Bahara çağrışan bakışlarıyla,
Yeşil doğar oldu güneşi artık. Sanki yaşadığı başka bir dünya, Yer yeşil, gök yeşil, su yeşil artık... (I) O sevdiğini kahveye, kora, çamura bular... Asi onu gözleriyle Demir yeşiline salar oldu artık. Dudaklarına takılı kalan kalbi, ruhu yakıyor... soluklandırsın onu yeniden artık. Elinden bu kadarı geliyor... Asi onu anlasın artık. Asi’nin kulakları doğru mu duyuyor... çünkü yüreği yanlış atıyor... Elini götürüp kalbine bastırmazsa çıkıverecekmiş gibi geliyor. İşte Demir karşısında, onu bekliyor. Gözlerinde mi arasın... dudakların da mı... kalbini, ruhunu veriyor. Tüllerini açtırdı ona oysa kendi hala ürkek geliyor... hala saklanıyor... İstediği Demir’e dokunmakken... yerine atına uzanıyor... Tasalar Demir’in gözlerinde...sevdiğinin tepkisini bekliyor, onu nasıl kabul edeceğini bilmiyor. En son çocukluğunda bunun kadar güzel bir hediye almıştı Asi, şaşkın, inanmazlık içinde, o da ne diyeceğini bilemiyor. Ama gözlerinde aşkın güzelliği yansıyor. Epeyidir gözlerinin güldüğünü görmemişti Demir, o böyle güzel bakmaya devam etsin Demir’e, yetiyor. Epeyidir bu kadar mutlu olmamıştı Asi’de... ve buna sebep olduğu için mutlu Demir’de... Asi’nin ona yeniden dönen gözlerindeki teşekkür aldırış etmiyor sözlerindeki ‘teşekkür’e... yeterince aksettiremediğini mi düşünüyor ne hissettiğini, cümleleriyle. Açlık çekiyorlar aslında daha açıkta olabilmek için birbirlerine... altı üstü bir teşekkür ama Demir’i nasıl çekiyor Asi kendine. Gözlerinin kırpıldığı bir an geliyor Demir’de... dokunduğunu düşünüyorum o anda Asi’ye. Aşkı verişin... aşkı alışın... gelişin, kabullenişin ilk anları... bu anı hiç unutmayacak Asi’de... Demir’de. “Aslında benim de sana teşekkür etmem lazım” diyor sevdiği, Asi’ye... Hediyeyi veren Demir, “Neden’ teşekkür etsin ki kendine?.. Çünkü hiç olmadığı kadar açığa çıkarmış ve göstermeye çalışmıştı Demir’i bir keresinde, ama imalara sarınarak gelmesine müsade etmemişti Asi kendisine. Söyleyecek onu sevdiğini söylemesine ama kalbinin ruhunun ardında bu kez de... Titrek titrek ürpertmişti bir korku yüreğini... ya Asi hediyesini kabul etmezse... ya onu kabul etmezse, diye. Ama onu bu ana kadar getiren de Asi yine. Emanetinde geri istediği Demir’i... hiç boynundan çıkarmayacağını söylediği kolyesi... yüzünü, dudaklarını dokunuşlarıyla yakan, hala Demir’i kımıldamaktan korkutan Asi... şimdi de gözlerinde dünyaları ona bağışlayarak kabul ettiği ruhu, kalbi... “Çünkü bana cesaret verdin” diyor Demir... birşey vardı uzun zamandır ona söylemek istediği. “Söyle o zaman” diyor Asi ama adamakıllı zorluyor bunları söylemek bile Demir’i... bir araya getiremiyor bir türlü o iki kelimeyi. Dudaklarını yalıyor, kurutuyor onu söyleyecekleri. Gözleri sevdiğine kenetli... sürekli söylüyor da içinden onu sevdiğini... rüzgar duyuyor, çiçekler duyuyor... çayır çimen duyuyor... hatta tezahürat yapıyorlar gibi. Asi’nin gözlerinde alenen gördüğüm başka birşey mi ki... ama çıkmıyor işte sevdiğinin dudaklarından... canını zor bağışlamış gibi soluksuz bırakıyor söyleyecekleri Demir’i. Kaçırıyor Asi’den gözlerini, şaşırıyor da söyleyemeyişine bu iki kelimeyi. “Söylemek düşündüğüm kadar kolay olmayacak galiba!” Hangi rüzgar attı onları buraya... yardım etsin biraz daha. Elinden gelse Asi söyleyecek söylenmesi gerekenleri... çektirmemek için ona bu eziyeti... gözleri sevdiğinde... sakınmadan cesaret vermeye devam ediyor sanki. “Demir Bey... Demir Bey... “ Atın özel eğerini getiren adamlar sesleniyorlar... “Tam sırasıydı... “ diye haklı olarak yakınıyor Demir. Rüzgarın şiddetlenmesini beklerken ben... nereden geldi bu adamlar şimdi? Taksınlar bakalım eğeri, bekler Asi... Sorulmadan kendini verişler kadar güzel bu sorulmadan bekleyişler de. Demir’in gözleri Asi’de, keşke söylemeden de anlasaydın Asi, diyor gibi içten içe... seviyor işte, belli değil mi? Belli... belli. Apayrı bir parıltı sessizce geliverir o Asi’ye bakarken gözlerine... Adamlar işlerini bitirdiklerinde Asi’yi oyalamak istemiyor Demir... “Bin hadi...” diyerek yüreklendiriyor sevdiğini... “Siz dolaşın başbaşa... Ben aranıza girmeyeyim.” Fedakarlık... onu kalbiyle, ruhuyla başbaşa bırakıyor. Fakat biraz da hesaba geliş... azkalsın değişecekti dünyaları... aralarında şuncacık bir şey kaldı. Bu kez kendini soluklandırmalı. Asi atının üzerinde... ama Demir’in etrafında dolanıyor, asıl o müsade edemez hediyesinin Demir’le aralarına girmesine... soruyor, “Bana birşey söylüyordun. Yarım kaldı...” Sonra söyler... olur mu?.. Olur tabi... Arar Demir Asi’yi... Asi atıyla birlikte onun olanın, Demir yeşilde kalmanın tadında. Asi’nin saçları savruluyor yine... rügarına kavuşuyor topraklarında. Hele biraz evvel yelelerine... Demir’e dokunuyordu... yeniden bir sıcaklık basıyor serinliğe rağmen her yerine. Demir’in ruh halini ne anlatabilir en iyi... ‘bekleyişe’ tutkun gibi, hele Asi ise beklediği. Sabahki telaşına rağmen sanırsızın ki bütün zamanlar onun... deli eder sabırla bekleyişi. Bıraktı aksın yaşam... zaman... aşk... dünya ayaklarının altında... hayat bir sonsuzluk... bulacak onu aradığında. Gözlerinde gurur, bakıyor öylece ardında... Neriman alışık değil tarla tırpan çalışmaya... daha ilk günden, ayaklar şişmiş... bakımlı eller gitmiş. Gonca ve Ceylan’a teslim etmişken kendini, Defne çıkıp geliyor yanlarına. Aman duyurmasın sakın kardeşler şu kira meselesini ve gönderilen çiftliğin işçilerini, ablalarına. Asi hediyesini kabul etti etmesine ama bunu nasıl izzah edecek ailesine. Atıyla yaptığı keyifli gezinti sonrası döndüğünde çiftliğe, İhsan, Ökkeş Efendi ve Ziya’yı görüyor girişte... Duruyor bir an için... atın başını çevirir gibi sanki geriye... ama saklayamaz böyle bir hediyeyi kabul ettiğini... sürüyor atını tekrar girişe. İhsan kızının at üstünde gelişini görünce kesip konuşmayı, dönüyor Asi’ye... Atın toprak yoldan gelip, kapı önünde duruşundaki zerafet, konusunda uzman olmayan birine bile ‘çok güzel’ dedirtecek nitelikte. Poz veriyor adeta oradakilere. “Güzel bir at” diyor İhsan... “Kimin atı bu? ”... Neredeyse senin atın yeniden doğmuş diyecek İhsan, nasıl da benziyor... gözleri dönüyor attan Asi’ye. Asi ise bakışlarını kaçırıyor babasından sürekli... ama İhsan’ın bu sözlerine kayıtsız kalamıyor, yüzünde kocaman gülümsemeyle, “Aynı onun gibi değil mi? Huyu da o kadar benziyor ki!” demekten kendini alıykoyamıyor... Nereden gelmiş... Kiminmiş?... “Bir hediye...” diyor Asi... Hediye?... Asi’ye mi?... Kimmiş böyle değerli hediye veren?... Bu konuşmalar olurken yanlarına gelen Defne... atılıveriyor orta yere... “Demir mi yoksa?.. Odur tabi... başka kim olacak?”... Asılıyor yüzü İhsan’ın duyduklarıyla... Yorulan hayvanı ahıra götürürken iki kardeş, baba sesleniyor ardlarından... “Asi... odamda olacağım...” Atından inmiş Asi, yularından tutup yürütüyor onu ahıra. Defne gözlerine inanamıyor, hayran kalıyor ata. Tıpkı Asi’nin atı gibisini bulmuş, Demir... ne kadar ince düşünceli. Asi’nin aklı ise babasının bu hediyeden hiç hoşlanmayışında, ablası da bunun farkında. Peki ya bu hediye başka anlamlara da geliyor mu?.. Niye anlatmıyor Asi... nasıl oldu... hediyesini verirken hiç mi bir bir şey söylemedi. Ne söylesin Asi... tam ‘sana önemli bir şey söyleyeceğim’ dedi ki... atın koşumlarını getirdiler, yarım kaldı Demir’in sözleri. “Artık zamanı geldi” dedi... ama sonra devam edemedi... Demir’in gözleri yok bu anlatının içinde, oysa, asıl her şeyi onlar söyledi. Defne çoktan karar veriyor...”Kesin aşkını ilan edecek sana”... koşa koşa annesini bulmaya gidiyor... anlatacakları var ona. Neriman bu haberi balkondan duyar da gelmez mi... iniveriyor yanlarına... Sorular geliyor, ardı ardına... Nereden çıktı bu at? Kimin hediyesi bu böyle? Ne kadar ikna edecek bilinmez anneyi... Asi’nin, “Atımın başına gelenleri biliyorsunuz... Demir suçluluk hissetti heralde” deyişi. İnanmıyor tabi ki buna Neriman, Gonca ile Ceylan’ı eve gönderip, alıyor yanına Defne’yi... konuşsunlar enine boyuna şu meseleyi. Neriman’ın aklı karışık Demir ile ilgili... kadı kızında kusur var bu çocukta yok vallahi... çok düşünceli, hakkını teslim etmek lazım, tam bir beyefendi. Romantıkliği etkiliyor... hediyesini enteresan buluyor ama Süheyla geliyor aklına ardırdan. O kadın var olduğu sürece... ısınamayacak sanki bu oğlana... Fatma Ana yetişiyor... “Demir Bey yapmış yapacağını... “ diye lafa karışıyor. “Asi için en iyi kısmet, daha iyisi yok burada vallaha...”... sevmiyor mu Demir’i... anlamıyor neden Neriman’ın kafası karışıyor diye, Fatma Ana. Neriman’ın ağzında, Süheyla’da Süheyla. Hop oturdu hop kalktı Neriman, karşı durdu Kerim ile kızına, ama gül gibi damat oldu şimdi bu çocuk ona, Süheyla yalnız başına, çocuklar onun yanında... eğri oturup doğru konuşsun... kızlarını düşünsün, ses etmesin Neriman’da. Çiftliğin kadınları kendiyle ilgili dedikodu kazanını kaynatıyorlar, Asi farkında. Yanlarına gittiğindeyse, ilk uyarılar geliyor annesinden, “Asi bak kızım, artık bu işin şekli şemali değişti...” şu andan itibaren Demir’i Neriman’dan habersiz görmeyecek, ona göre... Kazan kaynamış da, fokurdamış hatta. Asi hiç hoşlanmıyor duyduklarından ama sessiz sakin, Defne konuşuyor onun adına... Ne kontrolü bu böyle, birlikte iş yapıyorlar, abartmasın allah aşkına. Asi atını ahırdaki özel bölmeye almış... suluğunu, yemliğini tazelemiş... Gözüme saman balyası çarpıyor yanı başında ama atına elleriyle taze ot da getirmiş... İşte yeri burası... korkmasın atı. Elleri yine onun üzerinde... boynunu okşuyor, ona kokusunu geçiriyor, kendini evinde ve rahat hissettirmeye çalışıyor. Burayı sevmiş olmasını umuyor... Orada bir başka atın ruhu dolaşıyor... onunla da tanıştırıyor... o söylemeden de aslında bu mekanın yeni sahibi bunu biliyor... çocukluk arkadaşını çok özledi Asi... ama o geri dönmeyecek artık... peşine de bir itiraf geliyor... “Onun yerini alamazsın... biliyorsun, değil mi?”... Zaten bu istenmiyor... çocukluğunun rüzgarıydı Orontes... oysa Asi’nin şu an yüreğinde başka heyecanlar esiyor... Atıyla birlikte aşk da geldi galiba. Düşük perdeden gelen bir ‘pııpppprrrr’ ile atıda ona katılıyor. Demir’in arabasıyla işe dönerken ilk yaptığı şey Kerim’i aramak. Hemen onunla konuşması gerek... sakın çıkmasın ofisten, yanına geliyor Demir, onun yardımı gerek. Kerim bekliyor onu beklemesine ama Demir’in tavırlarından ne olduğunu anlamak için alim olmak gerek. Ellerini kavuşturmuş, masaya dayanmış, bekliyor Kerim... Demir arşınlayıp duruyor ofisi boydan boya... Kerim seslenmese, orada olduğunu hatırlamayacak adeta. “Eeeee oda kaç metrekareymiş... iyice hesaplayabildin mi? ‘Bekle’ dedin... ‘Konuşacağız’ dedin...” Dursun artık, kessin şu volta atmayı, başı döndü Kerim’in. “Ne konuştuk... o ne dedi... tam olarak hatırlamaya çalışıyorum” dediği anda Demir, yüz ifadesi değişiyor Kerim’in... aşki durumlardan bahsediyor dostu, gözleri faltaşı gibi açılıyor, güleç yüzü beliriyor hesap soran ifadesi yerine... öldürdü onu meraktan, söylesin hemen. “Şöyle oldu... yani tam olarak birşey olmadı tabi ama...” ne söylesin şimdi dostuna... Asi-Demir arasında yaşananları anlatmayı kolay sandı galiba. Asi’yle aralarında geçen konuşmanın Kerim’e anlatılabilecek kısmı manasız... anlatılamayacak kısmı zaten ne varsa aşk adına... O anlara kelimeler ne yapar... ne o yeşil görünür... ne o güneş parlar... yaban papatyalar, otlar .... yeledeki dokunuşlar... sevdiğinin saçlarını alıp alıp atan rüzgar, çapkın çapkın Asi’sinin tuniğini de vücuduna sarar... çocukca bütün bunlar... ama Demir’in kalbini ruhunu saklar. Bu adam konuşamaz... yaşar. Defne’den gelen telefonla bölünüyor konuşmaları... şaşırtıyor gibi Kerim’i karısından duydukları... “Gerçekten mi?.. Vay be... Birileri kendini aşmış desene!”... Demir’in de dikkatini çekiyor arkadaşının eşiyle konuştukları... kendisine bilgiç bilgiç bakışı... yüzünde şaşkınlıkla karışık, meraksı bir ifade. Çok bekletmiyor zaten onu Kerim... “Sır dolusun Demir... Kimseye söylemedin ha... bana bile?” diyor kapatır kapatmaz telefonunu... çatılıyor Demir’in kaşları iyice... bu da ne böyle... “Ne... ne olmuş?” diyor ellerini iki yana açıp Kerim’e, bilmediği şeyler mi oluyor şehirde... “Asi’ye at alınmış... öyle mi? Zatıaliniz tarafından hemde?” Bir endişe kesinlikle işte gözlerinde şimdi... soruyor, “Ne diyor Defne?”... Ne desin, hediyesini vermiş... Ayrıca Asi’yle önemli bir şey konuşacakmış... Dağılıyor endişe, inanmazlık geliveriyor anında yüzüne... bu ne hız böyle... daha kendi ne olduğunu bile bilemezken “Haber ne çabuk yayılmış böyle...” ... “Kızlar böyledir oğlum...” diyor Kerim... Hem bu duyulmayacak haber mi? Demir, ona söyleyene kadar Defne çoktan yetişti desene!.. aşkda deneyimli Kerim, konuşuyor ifadesi onun yerine, geç kaldın diyor Demir’e. Neyse... böylece asıl konuya gelmek için zaman kazandırıyor Demir’e... Yerleşiyor dostunun karşısındaki koltuğa... ama ne ayakları durabiliyor yerli yerinde ne elleri... dostuna sorusuna onlarda katılıyor sanki... “Kerim... ne yapmalı şimdi... nasıl yapmalı... ne diyorsun?” Asi’den anlamasını istiyordu... Kerim’de anlamalı onun derdini... ama anlamıyor soruyor...”Neye ne diyorum Abi? “ Eli alnını buluyor Demir’in... ovuşturuyor... çıkarmak zorunda içinden artık şu kelimeyi... -Asi’ye... onu sevdiğimi... aşık olduğumu söyleyeceğim... Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ne Demir’i... ne gözlerini hiç böyle görmedi Kerim... ilk kez aşkla endişeli... duvarlarının içinde kıpkırılgan bir adam gizli. Herşeyden e.minlik gitmiş, olmayabilirliğin korkusu yerleşmiş ona sanki. Tek söz edemiyor... alaycılığı değil onun adına yaşadığı mutluluğu kapatıyor eliyle gülüşünde... dostu da sonunda aşık oldu ve kabullendi işte. Neriman, Asi’nin hediyesiyle ilgili İhsan ile konuşmak için odasına geliyor. İhsan elindeki bir miktar parayı sayıp, zarfa koyuyor. Aslan, yeni girdiği işten aldığı peşin parayı olduğu gibi onlara getirmiş, İhsan’ın maaşı, mandıradan gelen para... hepsi toplanınca bu ayın kirası denkleşmiş. Sevindiriyor bu Neriman’ı... yumuşuyor Aslan’a karşı olan tavrı... İhsan’da daha umutla bakıyor geleceğe artık... biliyorlar zaten, kanı deli akar Aslan’ın... onunla bağ kurmak zor iştir, ama yavaş yavaş adam oluyor, zamanla daha da iyi olacağından emin görünüyor. Neriman’dan Aslan’a sevgisini istiyor... Malları mülkleri kalmadı artık... zaten Aslan’ın da istediği tek şey... babasının soyadı... razı ediyor bu konuda karısını. Neriman asıl Asi hakkında konuşmak için buldu kocasını... İhsan odasına çağırmıştı zaten kızını. Tam bu sırada görünüyor kapıda Asi... Birşey konuştuklarını düşünerek “Ben sizi rahatsız etmiyeyim” diyor... çıkmaya yelteniyor... ama gelsin içeri... İhsan ona da bilgi veriyor, elindeki zarfı gösterip, Demir’e kiralarını vermek için şehre ineceğini söylüyor. Asi bu habere şaşırıyor... “Paramız tamamlandı mı?”... Annesi cevap veriyor, Aslan’ın çalışıp getirdiğiyle, kiralarının eksiği tamamlanmış. Keşke ihtiyaçları olmasaydı ama Neriman Asi gibi düşünmüyor... kardeşleri Aslan onların, önce evlerini düşünecek, normal buluyor. Baba kızı konuşmaları için yalnız bırakıyor. Asi’nin suratındaki telaşlı ifade, İhsan’ın gözlerinden kaçmıyor... ona soracağı şeylerden korktuğunu biliyor. Aslında babalar uzak gibi görünselerde, mesafe yoktur kızlarıyla aralarında... üstelik o kızının kalbinin ne kadar temiz olduğunu da biliyor. Dürüstlüğünden de zerre kadar şüphe etmiyor. Ara sıra karşılıklı güvenlerinin sarsıldığı, zorlandıkları olsada... atlattılar çok şükür. Şimdiyse sıra şu Asi’nin aldığı hediyede. Neye dayanarak o atı kabul etti kızı bilmiyor, bu çok büyük bir hediye, bir bildiği olduğunu düşünüyor... Oysa bilmiyor Asi... bazı şeyler düşünmeden kendiliğinden oluyor. Bu da öyle oldu... Şaşırtıyor bu itiraf İhsan’ı... ama düşünmesi lazım kızı... böyle bir hediyeyi kabul ettiğinde karşındakine bir şey söylemiş olursun... “Sen ne söyledin Demir’e... bunu açıklayabilir misin?”... Asi daha kendine açıklayamadı ki ne söyleyebilir babasına... Çiftilk için... onlar için... Gonca için yaptıklarından sonra, reddetmesi mümkün değildi, Demir’i... bir tek bunu biliyor o an için... Ayrıca, ne kadar da yakın olsalar, babasıyla paylaşabileceği şeyler değil Demir’in ona yaşattıkları... asıl onlar bilinmez Asi için. Hiç bir şeye benzemiyor onunla ilgili hissettikleri, onu hayatında hiç bir şeyi istemediği kadar istediğini İhsan’a nasıl söylesin. Yeni damat sorunlar yaşıyor çiftlikte... Aslan ile sürtüşmesinin yanı sıra... hiç mutlu değil zorla sürüklendiği bu evlilikte... “Çeker giderim” tehtitleriyle karşılık veriyor, karısının onu buradaki hayata ısındırma çabalarına. Demir’in işgüç düşünecek, masasındaki dosyaların başına oturacak hali yok bu gün. Elleri ceplerinde, gözleri dışarda Asi’yi düşünmek istiyor sadece. Demir, Asi gibi değil... bir aşkın hayallerini kurararak gelmedi bu güne. Yaşamın bir surprizi Asi kendisine. Belki gün gelip evleneceğini düşündü ama aşk yoktu bunun içinde. İnanmıyordu bile. Asi’yle yaşadığı herşey yepyeni olmanın ötesinde hayal dahi kurulmamaş bir bilinmezlikte. Hüseyin’e ‘senden öğreneceğim çok şey var’ derken ne kadar gerçeği kastettiğini anlamamıştı bile. O çocuk bile korkusuzca konuşabiliyor aşk hakkında Demir abisiyle. Kerimle konuşup rahatladı biraz o da ama henüz Asi’yle konuşacak olmanın gerginliği gitmedi... bu hep, düşüncelerinin gerisinde. Kerim’e yığılmış olmalı işler, o koşuşturup duruyor odadan odaya... elinde bir tomar dosya Demir’in ofisine dalıyor söylenerek... Şu sözleşmelere kısa bir göz atsın, hemen lazım onlara... Demir’in elleri ceplerinde... aheste yanına gelişine takılıyor... söylenmeleri artıyor... “Demir hadi... çok oyaladın beni...” inşaate gitmesi lazım, bakıversin şunlara çabucak. Oturmalarıyla bir oluyor neredeyse kapının da tıklatılması... sekreter soruyor, İhsan Bey gelmiş, meşgullerse bekletsin mi konuğu?.. Tehlike çanları çalıyor Demir’de... hiç beklemiyordu İhsan Bey’i ofisinde, hediyesini verişinin hemen akabinde hemde. Bir terslik olması ihtimali resmen korkutuyor Demir’i... atla ilgili olarak mı İhsan Bey aldı soluğu Demir’de. Kerim’le birbirini bulan bakışları... her ikisininde aynı endişe içinde olduğunu gösteriyor. Demir kalp atışlarını artık kulaklarında duyuyor. İhsan Bey hemen içeri buyur ediliyor. Gençler sözleşmeyi falan unutup konuğu karşılamak için ayağa kalkarken, İhsan Bey’de içeri giriyor. Yüzündeki ifade gerginlik taşımıyor... gayet keyifli görünüyor. Kerim Demir’i İhsan Bey’le yalnız bırakmak üzere dışarı çıkarken kayınpederi onu durduruyor... yeni damat için bir iş bulabilir mi diye, ricada bulunuyor. Tabi ki ilgilenir Kerim... elindekileri acil olarak fakslatmayı bahane ederek onları başbaşa bırakıyor. Defne ile görüşmek için İhsan ile yaptığı konuşmalar mı aklına geliyor... bakalım Demir bu işi nasıl kotaracak diye mi düşünüyor. O odadan çıkarken, Demir’de misafirine yer gösteriyor, kendisi de karşısına yerleşiyor. Ne konuşmak için gelmiş olabilirin tedirginliği gözlerini bir türlü terkedemiyor, bu adam İhsan Bey olmaktan çıkıp sevdiğinin babası oldu bir anda, buna alışabilecek mi acaba. Göz göze gelmeye bile çekiniyor. İhsan’ın gözleri ise etrafta, ilk defa geldiği Demir’in ofisinde ... ara ara Demir’de... Demir’de onun gözleriyle görmeye çalışıyor herşeyi... Aralarındaki garip sessizliği yine İhsan bozuyor... uydukentten bahsediyor. Demir yansız konuşabileceği bu konu bulunca ferahlıyor... kısacık bilgi veriyor. Bu arada konuğuna birşeyler ikram etmek aklına geliyor... bu bahaneye dört elle sarılıyor. Kalkıp sekretere kendi haber veriyor, iki sade kahve istiyor. Ama kaçış yok... gelip yine İhsan Bey’in karşısına oturuyor. İhsan iyice yerleşmiş koltuğuna... bir eli çalışma masasının üzerinde, parmakları at koşturuyor. Demir’in sinirleri iyice geriliyor... bakamaz halde artık İhsan’a... İhsan bilmez mi Demir’in aklından geçenleri, mahcubiyetini, kaygılarını... bal gibi biliyor. İnsaf etmeye mi karar veriyor... gerçekten ne sebeple geldiğini hatırlıyor, cebine uzanıyor, katlanmış kalınca bir zarfı çıkarıp, aralarındaki sehpaya bırakıyor... “Kira için uğradım...” diyor. Demir’in aklı karışıyor... at için gelmediği öğrendiğine bile sevinemiyor... nasıl soracak bilmiyor ama sormak zorunda hissediyor... “İhsan Bey, bağışlayın ama birşey sorabilir miyim...” Elleri bugün ikinci kez alnında dolanıyor... ne günmüş bu böyle... “Bu ödemeyi bu kadar çabuk beklemiyordum. Kısa sürede temin etmenize biraz şaşırdım açıkçası. ” diyerek bir çırpıda kaygısını paylaşıyor... Ama endişelenecek bir şey yok... hepsi alınteri, e.min olabilir... Bu arada sanki Demir’in de aklı başına geliyor, kalkıp İhsan’a bu parayı hangi yollarla kazandığını sorduğunu farkediyor. Düşünmeden yaptı bunu... bu odada Kerim’e İhsan’dan ikinci senet için aldığı ödeminin kaynağını daha iyi araştırmaları gerektiği konusundaki serzenişleri birden aklıma geliveriyor. İhsan kızmış görünmüyor Demir’in ilgisine... bence mutlu oluyor. Elinde kahve tepsisiyle gelen sekreter havayı dağıtıyor... kahveler servis ediliyor... İhsan elleri yaşlılıkla titrek fincanını dudaklarına götürürken, Demir gayet kontrollü arkasına yaslanıp boşluğa bakarken dudaklarına götürdüğü kahvesine sığınıyor. Dünyanın en önemli şeyi o an için ellerini ve onu meşgul eden kahve oluyor. Ne kadar zormuş bu işler, daha Asi’yle nasıl başa çıkacağını bilemezken birde ailesiyle ilişkileri işin içine giriveriyor. Asi ayrılamıyor atının başından... altını kuru tutacak... hep taze ot koyacak... yeni barınağını yadırgamasın diye sık sık onunla olacak... Yine atının yanında, telefonu çalıyor... hani ‘ben seni ararım’ demişti ya... işte Demir arıyor. Bu akşam için başka bir planı yoksa buluşup buluşamayacaklarını soruyor... “Kimse olmadan... sadece ikimiz?”... Tamam... buluşsunlar... ama akşam diyor Demir, nasıl olacak?... Erken gönderir Demir Asi’yi... merek etmesin sevdiği... Planını da açıklıyor... “Bana gel... tabi istersen... sana yemek yapayım... daha rahat ederiz”... Asi’nin gözlerinde anlattıkları canlanıyor birer birer... Demir’e gidişi... tabi isteyişi... onun elleriyle yapacağı yemek mi... yemek falan düşünemez ki... Demir devam ediyor... “Asıl önemlisi... yarım kalan şu konuşmayı tamamlamalıyız artık.”... kıpır kıpır elleri duruyor her ikisininde... Canlandırmalar bitiveriyor Asi’de... kalbi duruyor sanki o ‘yarım kalan konuşma’dan bahsedince... yanyana olmayı özleten bir sessizlikte duruyorlar öylece. Yaklaştıkça yakıyor Demir... kendine bile açıklayamadığı şeyleri ondan duymaya bu kadar yakın olmak panikletiyor Asi’yi... Yüreği dayanacak mı çarpıntıya... kendine geliyor onun sesiyle... “Asi...” ondan kopup gidişi, telaşelendirmiş Demir’i,... “Buradayım Demir... afedersin... bir an konuşamadım işte”... aynen öyle oldu... söyledikleriyle Demir, sessiz soluksuz bıraktı, yüreksiz bıraktı Asi’yi. Uzun kalamaz biliyor ama anlaşıyorlar akşam görüşmek üzere iki sevgili... aşk pahası gülücükler yüzlerinde... yapacak işleri var her ikisininde... harekete geçiyorlar biri şehirde biri çiftlikte. Al basmış yanaklarını Asi’nin... çok acelesi var, Demir’le buluşacak... Hazırlanırken başında bekleyen ablasına söyleniyor, bakmasın öyle iyice eli ayağına dolaşıyor... Asi’yi hiç böyle görmedik... elbise askılarından birini alıp birini bırakıyor... sonunda karar veremeyip toparladıklarını yatağının üzerine seriyor. Elinde ablasının, durumun ciddiyetine uyacağını söylediği siyah bir elbisiyle kalıyor... Demir’in işi sanki daha zor... İlk uğradığı zerzevatçı... yemeklik birşeyler istediği manavın eline tutuşturduğu naylon poşete bakışı bize hayatında hiç mutfak alışverişi yapmadığını anlatıyor... Elleri o gün hep yeşile uzanıyor... dolmalık biberlere doğal birer mühendislik harikası diye bakıyor olmalı... elinde evirip çeviriyor, kaşları çatılıyor... onlarla başa çıkamayacağını anlayıp geri bırakıyor... Daha bildik bir şeye, salatalıklara yöneliyor... Manav Demir’in haline acıyor...”Ver abi ben seçeyim” diyor... Demir hiç gocunmuyor, paşa paşa kenara çekilip, doldurduğu salatalıkları adamın gerisingeri tezgaha dökmesine ve kendisi için salatalık malzeme hazırlamasına hiç ses etmiyor. İkinci durak balıkçı... çinekop mevsimi değilmiş... balıkçının deniz levreği tavsiyesini dinliyor, bir de tarif alıyor. Evde hummalı bir çalışma başlıyor... Buğulama balığı hazırlayıp fırına atıyor, salatayı yapıyor, dantel örtü üzerine iki kişilik masa düzenini özenle yerleştiriyor, çiçekleri de unutmuyor. Asi görüntüye giriyor... hava artık kararmış...o bir eli direksiyonda, bir eli altınını okşayarak şehre ulaşmaya çalışıyor. Demir onu sevdiğini söyleyecek, bunu bile bile onun evine gidiyor olmak bütün duyularını nasıl hassaslaştırıyor... dokunmak, dokunulmak istiyor... öpmek, öpülmek istiyor... bu akşam Asi’yi Demir’e hazırlayan kızı tanıyamıyor... ruhunda hissettiği kışkırtıcılık ona çok yabancı...ama öyle hissediyor. Bu akşam çok özel olmalı... olacak... biliyor. Görüntü tekrar Kuşlu Ev’e dönüyor. Demir’de üstünü değiştirmiş... son hazırlıklarını yapıyor, masanın mumlarını yakıyor... şöyle bir geriye çekilip yaptığı işi kontrol ediyor. Memnun kalıyor. Asi ile paylaşacaklar bu masayı... bu onu heyecanlandırıyor. İyi ki aklını vereceği birşeyler vardı, yoksa durup durup onu ürperten düşüncelerden nasıl uzaklaşabilirdi. Asi’nin ona geliyor oluşu soğuk terler döktürüyor. Kendi bedeninden korkar oldu artık, mütemadiyen onun dokunuşlarını kendinde hayal ediyor... bu hassasiyet onu ürkütüyor. Asi’yi sevdiğini söyleyecek bu akşam... onu öpecek... Sızlayan bir ihtiyaca döndü artık bu, yegane özgürlük dokunuşlarında gelecek. Asi’nin de benzeri bir ihtiyaç ile yandığını biliyor... onu beklediğini biliyor... bu gece bekleyişlerine son verecek... Kapının çalınmasıyla kendine geliyor... Mumları yaktığı kibritin kutusunu cebine koyup, ona kapıyı açmaya gidiyor. Kapıyı açıyor... Asi karşısında... Saçlarını toplamış, kendini yeşillere sarmış... Demir’e gelmiş. Bir de Demir’i görse Asi’nin gözleriyle ama göremiyor... ikiside yaşanacakların beklentisinde... bu gece ara ara kayıverecekleri sessizliklerin ilkleri hemen o kapı önünde. “Hoşgeldin” diyor sonunda Asi’ye... Geç kalmak istemedi Asi, ama bu defa da erken geldi galiba. İzzahat vermesine gerek yok, aynı sabırsızlık sevdiği adamda da... anlıyor onu, yormasın kendini boşuna. “Girmeyecek misin?”... alıyor onu yuvasına... Avluda hazırladığı masa dikkatini çekiyor Asi’nin daha ilk adımında... ama “Biraz gelsene” diyerek onu daha da içeriye doğru yönlendiriyor Demir... ne varsa orada! Yağmurlu gecede sığındıkları oda değişmiş... çalışma odası yapmış Demir burayı... Kollu Tonet sandalye ve keyifli bir ahşap masa gelmiş, üzerinde yanan okuma lambasıyla... raflar kitap dolmuş... başköşeye de Şahmaran tablosu asılmış. Asi’nin gözleri pırıl pırıl parlıyor hediyesini orada görünce... “Demek ki sevdin!” demeden duramıyor... beklenmedik bu sözlere dönüveriyor Demir’in gözleri tablodan ona... sevgi ne kadar doğalca geliveriyor Asi’den, Demir de onun gibi olsa. “Çok sevdim” zaptediveriyor dudaklarını bir anlığına, nasıl oluyorsa. Asi’de söylenenin ardına bakıyor mu acaba?.. “Daha uygun bir yer bulamadım... ne diyorsun, iyi mi böyle?” diye devam ediyor Demir... yoksa kalacaklar bu anlarında. Asi’nin gözleri o an neye eş diye düşünüyor bir yandan da. Hayal meyal ulaşıyor Asi’nin söylediği “Bence çok iyi’si kulaklarına... o sanki sevdiğinin gözlerinin neşesine takılıp kalmış gibi... hiç bir şey yapamaz durumda. O kadar ki Asi’nin şalı bile üzerinde hala... “Afedersin” diyor... “Şalını almamışım”... Sarındığı gibi kademeli bir soyunuş geliyor sevdiğinden... şalın uçlarını birbirine geçirmiş, açılmasın diye... açılmıyor kolayca gerçekten. Misafir ağırlamayı unutmuş Demir... ilk misafiri Asi... Bu arada uçlarını kurtarıp şalı uzatıyor sevdiği... tanışıklıklara buyur ediyor Demir’i. Bir kez daha siyah dünyasında inci teni. Bu geceyi nasıl bitirecekler... tek istediği ona dokunmakken ne gerek var konuşmalara... söz geçirmek kendine sanki her geçen an biraz daha zor geliyor ona. Peş peşe yaşadığı duygusal karmaşalar o kadar kontrolsüzce ki... mimiklerine hükmü geçmiyor artık Demir’in... sönüveriyor yüzündeki ifade ve gerçek neyse çıkıyor ortaya... Baştan ayağa onu süzen gözlerinin dolandığı her yere varmak da istiyor... Onu boğulmaktan kurtardığı daha ilk gün... kabullenmişti sahipolunası bir güzelliği olduğunu... hiç değişmedi bu duygusu, nasıl istiyor bunu. Teni niye... nasıl böyle parlayabiliyor, bilmiyor... ama üzerinde sadece Demir’i isteyişi görüyor. Asi, bu isteyişle güzel, bu isteyişle yanıyor... Demir giyinmiş tenine... aşkla bakıyor. “Çok güzelsin...” diyor... “Üzerindeki çok yakışmış...” bunu bütün kalbiyle, bütün ruhuyla söylüyor... Asi duyuyor, Demir onun ardını görüyor... ama “öyle bakma”sın, utandırıyor. “Sende bu kadar güzel olmasaydın”... Demir bütün kabahati sevdiğine yıkıyor. Aslolan yemek olmayınca, unutuluyor... ama balık kendini hatırlatıyor... Henüz dibi yeni yeni tutuyor olmalı, Asi farkediyor... “Demir... bir şey yanmıyor değil m?”... Demir’in kaşları çatılıyor, “Eyvahh... yemek... seni görünce dünyayı unuttum işte”... onu çalışma odasında yalnız bırakıp koşar adımlarla avluya çıkıyor, elindeki şalı, hazırladığı yemek masasında Asi’nin oturacağı koltuğun arkasına yerleştirip, yemekle ilgilenmek üzere mutfağın yolunu tutuyor. Yalnız kalan Asi’de bir parça kendine geliyor... bu gece onları adamakıllı zorlayacak, anlıyor. Siyahı ağırbaşlı olsun diye seçmişti ama tam tersi oluyor... bu renkte kendini Demir’e her zamankinden daha yakın hissettiğini farkediyor. Elbisesinin dar kesimi üstüne otururken, etekleri de hevesle bacaklarına dolanıyor. Siyah uyaran her yerine dolanıyor... Demir’den istediklerini veriyor... derhal kendine gelmeli, bu iş kötüye gidiyor. Dağılan düşüncelerini, saçlarında toparlamaya çalışıyor... Demir’in ardından o da avluya çıkıyor... gözlerini etrafta gezdiriyor. Mutfaktan Demir’in sesi geliyor... “Neyse ki yemeği kurtardık!”... Tezgahta bir şeylerle uğraşırken de soruyor, buğulama balık yaptı, Asi sever mi bilmiyor. Asi, bayılır balığa... paylaşabilecekleri ilk öpücüklerine engel olmuş olsa da, o balıkçının elinden başbaşa yedikleri balıkları unutamıyor hala. Demir’in yardıma ihtiyacı var mı, soruyor, bu arada... O bu akşam misafir, keyfine baksın. Zaten herşey hazır sayılır, güveçler masaya geliyor, şarap bardakları doluyor, Asi-Demir karşılıklı yerlerini alıyor. “Çok güzel bir sofra olmuş...” Kendi için bir su kaynatmadığına neredeyse e.min... ama onu ağırlamak için gösterdiği çaba Asi’yi mutlu ediyor. Demir, Asi’nin onun gayretlerini farketmesine seviniyor... yemeği de beğeneceğini umuyor. Masada son bir eksik görüyor... karabiberi unutmuş... hemen alıp gelsin. Yerinden kalkıyor... Asi’de onunla beraber... “Dur ben getiririm, sen daha yeni oturdun”... bir çırpıda yerinden kalkıyor o da... Bir balık bir salata ama ne emeklerle geldi o masaya, çok iyi biliyor Asi... kıyamaz ona. Bir anda neler üşüşüyor bakışlarına... Yorgun düşüyorum onlarda takılıp kalmaktan artık bu bölüm... fakat çarçur etmek gibi geliyor öylesine geçip gidivermek bu anlarından... her bir an o kadar özel... her bir an o kadar irdelenmesi gereken. Bütün kadın-erkek eşitliği söylemlerine rağmen, seven kadın için en davetkar his, erkeği için birşeyler pişirmek, bunun tersi ise en az onun kadar güzel. Demir’in onun için gösterdiği gayretler gururunu okşuyor Asi’nin... ama bu kadar yeter. İçgüdüsel bir itiraz bu... “dur”. Onu yormak istemiyor kendi için daha fazla, ne yapılacaksa kendi yapar. Demir’in refleksleri de onun kadar hızlı ve doğal... uzatıp elini onun beline, yaylandırarak kendinde, durduruyor Asi’yi... çekiyor geri. Karmaşa her ikisininde gözlerindeki. Desen desen dokunuşlar bezerken ruhu, neye değişilir bu duygu. Demir kadar delikanlı Asi de hanımefendiliğinde... onu istiyor, umurumda değil ne yemek ne de başka şeyler... “Karabiber olmasa da olur” diyor... “ Lütfen otur artık”... Demir’in sevgilisi böyledir işte... “O zaman anlaştık”deyişine, dudaklarındaki tebessüme kayarak veriyor karşılığını... oturup yemek yiyecek olmaları ise... delice. Karabiber unutuluyor... oturuyorlar masaya tekrar... birlikte... Hardallı sos yapmış Demir, salata için... neler de biliyormuş öyle. Üstelik yumuşamasın salata diye karıştırmamış bile... hımmm... pek de tecrubesiz değil herhalde yemek işlerinde. Asi övgüsünü tekrarlama ihtiyacı hissediyor... “Harika bir masa bu!”... Asi’ye gönderiliveren kısacak bir bakış daha geliyor Demir’den... bitkin onun da yüreği, hissediyorum... kıyısına kadar gelinip gelinip söylenemeyenden... “Bu masayı harika yapan sensin” ... doğruda durak, sözler Demir’den. “Seni evimde ağırlıyorum... daha ne isterim” diyor Demir özgürce, gülümsetiyor sevdiğini de. Bu ev... Asi’nin de ilgisini çekti hep... böyle bir gecede, ne kadar haklı Demir onu evine davet etmekte... “Bu ev ne kadar huzurlu” böyle... misafirine de huzur veriyor bu gece. Demir’ de katılıyor Asi’nin fikrine... ona da çok iyi geliyor bu evde olmak. “Öyle... Eve bir geliyorum... herşey dışarıda kalıyor...” diyor... bu eve sığınışları... üzüntüleri... uzaklaşışları... herşey birlikte yaşanmış gibi... anlıyor onları, sırdaş onlara bu ev. ‘Sevgilim’ diyemiyor ona Asi... ama dermiş gibi bakıyor ona ‘Demirr’... “Şimdi bazı şeylere o kadar üzülüyorum ki...” Geride bırakılanlara Demir’de o kadar hassas ki... biliyor ne demek istediğini. Vakitsiz bir soluğa ihtiyaç duyuyor bedeni... gözlerini kaçırıyor, başını eğiyor... “Şşıhhh...” ... Demir Asi’yle, dünleri de yarınlarıyla birlikte olmak zorunda... dönüyor ona... Demir’in de söyleyeceği çok şey var. Her ikisinin de hataları oldu, ama artık bunları konuşmasınlar... ‘yeni şeyler’ konuşmak istiyor Demir... “Bu günü milat kabul edelim... yeni tanışmışız gibi... önceden hiç birşey olmamış gibi...” Geleceği vaad eden bu gülüşünde, geçmişin defterini kapatmanın ‘ama nasıl’ını bulmuş gibi. Bu evin huzuru Demir’in bulduğu huzurdan geliyor diye düşünüyorum. Geçmişiyle barışmayı başaran Demir’den geliyor... Soğutmadan emekleri, tatmalı balığı... ağızda eriyor Demir’in özene bezene yaptığı... Dikkatle süzüyor Demir Asi’yi... ne olacak ilk tepkisi... ağızda birkaç saniye yetiyor Asi’nin kaşlarını beğeniyle hareketlendirmesine... “Eline sağlık, çok güzel olmuş...‘ diyor, lokması biter bitmez... Demir ne eylerse güzel eyler’ diyor forumdakiler... belli ki haklılar. Lakin yine de büyüyor Demir’in ağzındaki lokmalar... bir yumru boğazında, geçirmiyor yutkunuşlar. Hoşnut ama Demir hayatından, herşey arzuladığı gibi gidiyor, huzurlu bir gece, Asi onunla mutlu... aşkları da akşamlarına gelmek için sırasını bekliyor. Kapı çalıyor... oysa Demir hiçkimseyi beklemiyor. O kapıya bakarken, Asi tekrar şalına sarınıyor... Bir beklenmedik Demir için, Melek’i geliyor. İstanbul’daydı kardeşi, ne zaman geldi? Yeni indi uçakları... çiftliğe gidemedi, gitmedi Melek. Artık abisiyle yaşamak istiyor, yalvarıyor Demir’e... “Lütfen beni oraya gönderme...”... Melek nasıl isterse öyle olacak, içeri buyur ediyor kardeşini de... Asi’de içeride... Şaşırıyor her ikisi de ama kocaman gülücükler yüzlerde. Her ne kadar Asi ‘hayır’ dese de, Melek farkediyor ters bir zamanda geldiğini. Eldeki tek gerçek, “Demir bu gece bana yemek yapmak istemişti” kalıyor geride. Buna da inanması mümkün değil Melek’in... “Abim yemek yapmasını hiç bilmez ki...” diyor gülerek. Gecenin sırları dökülüyor bir bir orta yere... “Balıkçı iyi bir tarif verdi... salata içinde, internette bir yemek sitesi bayağı faydalı oldu!” Demir’e. Usta aşçı olarak bilinmek istemiyor belkide... Yemeğe davet ediliyor Melek’de. Ama o, uçakta yemek yemiş olduğunu, gidip yerleşmek istediğini söylüyor. Demir “Tabi... nasıl istersen” diyor ama Asi bırakmıyor... “Biraz yüzünü görelim... sonra yerleşirsin”. Melek’in onları yalnız bırakmak istemesi işe yaramayacak, bu gece konuşamayacaklar... iyisi mi Melek’i mutlu etsinler. Melek abisinin yerine yerleşirken “Demir bir tabak daha lazım” diyor Asi ona... Demir’in kardeşinin oturmasına yardım ederken yüzüne geliveren manidar ifade... kapatıyor geceyi de. Melek’in bu evi hatırlaması imkansız... ama Demir Melek’i, elektrikler sönünce ‘karanlık.. karanlık’ diye bağırışıyla hatırlıyor. Sokağın bütün çocukları Melek’e bayılırdı. Çok sakindi... çok şirindi... sırf onun için bütün yavru kuşlar Demir’lerin avlusuna toplanırdı. Melek müdahale ediyor bu arada abisine... “Abim çocuklara yavru kuş, der”... “Tabi” diyor Demir’de... “Yavru kuşlardan daha masum... daha tertemiz... hiç bir varlık yoktur dünyada.”... Ama öğreniyoruz kendi ağzından ki, mahallenin çocukları hiç sevmezlermiş ilk başta Demir’i. Pek sokulgan değilmiş o zamanlarda da. Bir çocuk için başedilmesi güç bir duygu... sevilmemek... hele anlattıklarının 6 yaş ve öncesi için olduğu hatırlanırsa. Kendini sevdirmek için ‘ne yapsam’ diye düşünmeye başlamış Demir... Üstündeki giysileri paçavraya dönmüş, bütün gün yalınayak gezen bir çocuğu hatırlıyor o günlerden kalma... “Bizde yoksulduk ama annem bizi tertemiz giydirirdi” diye eklemeyi de ihmal etmiyor bu arada... Bir kış günü eldivenini vermiş Demir ona. Çocuk da karşılığında Melek’e bir bebek getirmiş... o yoktan var edilen eldivenlerle, bebekle, sımsıcak dostluklar kurmayı başarabilen çocuklar, yüreğimi eziyor... Minik kuşlar, tertemiz dünyalarına alıveriyorlar bu kadını da. İnanıyorum bende yavru kuşlara... ... Melek hala çok sever bebekleri... Hatırlamıyor o ama abisi anlatmaya devam ediyor bebekli Melek’in maceralarını onlara. “Annem şuraya sererdi kilimini” diyor başıyla sekiyi işaret ederek... “Sende üstüne serilir, bebeğine sarılır, konuşa konuşa uyurdun.”... gözümüzde canlanıveriyor anında, lüle lüle saçlarıyla kucağında bebeği... Melek’in sekide ki hali. Yaşlar getiriyor bu görüntü Melek’in de gözlerine... Mehmene Hatuna “Kolumu istemiyorum, annemi istiyorum” diyen kız değil mi gözlerinden yaş süzülen, orada. Sevgilerden uzaklaşmak zorunda kalmış hayatı boyunca... boyundan büyük kararlar almaya zorlanmış... evini bırakmış... abiye sığınmış... ne kadar, ne kadar çok şey yaşamış Melek, hele son zamanlarda. Demir yerinden kalkıp kucaklıyor Melek’i... “Sen olmayınca kimsem yok gibi oluyorum Abi” diyor Melek... bu gerçek... Demir’in omuzbaşı belli ki acıya deneyimli... Sıkı sıkı kucaklanıyor kardeşin yalnızlığı, okşanıyor saçları... ‘Yok birşey’ diyen Demir’e dayanıyor kimsesizlikleri... Asi yalnız bırakıyor abi-kardeşi... Süheyla eve bile giremez oluyor Melek olmayınca... ne diye mücadele etti... ne için... yıllarca onurları kırılmasın, iyi yaşasınlar diye gayret etti, ömrü boyunca onlara sahip çıkmaya yemin etti... şimdi Melek’i de, Demir’i de kaybetti. Üzülmemek elde değil o bunları söylerken... vefasızlık gibi gelir duyulanlar başka yaşanmışlıklar bilinmeden. Evden çekip giden Melek ve Demir ama asıl Süheyla onları terkeden. Oğlunu bulduğu ilk andan beri Demir’in de Melek’in de duyguları, düşünceleri önemsenmedi onun tarafından. Aslan’ı o doğurdu ama görüyor ki anne sevgisini koyamıyor oğlunun kalbine... emek verdiklerini de kaybetti onu kazanacağım diye. Gidip getirmesi lazım kızını evine. ... ... İlk defa adım atıyor Süheyla seneler sonra Kuşlu Ev’e... hatıralarda onunla birlikte. “Herşeyim şu anda bu evde” diyor... “İkiniz buradasınız... ablamda sanki buralarda bir yerde bize bakıyor.”... Süheyla’nın hayatı bu işte... Ne İhsan kaçabildi, ne Süheyla bu noktadan. Herkesin kararlara zorlandığı geçmişteki bu yol ayrımı topluyor gidenlerini birbiri ardından. Burada, memleketinde yeni bir hayat kurmaya çalıştı Süheyla... ama içinde Demir ve Melek olmadan olmaz. Demir’in bir erkek olarak yalnız kalma ihtiyacını bir dereceye kadar anlayabiliyor... ama kızı... Melek... yanında kalmalı, çiftliğe gelmeli. Eğer hatası varsa tamir edecek... gelmezse ruhu bir parça daha ölecek. Melek’in seçimi değildi buraya gelmek... soran da olmadı... taraf olmak zorunda kaldığı evlerinde ise huzur yok. Bir kez olsun ‘Melek ne istiyor’ desinler istiyor... Abisiyle kalıyor. Süheyla Demir’in onu eve bırakma teklifini reddediyor. Bundan sonra yalnız olmaya alışması gerekiyor. Melek, teyzesinin mutsuzluğundan korkuyor ama başka ne diyebilirdi... Kendisini nerede iyi hissediyorsa orada yaşaması gerektiğini söylüyor Demir... “Başkaları için değil, kendin için yaşamalısın”... Asi çiftliğe dönmüş... ne umutlarla başladı bu gecesi, şu an yaşadığı bir hayal kırıklığı... ama Demir’den yana değil... asla değil. Demir nasıl da yumuşacık sarmaladı bu akşam onu ilgisiyle... kendisi için yaptıklarıyla... gözleriyle... sözleriyle... bir tek adı yoktu ama aşk vardı o evde... sahibinde. Dünyalar onların, bütün zamanlar onların artık... yepyeni bir başlangıç yıptılar bu gece, bekleyebilir Demir’i o Asi’ye böyle baktığı müddetçe. İhtiyacı, salıncağında sakin bir gece... döndürmesin bu gece salıncağı onu... sallamasın... yeterince uçtu, uçtu göklere... onunlayken nasılda herşeyi farklı algılıyor... sanki hala kuşlu evde onunla yaşıyor... sardunyaları, asmayı salıyan rüzgar, Demir’in gülüşü, çocukluklarını anlatan sesi, onu burada bile buluyor... Demir yerine Asi’ye dokunuyor, bu ne kadar doğru geliyor. Kalbinde taşıyor Asi’de onu... şu dokunup dudaklarına götürebildiği emanetinde... Demir’i salmıyor mu Asi’ye, her tenine değişinde... öyle... öyle... Şehirde kalamazdı... eve dönmek zorundaydı... ama onunla olabilir hala bütün gece... bütün kalbiyle... bütün ruhuyla... Ahıra gitmeli.. atına. Babasına yakalanıyor tam bu sırada dış avluda... nereye gidiyor, soruyor İhsan... “Hiç... dolanıyordum” kanmıyor tabi kızını bu kadar iyi tanıyan baba... söyleniyor o da... “Atına sabah bakarsın... bu gidişle ahırda uyuyacaksın... hadi içeri...” Asi de tam bunu yapmak üzereydi... Babasını gönderip mışıl mışıl uykusuna o dönüyor atının yanına. Demir evin açık kapısından çıkıp bakınıyor dışarıya... bunca hengame arasında kayboldu Asi bir anda. Yokluğunu farkeder etmez arayamadı bile onu... şimdiyse çok mu geç acaba. Fakat arayamadan da duramaz, konuşmak zorunda. Tuşluyor numarayı sonunda... “Asi...”... Asi kendine yer hazırlamış atı yanında... saman balyaları en konforlu yataktan bile daha rahat, atının yanı başında ya. Uyku da tutmuyor heyecandan... Demir’inde aramasını bekliyor bir taraftan. “Nerdesin” diye soruyor ondan gelen telefonda sevdiğinin sesi... “Evdeyim...” Güvenlikte, bunu öğreniyor öncelikle. Melek’i soruyor Asi’de... O iyi, ama Demir değil... Kaşlar çatık, gözler bir çıkış arar gibi... ne hayaller kurdu bu gecesiyle ilgili... oysa şimdi durduğu yer neresi. “Sesini duymak istedim” diyor Demir... “...yine konuşamadık, yine herşey yarım kaldı”... gailesiz bir yakınış farkında, elinden başka ne gelebilir ki o anda... “Keşke gitmeseydin” diye de ekliyor... belki o konuşma için daracık zamanlar yaratılabilirdi. Fakat Asi aynı fikirde değil onunla, Melek’in Demir’e her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunun farkında. Yalnız kalmalıydı abi kardeş ... Asi ondan duymayı beklediği sözleri sıkıştırmak istemezdi böyle bir karmaşaya. “Hem birdahaki buluşmamızda konuşuruz. Yarın atım için birşeyler almak istiyorum. Öğlen şehre ineceğim... görüşür müyüz.” diye soruyor... gönül rahatlığıyla... sevgilisiyle buluşmayı o öneriyor bu defa... “Görüşürüz” diyor Demir...ne güzel böyle buluşmak için sözleşiyor olmak Asi’yle... evinden içeriye huzurlu bir Demir gönderiyor Asi bu gece. Huzur herkese bağışlanmıyor ama o gece... Süheyla taşköprüden başlıyor onu aramaya... bulamıyor... öksüz yetim odalar evinde... elinde bir tek çerçeve... o da gözyaşlarını dayatıyor gözlerine. ... ... Aslan gelmiyor eve o gece. Evini özlüyor Aslan... yatağını özlüyor... Fatma Ana’sını da... gece gece geldiği Kozcuoğlu çiftliğinde İhsan’a rastlıyor avluda. Onun da yüreklendirmesiyle, yatağına kıvrılıp uyuyor o gece. İhsan Bey’in son söyledikleri, yarıyor da rahat bir uykuya... artık nüfusa bir gitsinler... gidip de şu soyadı meselesini halletsinler... Ertesi gün herkes işinde gücünde... İhsan ve Ökkeş, ziyaret etmek üzere oğulları Aslan’ın yeni işyerini iniyorlar hep birlikte şehre. ... Demir, Kerim ve Leyla ofiste... yine masa başında, çalışma halinde. Kerim Ziya’yı cebinden arayarak işyerine davet ediyor. Zaten Gonca’yı işe bırakmak için şehre inmiş olan Ziya, gecikmeden onlarla görüşüyor. Demir, Kerim ile konuştuklarını, istemesi halinde Antakya’daki inşaatta yer alabileceğini söylüyor. Konuşma Süheyla’nın odaya girmesiyle bölünüyor... Demir, teyzesini görür görmez kalkıyor ve karşılamak üzere kapıya doğru gidiyor, Kerim “İçeri gelsene Süheyla teyze” diyerek onu davet ediyor... “İhsan Bey’in damadı, Ziya” Süheyla’ya tanıtılıyor. Donuk Süheyla... bildik soğukluğuyla, onları yalnız bırakmalarını istiyor yeni damattan. Çıkıyor Ziya dışarıya. Süheyla’nın derdi Demir’le. Başlıyor sıralamaya; Onun alacağını bile bile Kozcuoğlu çiftliğini satın aldı, İhsan’a kiraya verdi. İhsan o kadar yüklü kirayı ödeyemezdi. Bu ortada. Demir dünün rahatıyla, sakince söylüyor...”Ödendi bile teyze”... Süheyla’da zaten burada yakalıyor Demir’i... Aslan’ın kiraya katkısında. Bizi en çok bizi tanıyanlar kırmayı başarabilir ya, doğru tanıyor elbet ellerinde büyüttüğü çocuğu, hassasiyetlerini... Demir, demir kabuğuna çekiliyor anında. İlk suçlaması değil Süheyla’nın Demir’i aileyi düşünmemekle ilgili ama ilk ‘düşmanlık’ suçlamaları... saflarını bunca ortaya koydukları ilk konuşma. Saflıkla suçlayıp onu, terkediyor odayı. “Yani kirayı Aslan mı veriyor?”... Köpürüyor Demir... neden hiçbirşeyden haberleri yok... Elleri yine iş başında, bir alay soru kafasında. Kerim hatırlatıyor...”Öğlen Asi’yle buluşmayacak mıydın... sorarsın, anlatır sana...” Asi... evet Asi... cevap vermeli, Demir’in sorularına. Kerim’in, öfkeli Demir’i, Asi’ye yönlendirişdeki hatayı anında farkediyor Leyla... ama geçmiş ola. Demir uzanıyor telefonuna... arıyor ve hemen buluşmak istiyor. Yeri Asi belirliyor. ... ... Kerim’in fırça saçlar, kırışık alın... Leyla’nın sözleriyle gevşiyor... “Eh yani Kerim... bu yaptığın doğru mu şimdi?.. Yangına körükle gitmek diye buna denir”... doğru söze ne denir... Demir sorularını yollara döke saça geliyor... onu tanıyanlar bunu apaçık görebiliyor. Cafe’de oturup beklediği koltuk da onun ellerinden dışa vurulan öfkeden payını alıyor... allahtan Asi’de gecikmeden kapıda görünüyor... Hiç bir şeyden habersiz, sevdiğiyle buluşmanın heyecanıyla Demir’e geliyor. “Merhaba... öğlen demiştik... ama sen böyle birden arayınca.”... Demir’in gözlerindeki kızgınlık ortada aslında... ama seven göz farketmiyor demek ki kendi mutluluğuyla. Ne merhabaya cevap var, ne güzel gözlere Demir’den... yerinden bile kımıldamıyor, en basit nezaket kuralı bile göz ardı ediliyor o anda. Garson soruyor bu arada “Ne alırdınız?”... Kahve istiyorlar birlikte... Bu masada buluşacakları tek ortak şey bu işte. “Çiftliğin kirasını ödemek için Aslan’dan para almışsınız!”... soğuyuveriyor Asi’nin gözleri de... bir defa da önlerine aile meseleleri gelmese! Demir’de sorular hazır... “Sizi bu duruma sokan Aslan, yardımını kabul ettiğiniz kişi yine Aslan”... haklı bir çelişkide. “Bu ne demek oluyor?”... Asi üzgün, Demir hesap sormaya mı çağırdı onu buraya... “Evet... Hesap soruyorum?” diyor açıkça. Dayanamayıp daha fazla koltuğa yaslanmaya... eğitiliyor o da Asi gibi aralarındaki masaya. Neden Demir kira istemeyince kabul edilmiyor da, Aslan’ın yardımı kabul ediliyor? Onlardan kira falan istemedi Demir... bu telaş niye? Soruları açık ve net... gerek yok yorumlamaya bile. Ama Asi içinde durum böyle. Aslan yardım etmek istedi, babası da kabul etti. Buna neden kızıyor Demir? Çünkü onları yok etmeye... batırmaya çalışan birinin yardımını kabul ettiler... bunu kabul edemiyor, anlamlandıramıyor Demir. Kızgınlığını frenlemeye çalışıyor mu... hiç de değil... Sözüm ona ellerini kenetlemiş, dirseklerine dayanmış kollarının önünde... ama işaret parmağı bir bir yazıyor sözlerini aralarındaki sehpaya... Asi kendi penceresinden anlatmaya çalışıyor durumu... Aslan, Asi’nin kardeşi... kiraya katkıda bulunmak istemesi, babasını çok mutlu etti. Kalıptan kalıba giriyor İhsan ve Aslan ilişkisi... inanmazlık, öfke, kızgınlık, kabul edememe, intikam... ne çok şey yaşadılar kısa bir zaman diliminde, içlerinde... Bu yardım onların kurmaya çalıştığı ‘baba-oğul’ ilişkisinin ilk samimi parçası belki de. Anlayabilse keşke Demir’de... Demir denemeye kalkışmıyor bile... beklentisi Asi’nin ona hak vermesi yönünde. Bir çocuk gibi diye düşünüyorum onlar oturken böyle... sanki babasıyla kendisi arasında seçim yapmasını bekliyor. Uzlaşmacılığı nereye gitmiş Demir’in... Asi’nin taraf olmasını istiyor. “Onun kabul görmesi, benim yardımımın reddedilmesi sana normal mi geliyor?.. Benim kırılabileceğim aklına gelmiyor mu?”... Gelmez mi... Asi bunun için kahroluyor. Diğer taraftan, İhsan’ı az çok tanıdı artık Demir... kirayı ödemezse çiftlikte oturur mu sanıyor. Hiç bir şey sanmıyor Demir... sanmasına gerek yok, anlayacağını anlıyor. O her ne kadar Asi ile birlikte aileden biri gibi hissetse de kendini, öyle değil Asi’nin gerçeği. Her zaman babasının yanında durup bakacak ona, Demir’in yanında olmayacak asla. Asi onun kırgınlıklarını derinleştirdiğini biliyor. Yüzünde gezinen bakışları kendinden önce geri çekiliyor, karanlık basıyor. Demir’i bir kez daha kabuğuna çekilişini Asi pişmanlıkla izliyor. ‘Yeter artık Demir... yapma bunu’ denmez mi... o karanlığın yakasına yapışılmaz mı? Ne var ki, Demir çoktan gitmiş... Asi’ye bu acılığı yutkunmak kalıyor. Onu çağıran Demir, “Kalkalım mı?” diyen de... Asi ne yapabilir. Birlikte kalkıyorlar... Cafe’den yanyana çıkıyorlar... veda dahi edemiyorlar... kendine kanaatkar gururlarıyla, yollarını ayırıyorlar. Oralarda bir yerlerde aşk... gurura çelme takıyor... Asi’yi durduruyor... ‘Aptal... aptal’ deyip duruyor... Kime?.. Önemli mi?.. İkisi de öyle... ama işte sevdiği sırtını ona dönmüş, gidiyor. Bir an düşünüyor... seslense ona... ‘Demiiirrr’... ama hayır, şartlar değişmeyecek... Demir’in anlayışsızlığı da... Onun ne kadar çaresiz olduğunu görmüyor, denemiyor bile. İçten içe... ‘sinirrrr... sinir işte ne olacak’ diyor. Kalbini, ruhunu verdi ama Demir’liği orada olanca kudretiyle duruyor... yoluna devam ediyor. Oralarda bir yerlerde aşk... fevriliğe çelme takıyor... Demir’i durduruyor... ‘Aptal... aptal’ deyip duruyor... ‘Her adımın seni ondan uzaklaştırıyor...’ İstediği bu mu? Hayır... hayır... değil... Öyleyse ne yapıyor? Aşklarını neye kurban ediyor? Ardında kıyı bucak gezinen bakışları hayal mi ediyor... Duralıyor... Seslendi de duymadı mı acaba... olabilir mi böyle bir şey?.. Geri dönüveriyor... Yanılmış işte, Asi dönmüş sırtını gidiyor. Ne yapıyorlar böyle birbirlerine... nereden geliverdiler yine bu hale... bilmiyor... bilmiyor... Asi, Defne’yi aramış olmalı... olanları onunla paylaşmalı... neler düşünüyorlardı, şu olanlar ise ne kadar anlamlı? Asi üzgün... Demir’i çok iyi anlıyor... onlar için birşeyler yapmaya çalıştığını biliyor... ama babasını da tanıyor... bazı şeyleri kabul etmesi mümkün değil. Kerim arıyor karısını onlar konuşurken... soruyor, nasıllar. Defne cevaplıyor, Asi çok üzgün... onun cephesinde durum nasıl? Kerim’de Demir’in iyi olmadığını söylüyor... nasıl tedavi edecekler bu oğlanı bilmiyor... bir konuşmaya çalışsın bakalım, fayda olabileceğini umuyor. Bu arada nerede olduklarını da öğreniyor... Bu iki inatçı keçiyi kendi başlarına bırakmanın sorunu çözmeyeceğini biliyor. Aklında bir plan var, uygulamaya koyuluyor. ... ... Demir masasında çalışıyor. Yüzünden düşen bin parça, sandalyesinde kıpır kıpır kapırdanıyor... nasıl çalıştığını allah biliyor. Kerim’in biraz hava almaları için onu ikna etme çabaları boşa çıkınca, duygusal şantaja başvuruyor... çoktandır onunla oturup erkek erkeğe dertleşmediler, Kerim’in de sorunları olabileceğini Demir artık hiç düşünmüyor... varsa yoksa Asi-Demir... dünya onların etrafında dönüyor. “Aman canım gelme... bende kendi kendime içerim” deyince... Demir daha fazla dayanamıyor, arkadaşını yalnız bırakamıyor. Kerim’in Demir’i getirdiği yer... Asi’nin Defneyle buluştuğu kahve... Harika bir hava var, tam bahar. Kızlar kapalıda değilde, kahvehanenin açık kısmına oturmuşlar... Demir arabasını parkedip birkaç basamakla çıkılan terasa gelene kadar farketmiyor en uçta oturan Asi ve Defne’yi... kızlarla birlik mu oldu yoksa, arkadaşına dönüyor gözleri. Kızların birşey yaptığı yok, bütün oyun Kerim’in marifeti. “Hiç bana ters bakma Demir...” diyor dostu... “... burada kozlarınızı paylaşın. Bağırın çağırın, ne yaparsanız yapın da, barışmadan şu masadan kalkmayın.” Demir’in gözleri yere dönüyor... Kerim’se onu merdiven başında bırakıp Asi ile Defne’nin oturduğu masaya doğru gidiyor. Demir onun karısına seslenişini duyuyor... “Defne gel... bırak yesinler birbirlerini...” ... dostu bu işleri ondan daha iyi biliyor... sevgililer hep böyle mi oluyor... Demir’i orada tutan yok. Arabasına geri dönebilir... ya da Asi’ye doğru birkaç adım atabilir... Gözleri sevdiğine dönüyor... kıyısına kadar geldiği Asi’ye... Kaşları çatık, yüzü hiç olmadığı kadar asık... onun da üzüldüğünü biliyor. Birkaç saat evvel uzaklaştırdı adımları, şu an bunu yapamıyor... pişmanlığa meydan vermemeli... geçip karşısına oturuyor. Bir kaçamak bakışı var ki bu arada Asi’ye, ‘sana aşığım’ diye... korkuyor, yakalanacak sevdiğine... Aslında diyeceklerini dedi... hiç bir şey değişmedi ki, ne söylesin Asi’ye. Başka başka yerlerdeler bir kez daha işte. Bağırıp çağıramıyorlar, Kerim’in söylediği gibi... sessizce oturuyorlar birlikte. Asi’nin kucağında kenetlediği ellerinden başını kaldırıp, baktığını hissediyor kendine... döndürüyor o da bakışlarını Asi’ye... Nereden başlamalı, ortak bir şey olmalı her ikisinin de düşüncelerinde. Oradan başlayabilirler belki... birleşebilirler ortak bir doğruda... veya tersinde... “Yanlış yapıldığını kabul ediyor musun?.. Etmiyor musun?”... Etmiyor tabi ki de... çünkü bu bir doğru yanlış meselesi değil... Demir gibi, Asi gibi... İhsan’ın da bir duruşu var kendince ve ailece... “Demir neden anlamıyorsun... kira vermeden orada oturamayız, mümkün değil”... İlk itiraz Demir’in kafa sallayışlarından geliyor... “Aramızda böyle şeylerin hesabı olmaması lazımdı Asi” diyor. Babasını ikna etmenin de Asi’ye düştüğünü söylüyor. Atını nasıl kabul ettirdiyse, kira konusunda da babasını ikna etmiş olması gerekirdi diye düşünüyor. Ama bunların aynı kefede değerlendirilmeyecek şeyler olduğunu nasıl görmüyor? Bugün onun önüne çıkan bütün masalar ellerinden kısmetleniyor, kesip biçerken buradakini de, sorunlarını sıralıyor. Kirayı ödemek için zorlanmaları, Aslan’dan para almaları... Demir’i ne duruma düşürdü, Asi farkında mı? Asi’yi çok zorladığının da farkında, geriye kaykılıyor, hem onu rahatlatsın, hem güç toplasın söyleyecekleri zorlayacak onu da...”Sana yaklaşmaya çalıştıkça aramıza mesafe koyuyorsun.” Onları yuvasından eden Aslan bile Asi’ye Demir’den daha yakın. Neden?.. Kardeşi olduğu için mi?.. Bu bir aile dayanışması mı?.. Yoksa gurur mu?.. Hiç biri oturmuyor Demir’le yerine... bu hikayede küçücük bir yeri bile yok zaten Demir’inde... Bırakıyor Asi’yi bir kez daha geride. Asi, Demir’in peşine düşüyor... bildiği tek şey var... Demir yanılıyor. İlk önce ofise bakıyor... Demir, bütün toplantılarını iptal etmiş, telefonunun kapalı olacağını söyleyip, şirketten çıkmış. Eve gitmiş olabileceğini düşünüyor. Seradan çiçekler alıp bahçelerini donatmak isteyen Melek ve Demir’in az önce evlerinden çıktıklarından habersiz sokağın 37 numaralı kapısını çalıyor... ısrarla çalıyor... cevap alamıyor. Başka nereye gitmiş olabilir? Hayatında yer alıp almak istemediğini sorduğu, manzaralı platform aklına geliyor... ama orada da netice alamıyor... Demir sırra kadem basmış... bulamıyor. Son çare; Melek’i arıyor. Melek ve Demir, Kuşlu Ev’in kapısından giriyor. Demir’in ellerinde bir kasa çiçek... keza kardeşinde de öyle... getirilenler sekinin üzerine konuyor. Melek daha fazla dayanamıyor, Abisinin eve gelip onu aldığı güleç halini sürdüremediğinin farkında... “Bütün gün tek kelime etmedin!” diyor. Demir kendinde değil, normal davranmaya çalışsa da, başarısız... daha fazla rol yapmanın anlamı yok... Deniz kenarına gitmek ve biraz yalnız kalıp düşünmek istiyor. Melek’i evde yalnız bırakıyor. Melek aldıklarını yerleştirirken telefonu çalıyor... Asi arıyor. Günboyu Süheyla’nın telefonlarına cevap vermeyen Aslan sonunda çiftliğe geliyor. Gayrımeşru bir çocuk olduğunu öğrenmesi kafasını karıştırdı. Şimdiyse, anasını, yerini, yurdunu özlediğini biliyor. Süheyla’nın yanına gelmesi hataydı... ona inanması da. Daha fazla orada kalamayacağını, ne yaparlarsa yapsınlar olmadığını söylüyor. Bavuluna topluyor... o eve gelirken getirdiğinden bir fazla, ana karnındaki resmi oluyor... Süheyla’yı bırakıyor. Asi... kumda nal sesleri... denizin dalgaları... vaad edilen umutlar gibi, köpük köpük bulutlar bile ses veriyor sanki.. hepsi bize gibi. Demir’se bu sahnenin açılış sessizliği... hepimiz mutabıkız ki, bu günün iz süreni Asi’ydi. Demir arabasıyla kumluk alanın içine kadar girmiş... buluyor Asi onu eliyle koymuş gibi... mimlediler o uçsuz bucaksız sahilde, kolyelerinin takıldığı yeri. Sesleniyor... “Demir”... ne demeye ondan kaçmaya çalıştı ki... Demir gerçekten niyetlendi mi Asi’den kaçmaya... Eninde sonunda onu bulacağına adı gibi e.mindi. Ama o atından inip yanına yürürken bakmıyor bile sevdiğine, gözleri ters istikamette, nispet yaptırır gibi. “Sonunda seni buldum” diyor Asi... bu meseleyi çok büyüttü, çiftliğin kirası bu kadar önemli mi?.. Demir suratını ekşitiyor, ne düşündüğünü söyledi... tekrar anlatmayacak, gitse iyi olur Asi. Asi’ninse artık canına tak etti... direniyor, “Hiç bir yere gitmiyorum.” Derin derin nefesleniyor Demir... Asi devam ediyor... “Neden hep ailelerimizin yol açtığı sorunları konuşuyoruz... neden? Neden ‘biz’i konuşamıyoruz.” ‘Biz’mi diyor Asi... nasıl döndürüyor Demir’in başını... asıl bunu Asi’ye sormalı. Bir kerecik de kendilerini düşünmelerini istiyor Asi... artık mutlu olmak istiyor, bu savaştan bıktı. Bu sözler kilit taşı... koparıyor iliştiği yerden bu adamı... “Sakın beni suçlama Asi... sakın.”... ne o, arşınlamaya mı çalışacak şimdi de sahili... ama bir kaç adım sadece olup olacağı... dönüyor gerisin geri. Oransız değil içinde birikene dışarı vurumları... “Sana yakın olmak için uğraştım durdum. Sen ne yaptın? Sürekli durdurdun beni... mutlaka bir engel buldun. Gurur değil mi... önümüzdeki tek engel gurur?” Asi izliyor... dinliyor... müsade ediyor aksın hırçınlığı... Konuşamadılar onunla bir türlü... bağırıp çağırmakla mı çıkaracaklar düze sorunları. Hoşlanmıyor bundan hiç ama işin güzel tarafı sevdiği hala onunla, kaçmadı. Kalbinin zorbası... seviyor onu... sürüklemekle pes ettiremedi, bağırıp çağırmakla da pes etmediğini görecek... biliyor ne yapacağını. O da daha açık olmalı... Demir’i Asi’ye zorlamalı. Düşüyor peşine... aldırmıyor hiç elleri belinde, sırtı ona dönük Demir’e. Sokulup yanına kadar soruyor... “Gurur mu?.. Daha dün senin evinde karşılıklı oturmuş yemek yiyorduk. Bana ne söyleyecektin Demir... Melek gelmeseydi bana ne söyleyecektin.” ...döndürüyor bir kez daha Demir’i kendine... dün tembihlenmiş gibi geçiveriyor sevdiğinin gözlerinde. Demir bilmez mi, gurur ne, aşk ne... dün akşam gelen aşktı kendine... Asi’nin gururunu bıraktığı, herşeyi orada başlatan gündü, dün... zordu Asi içinde... ve gururdan söz ederken Demir’de bakmalı kendine... Şimdiyse söylesin ne söyleyecektiyse... Asi’de bağırıyor artık Demir’e. Nasıl bir uğraş veriyor gururları birbiriyle... Asi’ye bakıyor Demir... neler görüyor bu narin bedende... o kendine hesap sorarken, Asi’nin onun olduğunu düşünüyor çılgınca. Nasıl olduğunu, neler yaşandığını bilmediği bir yerde siliniyor herşey geride. Korkusuz bir yolculuğa çıkıyor Asi’de... bir Demir görü geziniyor sevdiğinde... hayallere daldığı anlarda sonranın gerçekleri yaşanıyor sanırım onda. ‘Demin’in nasıl olduğunu tattılar birlikte... yollanmalılar artık ‘sonra’ ya. Dokunuşlar kurtulup Asi’den, öpüveriyorlar onu ara ara... bu öpüşlere vücudu açık yara... onu sevdiğini görmüyorsa şu anda, bilmiyor ne yapabilir daha fazla... Tek bir soruya muhtaç Demir... soruyor onu da... -Sence? O dalgalar yine gözlerinde... o rüzgar yine sesinde... ‘Yardım et bana’ ses değiştirmiş ‘sence’de... Gururuyla sevdi bu adamı... yok etmeyecek var edecek o gururu sevgilerinde yaşadığı müddetçe... istiyor Demir’i, gösterecek özgürce. Aşk böyle bir şey işte. -Seni seviyorum Vuruşan gururları şimdi el ele... Demir’in gözleri onu Asi’ye özgürleştiren sözlerini sabitliyor sevdiğinin yüzüne... Bu an gerçek mi... onlar sevgili mi... Asi Demir’in mi... hepsine bağıra çağıra ‘evet’ demek istiyor delice... Yasaları değişti Asi-Demir’in, sevgilisi artık o el bu bedenin... Demir’i içine çeken hareli yeşiller dönüyor ilk sevgili dokunuşlarına... ilk ‘merhaba’ona uzanan eline veriliyor sevgiliden... o elle teslim oldu Asi Demir’e en başta... ama Demir yürümüşlükler o kadar fazla ki, takılı kalamaz burada... dudaklarını özgürleştirmeliler artık aşkta... yanağına varan eli yönlendiriyor Asi’yi ona... İlk buluşma eşit paylaşılıyor dudaklarının temasında ama direnebilmesi mümkün değil Demir’in bundan sonra olacaklara... alıyor Asi’yi ağzına... Bir ırmağı içmeye başlıyor Demir onda... kana kana mı... hayır... yudum yudum... böyle isim biçti bir aşk perisi (II) uzaklardan onlara... ...yavaşça ona uzanıyor... işte Asi’de herşeyiyle sevdiği... dudakları dudaklarında... eli yüzünde... böylece yaşayabilir Asi senelerce... Avucunda belli belirsiz hissettiği sakal dipleri... ulaşıyor Demir’in alt dudağına... tatlı tatlı zımparalıyor Asi’nin narin dudaklarının içini... hafifçe dişleyerek karşılık veriyor Demir’e Asi... acıtmaktan korkuyor... tanrım... doğru mu yapıyor... gevşetiyor kendini... Saşırtıyor Demir’i vahşi sevgilisinin sürprizi... Kaybediyor kendini... yer, gök, deniz... orada ne varsa... orada kim varsa başlıyor karışmaya... doğalca... Depremler sarsa sarsa gelirken vücutlarına bu karışmayla... Dudaklarıyla yatıştıyor Demir Asi’yi... korkma... korkma... bırak kendini bana... Sevmek denen... sevişmek denen şey boyut değiştiriyor o kumsalda, Demir adına... boşa yazıyor geçmiş... Asi bir vahşilikte siliyor bütün yılları. Gözleri kapalı... e.min görmez mi gözlerine bakmadan da içlerinde olanı... kalabilir mi bedenlerinde... mümkün mü... dışlarında bütün yaşadıkları... Suda çırpınıp duruyor binlerce güneş ışığı... (I) Sedai Kavrık / Aşk Yeşil Artık'dan uyarlama (II) Usayken / asi-dizi.com bölüm ardından, Nisan 2010 |
26. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|