Demir’in aşkıyla beraber büyüyor korkuları... Asi’yi kaybederse olacakları... ‘gideceğim’ diyor, bildiği tek yaşanmışlıkla... bilmediğiyse, aşksız gidebileceği hiç bir yer kalmayacağı.
Vazgeçmekten bahsediyor sevdiği... gitmekten... acı sözler aşklarıyla beraber... kaçırıyor gözlerini kendinden...“Zaten sana aitti...” diyor... “geri verdiğinde kabul etmemem lazımdı.” Asi’de bakamıyor Demir’e bu sefer... nasıl vazgeçebildi altınından. Endişeli sorusunu duyuyor Demir’in... “Hep boynunda kalacak mı bu kolye?”... dönüveriyor yüzü sevdiğine... nasıl sorar ‘aşkım hep sende kalacak mı’ diye... “Birşeylere öfkelenip çıkarmayacaksın değil mi?”... Demir sormakta o kadar da haksız değil sanki... altınını, tarağını, resimlerini... öfkesine yenik düşürdü... ama ne fayda, aşk kendisinden gitmedi bir türlü. ... “Hiç boynumdan çıkarmayacağım” Nasıl anlatmalı Asi’nin gözlerindeki aşkı... Demir’i... ‘yeşil’ dersem yeterli mi? Onlarda ne çok sır gizli... Demir nereden bilebilir Asi’nin gözleri kahverengiydi, sonradan değişti (I) ... bu değişim Demir’in gelişinin habercisi miydi? Bu nedenle mi hep aranır Demir Asi’nin kendinden gizlenemeyen gözlerini... aşka yeşillenen bu gözler Demir’in kaderi... Orada görür hep, doğruyu, güzeli... ateşi... o ateşte erir bir tek Demir, kaybeder kendini. Mutluluğun gelişini izliyor Asi sevdiğinin yüzünde... gözlerinden başlıyor ona bağışladığı aşkı Demir’e yerleşmeye... Demir’in güneşi okşuyor gözlerini... döndürüyor bakışlarını uysal, yumuşacık bir kadife kahveye... Asi’nin gözlerinin kahvesiydi bu belki de diye düşünüyorum yeni öğrendiğim bu bilgiyle... ‘Asi benimmiş... söyledi işte’ diye sayıklıyor gözleri bu gece... dudakları meşgul o çok nadir gördüğümüz çarpık Demir gülümsemelerden biriyle. Bir öpücükle vermek isterdi ona aşkını... ama bu balkonda niyetlenmiyor bile... sevdiğinin gözlerinden başlayıp dudaklarına inen bakışlarıyla okşayışı ise söz verdiği gibi tane tane... hayallerinden, küçük damlalar bırakıyor onun yüzüne. Herkes gelmiş. Gelin ile damadı unuttular... Gonca’nın yanına gitmek için bırakıyor Asi, Demir’i geride. Durdurmaya yeltenmiyor Demir bu defa Asi’yi... gerek de yok... o artık her yerde Asi’yle birlikte. Yapması gereken şeyler olmalı, gelinin ablası sevdiği bu gece. Ya Demir... Demir ne?.. Aşkla gülen bir adam o bu gece. Neriman’ın normal zamanda söylenmeleri bitmez... bu akşam iyice artıyor... Gelinliğin topla topla bitmek bilmez etekleri... Asi’nin kardeşiyle geç ilgilenişi... damadın geceye katılan arkadaşları... nasiplerini alıyorlar Neriman’dan. Ziya’nın ebeveyinleri de son dakikada gelebiliyor düğüne... baba keyifsiz, tek oğullarını bu şekilde evlendiriyor olmaktan dolayı utanç içinde. Neriman’ın son uyarısı... “Kızımı bir gün mutsuz göreyim, perişan ederim seni” geriyor damadı.... ... ... Düğünün bütün masraflarını Cemal Ağa üstlenmiş. Teşekkür ediyor İhsan, kayınpederine... sakın da borçlu hissetmesin ama İhsan kendini, Cemal Ağa, Defne’ye bir şey yapamadığı için üzgün, yağdırıyor bütün imkanlarını Gonca’nın düğününde. Elini cebine attırmazdı İhsan’ın durumu müsade etseydi bile. ... ... Diğer yanda, babası oğluna elini vermeyerek gösteriyor tepkisini Ziya’ya... kusuruyla, sevabıyla evlat yine de, gelmezlik edemedi düğüne. Ömür boyu mutluluklar diliyor, artık oğlundan daha öte, gelinine. ... ... Apar topar ortaya çıkan bu evlilik her ağzı konuşturuyor düğünde... ama nikah kıyılıyor, alkışlamak düşüyor herkese. Asi’nin sabırla beklediği anlar geliyor geceye... tutsak edecek birazdan Demir onu kendine... varsın etsin, itiraz etmeye niyeti yok ona bu gece. Bakmasına da gerek yok bilmek için Demir’in gözleri üzerinde... yanaşıp, uzanıyor eline... hazır Asi... bekliyor o eli. Sevdiğinin mutluluk halleri... gözleri... hele bileğini okşayarak onu kendine çekişi... herşey... herşey rüya gibi. Zaptedemediği bir yakın olma ihtiyacı... yarım herşey, bütünlesinler dokunuşlarla aşklarını. İmkansızlıklardan sonra şu ana ulaşmak hayal bile olamazken, yetmez oluyor ‘herşey’ hızla... Bir erkekte güzellik keşfedilir mi, bazılarının ‘Kara kuru, yurdum delikanlısı’ diyecekleri bu adam güzellikle özdeş ona. Alamıyor gözlerini Demir’den... oysa, bunun tersi olması, Demir’in onu güzel bulması gerekmez mi? Bulmadığını kim söyleyebilir ki... Bütün o sakinliğinin ardında tükenmek üzere artık bu adamın sabrı. Akşam boyunca, onu kollarına alacağı anın beklentisindeydi... sabretmek hiç bu kadar zor gelmemişti. Tek söz etmeden elini uzatıyor... Asi onu bekliyor... Çekerken onu kendine, sevdiğinin bileğine verebildiği okşayışla, bu bekleyişlerini her ikisi için de ödüllendiriyor... bu doğallığının Asi’ye neler yaşattığını hiç bilemeyecek gibi geliyor. Bir başlangıç noktası arıyorum bu dansta... bulamıyorum... Herşey temasları öncesi gözlerinde başlıyor... belki de danslarının ilk adımları daha Demir’in gözleri Asi’nin gözlerini balkonda bulduğu o ilk anda atılıyor... Bu hissi bana ne veriyor? Asi’yi Demir’e çeken adımların, hiç bir kırılma yaşamadan dansa geçişlerinin ardına ne kadar seyredersem seyredeyim, ulaşılmıyor. “Gonca çok mutlu” diyor Asi... ama keşke böyle evlenmek zorunda kalmasalardı. Ya Ziya için ne düşünüyor Demir... fikri önemli. Bir şey söylemek için erken olduğunu söylüyor Demir... “...birbirlerini seviyorlarsa bu işin sonu güzel olacaktır...” endişelenmesin sevdiği. Bu sözlerde kayboluyor Asi... nerede olduğunun bile farkında değil neredeyse... teslim etmiş tamamen kendini Demir’in yönlendirmesine, başını eğip, onun emniyetinde dalıyor hayallere... Demir neler söylüyor böyle! Bu akşam, geriye doğru örmüş dalgalı saçlarını sevdiği... sokulmak istiyor olabildiğince o taranmışlığa... Asi’de hissettiği o yaban kokusuna. Böyle akşamlarda farklı kokuyor Asi... toprak kokusu yer değiştiriyor bir çiçek kokusuyla... Boynundan başlayıp takip etmek istiyor o kokuyu... gidebildiği yere kadar gitmek Asi’de... Bedeninin yakınmalarına karşın ‘yavaşla’ deyip duruyor içinden bir ses Demir’e. ‘O senin... sakinleş... kafi gelsin onu kollarında tutabiliyor olmak sana bu gece...’ Gözleriyle dolanıyor Demir’de Asi’yi... elinden gelen bu sadece. Sevdiğinin başı göğsüne doğru eğik, sanki ona yaslanışına dokunmak istermişçesine... Dünya ile ilgisini kesmiş, onda kaybolmuş Asi’yi görmek, arsız bir mücadele başlatıyor içinde... Yankılanıyor olmalı birşeyler sevdiğinde... Asi kaldırıp başını Demir’e kayıyor hayalleri yerine... nasıl bir oyun oynadıklarının çok da farkında deği bu akşam Demir’le... Demir’in bir anlık bakışını yakalıyoruz... kolaçan ediyor gibi etrafı, seçen bir göz var mı etraflarında onları diye. Onun yüzündeki ifadeye yansızca baktığında panikliyor Asi’de... kalamıyor daha fazla gözlerinin içinde, bunu kastetmemişti ama dağılıveriyor dikkati birden bire, ahenkleri bozuluyor, adımları karışıyor sevdiğine... Buna çekiliyor Demir’in yüzündeki ifade de... gülüyorlar artık ikisi birlikte... “Dikkat et... ayağıma basıyorsun Asi!” ... ayağına bastığı falan yok, gözlerinden kaçayım derken adım atmayı unuttu kendiyle birlikte... ama basar Demir bu kadar isterse... “Afedersin” diyor... “Acemilik”... çok acemi gerçekten de... onun tarafindan böyle istenmeye, alışması gerekecek sadece. “O zaman daha sık dans etmemiz lazım” diyerek çözümü hemen getiriveriyor Demir’de. İhsan ve Neriman davetlileri seyrediyor pistin hemen yanıbaşında... Asi Demir’in kollarında ama teklif etmeden duramıyor İhsan’a... dans etmeyecek mi babası bu gece onunla... “Yok kızım... biz böyle iyiyiz...” diyor İhsan... Demir’in borç hanesine bir çentik atılıyor İhsan’a, bu gece çekip almıyor kızını ondan, minnettar buna. Sık dansedelim derken o, uzaklaşmak mı istiyor Asi yoksa?.. Döndürüp onu pistin ortasında, sokuluyor Asi’ye geri gelişinde biraz daha... “Çaba gösterdin ama kaçamadın” diyor... savaşıyor kendini kaptırmamak için ona, amaçsızca geziniyor bakışları etrafta. “Ben halimden memnunum”diyen Asi’nin kesik kesik atıyor kalbi... masal değil, macera değil... gerçekler göze almak istediği... bakışları bir an terketmiyor Demir’i. Ne dikkatini dağıtıyor, ne de panikletiyor sevdiğini sözleri... Beklenen o ki, ateşe atılan demir çeresiz kora döner... Asi’nin gözlerine ödün veren Demir’de yavaş yavaş bu sona ulaşır gibi. Melek’i bırakıp gitmesi beklenen Aslan ayrılamıyor bir türlü düğünden. Kimsenin dikkatini çekmiyor, bahçe lambalarından birinin sütununu kendine masa belleyip içki kadehlerini dizerken. Ama bu kadarla kalmıyor eğlencesi gelinin abisinin... kulak misafiri oluyor damadın arkadaşlarına... Halt etmiş, temizliyor... bir oyuna geldi, kızı o vaziyette ortada mı bıraksaydı Damat Ziya... Tepesi atıveriyor Aslan’ın... durabilir mi bunları duyup da. Sarmaşık da sahne almayı başarıyor gecede... Cemal Ağa’ya nazire, gönlünü alıp gidecek son şarkısının sözleriyle... bir aşklarını ilan etmediği kalıyor herkesin önünde... başlıyor ‘ayva çiçek açmış... “ diye. Düğün son sürat devam ediyor... Demir konuklardan biriyle çardak altında sohbet ediyor... Asi yanlarına geldiğindeyse, Demir olacaklardan habersiz, Asi’yi sohbete dahil ediyor... “Cevdet Bey’i tanırsın...”... Evet, Asi onu tanıyor... kuyumcuları olduğunu söylüyor. Cevdet Bey’in dikkati Asi’nin boynundaki mücevhere kayıyor... “Kolye çok yakışmış size.” Buraya kadar herşey yolunda gidiyor... fakat Cevdet Bey, tanışıklıklarına dayanarak, bir kuyumcunun olmaması gerektiği kadar konuşkan davranıyor... “ama üzerindeki zincir için İstanbul’daki ustam günlerce uğraştı...” Demir’in gözleri Asi’ye yakalanmamak için yerlerde dolaşıyor... Cevdet Bey durmuyor... devam ediyor...”Demir Bey’e zincir beğendiremedik.”... Demir “Zahmetlerinize değdi, bence çok güzel oldu” derken ısrarla Asi’den gözlerini kaçırıyor... sadece konuğa bakıyor. Ama yakalandığı ağdan kurtuluş yok... Cevdet Bey’in sözler Demir’i içine çekmeye devam ediyor... “Bu zincir için neden bu kadar titizlendiğinizi şimdi anladım.” Asi’nin yürek çarpıntıları hiç dinmeyecek gibi görünüyor... Demir’in güzellikleri her yerde karşısına çıkmaya devam edecek, belli oluyor... İnanması mümkün değildi zaten emanetinin ‘hayal meyal’ hatırlandığına ama ne kadar özelde taşındığını duyuvermeyi beklemiyordu da böyle uluorta. Demir için bir ‘öte’nin kalmadığı, ruhun avcısına çırılçıplak yakalandığı, korkularının bir yanı aslında o an. O kadar savunmasız ki orada, böylesi sevmeye cesaret edebildiği kızın gözlerinde görmeyebileceği şeyler... bir olmamışlık... kaçırabilir sonsuza kadar Demir’i... bir daha hiç sevemeyebilir... Asi ona birdaha hiç ulaşamayabilir... Yapabileceği tek bir şey var Demir’in... yüzleşmeli korkularıyla... Asi’ye çevriliyor bakışları sonunda. Bu andan öteye geçit verebilecek, Asi-Demir’i var edecek tek şeyi görüyor onda... sevdiği aynı çırılçıplaklıkla karşısında... Demir’in korkusu kadar doğal, aşkını ona geçiren eş bir kırılgınlıkta ona bakınıyor ara ara... Demir’in onu böylesi sevmesinin gururuyla. Aslan’ın içkiyle bulanmış kafası... Ziya’nın arkadaşlarının yanına katılması ve bir gecede hayatının karardığı söylemisiyle iyice karışıyor. Kıracak kafasını damadın... karar veriyor. Ziya’yı düğün alanına kadar takip ediyor olmasına rağmen gözden kaçırıyor... Fatma Ana’dan yardım istiyor... meğer içeri girmiş az önce Ziya... peşine gidiyor. Ama Aslan’ın oralarda görünmesi başta Demir olmak üzere artık bazılarının dikkatini çekiyor. Onlarda Aslan’ı takip ediyor. Aslan gelin ve damadı, salonda yaşlı akrabaların tebriğini kabul ederken buluyor... Ziya’nın yanına kadar sokulup...”Biraz gelir misin?” diye sesleniyor. Hiç tekin bir hali yok Aslan’ın... Ziya’nın bu garip delikanlıyı ne sandığı belli olmuyor. Onu anlamazlığa gelişi hiç bir işe yaramıyor. Aslan Ziya’yı yakapaça salondon dışarı çıkarıp, odaların açıldığı taş avluya savururken, ne Gonca ne de oradaki yaşlılar hiç bir şey yapamıyor. Ziya, Demir’i bilir... Kerim’i bilir... Karısı hakkında nasıl laf ettirebildiğinin hesabını soran bu deli kimdir? Kaşının üzerine yediği bir yumrukta, Gonca’nın Demir kadar medeni olmayan bir abisi daha olduğunu öğreniyor. Ortalık bir anda karışıyor. Yukarıya ilk yetişen Demir... Aslan’ı Ziya’dan koparmayı zorbela başarıyor... peşine gelen Kerim, Ökkeş Efendi... araya giriyor ama Aslan Abiliğini yapmaya devam ediyor... Ziya’yı uyarıyor... “Arkadaşlarının ağızlarını bük... sağda solda konuşmasınlar... yırtarım ağızlarını”... hiç çekinmez dediğini de yapar, Ziya öğreniyor. Düğün dağılırken İhsan Demir’le konuşmak istiyor. Öncelikle Gonca için yaptıklarına tekrar teşekkür ediyor. Birde kira konusu var. Demir “Hiç acelesi yok İhsan bey” dese de... var... İhsan için var. Kiranın miktarını bir an önce netleştirmek istiyor. Aksi taktirde rahat edemeyecek. Demir’e kalsa hiç kira almayacak... İhsan’ın buraya dönme kararıyla geri adım atmasıyla, o da bu konuda esneklik gösteriyor ama rahatsız da oluyor. Bu rakamı İhsan’ın tespit etmesini istiyor. İhsan’ın hesabına göre olması gereken değeri fazla bulsa ve aşağı çekilmesini önerse bile İhsan hakkı neyse vermekte ısrar ediyor. Kirayı da en kısa sürede Demir’e ulaştırmaya çalışacağını söylüyor. Evli evine... köylü köyüne... herkes yuvasına dağılıyor. Yeni gelin ve damat odalarına çekiliyor... Gonca saatler evvel cevapsız kalan sorusuna karşılık alıyor. Damat kendini zengin evin kızı Gonca’nın yeni oyuncağı olarak görüyor. ... ... Neriman ise İhsan’a yumruk olayının nasıl geliştiğini anlatıyor... kendini de gülmekten alamıyor... Aslan’ı daha güçlü bilirdi, tek yumrukla kalmasına şaşırıyor. Ne badireler atlattılar ama birlikte yine gülmek için birşeyler bulunuyor. Her şeyden önemlisi de evlerindeler artık... yuvalarında... herşeyin yoluna gireceği umuluyor. Ertesi sabah İhsan tarlalara yürürken, bir ağacın altında sızmış Aslan’a rastlıyor. Unutmaya değil ama anlamaya hazır onun öfkesini. Sevabıyla günahıyla mı demişti dün akşam başka bir baba... Onun Gonca’yı koruması hala bir aile olduklarını gösteriyor... beraber, yanyana, çalışmak için sebeplerinden başka hiç bir şeyi yok elinde... oğluna da bunu öneriyor. Ama jipiyle gelip tarla mı sürecek Aslan, istemiyor... Yapılacak bir şey yok... Aslan’da İhsan’da yoluna devam ediyor. İhsan, şehirdeki ofisini çiftliğe taşıyor... odasına gelen Asi’ye de planlarını açıklıyor. Demir’e bir an önce kiralarını ödemeleri lazım. Bu kirayı şu anki işinden gelen maaşla ödemeleri imkansız. İşçilere de para ödeyecek güçleri yok. Soruşturmuş, her birine civar çiftliklerde yer bulmaya çalışıyor. Onlar gittiğinde ne yapacakları ise ayrı bir sorun... ama bunu hiç düşünmesin, Asi, durumlarını düzeltene kadar tarlada elbirliği ile çalışacaklarını söylüyor. Kahvaltı sofrasında gün planlanıyor. Ceylan okula, Gonca işe, Fatma Ana gündeliklerine dönüyor. Ziya ne yapacak bu arada... iş bulana kadar çiftlikte oyalanabilir... sıkılırsa da Asi’ye yardım etmeye gidebilir. Neriman müdahale ediyor konuşmalarına... Ziya bütün gün evde mi oturacak yoksa... gitsin bir işin ucundan tutsun o da. İş çıkışı bulmak üzere sözleşiyor sonunda karı-koca... dağılıyor herkes bir tarafa. İhsan işçilerini avluda toplayarak çiftliklerinin durumunu izzah ediyor, hiç kimsenin mağdur olmayacağını, herkesin komşu çiftliklere yerleştirileceğini söylüyor. Asi ve Sevinç herkesi yeni yerlerine kendi elleriyle uğurluyor. Ökkeşler ise ailecek İhsan’larla kalmak istiyor... ne başka bir yerde yaşarlar, ne de çalışırlar... bu çiftlik onların da yuvası, bir ekmeği bölüp yemeğe razılar. Cemal Ağa, Sarmaşık’ı tekrar konağa getirmekle kalmıyor, hemen kaplıcalarda bir tatil programı ayarlıyor. Kızına ise yorgunluğunu, yaşlılığını bahane ediyor... dinlenmek için şifalı sulara gideceğini söylüyor. ... ... Herkes işine gidince, Ziya iyice bunalıyor. Evde kayınvalidesiyle oturmak, beş parasız çiftliğe tıkılıp kalmak ağrına gidiyor. Kimseler duymadan görüşmesini yapabilmek için de çiftlik binalarının dışına çıkıyor, telefon ederek bir arkadaşından borç para istiyor. Yerde farkettiği parıltı dikkatini çekiyor... Asi’nin sabah işçileri geçirirken düşürdüğü altınını buluyor. Cebine atıyor. ... ... Aslan’ın sa sorunları var... Gece gelmediği için eve oğlu, Süheyla diğer çiftlikte yüzü asık onu bekliyor. Onun, Kozcuoğlularından ayrılamadığını, kendine de yanaşamadığını biliyor. Bir antikacı dükkanında Defne ve Asi görünüyor. Asi bir hediye seçmeye çalışıyor... elindeki çanağı bırakıp “Şahmaran hoşuna gider mi acaba?” diye ablasına soruyor... Tarihi eve yakışacağını söyleyince Defne, durum ortaya çıkıyor. Asi, Demir’e hediye alıyor. Tabloların yanına çömelip hepsini tek tek inceliyor... ona ilk kez bir hediye alacak, bunu önemsiyor. Birinde karar kılıyor. Bir kağıt kalem isteyerek içine not yazıyor. “Şahmaran, biri onu keşfedene dek, yeraltında yaşar... Evine bereket getirsin. Asi” Asi, notu hediyesine ekletip paket yaptırmadan evvel son bir kez göz atmak için tabloyu eline alıyor... Camlı yüzeyde Şahmaran’la karışan görüntüsünde bir terslik var... boynunda altını görünmüyor... Eli bağrına gidiyor... camda göremedi ama o boynunda olmalı... yokluğu onu panikletiyor. Tabloyu bile nereye bıraktığının farkında değil... antikacı kurtarmak için zor yetişiyor... o kolyesini aranmak için yerlere bakınıyor. Buralarda bir yerdedir, lütfen onlarda bakarlar mı... Asi için çok önemli... muhakkak bulması gerekiyor. Antikacı ve Defne dükkana geldiğinde boynunda kolye olmadığını söyleselerde, Asi buna inanamıyor. Her yeri alt üst ediyor... ayıp oluyor. Ama Asi’nin bunları düşünecek hali yok... O, Demir’in verdiği altın... boynundan hiç çıkarmayacağı için söz verdi, bu konuda sakin olamıyor. Altınını dükkanda bulamayınca, arabada düşürdüğünü sanıyor. Şehir merkezine parkettiği arabasında kolyesini aranırken, Demir’e yakalanıyor. Asi Demir’in farkında bile değil... harıl harıl arabanın içinde birşeylerle meşgül görünüyor. Yanına kadar gitmesine rağmen ancak ona seslendiğinde farkediyor... bu tesadüften hiç memnun görünmüyor. Demir’in kaşları çatık... neler oluyor?.. Asi kendinde görünmüyor. Bu telaşeli haline anlam veremiyor. Bir ‘merhaba’ geliyor Asi’den ama hemen peşine ayrılmak için bahaneler ileri sürüyor... kusura bakmasın Demir, acelesi var hemen gitmesi gerekiyor. Neymiş bu kadar acele olan... Asi, nereye gidiyor. Çiftlik... çiftlikte onu bekliyorlar. Demir hala anlamlandıramıyor, buraya kadar gelmiş Asi, ona bir uğramadan mı gidiyor. Bu alınganlık sözleri bile sevdiğine fayda etmiyor... “Akşama görüşürüz Demir” diyerek yolcu kapısından arabaya binip, sürücü koltuğuna kayıyor... Sevgilisinin tutumu kafasını karıştırsa da, bir şey yapamadan Asi arabasını sürüp uzaklaşıyor. Yalan da söylemedi Demir’e... dediği gibi çiftliğe dönüyor... işi ise aceleden de öte... onun için hayati önem taşıyor. Sabahtan beri gezindiği yerlere tek tek bakıyor... kolyesi kayıp herkese soruyor... gören, bulan, haberi olan var mı... Yok... ama Sevinç’in aklına sabah uğurladıkları işçilerden birin çocuğunun, Asi’nin boynundaki kolyeyi çekiştirip durduğu, geliyor. Tahmin edilen yerde, kolye aranıp duruyor... ama fayda etmiyor. Bu arada Ziya şehirde arkadaşıyla buluşuyor. Sitemler geliyor... düğünden çıkarken bir güle güle demek için yanlarına bile çıkmadı, arkadaşı yüzüne vuruyor. Üstelik Ziya yeni evlenmiş gibi değil de, yeni dayak yemiş gibi duruyor. Ziya’ya acıyasım geliyor. Arkadaşından aldığı bir miktar borç para, şehirde vakit öldürerek Gonca’yı alma saatinin gelmesini bekliyor. Çarşıdaki kuyumcu dükkanları cebindeki altın ve zincirini ona hatırlatıyor. Demir ofisinde... Kerim ve Leyla ile toplantı halinde... Leyla İstanbul’a gidecek, son ayarlamalar yapılıyor birlikte. Bölünüyor çalışmaları, ısrarla kendisiyle görüşmek isteyen birinden telefon gelişiyle. Arayan kuyumcu Cevdet. Demir’e yaptığı zincir, İhsan Bey’in yeni damadının elinde, satmak için dükkan dükkan dolaşıyor. Şimdi de onlarda. Ne yapalım, diye soruyor. Bu da nereden çıktı şimdi, duydukları Demir’i şaşırtıyor. Biraz oyalasınlar... konsinye falan deyip zinciri elinden alsınlar. Yetişiyor daha Ziya kuyumcudan çıkmak üzereyken. Ziya’nın cebinde çıkan altın ve zinciri, bir istridye kutunun içinde geri veriliyor Demir’e... sahibine selamlar ile birlikte. Demir, Ziya’yı dinleyecek, eğer açıklamak isterse. Ziya iyice battı dibe... daha ne kadar rezil olacak... kimlere olacak... bilemiyor bile. Demir sakin bir yerde konuşabilmek için Ziya’yı Kuşlu Ev’e götürüyor. Orada kolye’nin Asi’nin olduğunu söyleyip, bunun onda ne aradığını soruyor... Biraz da deşiyor... gördüğü gibi buralarda çalıntı mal satmak kolay olmuyor!... Çalmadı Ziya, yerde buldu, kimin olduğunu da bilmiyor. Buna mı sığınıyor Ziya, kabullenilecek bir şey değil Demir için... eve sorsa, kimin olduğunu öğrenir, götürür sahibine verirdi... Ama Ziya’nın cebinde beş kuruş yok, veremedi işte, şeytan dürttü sanki, kuyumcuya gitti. Birden bire hayatı değişti. Yabancı bir evde, yabancı insanlar arasında, parasız pulsuz kaldı. Dahası herkes ondan nefret ediyor... belkide en çok bu ağrına gidiyor... birtek doğru düşünecek halde olmadığını biliyor... Anlıyor Demir, Ziya’yı... bilmez mi ruhen darda olmayı... doğru düşünecek halde olamamayı. Onun burada iş bulamadığı için baba evine döndüğünü, askerden sonra işsiz olduğunu biliyor. Anlattıklarında samimi buluyor, bu meselenin ikisinin arasında kalacağını... Ziya’ya da en kısa zamanda bir iş ayarlayacağını söylüyor. Ziya’nın teşekkürü yanında oturan Demir’in dizine geliyor... zaten boynu bükük onun karşısında, diyecek bir şey bulamıyor gibi geliyor. Demir’in içi rahat etmiyor ama... bir abilik daha yapıyor. Ziya’nın borç kabul ettiği bir zarfla onu evinden gönderiyor. Aslan gün boyu hiç bir yerde görünmüyor... telefonunu kapalı tutuyor. Yaptıklarıyla oğlunun sevgisini kazanamadığını anlayan Süheyla, İhsan’dan Aslan konusunda yardım istiyor. ... ...Sevgi öyle hemen sahip olunan bir duygu değil... Alınmıyor, satılmıyor... emek vermek, beklemek gerekiyor. Kalbini açarak, duygular uyandırarak oluyor... bunun içinde zaman gerekiyor. Onlar Aslan’dan, oğullarından bahsediyor... ama benim içimden bütün sevgiler ayrım yapmaksızın böyle, demek geliyor. Hiçbir sevgi daha farklı işlemiyor... bir anlam verilemiyor... isteyerek alınmıyor... geri verilmiyor... emekle büyütmekten başka bir şey yapılamıyor... kalpler açık bekleniyor... hep zamana ihtiyaç duyuluyor. Demir Leyla’yı geçirmeye çiftliğe geliyor. Melek ve Arif Efendi kapıda... yerde bavullar bekleniyor. İstanbul yolcusunu bir geçirsinler, sonrada abi-kardeş biraz dertleşirler. Melek, herkes gibi abisine de kırgın görünüyor, kendisininde Leyla ile gideceğini söylemiyor. Bu haberi Demir, Leyla arabasıyla Melek’i almaya geldiğinde öğreniyor. “Sen de mi gidiyorsun?” diye soruyor... zoraki bir cevap bile gelmiyor... Leyla onun yerine Demir’e yanıtlıyor... İkna etmiş onu da, birlikte gidiyorlar İstanbul’a. Melek dayanamayıp “Zaten evde kimse kalmadı, biraz değişiklik olur” diyor... Demir’se kardeşinin mutsuzluğundaki payını görmeye hazır değil... onun İstanbul’u özlediğini düşünüyor... Melek abisine sıcacık bir sarılış yerine, acı sözler bırakıyor... “İstanbul’a tedavim için gidiyorum, eğlenmeye değil”... Leyla’dan alıyor yine kardeşiyle ilgili son bilgileri.. ağrısı çok arttı, gece hiç uyumadı. Demir herkesi çok ihmal etmiş olduğunu anlıyor. Asi ve Ökkeş Efendi çapa yapılacak mısır tarlalarına bakmışlar, çiftliğe geri dönüyorlar. Bir taraftan da sohbet ediyorlar... Ökkeş, Demir’e verilecek kiradan haberdar... cebinden çıkardığı azı, çoğa sayarak katkıda bulunmak istiyor ama kabul etmiyor Asi doğal olarak. Merak etmesin yaşlı emektar, o kirayı ödemenin bir yolunu mutlaka bulacalar... Uzaktan Demir’in atıyla geldiği görünce de, çok terlediğini söyleyerek tülbendini istiyor Ökkeş Efendi’den... boynuna bağlayıveriyor hemen. Demir selamlıyor onları ayrı ayrı... Asi, çiftliğe geç kaldıklarını ima etsede Demir biraz iş konuşmak istediğini söyleyerek gitmesine engel oluyor. Demir için sevdiğinin onunla birlikte olmaktaki gönülsüzlüğü bilmece değil artık. Asi ile şehirde karşılaştığında arabasında telaşla aradığı, şu anda da yokluğunu gizlemek için boynunu sıkı sıkı sarışının nedeni... kolyesi... cebinde. Asi “Başka zaman konuşsak olmaz mı?”diye kaçma çabalarını sürdürse de, Demir atıyla önünü keserek ona elini uzatıyor. Asi tereddütler içinde... Demir’le birlikte olma isteğine nasıl çelme takıp duruyor kaybettiği kolye. Bunu bilsin istemiyor, altınını bulana kadar Demir’den uzak durmayı başarması gerekiyor... Onunla giderse olabilecekleri düşünüyor... boynunu tülbent ile gizledi, Demir onu çıkarmasını söyleyecek değil ya... Onun, “Gelmiyor musun?”çağırısı ile derin derin düşünmeyi bırakıp eline uzanıyor. Hiç bir şey birlikte geçirebilecekleri zamanlardan daha önemli değil, idare edebileceğini düşünüyor. Bir hamlede Demir’in arkasına yerleşiveriyor... Demir atını sahile sürüyor... ılık ama rüzgarlı bir gün batımı olacağa benziyor... Ben ‘soytarı rüzgarım’ deyip geçiyorum ama bu toprakların yerel rüzgarı nedir, ne zaman aransam oralarda oluşu bana garip geliyor. Yine Asi’nin saçlarını oraya buraya savurup duruyor. Dalgaları görüyorum... duyuyorum... Demir’in nasıl bir su çocuğu olduğunu bu aşamada tam anlamıyla bilmiyor olduğum için gelip geçiyorum... sular bugün kıyılara sanki Asi-Demir için vurup duruyormuş... şimdi bunu görüyorum... Kıyıya varınca iniyorlar attan... yürümeye başlıyorlar... ileriye... öylesine... varılmak istenen bir yer yok... Demir Asi’yi öpmek istiyor sadece. Dün geceden beri bedenlerini tattırıyorlar birbirlerine... sızım sızım birşeyler birikip duruyor içlerinde... o öpücük verilmeli... o öpücük alınmalı... yoksa ufalanıp gidecekler böylece. Gerçi o hallerini de göreceğiz ileride... “Gün batımını beklemeyelim.” diyor Asi... Neden, üşür mü?... “Yoo... hava güzel...” Demir’in “Boynunu sarmışsın o yüzden sordum...” demesiyle, korktuğunun daha ilk adımda başına geldiğini farkediyor Asi... Hastalanmasını istemiyor Demir onun... “... madem üşümüyorsun çıkarsana onu...” diyor hiç çekinmeden... Üstelik rengide hiç yakışmamış Asi’ye... Bu tek derdiydi zaten, onu boynuna sarıverirken, söyleniyor içten içe. Önemsiz bir şeymişçesine, uzaklaştırmaya çalışıyor konuşmayı, boynunu saran tülbentten... “Kalsın... boşver...”... Her türlü övgüyü hak ediyor Demir’in sezgileri, bu adam nasıl bir iz sürücü... hayret edilecek şey, Demir’in onu kolyeye taşıyan ısrarcı tavrı... “Ama kolyeni görmek istiyorum... göremiyorum.” diyen sözleri, köşeye sıkıştırıyor Asi’yi. Alttan almakla bitiremeyecek bu işi... “Verdiğin hediyeyi hep böyle kontrol mü edeceksin.” diyerek itmeye çalışıyor, geri çekilsin rakibi. Hiç oralı değil ama sevdği... ”Yoo... merak ettim. Hiç çıkarmayacağım demiştin ya... bakalım sözünde durdur mu?” Rüzgara mı havale etse artık Asi bu sorunu... alsın götürsün esintisiyle birlikte... unuttursun bu konuyu. Asi kendi derdinde... bu kadar gömülmüş olmasa suçluluk hissine, belkide anlayacak onun rahatlığından... tüyo aldığı bir oyun oynuyor Demir kendisiyle... Demir keyifle seyrediyor Asi’yi... nasıl çıkacak bu işin içinden sevdiği... birini kızdırmak mutlu eder mi? Onu kızdırmak, ediyor Demir’i... Kestiremiyor tam olarak, ama görüyor ki, ellerini göğsünde bağlamış, artık bir savunma hali içinde Asi... Durduruyor atını, kendini... Asi’yi. Neredeyse kabalık etmek düzeyinde bir açık sözlülükle devam ediyor... ”Sana güvenmiyorum desem kızacaksın... ama öyle işte... güvenmiyorum. Önceki hediyemi ateşe atmıştın. O yüzden de e.min olmak istiyorum.”... Ne yapmaya çalışıyor Demir... bırakamıyor bir türlü bu meseleyi, kanun hükmüne bağladı sanki kolyeyi. Zaten aklı başında değil onun yokluğunu farkettiğinden beri... Sesini yükselttiriyor içinde ki bu kapana kısılmışlık... “Demir... fazla üstüme geliyorsun.” ... sesi evet... ama sevdiğinin içinden yükselen hışım daha çok hayrete düşürüyor Demir’i... “Şşııhhh... hayvanı ürküteceksin...” Uzanarak yatıştırmaya çalışıyor atını yelesinden aşağıya okşayarak... o atıyla ilgilenirken kendi haline bırakılan Asi’nin ondan ne kadar uzaklaştığının farkına varamıyor Demir... Bir silah sesi patlatıyor dalgalar kıyıya... ne keskin barut kokusunu, ne de gözlerinin önündeki Orontes’in cansız bedenini alıp götürebiliyor rüzgar... gün batıyor ılık ılık ama Asi sabah ayazında üşüyor o an. ... ... Demir sahilde ama sevdiği nerede... gözlerinde peyda olmuş şey ürkütüyor ona döndüğünde Demir’i de... “Ne oldu... neden keyfin kaçtı?” Atları ürkütmemek lazım... yoksa! Demir görüyor ki, Orontes aralarında. Kararıyor bakışları onunda. “Hala unutamadın değil mi? Senin suçun değildi... bir kazaydı.” Böyle düşünüp bir kenara koyamaz atına olanları Asi... “Kendimi suçlu hissediyorum. Atımın ölümüne kendim sebep oldum Demir...” hırsla uzanıyor boynundaki tülbende... gelmiyorda kolayca ellerine... Çekiştiriyor, incitiyor kendini de... Boynu orta yere çıkıverdiğinde, “... kolyeni de kaybettim” diye itiraf ediyor ağlamaklı bir sesle... “Herşeyin suçlusu benim... değerli olan herşeyi kaybediyorum...” pişmanlıklar miras kalmış Asi’ye... yenileri ekleniyor eskilerine. Aşkını kaybetmek istemiyor... kolyesini kaybetmek istemiyor... bıraktığı o kayıp yeterden fazla o geçmişe... Kahrediyor Asi’yi böyle görmek Demir’i... bu değildi asla yapmak istediği... nasıl hafife alabildi geçmiş yaşanmışlıkların onun üzerindeki etkisini. Aşklarının sembolleşmiş şekli... kolyeleri... onu kaybetmenin Asi’nin üzerinde yapabileceği etkiyi... Şaşkınlıkla karşısında kalakaldığı bu çıkışa, dayanamıyor onun acısına... daha Asi’ye aşkla uzanamamış o eller iç huzuruna kavuşturmak için dokunuyor bir kez daha... saçlarına... yanaklarına...Yaşamlarına musallat olan mutsuzluk çeksin gitsin artık bu dokunuşlarla. “Asi... özür dilerim... şakanın tadını kaçırdım. Kaybettiğini biliyorum...” Cebinden çıkarıp avucuna koyduğu bu aziz hatıraya... kolyelerine kayıyor ikisininde bakışları aynı anda... “Seni biraz üzmek istedim.”... Alamıyorlar... veremiyorlar... paylaşıyorlar kolyeyi parmakları arasında... Asi soruyor...”Sen mi buldun?..” Hayır... kolye gelip Demir’i buldu... Asi’yse bugün heryerde deli gibi onu aranıp durdu... Kolyede Asi’yi arıyormuş baksanıza... gelip Demir’i buldu... Onay veriyor Asi’nin Demir’e dönen gözleri de... ‘Beni sende aramakta, haklı bu kolye..”... -Demek ki bu kolye hep dönüp bana gelecek... bende yeniden boynuna takacağım. Asi’nin fısıldadığı ‘tamam’a dalgalar sahip çıkıyor... Demir’inse başka bir şey söylemesine gerek yok... Asi herşeyi onda görebiliyor. Kolay değil onların yaşamları... saklanışlarla geçiyor... ama erişilmesi zor şeyler nefes alırmışçasına doğal bakışlarına, bedenlerine geliveriyor. Zaman zaman yazmazdan gelebilsem bile bu birbirlerine konumlanmalarını, asla görmezden gelemiyorum bu yanlarını. Sevdiği adam kolyesinin klipsini açarken, Asi’de saçlarını toplayarak, hafifçe sırtını ona dönüyor. Kolyelerini paylaşan parmakları gibi, bu dönüşü de bedenleri doğalca paylaşıyor. Demir’in sevdiği kıza uzanışı özenli... hiç dokunmuyor... Tenleri biribirinden uzak, değerse yanmaktan mı... yoksa duramamaktan mı korkuyor? Rüzgarını kesip, onun yerine kendi geçiyor Demir... bir sıcaklıkla başlıyor kendini ona duyurmaya... Cebindeki kolyenin soğuk teması yanan teninde kaybolup gidiyor sevdiğinin... Siper olduğu rüzgarlarsa, onun yangını körüklemekten başka hiç bir şey yapamıyorlar şu anda... Bir vakitler örtünmek için yaydığı saçlarını tutam edip çekmiş onun yolundan... Demir’in gelişini bekliyor... “Bundan bir şikayetim yok... bu kolyeyi boynuna hergün takabilirim.”diyor... Asi onun ayak seslerini duyuyor. O gelmeden daha bir ürperti boynunu buluyor... ama Demir’in gelişini tahayyül etmek mümkün değilmiş, tenleri birbirini bulduğunda bunu anlıyor. Demir’den önce sıcağı... dokunuşlarından evvel ürpertileri geliyor... görmeden de bu gelişi biliyor... boynuyla ensesi arasına yerleşen sevdiği bedenini uyuşturuyor... artık bekleten değil dokunan uzaklıkta... kalsın ne olur orada... Hiç bu kadar telaşsız değildi ona... hiç bu kadar Asi’nin değildi... Yaramaz ama sevdiği, uslu duramıyor, geldiği gibi kalmıyor... dudaklarının yaptıkları haddini aşıyor... bir öpücükle Asi’yi Demir’e uyandırıyor. Gözlerini açmasa da olurdu Asi bir daha bu dünyaya... tenindeki Demir onu zaten bütün görülerin ötesine bir yere çekiyor... Dün gecenin öpüşu bekliyor Asi’de, Demir onu alsın diye... yarı gerçek yarı hayal yine... Asi ona bir baş eğiş mesafesinde... dudaklarının öpücüğe dönüşen uzanışına karışıyor sevdiğinin uyanışı dişiliğine... bu anı paylaştığı kişi Demir işte. Asi’nin Demir’e dönüşü mahmurlukla... gözleri bu uyanışın kahramanına ilk defa bakıyor bu nazarlarla... Ona dokunabilmeyi hayal etti hep... bu dokunuşa çağırıp durdu onu Demir... uzanıyor sonunda. Elini sevgilisinin yanağına götürdüğünde ve ona artık dokunabildiğinde hala özgür değil arzuladığınca... Yerinden edemiyor utangaçlığını, gözleri hala karşılık veremiyor onu bulmak isteyen Demir’in bakışlarına... ama dudakları... bu dudaklar mı ürpertti bedenini öyle boydan boya tek bir dokunuşta... saçlarından, yanağından ayrılıp varamıyor birtürlü o dudaklara. Ona bu kadar yakınken, razı geliyor gözlerini kapatıp aşkının dudaklarına uzanmayı hayallerine bırakmaya... ... ...Kımıldamaya bile, nefes almaya bile korkuyor Demir... Asi’nin tenindeki varlığına inanmak imkansız geliyor bunca yaşanandan sonra. Tüy gibi hafif sevdiğinin parmakları... unutup kendisinin bir erkek olduğunu, bebekmişçesine okşuyor yavaşça... O bir vahşi aslında, Demir’de vahşi olmayı ise kendi öğretecek ona... Bu adamın verecekleri bitmedi, yeni başlıyor daha... Sevgilisinin uzanmaya cesaret edemediği o dokunuşu, eline alıp sürüklüyor dudaklarına... Ona gelen Asi’yi bastırıyor öpüşüne sıkıca... Bu dokunuş parmaklarına geldi Asi’nin, Demir’i dudaklarında hissetmesi ise bir muamma. Gün çoktan batmış... Çiftliğe giden patikada yürüyorlar yan yana... kaç kere geçtiller o yoldan bilmem, ama sanki hiç biri değildi böyle huzurla. Demir’in bakışları yerdeki çakıl taşlarına takıla takıla giden Asi’de... bir utangaçlıkta mı hakim ona ne?... Korkarım Asi’nin Demir’e olan utangaçlığı hep kalacak böyle... Öpüşmek... sevişmek... yetmeyecek bitirmeye... Usulca yürürlerken... ara ara birbirine yalpalanıyorlar, hele bazen elinin tersi değiveriyor kendi elinin tersine... yerdeki çakıl taşlarıyla birlikte serpiveriyor hepsini yerlere... görsün ay, yıldızlar, hatta kayanlar bile... aşklarının izleri gecede... nasıl mı bilecekler... bilmem, bilecekler işte... Usulcacık parlasın onların sevgiside böyle. Demir’in gözleri yine sevgilisinin üzerinde... sakinliğini başka şeylere yoruyor... ne bilsin aşklarını, mutluluklarını, çakıl taşlarıyla geceye serpmekle uğraşıyor... soruyor “iyi misin?”... İyi Asi... nasıl olmaz, Demir’le birlikte. Onun hala üzüntüyle taştığı anları düşündüğünü farkediyor... birde nasıl çıkıştı Demir’e... “Bana nasıl tahammül ediyorsun?” diye sormadan edemiyor sevdiğine. Demir’in bu sözüne gülüşünü ise tamamen saklıyor kendine... o kadar az güler ki böyle. Gülümsemesi hepten silinene kadar terketmiyor onu gözleri, kırıntılarını bile topluyor, yüreğinin en derinine. Gece, ay, yıldızlar, istedikleri kadar sitem edebilirler, mızıkcılık ettiğini düşünebilirler... onlara yeterince parlayacak şey bıraktı geride. Demir’in telefonu çalıyor... Kerim arıyor... Asi’nin cebinden de benzer bir ses yükseliyor... onda da Defne görünüyor... Kuşlu Ev’in tokmağı çalınmış ama cevap yok... beyefendi yemeğe misafir davet etmiş, evde yok... Asi’nin hediyesini Defne getiriyor, hanımefendi de ortalarda yok... Ofiste hatırlatmış olmasa Kerim, hadi neyse ama ev sahibi nerede, bilen yok... ... ...Geliyoruz diyor Demir... Asi onunla... Anahtarı kapının üzerinden alıp girsinler içeriye... Memnun etmek kolay olmuyor tabi ki misafiri uzaktan uzağa böyle. Acıktılar... Yemekler çoktan gelmiş olmalı, onlar başlasınlar. Asi ile Demir’de birazdan yanlarındalar. “Asi biraz gecikecek” diyene kadar farketmiyorlar Aslan’ın yanlarına geldiğini. Demir telefonunu kapatırken, kuzeninin ne demek istediğini anlarcasına yüzünde kalıyor bakışları... Asi’nin onunla oluşuna mı birşey demeye çalıştı bu delidolu delikanlı. “Bu defa kavga mavga yok... beni görünce telaşlanıyorsunuz” diyor Aslan... haksızlar mı? Aslan’dan çektikleriyle bir film senaryosu yazılırdı. Derdi başka ama bu akşam Aslan’ın... İhsan’la konuşması lazım. İnce bir konu. Asi’de yanlarında olsa iyi olur. Geriliyor... zaten gergin dolaşıyor... işler terse sarmasın istiyor. Demir işkilleniyor...”Aslan... gene neyin peşindesin?”... tahmin bile etmek istemiyor, bu çocuğun yapabilecekleri asıl Demir’i geriyor. Asi ise, Aslan’ın kendisinden açıkça istediği yardımı geri çevirmekten yana değil. Demir, Defneleri bekletmesin, gitsin... o sonra gelir. Bu durumda Demir’in yapabileceği çok bir şey kalmıyor. Ama dikkat etsin Aslan, gözleri üzerinde, Demir’in. Kozcuoğluları yemek masasının etrafında toplanmış yine... Hep birlikte yemek yeniyor artık evde... Aslan bir şey konuşmak istiyor İhsan Bey’le ama sevdiği çorba var masada, gelsin otursun onlarla yemeğe... Fatma Ana ağzı kulaklarında çorbasını koyuyor oğluna... tencerenin dibini bulan çorbadan, ekmeğin köşesine kadar herşeyi çekiştirerek yeniyor yemek yine o masada. Süheyla ise yalnız çiftlikte... atını çiftliğe bırakan Demir’in dikkatini çekiyor teyzesinin yalnızlığı... Aslan dönene kadar yanında kalabilir isterse... ama kabul etmiyor yeğeninin bu teklifini teyzeside... artık yalnızlığa alışması gerektiğini biliyor sadece. Kerim ve Defne anahtarı alıp, eve giriyor. Demir dünyaları almış, onlarda masayı hazırlıyor. Sohbet ede ede yemekler yeniliyor... Kerim, Defne’nin şehirde çok da mutlu olmadığını düşünüyor. Defne ise Kerim yanlış anlamasın diye ailesini ve çiftlik yaşantısını ne kadar özlediğini ona söyleyemiyor... Ama herşeyin çözümü aşklarında... birbirlerine aşkları devam ediyor... karısını kucağına çeken Kerim romantik bir öpücüğü hayal ederken... Anahtarıyla kapıyı açıp avluya giren Demir bütün işleri bozuyor... “Pardon” diyor gerçi Defne’yi Kerim’in kucağında gördüğü anda ama iş işten geçiyor... Defne’yi o avluda kim tutabilir daha fazla, koşa koşa mutfağa kaçıyor. Kerim gayri ihtiyari söyleniyor...”İnsan bir kapıyı çalar!”... Demir bilmez mi Kozcuoğlu kızlarının utangaçlığını ama yapılabilecek bir şey de var gibi görünmüyor... Ne desin... ağzı kulaklarında arkadaşına yaklaşırken... karısının ona unutturduğu bir gerçeği Kerim’e hatırlatıveriyor... “Oğlum... bu ev benim... unuttun mu?”... Aslan, kulak misafiri olmuş Ökkeş ile Asi’nin sohbetlerine... bankaya kendisi için yatırılan paradan çekerek, gelmiş İhsan Bey’e... İhsan, Aslan’ın iyi niyetinden kuşku duymuyor ama bu parayı da kabul etmiyor... çünkü biliyor ki bu para Süheyla’nın Aslan’a verdiği paradan geliyor... ‘benim param’ dedidiği bu parada ne alın teri var, ne emek... hak edilen para olmadan, kiraya katkıda bulunmasına müsade etmiyor. Demir yolcu etmiş misafirlerini... Kerim ile Defne’nin hediyelerini onlarla birlikteyken açmış ama bekletmiş Asi’ninkini... Yırtarak açıyor paketi... Şahmaran Demir’in ellerinde... o evde... değişiyor sanki... Şahmaran’ı hep bilirdim ama benim için ilk defa sahipli... Ya Demir’e ne diyor ellerine gelen Asi’nin hediyesi... neyi hatırlatıyor ona Sahmaran hikayesi... efsanelerle ilgilenir mi? Gözlerinin önünde Asi’in birkaç saat önceki görüntüsü... onu bile bile nasıl üzdü... inanamıyor bunu yaptığına... onunla konuşmalı... hem de hemen... şimdi. “Demir?” işte sevdiğinin sesi. Hep seslense ona hiç bıkmayacakmış gibi. “Seni düşünüyorum Asi...” diyor sanki sahildeki Asi-Demir’e hiç ara vermemişler gibi... üzülmenesine dayanamıyor... ‘sana güvenmiyorum’ dediğinde yalandı... “Bugünü, seni üzdüğüm her anı unut, ne olur!..” o böyle isterde, unutmaz mı Asi... unuttu bile... “Ben seninle değiştim Asi” diyen Demir... yalvartıyor Asi’yi de kendine... “Demiirr!”... Yola çıktılar artık bir kere... durmak mümkün değil, Asi içinde Demir içinde. Ama “uyu artık” diyor Demir sevdiğine... geç oldu dinlenmeli Asi’de. Bu romantik ‘iyi geceler’ e kulak misafiri olmak, pek hoşuna gidiyor Ceylan’ın... bu ne güzel bir yatakmış Defne ablasının... iyi yere tezgah açmak buna diyorlar galiba, Ceylan şanslısın. Ertesi sabah Kozcuoğluları işe koyuluyor... yeni damat da olmak üzere herkes tarlada çapaya girişiyor... Aslan emeğiyle para kazanmak isteyince, bir arkadaşının önerisini kabul ediyor, bir kamyon zirai ilaç ve teslimat adresleriyle gün ışımadan yollara düşüyor. Reyhanlı... Kırıkhan... dolaşıp duruyor, dağıtım yapıyor. İhsan Bey’in ağzından çıkana güveniyor... dedi ya “Emeğinle para kazan”... bu parayı kabul edeceğini biliyor. Demir’se Adana’ya gidecek, evden çıkmak üzereyken kapısı çalınıyor. Hüseyin sorgusuz sualsiz içeri dalıyor... Matematik’ten, Fen’den kırık geliyor, Demir abisi neden hiç adırmıyor, diye yakınıyor... Gerçi Demir, “çalıştıracağım” diye söz vermiş ama Hüseyin’in de istediği zaman gelip böyle Demir Abisi’ne diklenmemesi gerekiyor... Oğlanın kara gözleri Demir’in Adana’ya gitmekteki kararlılığını görünce mahsunlaşıyor... “İyi git sen... bende sınıfta kalayım” diyerek, Demir’i kendiyle ilgilenmeye mecbur hissettiriyor. Demir “Vicdan azabı mısın sen ya?” diyerek söylense de... babasıyla konuşmayı kabul ediyor. Eğer onunla Adana’ya gelmesine müsade ederse, arabada çalışabileceklerine karar veriyor. Demir ve Hüseyin, Adana yolunda görünüyor... daha ders başlamamış... Hüseyin meraklı... bütün işleri öğrenmesi lazım, “Niye gidiyorsun Adana’ya” diye soruyor. Bu bir şirket işi değil, çok önceden yapması gereken ama ihmal ettiği özel bir iş Demir’in... Hüseyin hemen anlıyor... “Kız meselesi değil mi”... onunla yarenlik edecek bir mevzu buldu... dersleri kadar da önemli bu... Kızlar niye hep böyle, birde bunu açıklasın Demir Abisi ona... “Nasıllar mış!”... Öyle bir naz ederler ki insanı canından bezdirirler... Bir afra bir tafra... ama sonunda da hep onların istedikleri olur. Demir dikkat kesiliyor bu işe... Asi’yi anlatıyor gibi bu küçük adam... soruyor Hüseyin’e “Senin ki de mi öyle”... Evet... öyle... her lafına cevap veriyor.. ona ters gidiyor... ama peşinden ayrılamıyor, niye ki? Ah Hüseyin ahhh... “Kim ayrılabiliyor ki?” diyor Demir, gözlerindeki ifade sahilde hala Asi’yle birlikte... Nasıl bir sohbete girişti böyle, boyu küçük aklı büyük bu afacan, Demir Abi’sine kimsenin söyletemeyeceklerini söyletiyor peşpeşe. Demir’in aşk hikayesini anlatıveriyor, birkaç cümlede... Onun da sorunları var kız arkadaşıyla... Hüseyin’i kızdırıyor, o da ağzına geleni söyleyiveriyor... Hadi... sonra küslük başlıyor... Minyatür bir aşk hikayesi onlarınki de... “Oğlum bunların hepsi mi böyle.... yoksa bizim şansımız mı?” Şansı mı?.. Ne bilsin Hüseyin!.. Baktı olmuyor, saçını çekiyor... kızın aklı başına geliyor... Demir Hüseyin’in söylediği herşeyi Asi ile ilişkisine uyarlarken birden görüntüler onu güldürüveriyor... Asi’nin saçını çeken bir Demir... hiç de fena fikir değil... ama o Asi’nin saçlarını çekmek istemiyor... hayır kesinlikle istemiyor. Hüseyin’in sorusu onu kendine getiriyor... “Sen nasıl hallediyorsun?”... O daha bir şey halledemiyor... Hüseyin’den öğrenecek çok şeyi var gibi görünüyor. Adana’da işler istendiği gibi gidiyor... Hüseyin’de yolda Demir Abi’sinin yardımıyla matematik dersinde anlamadıklarını öğreniyor. Ama bir de öteki iş var her neyse.. Hüseyin’in sınavından bile daha önemli olan bu iş neymiş göreceğiz birlikte... Demir Abi’si ne isteyebilir ki ondan böyle? Hüseyin, Asi ablasını tarlada çapa yaparken buluyor... önemli bir mesele var gibi görünüyor, ona kendisiyle gelmesi için ısrar ediyor... Asi’nin çok işi var ama bu kara gözlü çociuğu o da kıramıyor... El ele onunla yürümeye başlıyor... nadasa bırakılmış tarlalarda çeşit çeşit çiçekler boy vermiş... uyanışlar filizlenmiş... bahar yüzünü gösteriyor. Bu cömert yeşilde, Asi kendini ne kadar iyi hissediyor. Hüseyin’le gittikleri belli bir yer yok gibi görünüyor... hiç de konuşmuyor... derdi ne bu çocuğun... birşey mi kırdı yine bugün evde... yine onun avukatlığına mı ihtiyaç duyuyor... ama dere tepe gezecek zaman değil bu gün... durup Hüseyin’i sorunu neyse söylemesi için sıkıştırıyor... “Hüseyin bak vaktim yok dedim... çayırlarda gezemem seninle...” sözünü bile bitirmeden kaçıyor bu yumurcak... “Dur nereye gidiyorsun” diye seslenmek düşüyor Asi’ye... cevabı bilmece... işi çok, ödevi var, ders çalışacak,... bu çocuğu anlaması mümkün olmayacak... Bir kişneme ile dikkati dağılıyor... yeşiline bir küheylan dörtnala giriyor... onun Küheylan’ı susturdu Asi’yi... bu yüreğini hoplatıyor... Neden bu atı görmek kendisine Demir’i hatırlatıyor... Gerçi son günlerde, gözünün değdiği heryerde onu görüyor. Atın güneşle yanar-döner tüyleri sevdiğinin karaya çalan kahve gözlerinin parlayışını çağırıştırıyor. Toprak patikadan çıkıp yeşillere dalıyor... Küheylan onu orada bekliyor... Bu aralar, dudaklarında bir sazın mayhoş tadı... aklında romantik şiirler... ama nedense hüzünlü bir tanesi aklına düşüveriyor... yaralı küheylanına, ‘seninle herşeye varım’ diyor... Yaralı mı yoksa bu Küheylan... bilmiyor... böyle uzaktan, muhteşem görünüyor... Orada, onunla... huzurla otluyor... onun ‘merhaba’sını nasılda kabul ediyor. Sakinleştirmek için okşadığı güçlü kasları, kaya katmanlarıymışçasına elinin altında ileri geri seyiriyor. Titremeleri... dokunuşlarına aldırmadan rahatça otlamaya devam etmesi... onu bu kadar çabuk dost bilmesi inanılmaz geliyor... “Ne yapıyorsun sen burda?”... Onunla konuştuğunun farkında, otlamayı kesip Asi’ye bakıyor... Alnına düşen kısa yelelerinin çekiciliğine dayanamıyor bu kız... parmaklarını daldırıp arasına onları okşuyor.. yana doğru taraklıyor... O kadar dalmış ki, Demir’i onlara iyice yaklaşana kadar görmüyor... Bu küheylanın gelişindeki güzelliği farketmek bize düşüyor... Demir’in bugün siyahlar-kahveler içinde olması ne tesadüf... bunlar atın anımsattığı Demir’in gözlerini düşünürken aklından geçenlere tıpa tıp uyuyor... Aklı fikri Demir’de... hemen konuyu değiştirmezse, kendini ele verecek birşeyler ağzından çıkıverecek diye korkuyor... “Birden karşıma çıkıverdi... başıboş kalmış... sahibini arıyor heralde...” diyor... Eli hala atın yelelerinde... Demir gelmiş olmasına rağmen ata ilgisini bir türlü kesemiyor... Küheylan-Demir karıştı usunda biryerlerde... elleri sanki Demir’i özgürce okşuyor. Sevdiği bu gün ne kadar sakin görünüyor... “Evet... sahibini arıyor... haklısın...” diyor... Bulsunlar o zaman... çok değerli bir at... Demir, araba kullanırken kullandığı gözlüğü uzun müddet takmış olmalı... izleri şakaklarına doğru hala saçlarında duruyor... Asi ile atı daha tanıştırılmadan birbirlerine nasıl da alışmışlar... iki saf ruh... kaynaşmışlar. Gözlerini bu ikiliden alamıyor... kendi de Asi’yleyken böyle mi görünüyor. Atla ilgili söyledikleri ne kadar da kendiyle örtüşüyor. Başıboş kalmış biriydi Demir’de... koparıldığı topraklara yeniden ayak basması seneler sonra olmuştu... ve öfkeyle. Sahipsizdi gerçekten de... aşk sahipsizliğinde. Vurulana kadar Asi’ye, kendi sevme gücünün bile farkında değildi, başıboş dolanıyordu Demir’de. Asi görebiliyor mu ‘seninle değiştim’ diyen Demir’i bütünüyle?.. Sesi ulaşıyor tekrar ona... “Sen nereden çıktın...”... bırakıyor Asi’nin sorusunu falan bir tarafa... takılıp duruyor geldiğinden beri onun ata dokunuşlarına... gözleri dönüyor sevdiğinin bir türlü yelelerin üzerinden ayrılamayan parmaklarına. Kendine tatlı tatlı eziyet eden hayallerinde, onun sahiplenen kavrayışları hep ensesinde gezer... Asi, gözlerinin önünde... o kararlı okşayışlarını veriyor gibi ensesine... bu dokunuşları da sürüklemeli kendine, uzanıyor sevdiğine... bulup bulup bırakıyor parmaklarını sevdiğinin... hele tepkisi Asi’nin! Ne yelelerinden ne Demir’den vazgeçiyor... dokunuşları her ikisine de yetiyor... öyle büyük bir yürek saklı ki sevdiğinde... sakınmıyor Demir’i gözlerinde göstermeye... İç huzuruyla dönüyor Demir onun sorusuna... “Tesadüf işte... geçiyordum.”... Sözüm ona hediyesini verecek... daha tek laf etmedi bu konuda, neleri geçiriyor kafasında... Asi hala atıyla... “Ne güzel bakıyor değil mi?”... Evet... sahibine bakar gibi... Ama sahibi Asi değil ki... İster miydi?... Korkuyla uzaklaşıyor Asi... Demir’e ilk tepkisi de böyleydi... alışmak istemiyor... üzülmek istemiyor, dik duruşunun ardında aslında o kadar kırılgan ki. Demir bilmez mi bu korkuları... en korkunçlarını geride bıraktı. Alışsın istiyor o Demir’e... özgürce sevsin... emanetini taşıyor artık göğsünde... bu ne çok şey ifade ediyor Demir’e. “Sevmenin... sevdiğine alışmanın korkusu mu olur?” diyor... Olmamalı... “Bundan daha güzel ne var hayatta?” ... söylesin Asi söyleyebilirse ona. Söyleyemez... ama gözleri o korkularda. Ne kadar güzel duruyorlar yan yana... bu karışmışlıkda... ‘Sevgi böyle bir şey işte’ dedirtiyorlar bana da. Demir... “Bu senin Asi” dediği anda daha çok korkutuyor onu... ama Asi’ye öğreteceği şeylerden biri de bu korkusuzluğu... Hayal kırıklıklıklarını, güvensizliği, sildi gözlerinden. Korkuları da silecek sevdiğinden. “Benim mi?” diyen Asi’ye, cevap veren hangi küheylan? -Evet, senin... Bütün kalbiyle... bütün ruhuyla senin... Görmüyor musun? (I) Milliyet Televizyon, 27 Subat-5 Mart 2010, haber |
25. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|