyor... Asi bunun nedeninin Demir olduğunu biliyor. Ama o burada yokken nasıl yaşıyorduysa... öyle yaşamaya devam edecek... o toplantıya gidecek. Eve dönen Kerim’de kızların konuşmalarına denk geliyor... aslında o da şaşkın... üzgün... Demir’e neler oldu bilmiyor. Bütün bunların bir sebebi olması gerektiğini, Demir’le konuşarak çözebileceklerini düşünüyor. Asi’yse artık ondan bahsetmek istemiyor. ... ... Kızlar geceye hazırlık yapıyor... Defne elbiselerinden birini Asi’ye giydirmiş, kendinden çok kardeşine yakıştığını düşünüyor. Asi çok abartılı bulsada, Defne çok güzel olduğunu düşünüyor. Hem... babasına eşlik edecek. Çok şık olmalı... onu gören, “Bu şahane kadın kim?” demeli... değil mi?... Onu kimlerin görmesini istediği belli. Haklı tabi... Hafif bir makyaj ardından saçlar da elden geçecek... Asi geceye ısmarlama bir gurur ve güzellikle girecek... onun için gözyaşı döküp durmuyor... Demir’e gösterecek. Demir geceye Leyla ile birlikte katılıyor... yeni gelen iş adamını tanımıyor, merak da etmiyor. Ama Leyla durmamış, internetten firmayı araştırmış. Yurtdışında, özellikle Fransa ve Avusturya da yatırımlar yapılmış. Şimdi de yatırımlar buraya kaydırılmaya başlanmış... Demir Leyla’yı yarım kulak dinliyor... aklı fikri Kerim’de... yola çıkıp çıkmadığında... çünkü Asi onunla. Bugün çok kötü gitti onunla konuşması... ne durumda olduğunu kendi gözleriyle görmek zorunda. Dolambaçlı yollardan anlatmak zorunda kalmasaydı keşke herşeyi... onu sevdiğini, aşık olduğunu söyledikten sonra... böyle sudan sebeplerle ondan zaman istemesi... bunu anlamasını nasıl bekleyebilir ki?... Onlarda yoldalar mış, Asi’yle geliyormuş Kerim neyse ki... İçi içini kemirse de... hezeyanlar kaldı geride. İltimas edecek gururuna bundan böyle... Kerim’in yanında serinkanlı bir Asi oturuyor arabada bu gece. Kerim’in, gelen telefona cevap verişi ilgisini çekiyor Asi’nin... “Leyla aradı... Demir seni soruyormuş” diye bilgi veriyor Kerim Asi’ye... Yüreğini sızlatıyor hala ilgisi ama ince eleyip sık dokuyacak bundan böyle Demir’den geleni... Tanışma yemeği tesisin bahçesinde veriliyor... Kerim ve Asi geldiklerinde pek çok misafir ellerinde firmanın tanıtım dosyaları... sohbet eder vaziyette. İhsan’da gelmiş çoktan, son davetlileri beklemekte. İdari katlardan bir panjur aralanıyor Asi’nin gelişiyle... beklenmiş belli ki bu sahne. Kırmızı halının üzerinde ruganlar harekete geçiyor onun gelişiyle... Avukat İhsan’a teşekkür ediyor. Ondan yardım istemekle ne kadar isabetli bir karar verdikleri anlaşılıyor. Ali, İhsan’ın arkadaşı... akan sular durur o söz konusu olunca. Ama adı var kendi yok... Bu arada Demir’in arabası yanaşıyor. İhsan ile konuşmasını özür dileyerek kesen avukat onları karşılıyor... Demir’in gözleri daha ilk anda Asi’yi arıyor... Öğlen toplantısında... Kuşlu Ev’de... bucak bucak ondan kaçan gözleri, şu anda ona bakabilmenin heyecanıyla parlıyor. Biliyordu zaten Asi, ne babası... ne yanlarında olabilecek binlerce kişi... eğer Demir onu görmek isterse asla mani olamaz... olamıyor... O ilk bakış, Demir’e yetmiyor... Asi’de gezinirken yeniden, kimseleri umursamıyor... sevdiğinin boynundan göğsüne sarkan emaneti aşklarını okşuyor... söz verdiği gibi... çıkarmamış... muhafaza etmiş... Demir’i üstünde taşıyor... vücudunda yürüyen bu işgalci ateş Asi’den geliyor... O burada ya... hemen yanıbaşında ya... emanetleri hala boynunda ya... herşeyi düzeltecek sırayla... Bir gün bile ne kadar farketti teyzesiyle, kardeşi adına... Asi’nin de gönlünü alacak kısa zamanda. Ali Bey geliyor sonunda... ama herkesi şaşırtıyor yaşıyla... İhsan’ı en başta... bu adam da kim, hiç karşılaşmadı İhsan onunla. Ali Bey’in, Ali Uygur’un oğlu olduğu anlaşılıyor konuşunca... isminin devam etmesini isteyen babası kendi ismini koymuş oğluna... Ali Beyi’in, sık karşılaştığı ama hep gurur duyduğu bir yanlış anlaşılma. İhsan’dan sonra, Demir ile tanıştırıyor Avukat Ali Bey’i... bahsetmişler zaten Demir Doğan’dan ona. Yaş konusunda bir karışıklık olduğu ortada... onlar ileri yaşlarda muhtemelen de göbekli birilerini beklerken, genç ve dinamik görünümlü biri çıkıyor karşılarına. Demir’den sonra Asi’ye dönüyor Ali... onu bugün şehirde gördüğünü söylüyor... İhsan Bey’in kızı olduğunu, hayvancılık ve mandıra işlerini de çok iyi bildiğini öğrenmiş avukatından. Danışmak istediği şeyler var... detaylı konuşmak istiyor... bu nedenle yanındaki sandalyeyi Asi’ye ayırtmış... bir sakıncası olmadığını umuyor. Demir ensesindeki tüylerin neden diken diken olduğunu bilmiyor. Bu adamı ilk defa gördü... ilk intiba hemen gelir ama o dikkatli olma ihtiyacı hissediyor. Asi’yle konuşma tarzını sevmedi nedense... ona dokunan bir samimiyet hissediyor. Babalarının arkadaş olmasının verdiği bir yakınlıkla davranıyor olabilir... konuşmalarını dinliyor... Daha bugün geldi şehre... onunla ilgili bu kadar bilgi sahibi olması da Demir’i rahatsız ediyor... Olumsuz hislerinden kopmak için masaya doğru dönüyor... bu aşırı hassasiyetini anlamıyor. Duyduklarından gittikçe daha az hoşlanıyor... Asi’yi tekeline almış... yanına oturtuyor... bir de ‘sakınca’ dan bahsediyor... Kanı ısınmadı, dedikleri böyle bir şey olsa gerek... bu adamda bahsettiği o ‘sakınca’yı hissediyor... Yanında konuşmalar devam ediyor... Ali, İhsan Bey’e övgüler yağdırıyor... o da Asi’yi görünce dünyayı unuttu heralde... “Afedersiniz... daha adınızını bile sormadım!” diyor. “Asi”... Adı nehirden mi geliyor... Bu da Asi’nin sık duyduğu bir soru... cevap veriyor... “Hayır... babaannemin adı, Asiye’den”... -Ama her Asiye’yi Asi diye kısaltmıyorlar... Bir kamçı şaklıyor... Demir’i boydan boya yarıyor... kamçı izini alev alev gözlerinde bırakıyor... Biraz evvel aşk ateşiydi yürüyen bedeninde... şu an ki cehennem ateşi neymiş, onu öğretiyor Demir’e... Demir reflekslerden mi bahsettik az önce... bir tane daha geldi işte... Bilinç... hazırlık... yada herhangi birşey... engelleyemezdi o Demir tepkiyi... birbaşkasını gördüğünde sevdiğindeki izlerinde... o baş ölümüne döner Asi’ye... (II) 17.bölüm yorumu
|
27. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|