Demir... ve Asi’ye gelişleri... her gelişi gizli saklı... bu deli divane adam için sevgi sözcükleri, tabu.Tedirgin bir bekleyişle birlikte olsa da apaçık gözlerinde onu sevdiği... ama tedbirli. Demir’in öfkeyle başlattığı girişimleri, Asi’ye aşık olma süreciyle o kadar iç içe ve birbirine geçmiş durumdaki, hem direkt olarak etkileniyor... hemde Demir’in öfkeyle başlattıklarını düzeltme girişiminin de ister istemez bir parçası oluyor... Bu aşk hiç bir zaman Asi-Demir ile yalnız kalamıyor. Ama öyle olması gerekiyor...
-O fotoğrafa yeniden girmek... böyle ayaküstü verilecek bir karar değil. Hayal kırıklığı mı Demir’in gözlerindeki? Sevgilerini bu karmaşadan uzakta yaşamak isteğini anlar gibi. Keşke şu an birbirlerinin kollarında olabilselerdi... ama Asi bunu yapsa Demir şaşarırdı sanki. Dikkatlice izliyor Asi, Demir’i... kaçacak mı yine geri. Hayır... hala aynı yerde... “Beklerim...” diyor Asi’ye... Bu sözü almıştı zaten Demir’in gözlerinden Asi... yineliyor sevdiği... tek fark var, bu sefer duyuruyor da kendini. ... “Beklerim ama... diğer konudaki kararını hızlı vermen gerek Asi... Aileni bir araya getirmeyi çok istiyordun... işte sana fırsat...” Bunu neden yaptın, diye soruyor Asi... Ona açıkca, bu benim ailem, senden yardım kabul edemem demedi mi... bu yardımın da ötesinde bir şey... adı bile yok... tarifi bile yok... cevap vermeli sevdiği. ...“Neden mi?.. Hayat eskisi gibi devam etsin diye... O topraklar gerçek sahibini bulsun diye... sen bir daha ağlama diye.” Söylenecek bir söz var mı bu sözlere... o sıradan günlerin güzelliğini okumuş Demir hayallerinde... gerçekleşmesi zor bir düşü ona yaşatabilmenin... bir hakkı geriye iade edebilmenin peşinde. Gözünden akan yaşlarının tümünü tutmuş, dolu dolu Demir gözlerinde. Tartışabilir mi Demir’in bu haliyle... Ne kadar savunmasız hissediyor kendini... uzanmak istiyor Demir’e... ama yapmamalı... sorunları çözmeliler önce. Uzaklaşıp ondan gidiyor iyice platformun en uç köşesine... ellerini kavuşturuyor göğsünün üstünde... Demir devam ediyor nedenine... “Karşımda toprağından koparılmış yabani bir çiçek görüyorum. Solmasına dayanamıyorum.” Asi, mani olmalı akın akın içinden çıkmak isteyene... bu değil, aklıselim lazım şu anda her ikisine de... “Biz dibe indikçe... sen bir ip uzatıyorsun... hep bizi yukarı çekmeye çalışıyorsun... sorunlarımızı hep sen çözyorsun Demir.” Daha ilk cümlesinde Demir gelecek olanı biliyor... aileden değil ama hep onlara kol kanat geriyor, her zor günlerinde iş bitirici çözümlerle yanlarında oluyor. Asi’yi hep kendine manevi olarak borçlu, karşısında boynu bükük bırakıyor. Asi kendi gücüyle ayakta durmaya çalıştıkça, biryerlere varmaya çalıştıkça, Demir’i kendinden önce orada buluyor. Bir değil, iki değil... bu hep oluyor. Demir, “Evet çünkü kedimi suçlu hissediyorum, bütün olayları ben başlattım.” diyor... Asi’de haklıydı, İhsan’da... şimdi Demir bunu yapmak zorundaydı, başka türlü rahat edemezdi. Bu aşık olduğu kızın ailesine uzatılan bir iane değil... Demir’in kendisi için uzatılmış bir el, aynı zamanda. Olaylardaki payını düşünüp, hiç bir şey yapmadan oturamazdı orada. Demir’i tanıdığı kadarıyla anlıyor Asi... ama bu koşullarda o nasıl rahat edebilir ki? Bu Demir’in diyeti, kendiyle hesaplaşması. Olanlarda sorumluğu var. Biri mağdur biri mağdur eden, daha büyük Demir’in rahatsızlığı. Birinci derecede sorumlu olduğunu düşündüğü bu haksızlığı engellemek zorundaydı. Süheyla, oğlunu bulmanın sarhoşluğunda, bıraktım İhsan’ı ve ailesini, kendi sevdiklerini bile gözü görmez durumda. Aslan’sa hazır değildi hayatında böylesi bir değişimi kaldırmaya, sürükleniyor Süheyla’yla. Nasıl müsade edebilirdi Demir, çiftliğin haksızca el değiştirmesine. ... Bu yaptığı çok önemli Asi için... ama çok da büyük bir bedel... bu yüzden kabul etmek zor. Yüzeyde görünen ‘çiftlik sorunu’ ama yakınlaşma süreçlerinin en önemli parçalarından biri orada. Asi-Demir iki farklı birey... uyumları yanında vazgeçilmezlerinin çatıştığı noktalar da var... birbirlerinde saygı duydukları, aşklarını pekiştirip ileri taşıyanları, bazen engel onlara. Asi, Demir’den istememiş miydi... “...kendini benim yerime koyarak başla...”...işte Demir’de Asi’den bunu istiyor, görsün Asi onun bakış açısını ve duygularını... kendi de onu görmeye çalışıyor o platformda. ‘Ben’ lerini muhafaza ederek ‘biz’ olmaya çalıştıkları bir yer orası aslında. Hiç bir zaman kolay değil çözüm bulmak.... kimi zamanda bir tarafa düşüyor sorunu daha fazla omuzlamak... uzun beraberlikler bu noktaya ne kadar ve ne sıklıkla yaklaştığımızla mı ilgili acaba? Vazgeçmeyi seçtiklerimizi, fedakarlık olmaktan çıkarıp sevgi yapan şey bu mu yoksa... sevileni ‘anlama’. Daha babasının ne diyeceğini bile bilemiyor Asi... Demir ‘çiftliğe geri dönün’ diyor ama bu onun karar verebileceği bir şey değil ki. En başta soracak... Neden?... “O çiftlik şu anda senin... babamın yerinde olsan, sen kabul eder miydin?”... Romen alıcıyı Kozcuoğluları’na yönlendiren jestini bile reddetmişken, artık Demir’in olan bir çiftlikte oturmayı İhsan nasıl kabul eder? Demir ‘evet’ diyemiyor bu soruya. Elindeki kağıt parçası aksini söylüyor olsa bile, kendinin hissetmiyor o toprak parçasını zaten Demir ve hiç de umurunda değil. Hatasını telafi etmek için satın aldı... İhsan’la bir centilmenlik anlaşması yapmışlardı, ona verilmiş bir sözü vardı, bu imkanı tekrar yarattı. Eğer hala istiyorsa, toprakları işlenmek için, evi yaşamak için orada... ama İhsan Bey’i ikna etmeye de çalışmayacak ayrıca... biraz da kırgın, anlıyor olsa bile İhsan’ı, o elini geri çevirdiği akşam içinde hala bir yara. İhsan’ın öylece çiftliklerine geri dönüp oturmayacağını çok iyi biliyor Asi aslında... Demir’in iyi niyetini bir anlasa. “Ama belki başka türlü bir çözüm olabilir!” deyince dönüyor Demir’in bakışları ona... Belki kiracıları olabilirler Demir’in... belki o zaman kabul edebilir baba. Bu muydu sevdiğinin çözümü?.. para karşılığında oturmalarını mı teklif edecek onlara. Alaycı bir cevapla tersliyor Asi’yi... “Tabi ya... harika bir fikir... ben nasıl da düşünemedim bunu?”... Asi’yi bile gülümsetiyor bu hali aslında... ‘düşünemezsin’ diyor içinden... ‘böyle çözümleri kadınlar üretir anca’... Demir kiracı aramıyor... bunun için satın almadı o çiftliği... Oraya yerleşmek istemiyorlarsa, söylemesi yeter... Demir’e bıraksın isterse Asi, kiracı bulmayı da... Demir’in gözleri Asi’nin üzerinde... yeni kararlar vermeleri gerekecek, ona söyledikleri meşgul edecek sevdiğini, altüst etti müdahalesiyle herşeyi... Söylenecek birşey kalmadı artık... “Gel benimle...” diyor, sırtından doğru yönlendiriyor onu platformdan geriye... Çiftliğe gidiyorlar birlikte... Çalışanlar geleceklerinden endişeli bekliyorlardır... onlara durumu açıklamak zorundalar... yeni patron kim diye. Aslan patron gibi gezindi ortalıkta... rezil olduğuna mı yansın, el attığı baba ocağını başkalarına kaptırdığına mı?... Ne yaptı bu avukat ona. Süheyla Hanım’ın gelen telefonuna da aynı hırçınlıkla cevap veriyor... hiç hayırlı haber yok, bilsin oda. Karşılaştıkları Cemal Ağa ise niyetini hiç saklamıyor... o kadar kolay çiftlik sahibi olmasına göz mü yumacaktı Aslan’ın... haksız lokmayı adamın kursağında bile bırakmaz... çeker alır... öyle yaptı bunda da. Aslan’a ağzının payını veriyor ama hala merakta. Kerim ile birlikte olan avukatı yakalıyor sokak ortasında... soruyor “Kim aldı ihaleyi?”... Bıraksınlarda kendi ortaya çıksın, hiç belli olmaz bu işler... ‘Arap Şeyhi’dir belki... Neriman kendi sıkıntıları içinde farketmiyor Gonca’yı, kırık ses tonu bile uyarmıyor anayı... Sarmaşık’sa insan sarrafı... Neriman’ın farketmediği belirtiler apaçık onun için... Kim üzdü onu, kim ağlatıyor böyle, soruveriyor bir çırpıda. Hepsi geçer... uzanıp tuvalet çantasına, böyle zamanlar için sakladığı harika bir göz damlası tutuşturuyor Gonca’ya... ayrıca sakinleştiricide var... biraz uyku problemi, biraz sinir, lazımlı bütün bu ilaçlar ona. Kozcuoğlu Çiftliği... emektar aile terasta... Fatma ana nane yayıyor kurusun diye yaygıya, Ökkeş fener tamir ediyor kucağında... Sevinç elinde çaydanlık, çıkıyor yanlarına. Aslan geliyor ama bu huzuru bozmaya. Çiftlik elden gitti... mala mülke tamah ederken, kapıdışarı ettirecek onu büyüten aileyi, söylüyor ihalenin neticesini. ... ... Demir, yanında Asi... arabasıyla avluya girdiğinde şaşırıyorlar... Aslan’ın aklıda, sinirleri de hala bir karış havada... suçluyor Asi-Demir’i... çiftlik el adamına gitti, yüzüne bakıp eğlensinler, sevinsinler şimdi. Demir hiç uzatmıyor meseleyi, derhal söylüyor “Elin adamı dediğin benim Aslan... çiftliği ben aldım”... çarkediyor bu sefer de bir başka yanlışa Aslan... kovmak için gelmiştir Demir onu o zaman. Demir kimseyi yerinden etmek istemiyor, bu çiftlikte eski sahipleri otursun istiyor. O teklifini yaptı. Kabul ederlerse Kozcuoğluları kullanacak. Bu durumda Aslan ile ilgili kararı da İhsan Bey verecek. Aslan’a uymaz ama bu vaziyet... beklemeyecek, hemen gidecek. Demir’in parasıyla dağıtacağı adalete de, vereceği emirlere de boyun eğmeyecek... Taşırıyor bu sözler Demir’i... kimseye emir falan verecek değil... herkesin çektiği yeter, nereden çıkarıyor bu konuları. Hele Aslan, teyzesinin oğlu... nerede kalacak,nereye gidecek... ne yapacaksa Süheyla’nın haberi olmalı, bu konuyu annesiyle konuşmalı. Hatta onun yanında kalabilir... Süheyla buna çok sevinir. Fatma ana perişan... doğurmak gerekmiyor evlat acısını yaşamaya... emek yetiyor. Gözlerinde yaşlar, oğlu yeterki gitmesin, Süheyla’da kalmasına bile yalvar yakar oluyor. Asi hiç vakit kaybetmeden babasını işyerinde ziyaret ediyor. İhsan zaten biraz evvel ondan bilgi almak için gelen muhabirden, ihalenin Aslan’da kalmadığını öğrenmişti, kimin aldığını ise kızından duyuyor... “Çiftliğimizi Demir satın almış. Geri dönebilmemiz için... eğer sen kabul edersen?”... Afallatıyor bu haber. Üstelik, onların olmayan bir çiftliğe nasıl geri dönerler? Asi ne dedi bu işe... “Hani... belki... kira karşılığı olursa kabul edebiliriz...” Kendi topraklarında kiracı olacaklar öyle mi?.. Bunu kabul etmeyeceğini en başta kızının bilmesi gerekirdi, Asi böyle bir şeyi nasıl teklif eder.... Gururunun tersiyle itiveriyor İhsan, Demir’in gayretlerini... dedesi yüzünden değerinin çok üzerinde para yatırmak zorunda kaldığı çiftliklerini.... Asi’nin yüzünün düştüğünün babası farkında değil mi? Keşke tesir edebilse babasına, keşke biraz makul olsa... Bu kadar alelacele reddedilmeyi hak etmiyor sevdiği. İhsan’sa anlamıyor olan biteni... anlamıyor bu çocuğu... ne yapmaya çalışıyor şimdi? “Neden Demir almış çiftliği?... Önce bunu açıklasın. Bu da oyunların veya bilemediğim bir hesabın parçası mı?”... O kadar dipte, o kadar karanlık bir yerdeki, nedeni aydınlıkta aramasını beklemek ne derece gerçekçi. Asi savunuyor Demir’i... “Ama baba... haksız yere tutuklandığında, seni hapisten kurtararak iyi niyetini göstermedi mi?”... Gururuna verdiği avans tükeniyor, İhsan’ı tereddütte bırakıyor kızının söyledikleri... Kendi hayatını tehlikeye atmak pahasına onu kurtarmakla kalmadı, sonrasında da işbirliği içinde davrandı... önerisini kabul edip onunla çalıştı. Anlaşmaları Süheyla ve Aslan’ın girişimleriyle devre dışı kaldı ve onları bu ana getirdi ama Demir’in bu olanlardan haberi olmadığına inandı. Oturuyor masasına... gözleri gerçekleri göremeyecek kadar kapalı... şu anda doğru ne, yanlış ne... kim haklı kim haksız... hiç bilemiyor... ama kabul edemez bu yardımı. Demir’i görüyorum... şirketteki odasında... eller yine ceplerde saklı, dışarıya bakıyor gibi, oysa gözleri boşlukta. Bir karar verdi, uygulayacak... zor olan, yol ayırmaktan fazlası oluşu bu kararında. Bir sözünden de geri adım atacak Demir... alışık değil buna. Aslan ortaya çıktığından beri gelmekten korktuğu noktada. Şartlar bunu gerektiyor, beklenecek bir şey kalmadı ortada. Mahmut eniştesine ölüm döşeğinde söz verirken öngörebilir miydi ‘bu gün’ü... akla hayale gelmez şeyleler oldu Antakya’da. Bu gün, Aslan’ın Süheyla’nın yanında kalmasını önerirken son derece samimiydi. Bir anne oğluyla olmalı, doğru olan bu... zaten Süheyla içgüdüsel tavrını daha en baştan koydu, çok da bir seçenek bırakmadı ona. Son kez tartıp biçiyor kafasında. Bir kayıp gözlerindeki... bugün koyacak ortaya. Süheyla, Demir’in ağzından duyuyor, şirket hisselerini satarak, Kozcuoğlu çiftliğini satın aldığını. Bu da nereden çıktı? Üstelik ona haber verme gereği bile duymadı. Demir’in İhsan’la sözlü bir mutabakatı olduğunu bildiği halde, oğlunu bu senedin gücüyle satın almaya çalışırken neredeydi aklı... kendisine de aynı nedenle haber verme gereği duyulmadı. Süheyla kızgınlıkla soruyor...”Senin asıl niyetin ne Demir... kimin için yapıyorsun bunu.” O ailenin dağılmasına gönlü razı olmadı Demir’in, düzeltmeye çalışıyor ölçüsü kaçanları. Alelacele ve haksız bir şekilde o çiftliğe el konmak istendi. Bunu defalarca da söyledi... konuşmak yetmiyor... çünkü anlamıyorlar artık birbirlerini. İstediğiyse, en kısa zamanda gerçek sahiplerinnin evlerine dönmesi. Hatta cevap bekliyor onlardan, Asi’ye bu teklifi çoktan iletti. Boşa giden çabalardan bahsediyor Süheyla... Demir’in nasıl bu kadar değiştiğinden... doğduğu topraklara ilk geldiğinden çok farklı bir yeğen var şu anda karşısında. “Önce sen değiştin.” diyor Demir, Süheyla’ya... Aslan’ı bulduğu andan itibaren başka biri oldu teyzesi... anlamaya çalışıyor oğlunu kazanmak isteyişini ama bu kadar da adaletsiz olmamalıydı. Sadece Kozcuoğlularına değil, Kerim’e, Melek’e ve kendine karşıda adaletsizdi Süheyla... bu da var tırnak içindeki ‘değişim’in altında. Ama adalet deyince sadece kendi ve ablası geliyor Süheyla’nın aklına. İhsan haklı tespitinde, teyzesinin yaşamı kalmış o noktada... Demir’de unutmadı ailesine yapılan adaletsizliği... ama ailesine asıl kötülük eden kişi şu an toprak altında, kastetmeden hata yapanlar ise pişman geride olanlara... Öyle şeyler oldu ki, değişti elbette o da. İntikam duygusu en başta o duyguyu taşıyanı yıkıyor Hatasını farketti Demir... intikamının, öfkesinin neden olduğu acılar pahasına. Kozcuoğluları ile birlikte acı çekti o da. Süheyla bunları duymaktan aciz halbuki, yükleniyor yeğenine aklı sıra ...”Demir... açık açık söyle artık... o çiftliği neden satın aldığını söyle... bütün bunları Asi için yapıyorsun değil mi... sen o kıza aşıksın. Nedeni bu...” Demir... Asi’ye aşkı... ilk defa seslendiriliyor bu topraklarda. ‘Evet’ diyor Demir’in gözleri... ‘Aşığım o kıza’... ama bu meselelerle Asi’yi olan duygularını ayrı tutmak istiyor o da... karıştırmak istemiyor intikamı, öfkeyi, acıları... aşkına... sevdiği kıza. Ne inkar ediyor, ne de gözleri kör... herşeyi gayet iyi görüyor. Teyzesi hatırlamıyor mu, Demir’di o senetleri ele geçirip intikam almaya çalışan... Kozcuoğlularına acı çektirmek isteyen, Süheyla ona ısrarla İstanbul’a geri gelmesini söylerken. ... Ama ne yaparsa yapsın, geçmişi unutamadığını, daha çok bilendiğini gördü, Demir. Asi’yi tutup geçmişine çektiği o gün, suçlamıştı nehri... can almakla, acımasızlıkla, karanlıkla... kötülükle... “...asıl karanlık olan, insandır’ diye de eklemişti peşine... ama intikamının onu sürüklediği karanlığı tarif ediyormuş meğer, gördü sonradan kendi de... acımasızlığından utandı... kendinden utandı, öç almak için peşine düştüğü ailenin çektiklerini gördükçe. Çok ayrı düşünüyorlar artık teyzesiyle. ... ... Süheyla oğlunu kazanmak için başka şansı olmadığını düşünüyor...yalnıştı seçtiği yol... Demir onu da anlasın, desteğini çekmesin istiyor. Ama bunun için artık çok geç, bundan böyle hesaplaşmasanın içinde Demir yok. Son bir söz var söylenecek geride... çiftlikten ayrılmaya karar verdi, kendi evinde yaşayacak, şehirde... Süheyla asıl bu haberle yıkılıyor bence. Demir’in telefon ederek haber verdiği Melek’de... Babası parasını kesince, Ziya Antep’e geri dönüyor. Gonca’ın telefonlarına da cevap vermiyor. Gonca onunla buluştukları eve gittiğinde Ziya’nın arkadaşı kapıyı açıyor. Delikanlı bu işlere karışmak istemediğini Goncaya söylemesine rağmen, onu bu vaziyette bırakamıyor. Sokakta ona yetişip, Ziya ile ilgili bildiklerini paylaşıyor. Bir müddet iş aramış, ama bulamayınca çekip gitmiş... hiç aramaya kalkışma, diyor... Ziya’dan kimseye hayır gelmez, onu unut... onu hiç tanımamış gibi hayatına devam et. Demir kararını Kerim’e de bildiriyor... birlikte şehirdeki eve yürüyorlar. Demir’in yüzü gülüyor. Bu evde zaten kendini hep iyi hissediyor. Evin dışa açılan pencerelerinde gözleri okşarcasına dolaşıyor... hızlı da davranmış, yerleşmek için... birazdan evden istettiği bir kaç parça eşyasını getirecek olan Arif’i bekliyor. “Yine de bir iki eşya lazım” diyor... eksikler var. Bu kolay... Defne’nin bu aralar ilgilendiği tek konu bu, rahatlıkla onun işlerini de yoluna koyar. Anahtarı alıp sakladığı yerden, kapıyı açmaya çalışıyor, daha sokaktalar... Bala’nın sesiyle kendilerine geliyorlar. “Demir... Kerim...”... aralarındaki tatsızlığı bir kenara bıraksınlar, ne de olsa akşam aynı uçakla uçacaklar. Bala ticari çıkarlarını tehlikeye sokmak istemediğine karar vermiş belli ki... Demir’e yakınlaşma çabalarını geride bırakmış, Kerim’le çalışmaya onay vermiş görünüyor. Bir rehber bulmuş, şehri geziyor. Açık kapıya bakıp soruyor... “Kimin evi burası?”... Bu kadının merakı bitmek billmiyor... ama farkındayım, herşeyi de böyle öğreniyor. İçeriyi gezmek istiyor... Çok güzel bir ev, çok beğeniyor. Kimseye dokundurtmasın sakın... izin versin, bir iki yerini Demir için orjinaline uygun düzeltsinler... yapıyı bozmadan bir iki tadilat yapsınlar... Demir’in gözleri Bala’da... bu teklifinin ardında bir şey yatıp yatmadığında... Mesleki bir ışıltı parlıyor Bala’nın gözlerinde yalnızca, Demir’in onunla hiç mi hiç ilgilenmediğinin farkında. ‘Hayır’ı anlamış görünüyor. Yine de “Hiç zahmet etme” diyor... tabi laf anlatabilirse Bala’ya... o hala kendi havasında... “Bizden başka kimsenin eli değmesin” diyor sahiplenip oraya, yalnış bir şey yaparlar sonra. ... ... Bala kendisini gezdiren rehberlere yetişmek üzere yanlarından ayrılıyor. Kerim ise Defne’yi telefonla arayıp haber veriyor, Demir şehirdeki eve taşınıyor. Defne çok seviniyor Demir’e yardım edebilecek oluşuna... kızları da seferber edecek ona. Kızlar deyince aklına takılan Gonca meselesini paylaşıyor Demir, dostuyla... Gonca son zamanlarda pek iyi görünmüyor... onun haberi var mı, nasıl? Farkında değil Kerim bir şeyin... neyse, Demir arar sorar, bir ara. Melek abisinin eşyalarını toplamış... Arif’e teslim ediyor...Teyzesi başında, donmuş gibi onları izliyor. Fotoğraf albümünü, kıyafetlerinin tümünü... en başta da kitaplarını istemiş yeğeni... gerçekten istemiş mi bunların hepsini... Dayanamıyor bu olanları görmeye Melek daha fazla, atıyor kendini dışarıya... ... ... Asi kıyısında bahara sığınıyor... ama buluyor onu Aslan orada da... bir saattir onu arıyor yollarda. Olanların sorumlusu tutuyor Melek, Aslan’ı... teyzesi onu bulmak için herşeyi yaptı... Şimdi mutsuz herkes, abisi evden ayrılıyor, paramparça etti hayatlarını. ... ... Aslan çok mu mutlu olan bitenden... o mu istedi böyle olmasını... gelmeselerdi hiç, çıkmasalardı ortaya, daha iyiydi. Anlamıyor hiç kimse... anlamıyor Melek... herkes kendi derdinde... oysa bu yasak ilişkinin gayrımeşru çocuğu olmayı kabul edemiyor, nasıl hazmetsin bunu Aslan. Asi babasıyla konuştuktan sonra konağa dönüyor. Dedesi ve annesine son gelişmeleri anlatıyor. Cemal Ağa, İhsan’ın tutumuna hiç şaşmıyor... ne inattır o İhsan, kimseden bir kuruş kabul etmez, biliyor. Neriman’ın beyni durmuş, Asi ne derse onu yapmaya razı görünüyor. “Adana dersen gideriz... babana rağmen çiftliğe gidip oturalım dersen... o da olur... sen karar ver.”... Dede müdahale ediyor bu sefer... “Olmaz öyle şey Neriman... el kadar kıza yükleme bütün sorumluluğu.” Kalksın, bir toparlansın... silkinsin. Anne olarak başlarındayken, kararları niye Asi versin... iyi düşünsün... sonradan pişman olmayacak bir karar versin. Gonca geliveriyor gün ortasında eve... zaten geç gitti işe, erkenden de döndü... sorunlar dağ gibiyken başlarında, inanıyorlar Gonca’nın “Bir şeyim yok... biraz yorgun gibiyim, fazla duramadım” deyişine. Neriman, nane-limon yapar getirir... yatsın, dinlensin, gelir kendine. Sarmaşık oda hapsinde... bu muydu Cemal Ağa’nın vadettiği saray yaşamı... her gün toplanıp, toplanıp ne konuşuyorlar aileyle. Haklı Cemal Ağa’nın bülbülü... sorunlardan baş alamadı Sarmaşığın delikanlısı... ama söz veriyor onu bu gece yemeğe götürmeye. Gonca ısrarla sürdürüyor telefon ile aramayı... ama bulamıyor Ziya’yı. Demir arıyor onu beklediği kişi yerine... hal hatır soruyor ... Böyle arayıp başına abi kesildiği için kusura bakmıyor... “Herşey yolunda mı?”... Gonca iyi, herşey yolunda... onunla böyle ilgilenen bir tek o varken nasıl kusura bakar... ama paylaşamaz sıkıntısını onunla. Tek sorun burada. ... Sarmaşığın odasından çıkmasını fırsat bilerek çekmecesindeki ilaçların hepsini topluyor ve odasına kapanıyor. Nedir bulabildiği yol... çare mi, değil... kendi acısının biteceği bile meçhul... başkalarını üzeceği bir seçim... bir bencillik anı... Biraz soluklansa... biraz birilerine açılsa... ama olmuyor mu acaba o anda... hayatta hiç bir şey ölümü seçmek kadar anlamsız değil... ama seçilen bir an geliyor demek ki insana. Defne harıl harıl alışverişte... Asi’yi de çağırmış, yardım etsin kendine. Nevresim takımları gösteriyor gelir gelmez... hangisi güzel diye. Nevresim takımı almışlardı evlenince, şimdi bunlar niye... Defne izzah ediyor... kendisi için değil... Demir, kendi evine taşınıyor, bir sürü ihtiyacı var, onun için burada Defne. Asi, Demir’in teyzesiyle sorunlar yaşadığını biliyor, patlak verdi fikir ayrılıkları bu senet meselesinde ama evinden ayrılacak kadar ters düştüler demek ki birbirlerine. Bu aralar ani kararlar veriyor... hiç olmadığı kadar yakın duruyor Asi’ye de, şaşırtıyor onu sözleriyle. Defne laf almaya çalışıyor kardeşinden... “Demir bu aralar kalbinin sesini dinlemeye karar verdi galiba?”... Demir ile ilişkisini hiç kimseyle konuşmaya hazır değil daha... sadece hayalleri ve davet edildiği bir fotoğraf var ortada. Çıkışıyor ablaya... “Demir için konuşmaya mı geldik buraya?”... Defne Asi’yi sıkıştırmıyor daha fazla, gülerek sabunlara yönlendiriyor onu... çarşafların arasına koymak için sabun seçebilir mi biraz da? Defne’nin aklına geliyor, bir evvelki sonbahar Demir’in kazana attığı altının Asi’ye çıkış... Bir anda dönüveriyoruz geçmişe, Asi’yle birlikte. Demir’in parmaklarından döne döne fırlayan, sabun kazanını bulan aşkın, umudun yolculuğu sona ermişti Asi’nin ellerinde... ama Asi sinirlenip geri vermişti bu mucizeyi Demir’e... geri almıştı bu aşkı Demir’de... ve hatırlıyor Defne... bizde... Elleri kolları alışveriş paketleri dolu, görünüyor Asi ile Defne Demir’in sokağında... Arif Bey gelmiş midir acaba?... Kapıda kalmak istemiyor abla. Asi, “Anahtar şurada bir yerlerde olacaktı” diyerek uzanıyor kapının üzerindeki numaralığa... şaşırtıyor bu Defne’yi, nereden biliyor Asi, anahtarın gizi yerini... neler oluyor onun bilmediği. Ama ne bunu sormaya fırsat var, ne anahtarı almaya gerek... Arif Efendi açıyor kapıyı onlara. Biraz evvel gelmiş çiftlikten... Demir Bey’in kitaplarını, kıyafetlerini getirmiş... diğer eksiklere baksın o zaman, kızlarda. Mutfağa göz atıyor malzeme var mı diye Arif Efendi ile Defne... Asi ise ilk kez, bu odada yalnız başına... üstelik Demir’in geçmişine ilave, günceline ait şeyler var artık bu evde... acil ihtiyaçlarını getirmiş olmalı Arif ilk etapta. Bir koli dolusu kitap dikkatini çekiyor Asi’nin... neler okuyor sevdiği acaba... o koli mıknatıs gibi çekiyor Asi’yi başına. En üstteki kitaba uzanıyor... Göçmenler... koltuğun kenarına ilişiyor... ‘dört sürgün, dört öykü...’ diye başlıyor... ‘...zamanın dipsiz derinliklerinde yitik yaşamlar... Yaşadıkları topraklardan kopmak zorunda bırakılanların kitabı...’ diye devam ediyor anlatan. Hımmmm... ardından... Darağacında Üç Fidan... arkasına bakma gereği duymuyor, okudu, biliyor.... bir tane daha... Buzul Çağının Virüsü.... “Bir kez ölümlü bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...” çarpıyor gözüne... Kitaplar apayrı bir dünyadır dalınan içine... hiç fırsatları olmadı sohbet etmek için öylesine Demir’le... onun bu dünyada dolaşmayı tercih ettiği köşelere göz atma fırsatı buluyor böylece... ama kolinin içindeki bir tahta kutu dikkatini çekiyor, kitapları aldıkça beliren boşluktan... üzeri oymalı ahşap bir kutu görünüyor... Benzer bir kutunun biraz daha büyüğü, inci tarağını ve resimlerini yaktığından beri kendi komidininde boş duruyor. Demir bu minik kutuda ne saklıyor. Kapağı açıyor... zinciri ucunda bir altının muhafazası bu kutu... altını... aşkı... Demir’in evinden getirtebildiği şuncacık eşyasında... minicik dünyasında bu saklı... Çıldırmak işten bile değil, daha bugün Defne ile altınını konuşuyorlardı. Kutuyu kapatıyor, ama hemen bırakamıyor, hasret giderir gibi aşkıyla, bir müddet parmakları o muhafazayı okşuyor... kalbi küt küt atıyor... ama geri koymalı... daha fazla oyalanmıyor. Parmakları kolinin içinde gözden kaybolan kutunun peşine yöneliyor... boşluğu aranıyor... Altınını bırakırken geri, ondan bir kez daha ayrılmak zoruna gidiyor. Son bıraktığı kitabı tekrar eline alıyor... ilgisini çeken bir şey vardı... neydi o... haa...”...bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...” ardından Defne’nin sesi duyuluyor... Mutfakta birşey yokmuş, Arif Efendiyle hemen birşeyler alıp geleceklerini söylüyor. Anlaşıldı bir müddet daha burada... koltuğun kenarından içine kayıp yine ucuna doğru oturuyor... Nerede kalmış Demir... kaldığı yere, ayraç niyetine ne koymuş... gece yatağında mı okumuş... birde sayfanın yanına kurşun kalemle not düşmüş... eğip başını el yazısını okumaya çalışıyor... Demir eve uğruyor... Arif gelmiş olmalı... son duruma bakmak istiyor. Yeni evinin heyecanı... sanki sık sık uğramak , taşınmak için acele etmek istiyor. Bilmiyor... bu gün Kuşlu evinin kapıları bir güzeli buyur etti koynuna... oturuyor onunla... bir davetsiz misafir daha. Elinde kitap, dalmış gitmiş Asi’nin görüntüsü beklenmedik bir yürek çırpıntısı veriyor bu adama... Gördükleri hayal mi gerçek mi... odasında durmuş Asi’yi seyrediyor o anda. Asi, bu evin bir parçası olabilir mi... hep onun koltuğunda oturabilir mi? Aman aman... aman... bu hayalleri bıraksın hemen... sesleniyor “Merhaba”... ... ...Asi dalmış elindeki kitaba... kitabın ”...hâlâ yağmur yağacak...” diyen satırına... sevdiğinin sesiyle irkiliyor, dönüveriyor başı arkaya, Demir orada. Ne zaman geldi, ne zamandan beri arkasında seyrediyor onu acaba?... Kitabı koliye bırakıp kalkıyor koltuktan... bir “Merhaba” da ondan geliyor bu ana. Demir sanki kendi misafirmiş gibi soruyor...”Rahatsız etmedim ya?.. Bir adımda çıkıveriyor odaya... “Şöyle bir baktın mı, yoksa merak edip karıştırdın mı?” derken gözleri takılıyor kolideki ahşap kutuya. Neden Demir’in eşyalarını karıştırsın Asi... kitap ilgisini çekti... işte bu kısmı katıksız gerçekti. “Sinirlenme” diyor Demir... karıştırsa bile bir mahsuru yok. Asıl ruhunu bir karıştırdı ki, toplayamıyor. Sinirlenmediğini söylüyor Asi ama sesi öyle olmadığını Demir’e ondan önce geçiriyor. Ya gözlerindeki gizlemeye çalıştığı şey... o ne söylemeye çalışıyor, kesinlikle bakmış olmalı o kutunun içine, bakışlarındaki suçluluğun sebebi bu işte. “Yani o kutunun içine bakmadın, öyle mi?”... Hangi kutu... Demir eğilip alıveriyor ahşap kutuyu... o da iki eliyle sarılıp bu hazineye, kapının yanındaki dolaba kaldırıyor, Asi’nin önünde. Mevzuyu başka konulara çekmek için yaptıkları alışverişe sığınıyor Asi... buraya Defne ile birlikte geldiler, Demir için bir şeyler almış. Asi’de yardım etmeye çalıştı. Paketlerin içindekilerin izahını yapıyor biraz ona... kıyafetlerini ise açmadı, Demir yerleştirir diye. Bu konuşkanlığı dikkatini çekiyor Demir’in... birşeyler sakladığından e.min oluyor daha fazla. Neyseki kurtulmuş kıyafetleri onun meraklı bakışlarından... gülüyor artık kutuya baktığını itiraf edemeyen bu kıza. Bu kendi kuruntusu mu yoksa, nasıl e.min olabiliyor bu kadar, şaşarak kendine biraz da. Herşey hazır sayılır, eğer kalacaksa. Asi gözlerini kaçırıyor Demir’den... kendini de... neler oluyor... onunla burada yalnız olmak mı onu huzursuz ediyor... Dayanamayıp soruyor Asi... “Bu geceyi burada mı geçireceksin?”... Bilemiyor Demir, yerleşebilirse... evet. Elleri ceplerinde, alınan birkaç adımda karşısına geçiyor Asi’nin yine. Yine kaçırıyor gözlerini Asi... söylemek isteyipte ona söyleyemediği şey de ne... onunla paylaşamayacağı hiç bir şey olamaz yeryüzünde, bilmiyor mu bunu... cesaret vermeye çalışıyor ona gözleriyle... geri dönme... içine çekilme... durma, ilerle. Dönüyor Asi’nin gözleri Demir’e... sevdiğinin saçları iki yandan toplanmış geriye... gözleri herşeyi yüzünde... bakıyor ona artık cesaretle. -Ben de senin için birşeyler yapmak istiyorum. Boğazından başlayan bir alev yayılmaya başlıyor Demir’de... bu gidişatın sonu nereye... sesini çıkarabilse, “Bana kendini vermekle başlayabilirsin...” diyecek Demir... “...bunu benim için her gün... her saat... her an haline getirebilirsin... yaşamım olabilirsin... daha devam edeyim mi... bu şimdilik yetsin...” ... İçi içine sığmıyor artık, gizli kapaklı olmaktan bıktı artık... belirsizlikte beklemek, liğme liğme ediyor onu artık. “Bana yardım et Asi... bu oyunun kuralını beraber değiştirelim...” demişti bir keresinde ona... hiç bir şey değişmemiş o günden bu yana. Bir de ona cesaret vermeye çalışıyor aklı sıra... ...Asi devam ediyor... “...ama ne yapacağımı bilemiyorum.” O kadar alışveriş yapmış ya... daha ne ister Demir... Dalga geçtiğini düşünüyor Asi, Demir’in... ama değil. Yaşamı yaşanır kılan Asi, Demir’e... o anda... onunla olması bile nasıl önemli Demir için. “Birşey yapman gerekmiyor” diyor Demir. Böyle olması gerekiyordu... Asi düşünmesin bunları... yeterince derdi var, gittikçe de çetinleşiyor sorunları. Bu mümkün mü?.. söylemekle olur mu? Elbette düşünüyor onu Asi... evinden ayrıldı, buraya taşındı... evdekilerle de arası bozuldu... onlar için çok çaba harcadı... İçten içe devam eden bu sözün ardı... babasının bu çabayı hiçe sayışı... keşke... keşke Asi’de onun için birşeyler yapabilse. İkiye bölünmüş Demir’e dönen gözlerinde bakışları; onlar için yaptıklarıyla aşkı ve onuruyla ayakta durmasını istediği babası. Neden birinden birinin yanında yer almalı... İkisine de kıyamıyor... ikisi de canı. Demir, Asi’nin asıl yapması gerekenin babasıyla konuşmak olduğunu söylüyor ve netleştirmek durumlarını... bilmeden bunu çoktan yaptığını. ... İkisinin de yüzü bulanıyor... “Demirciğim evde misin” diyen bir sesle. Bala... ardında bir usta... her ikisi de avluda. Bala’nın zamanlamaları... öldürecek bu adamı. Asi ise, bu kadınla ilgili, ne düşüneceğini bilemez durumda. Demir “Avluda bir iki tadilat vardı, onları halledecekti...” diyerek bir açıklama yapıyor... onunla ilişkisinin artık Asi için anlaşılmış olduğunu sanıyor... fakat, makul olması çok zor Asi’nin bu konuda. Bala sinirlerini tepesine çıkarıyor bizim gibi onunda. Asi bakışlarını geri getiriveriyor kıskançlığı... yetişiyor Demir çıkmadan onların yanına... “Tabi... sizin tamir tadilat işleriniz için... mimardan başkası gelmez.”... Tek söz gelmiyor Demir’den artık ona... dönüp bakıyor sadece sevdiği kıza... O kadın Demir’i ilgilendirmiyor, bal gibi biliyor Asi bunu da... Bala, Hasan Ustayı tanıştırıyor Demir’le... bir tane daha yok bu ustadan, kıymetini bilsinler iyice. Oyalanmadan Asi de çıkıyor odadan, vakti varsa bir şey söyleyebilir mi Demir’e... Bala durur mu sessiz, sakin... geride. “Bavulun hazır mı... acele edelim, yoksa uçağı kaçıracağız” diye laf sokuşturuyor aralarına gönüllüce. Asi’nin vakitlerini aldığını mı ima ediyor bu seferde... Çok zamanını almayacak Demir’in, süslemeye gerek yok babasının red cevabını Demir’e... “Babam çiftliğe yerleşmeyi kabul etmedi” diyerek bildiriyor ailesinin kararını... Bala ayaklarının altındayken, söylemekte hiç zorlanmıyor bunu Demir’e... Demir donuk... Demir alternatifsiz... bir B planı yaptımı kendince... nasıl mani olacak Asi’nin Adana’ya gidişine... onun için birşeyler yapmaya çırpınan kız gitmiş, babasına hak veren Asi duruyor önünde. Akşam karanlıkla gelmiş bu geceye... Demir’in Bala ile İstanbul’a gidişi engelleniyor bir telefon ile. Arabası çiftliklerinin önünde durunca anlaşılıyor gelen esrarengiz telefonun içeriği... Melek odasına kapatmış kendini, ne yapacaklarını bilememişler çiftliktekiler de... Leyla ile Süheyla bahçe girişinde bekliyorlar onu... Leyla durumu anlatıyor, kaygılı bir ses tonu... Süheyla’nın ise niye kapıda durduğu bile belli değil... anlamlanacak birazdan, Aslan belirince elinde bavulu önlerinde... ... Bu topraklar... ablasını alan bu Asi nehri, ona iki canı geri verdi... kıyamadı yeğenlerine... yaşasınlar isteyerek, bağışladı teyzelerine. Onların mucizevi kurtuluşu Süheyla’nın hayattaki tek sevinciydi bir vakit... ne oldu. Şimdi kızı gibi büyüttüğü Melek’e soğuk... oğlu gibi büyüttüğü Demir’e uzak düşen... onun yabancı bakışlarını hak eden bir insan... bu nasıl oldu?... ... Melek yatağının üzerinde... ağlıyor iki gözü iki çeşme... yan gözle farkediyor kapısının açıldığını... o karanlık figürde, Melek için nasıl bir aydınlık saklı. Fırlayıp sarılıveriyor abisine... neden onu yalnız bıraktı... hesap soruyor ağlayan gözlerle. İnkar etse de Demir... yada öyle olmadığını umsada... yalnız bıraktı Melek’i, uzağa gitti gerçekte... Bu ev onların evi mi... Süheyle tanıdıkları teyzelerimi... ne eskisi gibi ki... hak veriyorum Melek’e, burada kalmak istemeyişine. Konakta , dede takmış misafirini koluna ... kapıdan çıkmak üzereyken haber veriyorlar Neriman’a, dışarıda yemek yiyecek Sarmaşık ile Cemal Ağa... Neriman söyleniyor “son anda mı söylenir bu” diye babaya... Gonca çağrılıyor bu arada sofraya ama kapısını kilitletimiş, açmıyor her nedense. Dedenin bir omuz darbesiyle giriyorlar içeriye... bir not... yatakta bulunan ilaçlar... anlatıyor herşeyi, hiç bir sese cevap gelmesede. Gonca ambulansla yetiştiriliyor hastaneye, Sarmaşık da çok üzgün olan bitene... hiç akla gelmeyecek bir şey, ilaçları bırakırmıydı yoksa açıkta bir yerde... ama Neriman haklı çıktı işte... genç kızlar var dedenin evinde, olmuyor Sarmaşık’la aynı yerde. İhsan, Defne ve Kerim de geliyor hastaneye ama şu anda Gonca’ya ilk müdahale yapılıyor, midesi yıkanıyor, annesi de onunla birlikte. Demir, kalmaya ikna etmiş olmalı Melek’i çiftlikte... yalnız dönmüş şehre. Odaya adımını attığında ilk işi sığınmak o ahşap kutunun sükunetine. Asi’nin oturduğu koltuğa oturup huzur bulmaya çalışıyor, emaneti ellerinde. Odanın açık pencerelerinden dolan hafifde bir gece esintisi var bu akşam... ferahlatıyor Demir’e geldikçe. Bütün almak zorunda kaldığı kararlar... buna bağlı olanlar... netice vermeyen bir çaba... hepsi fazla... silbaştan gelinen noktada, hali yok adım dahi atmaya. Yeni bir şeyler düşünmeli... bu gücü altını verebilir belki. Açıp kutunun kapağını, ulaşıyor sonunda aşklarının sembolüne... bir nevi, ulaşmak bu Asi’ye. Asi’yi düşünmek istiyor bir tek şu anda... Bu kutuyu gördüğünde açıp açmamak arasında gidip gelen gönül çelişkilerini... sonunda kendini razı edişini... açtığında yüzünün aldığı ifadeyi... hepsini görebiliyor sanki... sanki izledi. ... ... Saat epeyi geç oldu... daha ilerlemeden aramalı ve haber vermeli Kerim’ede... İstanbul’a gidemedi ve tabi, aktarmalı, İhsan Bey’in teklifini reddedişini. Arıyor aramasına ama hayrete düşüyor dostunun söyledikleriyle... kalkıveriyor bir hamlede, duramıyor yerinde... Bütün aile hastanedelermiş... Gonca ilaç içmiş, intihara kalkışmış, midesi yıkanıyormuş şu anda acilde. Kerim anlamıyor, neden yapar bu yaşta bir kız böyle bir şey... Demir’inse ip uçları var elinde, galiba biliyor nedeni ve kişisini de... Hatay’da hala ama bilinmesin şehirde olduğu, birini araştırması gerekiyor gizlice.. kimseyi zan altında bırakmak istemiyor ama haklı çıkacağından e.min neredeyse tahminlerinde. Hastanın midesi yıkanmış... gerekenler yapılmış... yaşamsal bir tehlike kalmamış. “Hayata karşı hepimiz bazen bir boşluğa düşeriz... çözüm ararız” diyor doktor... asıl mesele bu durumu tekrarlama ihtimali... ilgilerini ihmal etmemeli kızları üzerinden aile. Hasta durumu dolayısıyla fazla ziyaretçi istemeyecek... bir tek Asi ile görüşecek. Ablasına, onu beraber gördüğü gençle çok yakınlaştıklarını, birlikte olduklarını söyleyecek. ... ...Neriman Gonca’nın yanında kalıyor ama ailenin geri kalanı, konağa dönmeye karar veriyor... Asi konuşmaları gereken şeyler olduğun söylüyor. Hastaneden ayrılmadan, İhsan, Gonca’yı görmek için odasına gidiyor... kızını uyur, annesini başında oturur buluyor. Ne hale geldiler... onlar böyle bir aile değildiler... kızları canına kıymak istedi, sebebini bile bilmez haldeler. Bunun bir ihtar olduğunu düşünüyor İhsan... bu felaket diğerlerini önlemek için bir şans belki de... birbirlerini suçlamayı bir kenara bırakıp, birlik olmalılar. Demir araştırmaya Ziya’yı bir başka kızla gördüğü restorandan başlıyor... Garsonlar, manifaturacının oğlu, Hatay’da birlikte kaldığı arkadaşı derken... sonunda elle tutulur bir bilgiye ulaşıyor. Ziya Antep’e ailesinin yanına dönmüş... Arkadaşı bir defa uğramıştı evlerine sadece...adresini de bilmiyor, tarif de edemiyor. “Öyleyse birlikte gidiyoruz” diyor Demir’de... Genç, “Abi yapma... beni bu işe karıştırma” dese bile fayda etmiyor... çoktan karıştı bile. Antep’e gitmek üzere birlikte yola çıkılıyor. Gonca uyanıyor sonunda... Neriman bu kadar saf değildir aslında ama sorgulamaya başlıyor kızını uyanır uyanmaz daha... Kalabilir mi bu şartlarda Gonca orada... zaten yüzleşemeyeceğini düşündüğü için saptı bu yollara. Annesinin hemşireyi bulmak için odadana çıkışını fırsat bilip uzaklaşıyor aileden bir kez daha... Cemal Ağa’nın ve Kerim’in arabaları konağın kapısına yanaşıyor... aile eve girerken Cemal Ağa, şoföre, Sarmaşık Hanim’ı yerine götürmesi için talimat veriyor. Defne Ceylan’ı uyutmaya çalışırken, İhsan ile Asi Cemal Ağa’nın çalışma odasına kapanıp, başbaşa konuşuyor... Cemal Ağa böyle bekleyemez ama... bu kapı kapanamaz ailenin en büyüğüne... bir kenarda oturup onları mı bekleyecek... sadece o değil, Kerim ile Defne’de olmalı bu konuşmanın içinde. Salona geçiyorlar... durum izah ediliyor aile meclisinde. ... ... Cemal Ağa görüşünü bildiriyor herkese...madem iş bu noktaya varmış, bu işi nikah temizler... varmı başka çözüm ellerinde. Demir arıyor Kerim’i... araştırmalarının sonucunu söylemek ve Antakya’da olanları öğrenmek üzere... Salonda hep bir aradalar, Kerim zorlanıyor Demir’e cevap vermekte... Defne soruyor... ‘Kerim... Kerim... kim?.. Hastaneden mi?”... söylemek zorunda kalıyor... Demir arıyor... İstanbul’dan... Asi’nin kaşları çatılıyor, İstanbul’da olduğunu biliyor, Bala ile birlikte uçtular, hatırlamak canını sıkıyor. Kerim rahat konuşamayacağını anlayınca, avluya çıkıyor... kendi öğrendiklerini aktarıyor... “Haklısın Demir... mevzu o oğlanmış...”... Asi takip ediyor Kerim’i avluya... sorular var kafasında... Bu saatte neden aramış, merak ediyor o da... Ya Gonca... onun durumunu biliyor mu?.. Bildiğini öğrenince de sinirleniyor, İstanbul’da çok meşgul olmalı, bir arayıp geçmiş olsun demedi ona,... Kerim “Bak Asi... öyle değil...” diye söze başlasa da, yarım kalıyor lafı gelen haberle... Gonca’nın hastaneden kaçmış olduğun söylüyor Defne. Polise mi haber verseler acaba?... Kerim engelliyor aileyi... sakin olsunlar, polisi işe karıştırmasınlar... ona biriki saat süre verirlerse... bulup getirecekler Gonca’yı eve. Bir bildiği var... söz veriyor herkese... İhsan yeni yeni tanıyor damadını... şüpheyle yaklaşıyor... kızı ortada yokken ne süresi istiyor bu damat böyle. Cemal Ağa destek veriyor Kerim’e... güveniyor bu kıvırcık saçlı damada, hırsızlık bile yaptılar birlikte... bulurum diyorsa bulur getirir torununu, o yatmaya gidiyor, yaşlı kemiklerinin uykuya ihtiyacı var artık bu gece. İhsan, Neriman’ı hastaneden almaya gidiyor... Kerim’se düşüyor Gonca’nın peşine... Bala bulur da Demir’i biraz akıl yürütme biraz bahşişle... bulamaz mı Kerim’ Gonca’yı, Ziya’nın Antep’e gittiğini öğrenip de. İlk baktığı yerden bilgiye ulaşıyor... Gar’daki Antep otobüsünün yazıhanesinden, Gonca’nın bir evvelki sefer ile yola çıktığını öğreniyor... çorap söküğü gibi geliyor geriside. ... Antep’de Gonca’yı Kerim karşılıyor otobüsten indiğinde... kocaman bir kucak açıyor sevgiyle... sığınıyor Gonca’da eniştesine. Çok utanıyor Gonca... bakamazdı babasının yüzüne. Kaçmaktan ve Ziya’yı bulmaktan başka çaresi yoktu... ama tasalanmasın boşuna... bulundu Ziya. Demir, gece rahatsız etmemek için aileyi... kapıda bekledi günün ağarmasını. Sabah ile birlikte çalıyor kapıyı... Ziya’nın evde olduğunu öğreniyorlar, içeri buyur ediyor baba oğlunun arkadaşlarını. Demir uyarmıştı Ziya’yı... abice olmayacak sonraki uyarı. Babasının yanında bir azarlıyor önce... telefonunu açsın, sanmasınlar kaçtığını. Demir’in sözleri irkiltiyor yaşlı adamı. Devam ediyor Demir, Gonca ile buluşacaklar ardından da Antakya’ya gidecekler, yapsın babasına gerekli açıklamayı. Müsade isteyip çıkmaya yelteniyor ama bu arada... bilsin Ziya... kapıda bekliyorlar onu da. ‘Oyalanma’ mı diyor, yoksa ‘kaçmaya kalkışma’ mı?.. Onu bir kez buldu, yine, yeniden bulabilir... akıllı davransın artık bundan sonra. Neriman konaktaki salonda... koltuğa kıvrılmış, uyuyakalmış... ellememiş hiç İhsan, üzerini örtüp azıcık dinlenebilsin diye öylece bırakmış. Ama iyi haberleri var ona... kalkmalı artık. Hafifçe sarsıp uyandırıyor... Kerim’in aradığını, Gonca’yı getirdiklerini söylüyor. Kendi dertlerine düştüler, kızlarını ihmal ettiler, toparlanmalılar artık. “Gene başımızda ol İhsan’ diyor Neriman... onsuz nasıl yapılır bilmiyor. Çiftliğe dönmelerini öneriyor İhsan... yaralarını evlerinde sarsınlar... yeniden kursunlar hayatlarını, orası yuvaları, başka yerde yapamıyorlar. Asi haklı... kiracı bile olsalar... çiftliğe dönmeliler... Demir’in arabasında dönüyor Hatay’a Gonca ile Ziya. Birşey söyleyecek yüzü var mı bilmiyorum bu gencin bu kıza. Kimseye söz vermediğini söylüyordu... ‘güven bana’ önemsiz bir söylem olmalı Ziya için, öylesine sarfedeceği bir şey hayatında. Özür diliyor... onu zor durumda bıraktı biliyor... ama isteyerek olmadı, her nasılsa. ‘Demir neden orada’nın cevabı ise yine yaşanmışlıklarda. Abartılı bir ilgi aslında. Belki de geçmişin faturasını ödüyor, şu an yardıma muhtaç olana bu konuda... Gonca’da, Süheyla’nın 17 yaşını mı görüyor, inanışı sevdiğini sandığı insana... veya çaresizliği seçişi, annesini mi hatırlatıyor ona. Karanlık sulara kapılmasına müsade edemez kimsenin çevresinde... uzanmalı elinden geldiğince... zor durumda kalmasın, çaresiz kalmasın hiç kimse. Asi, Ceylan’ı almış kuytusuna... sıkı sıkı sarılmış ona... oturmuşlar avlunun girişe giden basamaklarına, sohbet ediyorlar kardeş ve abla. Daha çok vakit geçirmeli onlarla... bunun için söz veriyor Ceylan’a. Defne yanlarına gelip, bilgi veriyor... Kerimler birazdan burada olacakmış. Çay yapın diye, Demir haber yolmamış. Asi için beklenmedik bir havadis bu... İstanbul’a gitti diye biliyordu Demir’i... Defne anlatıyor olan biteni.; Demir hiç İstanbul’a gitmemiş, durumu öğrenir öğrenmez Ziya’nın peşine düşmüş. Kerim’le ikisi durumu herkesten gizlemiş. Canlanıyor Ceylan bir anda... “Vaaayyy Demir Abi’ye bak... avcı gibi iz mi sürmüş?”... Asi alışık her taşın altında onu bulmaya, bu seferde aynen öyle olmuş. Vakit geçirmeden mutfağın yolunu tutuyor... Demir çay istemiş... ocağı yakıyor... suyu koyuyor... kaynayan suyla çayı demlerken Demir’i seviyor. Herkese ikram edecek bu çayı Asi, ama Demir’in dudaklarına değende Asi tadı olacağını umuyor. Yolcular konağa ulaşmış... kadınlar yemek masasının etrafında, erkekler salonda toplanmış. İhsan ve Cemal Ağa oturuyor... Ziya, İhsanın... Demir ve Kerim ise Cemal Ağa’nın yanında, ayakta... Dedeye kalsa, kaçakcılık günlerinden kalma biriki uygulama çekecekti yeni damada ama şükretsin şu İhsan denen adama. Eğeeeer... dediklerini hasır altı edecek olursa, bir hata yaparsa... değişir bu dede de... hayatı zehir edebilir insana. Asi giriyor içeri elinde çay tepsisiyle... ikramı Demir’e geldiğinde, iki eliyle birlikte uzanıyor Demir tepsiye... çay tabağını tutan eli aşağıda ama bardağa uzanan elini kaldırıyor göz hizasına, demi kontrol edercesine... yüzünde ise Asi’den gelecek tepkinin hazırlığı daha o anda. Asi farkediyor onun çayı kontrol ettiğini... kızdırıveriyor Demir’in bu hareketi... birde gözleri yere doğru... bakmaya bile tenezzül etmiyor mu? Umursar mı aile büyüklerinin orada oluşunu... yapıştırıyor yine lafı... “Gayet de iyi oldu... demini aldı.”... Bu kadarla kalamaz Demir... içi kıpır kıpır, artık Asi’deki bakışlarıda... iyice çileden çıkaracak onu... soruyor... “Biraz bulanık, kuyu suyu mu bu?”... Söylediklerinin önemi yok... bu ses tonu, sonlarda neredeyse kaybolan harflerin olduğu o vurgu... ‘sen benim misin?” olabilirdi bu soru. Kendinde tutuyor Demir onu... yanlarındakilerce farkedilmeyen bir tatmin bu. Asi’nın gözünden kaçmıyor Demir’in bir şekilde onu alıkoyuşu, durduruşu... “Hayır... kaynak suyu” diyor... bırakıyor sevdiğini geride. Demir uzanıyor çayına, gıkı çıkmıyor dudaklarını yakana... bu yakış Asi’nin yakışına benziyor nasılda... gözlerinde Asi’nin bakışları hala... “Asi’de çayı gibi” diyor... “demli, sıcak”.... onu da yudum yudum yudumlayacak Nikah işlemleri biter bitmez, düğün yapılacak Demir Bey’in çiftliğinde, diye İhsan toparlıyor o ana kadar konuşulanları... Asi’nin bir şeyden haberi yok... o mutfakta çayla ilgilenirken bunlar konuşulmuş olmalı... Soruyor annesine... “Düğün neden orada yapılıyor?” ... Konuştular İhsan’la, çiftliğe dönüyorlar topluca... başlarında olacak eskisi gibi babaları da. Demir’in neden bu kadar keyifli olduğu, Asi’ye sataşmaya hal bulduğu anlaşılıyor şu anda... konu açılmışken “Çiftliğe dönme kararınıza sevindim” diyor Demir, İhsan’a. İhsan’sa minnettar ona... yaptıkları önemli şeylerdi. Önce onu kızına kavuşturduğu için. Ayrıca büyük de bir özür borcu var... her konuda sözünün eriymiş, İhsan yanılmış... utandırdı onu herkesin önünde boşu boşuna. Cemal Ağa o bildik gevrek gülüşüyle ortalığı birbirine katıyor... Demir’miş çiftlik ihalesinde kazıkladığı adam. Bu iş pek hoşuna gidiyor... ona iş ortaklığı teklif etmişti bir zamanlar, kabul edecekti o zaman... acısını çıkarmış oldu bilmeden. Nikah işlemleri tamamlanıyor... çiftlik düğüne hazırlanıyor. Kerim ve Defne evlerinden geliyorlar... çiftlik yolunda, bir küçük mola alıyorlar... Günlerin gerginliği bitmiş, herşey çözüme kavuşmuş gibi... birbirlerine yakınlaşıyorlar... Düğün hazırlıkları ise son sürat, çiftliğin bahçesi hazırlanıyor törene. Fatma Ana direktifler veriyor çevresine, düğün bu, kolay mı, olacak elbirliğiyle... Ceylan mutlu mesut koşturuyor bahçelerinde... Gonca’da hazır, gelinliği üzerinde, babasının iyi dileklerini ve destiğini alıyor evliliğinde... Neriman, Asi’ye bakıyor ne durumda diye, kalakalıyor odanın kapısında, bu güzellik de ne... bir başka parlıyor Asi, bir başka yakışmış ona her şey... Oysa, Asi yine sade, yine minimum makyajla... ama farkı yaratan aşk mı desem, Demir mi... kabulüm her ikisini de... farketmiyor hangisini söylediğimiz Asi içinde. Ceylan bu akşam masal perisi olup sözcüklerini saçıverecek her yere... “Vaaaayyy... Külkedisi prensin partisine mi gidiyor... Masal prensesi gibi olmuşsun abla...” Evet... evet diyebiliyorum sadece. Onay; susmak, doğru söze. ... ... “O boynuna bir şey lazım Asi” diyor Neriman... yine susuyorum... Asi’de aynı fikirde. Boynuna çok yakışacak bir şey bekliyor sevdiğinde. Demir, Ziya ile birlikte şehirde... hazırlar... bekliyorlar, Kuşlu Ev’de. Gecenin damadı yay gibi gergin... Demir nice zamandır olmadığı kadar huzur içinde, neden kaşlar potur potur çatık bilemiyorum, tebdil-i kıyafet ifadesi bu sanki yüzünde... gelen telefona cevap veriyor sakince. “Asi”... Asi hala odasında, katılmamış diğerlerinin arasına, parmakları giysisinin V yakasının açıkta bıraktığı teninde... Demir’in sakinliğine düşüyor tek bir sözüyle... “Sende bir emanetim var, gelirken onu getirebilir misin?”... Asi... sesi... söyledikleri... anılar... ondan vazgeçmek zorunda olduğunu sandığı bir zaman diliminde, iç debelenmelerini bile durultan bir anda reddettiği ‘aşk’ını geri istiyor sevdiği... Onun bedenine yaşattığı işkenceler hiç bitmeyecek gibi... Demir’i istiyor sakince ondan... Demir’i ... ne kadar önemsiz kalıyor şimdi, emanetinin orada olduğunu bilişi... ondan bunu geri isteyişinin yanında her şey siliniyor gibi... ... Asi bilebilir mi Demir’i alıp götürdüğü yeri... tam anlamıyla değil, hiç orada olmadı ki. Suskunluğu meraklandırıyor Asi’yi... “Demir... orada mısın?”... İnanmıyorum, “Buradayım Asi” deyişine... yürek çarpıntılarını saklıyor kendine. Ona dolan mutluluk rüzgarı, en keyifli yanını çıkarıyor açığa yine... şakalaşacak... çekişecek Asi’yle... “...ne demiştin anlamadım... emanet mi... hatırlayamadım”... Adı gibi e.min, çenesini dikleştirdi ve ona döndü şu anda Asi... biliyor ama göstermeyecek bu kızgınlığını... toplayıp kendini, çekilecek geri... doğru tahmin etti... “Hatırlamadıysan önemli değil... unut gitsin...” diyor ona ulaşan sesi... Nasıl seviyor bu kızı, hırçınlığını, asiliğini... ona hep diklenişini... Uzanırken ahşap kutunun içindeki altına, gülüyor yüzü. Akşama dönüyor gün yavaş yavaş... hazırlıklar bitmiş çiftlikte, herşey hazır düğün törenine... Çardak süslenmiş tüllerle, çiçeklerle... masalar sandalyeler giydirilmiş aynı şekilde... girişe bir açık büfe hazırlanmış... garsonlar dolaşıyorlar kanepe ve içki dolu tepsilerle... ikramlar, akın akın gelen davetlilere... Şarmaşık ekibiyle geliyor davete, surpriz bir gurup olarak çıkacaklar gecede. Ziya gelmiş... Gonca’nın odasındalar birlikte... Gelin, evliliğin içini sinip sinmediğini soruyor Damada... “Beni sevecek misin?”... Her seven mi bu kadar çaresiz durumda... Bu soru kaç yürekte soruldu... kaç gözde kayboldu... önce, şimdi... sorulacak ve kaybolacak sonrada. Keşke bir cevap olsa... olan sevenle paylaşılsa. ... İçine sinmiyor Ziya’nın bu evlilik... şu anda ne sevgi ne aşk hissettiği, Gonca’yı bile tanımıyor... sadece zoruyor kendini ona. Bahçe kapısından girenler arasında Demir görünüyor artık... Ziya’yı getirip bırakmış, sonrada arabasını park etmiş olmalı... şu anda yalnız başına... Bize henüz çok uzak, ona doğru görüntüye giren bir hareketlenmeyle birlikte “Ablamı mı arıyorsun” diyen sesini duyuyoruz Ceylan’ın. Demir’in aranan bakışlarını bu gecenin perisi görüyor önce... bu abi sayesinde, babası yine başlarında, o evine kavuştu... Gonca ablası da sevdiğine... atlayıp hoplayası var o dakikadan beri de. Demir onun da kahramanı... onun da şövalyesi... Çocukca bir minnetle... güvenle... o karşılıyor Demir Abi’sini ve yönlendiriyor doğru prensese... Başıyla işaret ederken Asi ablasının balkonunu, bir tutam büyülü sözcüğünü de serpiveriyor geceye, bahçe girişinde... “Külkedisi gibi ama masal prensini beklemez o...” Dönüyor Demir’in gözleri Ceylan’ın işaret ettiği yere... Sevdiğini görüyor yatak odasının balkonunda. Demez ama bilir... Asi’nin beklediği Demir. “Beni bekliyor’ ne kadar muhteşem bir histir, ayaklar yerden kesilir, ruh bedenden çıkar sevene yönlenir...insan elinin kolunun ne yaptığını bilemez hale gelir... ... ... Kaç gün oldu durup baktığı, o balkona... yaşam geri dönmüş aileyle buraya... Başardı işte, bu çiftlik hayat dolu bu akşam, ve aşkı bekliyor onu balkonunda... Gözleri karşılaşıyor o uzaklıkta... Mağrur prensesi... mahsun bu akşam... sebebi Demir, gönlünü alacak birazdan... Demir yavaşça balkona onun yanına çıktığında, tek söz yok aralarında... Bu akşamın ‘merhaba’ları, sessiz bakışları... Demir’in anlamazlığa gelişi emaneti, uçlara bir yere taşımış Asi’yi... dip dibeler ama çok uzakta sanki... Kardeşinin yakıştırmasıyla ona yanaşmaya çalışıyor... “Ceylan sana külkedisi diyor”... Asi, “Burası da üveyannemin şatosu” diyerek, Demir’i masalın kötü karakteri yapıveriyor... Bir an evvel aralarını düzeltmesi lazım Demir’in... yoksa gece boyunca kızgın kalacak ona sevdiği... “Şu emanet konusuna gelelim mi?..”... Lafını bile duymak istemiyor Asi... “Tamam Demir... boş ver...” Baştan bilecekti ‘emanet’lerini, şimdi hiç bir kıymeti yok ki. Demir, “Hayal meyal hatırlar gibi oldum... bana iade ettiğin bir şey olabilir mi bu?” diyor... Hatırlamış sonunda ama Asi için bu daha kötü. Tipik ‘Asi duymazlığı’na kaçıyor... “Artık aşağı inmem gerekiyor” diyerek geri çekilip balkondan odaya girmek üzere hareketleniyor... Asi’nin bu kadar hassas oluşu, Demir’i şaşırtıyor... tahminlerinin ötesinde bır kırgınlık Asi’de, bu kadarını beklemiyor. Kızgınlığı Asi’yi kendine püskürtür, oysa sevdiği kaçıyor... Asi altınlarını ona geri verirken, kendi hissettikleri aklına geliyor... Nasıl da bir donukluk yayılmıştı tenine... öfke ve kızgınlık nasıl bir fiziki işkenceye dönüşmüştü bedeninde... katlanamadığı için kaçtımştı Asi’den de... bunu mu yaşıyor sevdiği de... Bu kadar kırdı mı onu, emanetlerini hatırlamayışı?... Sadece şaka yapmıştı... ... ... Sözleriyle durduramayacağını görüyor, elini beline doğru uzatarak Asi’yi resmen engelliyor... Bir an evvel bulmalı aşkı sevdiğinin boynunu... huzur orada görünüyor. Gitmek için bu acelesi onu korkutuyor... “Ne kadar sabırsızsın?”... ona dokunması ikisininde dengelerini alt üst ediyor... tezatlıklar yaşatıyor. Bir kıvılcım gibiymiş belini bulan eli... bir yangın başlattı ona değişi... farketmiyor şu anda bu temasın kesilişi... bir alev dalgasınının içinde onunla yalpalandığını hissediyor... gözleri bu yalpalarda onda geziyor. Asi’nin gözlerinden başlayıp saçlarını, dudaklarını... boynunu dolanıyor... Onunda sabrının sınırı zorlanıyor... artık o da acele ediyor. Gözleri tekrar birbirini bulduğunda “Bu saçlarla olmaz... Hadi saçlarını topla” diyor. Asi’nin arkasına doğru dolanırken, cebinden altını çıkarıyor. Asi, Demir’in kendisini ‘emanet’leri konusunda ne kadar kırdığını onunla göz gözeyken daha iyi anlıyor. Bir rüya gibi, bu... olacak mı... altını boynunu Demir’in ellerinden bulacak mı? Bir tepkisizlik halinde... gözlerinde incili bir anı dolaşıyor. Demir bu sefer ‘Becerebilir miyim?” diye sormuyor... ısrar ediyor...”Asi bekliyorum seni... Saçlarını toplar mısın?”... Asi, ensesine doğru uzanıp dalga dalga öbeklerini başının üzerine doğru çekiyor, bir elinin kıskacında bırakıyor... kendini bir kez daha ona teslim ediyor. İnsanın duyguları gerçekten bir anda değişiyor... Demir’in elleri boynunun iki yanından dolanarak kolyesini taktığında serbest eli neredeyse telaşla altınını arıyor... Demir zinciri takmak için onu çektikçe Asi’nin parmakları altını peşi sıra göğsünü tırmanıyor... sonunda erişiyor... elinden bırakamıyor. Demir, “Tekrar sabun kazanına atmayı hiç düşünmedim” derken, gözleri ona dönen Asi’nin boynunda... nasıl da yakışıyor Demir oraya... “O altın senin” diyor... aşkım senin... Tozlu köy yollarında tanıdığı mağrur prensesin, evlenmek istediğinin. Aşkı için yıllarca onu boynunda sakladı bir kadın... hiç aşksız kalmadı, dokunan elleri hep aşka buladı bu altın. Bu altının kaderi, güzel bir kadının boynunu süslemek... Geri verdiğinde çok kızmıştı. Kararını değiştirdiğine çok sevindi, Demir. Çünkü her ikisi de biliyordu ki... bu aşktı... bu umuttu. “Altın sana çıktı mı hiç” diye sorarken, deliceydi belki ama kendi altınının Asi’ye çıkmasını umuyordu. Demir’in sakinliğindeki tutku, geri getiriyor Asi’ye delişmen korkusunu... Dinliyor, anlatsın aşklarını... Hassas hemde buyurganı... Aşkıyla tehtit ediyor hiç sakınmadan, susturuyor onu küheylanı... -Onu takmaktan vazgeçtiğin gün... Belki de alıp başımı gideceğim... |
24. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|