Sample picture
 
‘Coşku’ beni de sarsıyor... Kalakalıyorum günler boyu bu anlarında... Tek yapabildiğim Asi-Demir’i seyretmek... seyretmek ve oturmak bilgisayarımın başında... Bu da benim soluklandığım durak olmalı... Söylenmemiş birşeyler var, farkındayım geçit vermiyorlar bana. Belki ‘saklambaç’ hatırlatıverdi pek çok geride bırakılmışlığı... ‘geride bırakılanlar’ üzerine olan bu hafta, tutuyor olabilir beni burada... Ya da güncel söylemler gitmiyor, asılı kalıyor kafamın bir tarafında... duyup geçemiyorum, çünkü gözlerimin gördükleri başka... Seyredegeldiğim ‘detay’ları... beni inanmazlığa sürükleyen yıpratanları... dopdolu... peş peşe... çok fazla... yaşanmışlar işte ve hepsi dört başı mamurlukla...

Hissettiğim ‘coşku’ydu bu anlarına... birbirimizden habersiz ama dostlar da aynı kanıda... bir coşku var... hiç tereddütümüz yok onların şu anında.

İlk defa böylesi bir dokunuşa uzandı Asi-Demir bu dizide... ve duygusal coşkunun yanında, bedensel coşkuda ilk defa bu kadar açık görsellendi bu anlamda... hayallerimizin ötesine taşan bir uyum karşımızda... Doğayla harmanlanmış bu dizi, kadın ve erkek birlikteliğinin de ‘en’ini örnekliyor adeta. Onlarda herşeyin, insan vücudunun işleyişi gibi, mucizevi bir dokunuşun izlerini taşıdığı yönündeki fikrimi paylaşıyorum bir dostla . Koreografı kimdir bu bedenlerin... nedir Asi-Demir’i böylesi bir eşgüdüm ile hareket ettiren ve ‘birbirini tamamlayan’ kılan. Doğalarında böyle bir uyum... bedenlerinde böyle bir karşılık bulma... Asi-Demir sevişemeyecek, karışacak bu masalda.

Omuz başında bir yuva kurmuş meğer sevdiği ona... bundan fazlasına ihtiyaçları yok, yeter onlara... çok güzel gerçekten burada olmak... Demir nasıl bir dünya?.. Ona ulaşmayı başarabildiği anlarda asilik bitiyor ruhunda... Öpücüklerini hatırlatıyor, saçlarından yanağına kayan dokunuşlar... O gece, ‘dur bir dakika’ demişti... ‘yetemem senden gelecek başka bir dokunuşa...’ ama özlemle meylediyor dudakları şu anda... Uzanıyor belli belirsiz, yanağındaki bu hatıraya... o öpüşe... kendi dokunuşlarıyla taze tuttuğu o yoldan gelen Demir’in parmaklarına... ‘Demir.. hatırlıyor musun....”...

Demir’in gözleri kapanıyor, başı sevdiğinin saçlarına doğru hafifçe oynuyor... Asi’nin, bedenine bıraktığı cürretli kıpırtıları ... dokunuşlarına yetişme arzusu... dudak yolunda onu bekleyen soru... Hissettiği bir başka çılgınlık anı mı? Hayır... katıksız bir coşku. Sevdiği, dokunuşlarına uzanıyor... bu gün, bedenlerinin dansı var... masum bir arzuyla Demir’e sokuluşları devam ediyor. Hiç bir dünya kıymetinin yerini tutmadığı cevabını... o ‘evet’ini... dudaklarından saçlarına verdiği öpücüğüne saklıyor.

Asi cevabını... onun dudaklarından öpücüğünü alıyor... Ya gözleri... sevdiğinin gözlerinde de, o öpücüğü görmeli... çekiyor kendini yavaşça geri. Demir bir parça şaşkın... kaşları çatık, endişeli. ‘Yatış’ diyor Asi... ‘Gözlerini de görmem gerekliydi.” Sadece gözlerini mi... bakışları geziniyor tenini. Daha birbirini bulan bedenlerinin sıcağı üzerlerinde, gitmedi... ama dinmekten çok uzak parmaklarının özlemi... Demir’in ona dokunduğu gibi dokunmak istiyor oda Demir’e... parmaklarını yüzünde gezdirmek... sevmek... hissetmek sevgilisini... Asi’deki her Demir yaşanmışlık, istetecek daha fazla Demir’i...

Öpücüğünün hemen sonrası hareketleniyor göğsüne yaslanmış Asi’nin bedeni... bu öpücük onu rahatsız mı etti... ne güzel sarmalanmışlardı birbirlerine... ne oldu şimdi. Endişeyle izliyor ondan ayrılan bu bedeni... arıyor daha en başta gözlerini... gerçek orada gizli.... Yatıştırıyor o gözler Demir’i... Asi onu görmek istiyor, bu o kadar belli ki. “Bu mu senin endişen... hala e.min değil misin sevgimden?”... Bak o zaman gözlerime... saklayabilir miyim... bana dokunacağın anın özleminde bu ten... gör gözlerinle... Neden uzatmıyorsun ellerini, neden dokunmuyorsun yüzüme... sadece gözlerin değil, dokunuşların gezinsin bende... Bu kez beni değil... kendini durduruyorsun, ... ... ...olsun... ‘beklerim’ bende. ...

Asi’nin gözleri Demir’in ona verdiği sözde... bıraktı onu gidiyor ama biliyor ki bekleyişiyle birlikte... Bir gün uzanacak Demir’e...

Demir’in telefonu çalıyor... Arif arıyor... İhsan Bey’e rastlamış sokakta... iyi görünmediği için eve almış... haber veriyor. Demir hemen geri dönüp Asi’ye sesleniyor... “Asi... bekle...” koşarak yanına gidiyor. “Baban.. şehirdeki evdeymiş... “... Asi şaşkın... “Hangi evde?”... Demir “Benim evimde” diyor, her ikisininde gözlerinde ayı ifade... “Ne işi var İhsan’ın o evde?” Biraz evvel ayrı istikametlere giden Asi-Demir... bir anda yön değiştiriyor, Demir’in evine gitseler iyi olacak... birlikte karar veriliyor.

Asi-Demir bir anlam veremiyor ama İhsan’ın o ana varışı bizim güzümüzün önüde oluyor...

İhsan bir düşten gerçeğe dönüyor... ne kim olduğunu... ne nereden geldiğini... ne ne kadar yürüdüğünü biliyor. Gerilmiş bir lastik gibi hayatının bir ucu boşa çıktığında, çekiliverdi işte herşeyin başladığı geçmişteki bu noktaya... Demir’in doğduğu eve... Süheyla’ya... çünkü geçmiş ve sorunlar orada başlıyor... çünkü İhsan orada bir seçim yapıp yolunu ayırıyor... çünkü orada yanlışa sapıyor. Onu burada görmek, suçluların olay mahaline dönmekteki garip içgüdüsünü bana hatırlatıyor... İhsan, olan herşey için kendini suçluyor... kendini bu kadar suçlu gördüğü için zaten ‘vazgeçiş’ onda tutunabiliyor. Bir eli duvara dayalı... bir eli alnından birikmiş hatıraları tutuyor... o kapıyı seneler evvel çalmalıydı... ne yazık ki bugün bile son adımı atamıyor...

Arada gelip çiçeklere ve bahçeye bakan Arif İhsan’ı bu haldeyken görüyor... onun için bir doktor bulmayı teklif ediyor... İhsan kabul etmiyor... O zaman evde dinlensin biraz, böyle bir yere gidemez. Arif’in kolundan tutarak yardım etmesiyle girebiliyor İhsan ancak içeri... ona uzak birinin yanındaki varlığı o anı kolaylaştırıyor belli ki... Yaşanmıyorluğun sessizliğinde bekliyor içeride, boş avlu... ama kendini bıraktığı o koltuk... dün akşamdan beri çaresizlikle sığınışlara sıcacık bir yuva oldu... önce Demir’i ağırladı şimdi onu... Odadaki basit eşyalarda dolaşıyor bakışları... solgun renklerindeki boyalı kuşta soluyor onun da gözleri... “Yolun sonu sanki burasıymış gibi... kendimi bu evin önünde buldum...” diyor yanına bir bardak suyla gelen Arife... yol ortası... yol ayrımı... yol ayırmalar... ne kadar çok şey gördük, göreceğiz bu masalda hep beraber... ama burası Arif’in dediği gibi “...belkide yolun başıdır, Beyim...”

İhsan için bu ev... Süheyla ile... geçmiş ile... yalnız kalabildiği bir mekan... susmayı ve beklemeyi bilir o... bırakıyor söylesin söyleyeceğini bu duvarlar... çok uzun zaman sessiz kaldılar. İhsan daha suyunu bile bitirmemiş... bir yudum almış, kenara bırakmış... ama Arif giriyor bu seferde elinde yeni demlediği limonlu bir bardak çay... Asi’nin sesi duyuluyor bu arada... “Baba... baba... iyi misin?”... koşar adımlarla giriyor odaya, diz çöküyor koltukta oturan İhsan’ın yanına. Peşine Demir’i görüyoruz... yakınlarına kadar gelip, duruyor karşılarında ayakta.

Gayet iyi İhsan... Arif ısrar etmiş... bir çayını içeyim demiş... yorgunmuş, dinlenmek iyi gelmiş. Daha bir yudum bile almadığı çayını da bırakıp suyunun yanına kalkıyor ayağa... “Davetsiz misafirin olduk Demir... kusura bakma”... devam ediyor ardından da... “Ne güzel doğduğun eve sahip çıkmışsın!”... Pencere içindeki boyalı kuşa dönüyor başı... o bu kuşları iki tane biliyordu... diğerine ne oldu?... Kızıyla, Demir’in yüzlerinin aldığı ifade, “Vaktiyle Süheyla bahsetmişti.”diye, açıklama gereği duyuruyor İhsan’a... Asi ve Demir’de duruyorum ayrı ayrı... Gençlik çılgınlığı... çekim... karşı koyulamayan bir tutku... böyle mi gördüler sadece Süheyla-İhsan yaşanmışlığını? Oysa geride bırakılan ilişkide bunların dışında paylaşılmış çok şey saklı... Keten ceketli genç ile çiçekli pazen elbiseleri içindeki işçi kızın uygunsuz arkadaşlığında, ne zaman bu boyalı kuşlar bahis konusu oldu? Hep vaktinde gelinen o buluşmaların hangisinde... başakların arasına gizlenip dünyalarını paylaştıkları zamanlarda mı... yoksa... topraktan başka dünyası olmayan o işçi kızın, mozaikleri ilk gördüğü ve büyülendiği, sarsıcı günde mi? Boyalı kuşlar geri getirivermiş pek çok yaşanmışlığı İhsan’a... Demir’den duyuyor ki diğeri, annesinin mezarı başında... O günleri düşününce Süheyla’yı anlıyor... İhsan’ı neden birtürlü affedemiyor, artık biliyor. Sabun kazanına attığı o altını Süheyla bulduğu andan beri, kendi dünyasıyla ilgili herşeyi unutup, bir umuda tutunmayı seçti... Hayatı da zaten o noktada durmuş gibi. Artık çok geç bunu söylemek için ama İhsan babasına inanmakla çok büyük bir hata eti. ... ... Süheyla hala herşeyi bildiğini düşünüyor... bile bile seyirci kaldığını sanıyor. Oysa o yeni idrak ediyor. Gözleri çokca geçmişte... ama bir anlığına Demir’e, o işçi kızın yeğenine kayıyor... “Babam muhakkak ki bir işçi kızla evlenmemi istemiyordu.” diyor...

Demir, müdahil olmak istemez gibi İhsan’ın itiraflarına... o nedenle gözleri hep etrafta, biliyor ki aslında bu adam kendi kendiyle hesaplaşmakta... Ama bu sözlerle bakışları gergin yaydan fırlamış oklar gibi buluyor İhsan’ı... teyzesi adına... ailesi adına... Onlar işçiydi evet ama devran değişti işte... şimdi karşılarında... Asi giriyor görüntüye hemen sonra... bu da bir başka boyutu... Asi’yi işçi bir kız olarak aldı yüreğine ilkten o da... “Babanız akıllı adammış... küçük bir yalanla olayların gidişini değiştirivermiş. Sizde ona inanmaya seçmişsiniz. Sorgulasaydınız o zaman bu gün herşey bambaşka olacaktı.”... diyor... Herşey olup bittikten sonra yaşamlarda hataları bulmak ne kadar kolay geliyor. İhsan’ı ortaya koyuyor ama bu sözlerin ardına başka yaşanacaklar gizleniyor... İnanmayı seçtikleri... tek bir soruyu sormaktan imtina edişi... nelere mal olacak ona!... Bir kez daha gerçek yanıbaşlarında... ama görünmüyor o anda. İhsan hayatının bu noktasında, hatıralar ondan intikam alır gibi karşısında dururken... hiç bir şey yapamıyor... onlara bakmaktan... hatalarını başkalarının ağzıdan duymaktan başka... çaresizlik burada.

Neriman kızları Gonca ile Ceylan’ı alıp babasının konağına sığınıyor... Defne’de kapıda onlara yetişiyor... Bu çekimler bahara doğru mu yapılıyor, daha avludan içeri adım atamadan, Neriman’ın ayağına kanağın bahçesindeki sarım sarım sarmaşık dolaşıyor... “Aaa sende kimsin?”... cevap geliyor... “Sarmaşııık... Cemal Bey’in arkadaşıyım... pardon... siz kimsiniz?”... Neriman’ın elindeki bavul yere düşüyor... Cemal Ağa elleriyle kabarttığı kahvelerle, avluya çıkıyor... kahveler... bol köpüklü kahveler... sahibini bekliyor... Fakat sanıyorum ki Cemal Ağa’nın bu sabah ki kahve keyfi kaçıyor. ... ... Kızını torunlarını salona almış, robdöşambrını çıkarıp takım elbiselerini giymiş, ahkam kesiyor... Çiftlik kısa zamanda açıkarttırmayla satılır. İhsan’ın borcu kapanır. Onlarda el elde, baş başta kalırlar... olacağı bu. Demir arada olmasa.. çoktan bu durumla gelinecekti, şaşacak bir şey yok... herşeyi de çok biliyor. Cemal Ağa bunları sayadursun, Neriman’ın aklı... hazır edilen demli çayları taşıyan tepsiyi, evin hanımı gibi görevliden alıp gelen, misafirlere bir bir ikram eden Şarmaşık’da... Servisi bittikten sonra gidip babasının koltuğunun koluna iliştiğinde ve omuzlarından Cemal Ağa’ya okşarcasına masaj yapmaya başladığında... daha fazla bakamıyor Neriman’da... Allahtan odasına çıkıyor Sarmaşık... ama bir ihtiyacı olursa hizmetçiyle haber göndermesini söylemeyi de ihmal etmiyor ayrıca. O salondan çıkınca, herkesin aklındakini... Ceylan söyleyiveriyor bir çırpıda... “Dede... bu kadın kim allah aşkına... Sevgilin mi?.. Çok söyletmiyor Neriman kızları... gönderiyor yerleşmek için odalarına onları... babasını aıp dizinin dibine, başlıyor söylenmeye... o gelinlik çağına gelmiş kızlarıyla Cemal Ağa’ya sığınıyor, babası afrasıyla tafrasıyla konakta bir kadınla oturmuş fal bakıyor. Merak etmesin Neriman... Ağa söyler o kadına, odasından çıkmaz bir daha...

İhsan, Demir ve Asi... Kuşlu evin avlusunda... sekinin üzerine ilişmişler konuşuyorlar, bu sefer şu anda yapılması gereken hakkında. İhsan bir bedel ödediğinin farkında... herşeyini kaybettiren bu ceza fazla değil mi bilmeden işlediği bir suça... Ama mücadele etmeyecek artık. Yenildiğiyi kabul edip köşesine çekilecek. Zaten gücü de yok direnecek daha fazla. İhsan sabahki halinden kat kat iyi... en azından kendinde şu anında... ama Demir’i şaşırtıyor bu konuşmasıyla... hiç yakışmadı böyle konuşmak İhsan’a. Asi söze giriyor... herşeye rağmen yeniden toparlanabilirler... gerekirse yine Demir’lerle çalışabilirler. Ama İhsan itiraz ediyor... kendi çiftliklerinde Demir’in işçisi olarak çalışamaz... bunu kaldıramaz... Orada çalıştığı her gün, her dakika babasına olduğu kadar kızına da ağır geldi. Asi bunu anlayabiliyor. Demir’i ise üzüyor duydukları... o elinden geleni esirgemedi değiştirmek için koşulları, yoksa bilmeden bir hata mı yaptı? Demir her zaman İhsan’a karşı saygılıydı... üstelik bu meselenin küçük bir parçası... Ailesi parçalanıyor... asıl bunu önlemenin bir yolu var mı? Asi babasının pes ettiğinin farkında ama yenilgiyi kabul etmiyor... çiftlik yeniden onların oluncaya kadar, gerekirse sıfırdan başlayarak, herşeyle savaşmaya devam edecek... babasının kaldığı yerden o sürdürecek.

İhsan’a bu dar gününde ilk yardım elini Demir uzatıyor... şehirdeki evin boş olduğunu, hatıra olduğu için açık tuttuğunu, arzu etmesi halinde istediği kadar kalabileceğini söylüyor. Ama İhsan burada kalamaz... hatta hiç gelmemeliydi, burada bulunmak ona çok acı veriyor.... Bir otele gitmeyi düşünüyor. Tam onlar kapıdan çıkmak üzereyken Defne ve Kerim geliyorlar... kızı babasını çok iyi tanıyor... İhsan’ın konağa gitmeyeceğini biliyor... kendi evleri dururken, otelde kalmasına müsade etmeyeceğini söylüyor... Kerim’de karısını destekliyor... üstelik Defne ailesinden ayrı kalmaya alışamadı, hiç olmazsa onun iyiliği için davetlerini kabul etmesini rica ediyor. İhsan yufka yürekli... dayanabilir mi... kızını kıramıyor, onlara gitmeyi kabul ediyor. Üstelik bu İhsan’ın ilk iş günü... önce bir dinlensin, sonra çıkıp işe gitsin... konuşa konuşa oradan uzaklaşılıyor...

Demir, geride kalan Asi’ye sesleniyor... “Biraz konuşalım mı?”... Herşey çok ani oldu... ama merak etmesin, hallederler... birlikte şirkete gitsinler... biriki çözüm yolu düşündü... konuşurlar ona göre karar verirler. Demir onunla konuşuyor ama farkediyor ki Asi onu dinlemiyor... o kafasında kendi çözüm yollarını üretiyor... Üniversiteden hocalarıyla konuşarak referans alamayı, birkaç çiftliğin daha hayvan bakımını üstelenmeyi düşünüyor. Demir itiraz ediyor... “Hemen iş mi bakacaksın?”... Büyük paralar kazanamaz belki ama bu da bir başlangıçtır... başka çare bulamıyor. Demir onun acele etmesini istemiyor... Asi’nin inatçılığını bildidiği içinde çok üstüne gitmemeye çalışıyor. Asi’de onu anlamıyor... babası pes etti, birinin aileyi toparlaması lazım, kendinden başkasını göremiyor, Demir hangi acelecilikten bahsediyor. Demir sözleriyle... bedeniyle... ileri atılıyor... “Ben varım Asi...”... bu çıkışı Asi’yi şaşırtıyor. Demir hangi sıfatla ‘ben varım’ diyor... aklından geçen herşey gözleriyle Demir’e ulaşıyor... kırıyor... “...ama yok sayıyorsun. ” Yardım etmesine izin vermesini istiyor, hiç değilse iş buluncaya kadar. Asi, Demir’i seviyor, sırf bu nedenle ailesi için ondan yardım kabul edemeyeceğini nasıl bilmiyor. Demir biliyor aslında böyle olduğunu, bunun ona ağır geldiğini, ama sevgileri koşulsuz olsun istiyor. Asi ona her anlamda kendini bıraksın, sussun, düşünmesin ve sadece dediğini yapsın, onun sorunlarını Demir’in çözmesine müsade etsin... ama Asi öyle biri değil... bunu yapamaz... yapabilse ‘Asi’ olmaz. “Şimdi git... kararlarını uygulamaya başla... tekbaşına davranmaya devam et...” Asi’nin zaten yaralı yüreği, nasıl karşısına dikiliyor Demir’in bu sözleri... gitmek istemiyor, tekbaşına olmak istemiyor, hele hele Demir’in yardımını reddettiği için, o üzülsün hiç istemiyor. Kendisi için başka yol yok, Demir neden varmış gibi davranıyor... bir an için kendini Asi’nin yerine koysun ve anlasın istiyor. Demir’in istediği farklı bir şey mi? Asi’de onun yerine geçip düşünebilir mi...

O bu haldeyken, Demir elleri kolları bağlı, hiç bir şey yapmadan kenarda durup bekleyebilir mi? Eğer bir gün gurunu bırakabilirse Asi... herşey orada başlayacak... sanki Demir kendi gururundan vazgeçebilirmiş gibi.

Çiftlikte hayat Kozcuoğluları olmadan tatsız geçiyor... Aslan resmi olarak çiftlik onun olmamasına rağmen Bey’liğe soyunuyor... sanki bir bankın üzerine çıkıp ‘yeni bey benim’ demekle ‘bey’ olunuyor. İşçiler dağılıyor... geride Ökkeş kalıyor... Baba-oğul mu?.. Bey-işçi mi? Onlar kim... kendileri de dahil kimse bilmiyor!... Aslan’ı bu gün bir de sürpriz bekliyor. Kendisini çağırtan Süheyla’ya gittiğinde, eline bir jipin anahtarı tutuşturuluyor... Melek, teyzesinin oğluna aldığı bu hediyeye tepkisini olanca doğallığıyla veriyor... Böyle yetiştirmedi Süheyla onları, ‘sevgini göstermek ayıp’ dedi... ‘her zaman mütevazi olun’ dedi... şimdi oğlunun sevgisini parayla satın olmaya çalışıyor. Süheyla, o sevgi için herşeyi yapar... intikam... para... hepsine var... Kerim’i neredeyse silip attı hayatından... sevgisiyle büyüttüğü abisini ve kendisini de bir kenara atabilir... sıra onlara ne zaman gelecek... bunu bekliyor Melek... ... ...Oğlunu bulduğundan beri farklı bir gözle baktığı sevdikleri aklına mı geliyor? Huzursuz mu oluyor? Kerim’i arıyor, iyi olup olmadığını soruyor. Kayınpederi ailesiyle evinden atıldı, onlarda Süheyla’nın yarattığı enkazı temizlemeye çalışıyor... çok iyiler... hiç merak etmesin Süheyla Teyze, herşey yolunda gidiyor.

Konağa geldiğinde Asi’de Sarmaşık ile tanışıyor... bu egzantrik kadın Asi’den hoşlanıyor... ama Asi’nin onunla kaybedecek vakti yok, dedesini bulması lazım, müsade istiyor. Dedesini ve annesini salonda buluyor... o gün yaptıklarını anlatıyor... bir kaç yere gidip soruşturdu, iş arıyor. Koskoca dedesi bostan korkuluğu mu da, onun bunun yerinde Asi iş arıyor. Cemal Ağa bu işe çok içerliyor. Ama Asi kararlı, kendi ayaklarının üzerinde durmak için ne gerekiyorsa yapacaklar, gerekirse Gonca’da daha iyi maaşlı bir işe girecek. Neriman Asi ile gurur duyuyor, zaten babasının evinde koşullar gencecik kızlarına uygun değil... kızlarını bu evde daha fazla tutamayacağını söylüyor. Cemal Ağa hop oturup hop kalkıyor... hiç biri hiç bir yere gitmiyor... onu çiğneyip giderlerse fena bozulacağını söylüyor.

Demir ve Kerim ofiste... dosyalar önlerinde... ama kafada bu kadar sorun varken odaklanamıyorlar işe. Kerim, İhsan Bey’in herşeyi nasıl kabullendiğini hiç anlamıyor. Demir’se oğlunun kapıdışarı ettiği İhsan’ın bir bunalım yaşadığını düşünüyor. Üstelik bu duruma gelmelerinde payı büyük. Yardım etmek istiyor ama Asi kabul etmiyor... Kerim’i bilgilendiriyor... “Kendine iş bulmaya karar verdi.”... Kerim şaşırıyor... “İş mi... çiftçilik mi yapacak?” Demir’in yüzüne gülümsemeyle karışık bir acı ifade geliveriyor... “O kadar inatçı ki, herşeyi yapar. Para kazanıp ev tutmayı, aileyi bir araya toplamayı istiyor... Başkalarının yanında çalışarak bu mümkün mü yaa?!?...” Sevgili Demir diyesim geliyor... Sen sevdiğini yere göğe sığdıramazsın... elleri ellerinden başka şeye tutunmasın arzularsın ama o bir veteriner... elbette mesleğini yaparak para kazanacak... herkes ağa kızı doğmuyor, geri kalan nasıl yaşıyor. Kerim yetişiyor... “Ne yapmasını bekliyorsun... kızın elinden gelen bu?”... Asi’ye diklenemedi Demir ama Kerim’e söylenerek deşarj oluyor... “Bir kez olsun bana güvense... onu düşündüğümü anlasa olmaz mı?” Sevgi nasıl saklanamaz bir şey ise... güvende sağlam tesis edildiyse, sarsılsa bile yıkılmaz bir şey... Asi güvenir... tersini hiç söylemedi Demir’e... Ona inancını kaybettiği için güvenmediğini düşünüyor... bir noktaya kadar haklı olabilir Demir... ama onların ki gibi bir sevgi var olabilir mi güvensizlikte. Kerim davet ediyor Demir’i evlerine... bunu söyleyebilir Asi’ye... Defnelere geliyor bu gece... tabiii İhsan Bey’de evde.

Melek’in söyledikleri, Süheyla’yı iyice sarsmış olmalı... Kerim’le konuştu olmadı... yeni iş yerinde ziyaret ediyor İhsan’ı. Hala karşısına çıktığına göre İhsan’dan alamadığı başka şeyler kalmış olmalı... Bir soyadının peşinde Süheyla... oğlunu da kendi gibi görmezden geldiğini, soyadını esirgediğini düşünüyor... oysa bu mümkün mü?... Asi görünüyor kapıda bu arada, elinde bir demet çiçek ziyarete gelmiş yeni işine başlayan babaya... şaşırıyor Süheyla’yı orada görünce... özür diliyor, birşey konuşacaktı ama akşam beraberler nasılsa... bekleyebilir... gerisin geriye dönüyor, İhsan’a getirdiği çiçekleri kucağında hala...

Olan bitenden bunalmış... kendini boşlukta hisseden Gonca, birlikte oluyor o gün Ziya’yla... Yaşadıkları şey ilkti onun için ama çok önemliymiş gibi görünmüyor bu onu yalnız başına evine gönderen adama.

Akşam... Kerim ve Defne’nin evi... Asi’de gelmiş... belki Demir’de gelecek, beşinci bir tabak daha konuyor masaya... Otursunlar mı yemeğe, Asi’nin konuşacakları var onlarla. Adana’da bir çiftliğin işletmesini önermiş Cemal Ağa... başka türlü ailesi bir araya gelemeyecek gibi görünüyor, ne diyorlar buna... Kerim pilavı getirmek bahanesiyle kaçıyor mutfağa... telaşeli telaşeli Demir’i arıyor, bir an evvel gelse iyi olur, Asi şehri terketmekten bahsediyor. Bu da nereden çıktı... zaten işini bitirmiş yolda, ama hızlandırıyor merdivenlerden inen adımlarını... farkedene kadar köşebaşındaki kızı... sesleniyor tereddütle...”Gonca!”... gözyaşları içinde dönüyor Gonca ona... “Ne yapıyorsun sen burda?.. İyi misin?.. Gel, ben seni bırakırım burada bekleme.” Alıyor onu arabasına... Gonca’nın gözyaşları dinmiyor, akıyor yol boyunca. Sohbet etmeye çalışıyor Demir, belki öğrenebilir bir şeyler onunla ilgili bu yolla. Merak etmesin geveze biri değildir... kimseye söylemez ulu orta. Ama Gonca inatla suskun, tek yapabildiği ağlamak... Geçen bir çocukla gördü Demir onu... o mu üzdü yoksa? Adı ne çocuğun... İşte bunu yanıtlıyor Gonca... Ziya...

Demir, Kerim’lere vardığında, İhsan’ı duyuyor daha kapıda... masaya inen yumruğun sesine karışıyor çatal bıçak şangırtıları... böyle bir ortamda giriyor oraya... Evde, buz gibi bir hava... yemekler ortada ama hiç ellenmemiş daha... kimsenin niyetini yok gibi onlara dokunmaya... neler olduğunu tam anlayamasada, Asi’nin bulduğu çözüm, belli ki memnun etmemiş İhsan’ı da... bu gün gibi ortada. İzin isteyip kalkıyor masadan İhsan ne evsahibini ne de Demir’i görecek gözü var o anda... sadece Adana’ya gitmek istemesi değil... onu asıl çığrından çıkaran, Süheyla’ya rastlayışıyla ilgili imaları aynı zamanda.

Asi’yle konuşmak istediğini söyleyince, Kerim’le Defne de terkediyor salonu... Asi hala masadaki yerinde oturur halde... Demir, babası değil... ne ona çıkışabilir, ne de masalara vurup içindeki hırçınlığı açık edebilir... kolundan tutup sürüklemekte fayda etmiyor, bunu bile denedi, bilir... ne yapacak bu kızla, allah bilir. Tek bir yol var önünde... konuşmak Asi’yle... soruyor vakit geçirmeden de... “İş için başka bir şehre mi gideceksin?”... Öyle görünüyor. Asi sanki çok olağan bir şeyden bahsediyor. Aslında iş istiyorsa burada da var... orada ne yapacaksa aynısını burada da yapabilir. Birlikte çalışabilirler... neden hayatını zorlaştırıyor, Demir anlamıyor. ... ... Babası bitti, Demir başladı... bulduğu çözüm ikisini de memnun bırakmadı... İhsan, ‘kolay’, Demir, ‘zor’ ile ona yükleniyor... artık hiç bir şey kolay değil, hayatı zor zaten, bu neden anlaşılmıyor. Hele, Demir hiç düşünmesin onu, ilgilenmesi gereken misafirleri var. Bala’nın bu konuşmaya dahil edilmesi de Demir’i çığırından çıkarıyor... yine haksız yere üzerine geliyor. Asi masadan hışımla fırlayıp karşısına dikiliyor...

-Demir ben kararımı verdim.
-Ne yaptığının farkında mısın sen? Buradan gidiyorsun...

İçinde gökler gürlüyor... Beni bırakıyorsun...

İhsan koşar adımlarla merdivenlerden iniyor... “Fırtına yağmur getirecek, hertarafı su basabilir.” Aslan suyu tahliye etmeyi bilemez... birşeyler yapmaları lazım. Bu akşamdan mı... hayatlarından mı bahsediliyor...

Cemal Ağa, güleç yüzlü damadını acil olarak konağa çağırıyor... kapalı kasa bir kamyonet ile artık İhsan Beyi’in olmayan çiftliğin kapısına dayanılıyor... Cemal Ağa’nın torunlarına elleriyle aldığıı ceyizler içeride kaldı, onda bunları icraya kaptıracak göz var mı... Dedeyle damat birlikte hırsızlık yapıyor... Kerim kimin torununu aldığını anlıyor...

İhsan ve Demir’in araçları çiftliğin sulama kanallarının olduğu yere peşpeşe varıyor. Gök delinmiş... yükünü bırakıyor. Yağmurluklar giyiliyor ama bu bardaktan boşanırcasına yağışa hiç bir şey fayda edecek gibi görünmüyor. Aslan, Ökkeş ile orada, nereden başlayacağını da ne yöne gideceğini de bilmiyor... İhsan’ı görür görmez ondan yardım istiyor. Arif’te yardıma geliyor. İhsan herkesi görevlendiriyor... Asi güneydeki arkı açıp suyu kanala vermek üzere Demir’le birlikte guruptan ayrılıyor... Demir motorun üzerindeki muşamba örtüyü kaldırıp kenara koyarken, Asi, el pedalını işletecek kayışı yerine takmaya çalışıyor...hava şartları işi zorlaştırıyor... sürekli kullanılmayan iptidai makina da güçlük çıkarıyor... Demir’se onu izliyor... “Sen ne yaptığını bilmiyorsun Asi... bu toprakları mı bırakıp gideceksin... artık senin değil ama selden kurtarmaya çalışıyorsun!.. Gidemezsin... bu topraklara ihanet edemezsin...”... Bir taraftan fırtına... bir taraftan ona direnen makina... ve Demir... hele Demir... onunla baş etmek hiç kolay değil... en zoru o gecenin... Şartlar nasıl da arka çıkıyor Demir’e... taşırıyor gökler gibi Asi’yi de... sabahında yuvalanmak için çırpındığı bu göğsü geri püskürtüyor bu gece... “Ne istiyorsun benden haaa... ne..?... Toprağımızdan kopardınız bizi.” ... ... Demir’in Asi’ye çaresizliği eş yağana... koptuğu yerden düşmeyen var mı, hepsi mecbur buna. Gökkubbenin altında çıkıveriyorlar Demir’den kopanlar da açığa... dökülüyorlar bu topraklara... “Bir kere yardım iste benden... bir kere de güven... bir kerede kaçma Asi... yeter artık, yapma bunu...” Oysa Asi ondan yardım istemiyor ... burada onlara yer yok artık, alsınlar herşeyi... “Anla”sın istiyor...

İhsan’ın yönlendirmeleriyle zarardan kıl payı dönülüyor... kanallar açılıyor, mahsül kurtarılıyor, mesele kalmıyor. Toprak yağmura karışmış, yürümeyi zorlaştırıyor... yağmur geceyi ıslatıp, karartıyor .. Demir fenerle bastıkları yeri aydınlatıyor, el verip Asi’yi tümseklerden atlatıyor... arabaların yanına geldiğinde soruyor...”Önce çiftliğe gidip bir bakacaksın heralde... birden gidip yerleşmeyeceksin?”... Evet, gidip bakacak Asi... hemen... yarın erkenden. Demir hayalkıkıklığıyla başını eğiyor. Sevdiği hiç vakit kaybetmiyor... daha çetin fırtınalardan... sellerden... yolundan döndürmek mümkün olmuyor. Islanmanın iyi geldiği o akşam hatırlanıyor son bakışmalarında ... ne kadar çok şey oldu ve değişti o günden bu yana... artarak gelen tek şey gözlerindeki özlem... özlem her olmazlığa rağmen... Lakin babası çekip alıyor o akşam da Asi’yi Demir’den... Ne kadar imkansız bir ev hayal etmek bu koşullarda... hatta bir kuş kafesi... birlikte gidilen.

Ertesi sabah... konağın kapısında bir araba... içinde bir adam... Şafakla geldi Demir oraya... radyosundan inceden inceden ‘yavukluya türküler’ kulağına erişirken, o yavukluyu beklemek kapısında, ne kadar güzel. Sımsıcak Demir onu beklerken. Duyarlı konağın kapısındaki en küçük bir harekete... Asi’nin etekleri savrulurken girişte Demir’in gözleri onu bulmuş bile... Asi’nin çıktığını görür görmez arabadan iniyor. Sevdiğinin onu burada bulmayı beklemediği gözlerinden okunuyor... ne işin var burada, dercesine onu aranıyor... ‘günaydın’lar öylesine geliyor... Demir onun tek söz etmesine müsade etmeden laflarını ağzına tıkıyor... “Birlikte gidiyoruz... hiç itiraz istemem.”... Asi durabilir mi... tabiki itiraz ediyor... o turistik bir gezi yapmıyor... hem Demir’in işi yok mu, burada ne arıyor?.. Asi duvarlara konuşuyor olsa belki cevap alabilirdi, oysa söyledikleri Demir’e ulaşmıyor... O sadece soruyor... “Hangi arabayla gidiyoruz?”... Gözüm saate kayıyor... saat sabahın 6.40’ı... onlarda yaklaşık bu saatlerde oralarda olmalı... ben zaten mest olmuşum Asi’ye inatçı Demir’i görmekten bu saatte... Asi’nin de aynı şeyi hissettiğini düşünüyorum keyiflice... o da mest... İnatçı sevdiği... yanında sevdiği... ne yaparsa yapsın o da kendi gibi, itip ötelemelerine pes etmiyor sevdiği. Demir’in arabasına gelmeyi seçiyor Asi... onu beklemenin en güzel neticesi, muştulanıyor Demir’in yüz ifadesi...

Henüz şehir tarfiğindeler... soruyor Demir...”Nereye gidiyoruz?”... Asi bakakalıyor... “Adana yolunu bilmiyor musun?”... Demir’in dudaklarına gevşek bir tebessüm gelip kaçıveriyor... ancak o zaman anlıyor kendine takıldığını... sırası mı şimdi bunun, biraz da kızıyor gibi onunla dalga geçtiği için. Bal gibi biliyor nereye gideceklerini Demir. Biliyor nereye gideceklerini ama başka şeyler hayal etmişti, konağın kapısında beklerken... “Bilmem” diyor yine dudaklarını bir aralık büzüp... “Belki de fikrini değiştirirsin... Tarsus’a gider kıyıda yürürüz...”... sevgililer gibi el ele yürümeyi mi hayal ediyor Demir... nazlanıyor Asi... hiç oralalı olmuyor... “O zaman beni sağda indirmen gerekecek... çünkü yürümeye hiç niyetim yok...” O böyle yanındayken, keşke git git bitmez olsa Adana-Hatay arası o birbuçuk saatlik yol. Herşeye razı Demir...

Adana’daki çiftilk evi üç yıl evvel bakımdan geçmiş, bazı camlar kırık, kapıların ayarlanması lazım... Asi “hepsini hallederiz... biraz zaman alır ama olmayacak şeyler değil ” diyor, oysa Demir’e kalsa evin yıkılıp yeniden yapılması gerekiyor... Asi ailesini bir araya getirmeye o kadar istekli ki gerçekçi olamıyor... bununla birlikte bir konuda da haklı... “insan isterse yapamayacağı şey yok”... inanca direnebilecek hiç bir güç görünmüyor. O kahya ile birlikte çiftliği dolaşıp eksikleri tespit etmek üzere yanından ayrılırken, Kerim arıyor. Az önce İhsan Bey’in yanındaydı. Sağlığı iyi gibi... de... “Her sabah kızımla birlikte tarlalara gitmek için herşeyimi verirdim...” dediğinde... Kerim orada bitti işte. Ne yapacaklarını soruyor? Hava yağmurunu bırakmış gecede... güneş vurmuş artık her yere... Bu sahnelerde ara ara ekrana çiçeklenmiş çalıların sarımtırak gölgeleri düşüyor... yine böyle buğulu bir görüntüde Kerim’in söyledikleriyle Demir uzaklaşmakta olan Asi’ye dönüp ardından bakıyor... adımları kararlı sevdiğinin... tereddütsüz... aklına koyduğunu yapacak. Ama Demir’de öyle... onu dinleyemez... Asi’nin evini, topraklarını bırakıp buralara gelmesine müsade edemez. Yapacaklarını söylüyor...”Avukatımla konuş... hisselerimin satışına hemen başlasın.” O, kaşları çatık, telefonunu kapatıp cebine koyarken, kaygılar dolanıyor yüzünde münasebetsizce. Tersine bende... gerideki çiçeklenmiş ağaçların pembe-beyaz görüntüleri nasıl da umudu taşıyor habire... Yaşamın yeni sürgünler vermiş halini dallarda görmeyi bekliyordum nicedir... Asi-Demir’de başlarını kaldırıp baksa o bereketin yağdığı yere... umudu görecek... pembeyi görecek... yeşille birlikte.

Kerim Avukatla bir araya geliyor ofiste... konuşuyorlar son gelişmeleri birlikte. Senet ortaya çıktığı an, Demir olacakları öngörüp çağırtmıştı zaten avukatı... yapmıştı planını. Hisse satışı halihazırda bekletiliyor, hemen işleme koyulacak. Bu arada açık arttırmaya katılım için başvuruda bulunulacak... bu kolay fakat fiyatın oldukça yükseleceğini tahmin ediyor avukat. Demir bugüne kadar kazandığı hisseleri şirketten ayrı değerlendirmeyi düşünmediği için bu açık arttırmada zorlanabilir. Bu ihtimale karşılık Kerim kendi hisselerinin kullanılmasını öneriyor. Ama böyle bir teklifle geleceğini tahmin eden Demir kesin talimat vermiş bile... Kerim’in hisseleri kullanılmayacak... şirkette onun hisselerinin hızla kilit rol oynayacağı günlere giriliyor üstelik de artık onun düşünmesi gereken bir ailesi var.

Asi kahya ile işini bitirip onu bekleyen Demir’in yanına dönüyor... Çiftlik beklediği gibi çıkmadı... Demir, “Farketmedim sanma” diyor... bunu doğrulaması mümkün değil ama Asi’nin... “Bu çiftlik tam da tahmin ettiğim gibi... burayı adam edecek tecrubem var... merak etme” diyor. Sormadı ama olsun Demir yine de kendi görüşünü söyleyecek... Karlılık açısından düşünmek gerek... birincisi çok zaman alacak. Ayrıca çok harcama gerekecek. Diyelim şehirde bir iş buldu... belki de eline aynı para geçecek... değer mi bakalım bu kadar zorlanmaya. “Başka bir iş yapmak istemiyorum.” diyor fikri sabitlikle Asi... Demir’in ne yapmak istediğini seziyor, Adana hevesini kırmak istiyor... ama bu heves değil ki... Asi için mecburiyet... Demir’in yardımına ihtiyaç duymadan bütün ailesini en çabuk bir araya toplayacağı bir seçenek... elinde bundan iyi bir fırsat yok ve dört elle sarılması gerek. Gerçekler saklanınca ileri sürülen her söylem dayanaksız kalıyor... “Şehirden ayrılmak için bahane arıyor gibisin...” diyor Demir... gözlerini kaçırıyor Asi.... o da tamam... “ya geride bıraktıkların”... gafil avlıyor, en çok bu acıtıyor yüreği... görmesini istemiyor ondaki tereddüdü.. dönüyor gerisin geri... bırakmıyor ama avcı peşini... “... hiç mi önemi yok.”... Önem mi? Bir yol ağzında yüreği... ama bu şartda Asi’nin ne düşündüğünün bir önemi yok... aile endişesi yönlendiriyor yüreği... Ailesi paramparça olmuş herkes biryerlere dağılmışken, düşünmeye hakkı var mı sevgiliyi... onlar bu haldeyken nasıl bir Asi verebilir Demir’e ki?.. Şartlar ona yüreğinin peşine düşecek serbestiyi vermiyor ki... “Böylesi daha iyi olacak.” diyen Asi, e.min... O burada sıfırdan başlayacak... artık arkasına dönüp bakmaması lazım. Kimse de onun ardından bakmasın... Demir onu anlamaya başlıyor gibi... bir çaresizlik değil bu... yollar var onünde sevdiğinin sapabileceği, eller var tutunabileceği... ama o ‘Asi’ iken seçim değil hiç biri... Gece gündüz nöbet beklemek pahasına da olsa bu tarlalarda, geride bırakıyor olsa da sevdiğini doğduğu topraklarda... kendi başına ayakta durabileceği, başını dik tutabileceği bu çiftlik Asi’nin zorunluluğu... yanlış soru sormuş o da e.min gibi... doğrusunu soruyor şimdi...

-Unutulmak mı istiyorsun... Asi?
-Unutabilenler için... evet...

Efendim!!!... Unutabilmek mi... Demir mi?... Asi’ yi mi?...

O etekler hiç savrulmadı varsayıyorum bu adamın bacaklarına... danslar kayboluyor hayatımda... O el hiç bulmadığında bu eli... konuşmuyor o zaman bu adamın elleri... O gözler buğulanmazsa yeşilin yosun sarmalında, bakmaz oluyor gözleri... Demir, Asi’sizken... o damlalar koptukları yerde kalıyor, yeri bulmuyor... rüzgar küsüyor, bütün nehirler düz akıyor, dalgalar sahillere bir daha hiç varamıyor... güneş sabahları üzerine doğacak gün, gece varacak son bulamıyor. Ayaklar çamura, çimene basmaz oluyor... ‘Coşku’ dudaklara... ‘coşku’ bedenlere bir daha uğramaz oluyor... Yok yok... olmayacak böyle... ayıklayamıyorum tek tek, daha çok acı veriyor. Sonunda elime bir silgi alıp... siliveriyorum Demir’den Asi’yi... geride hiç bir şey kalmıyor... Asi birde, “unutabilenler için ... evet” diyor. Onlar unutsa, biz unutabilir miyi?.. Bunu kimse sormuyor...

Geri dönüş yolundalar artık... Demir hızını düşürüyor olmalı arabanın... Asi’nin gözü kadrana kayıyor... “Duracak mısın?” ... Niye... duramaz mı?.. Asi, geç kalıyoruz devam etsen iyi olur, diyor ama Demir çok acıktı... bu şekilde devam edemez... yemek lafı edildiğinde, dudaklarını yalanıyor,... inandırıcı mı olmaya çalışıyor. Aslında Antakya’ya çok az kalmış, orada yer artık... ama başbaşa yemek yeme fırsatı eline geçmişken, iştahını çelebilir mi Asi, Demir’den... Ne aklı, ne iştahı çelinemez... sabır da edemez... üstelik Asi’nin de acıktığına e.min. Hani toprak insanı ya... ne zaman birlikte sofraya otursalar farkında, Demir’e birşey kalmıyor onunlayken masada... Bakışlarında damarına bastığını bilmenin ışıltısı... bekliyor... bulsun sataşması karşılığını. Allah suskunluklardan saklasın... geliyor hiç gecikmeden sevdiğinin cevabı... “Nasıl... sarma tenceresinin dibini bulacaktın, unuttun galiba.” Demir’de hazırlıklı... üstelik sevdiğini kızdırmak bu kadar kolayken, altında kalır mı... “Servisi sen yaptın... dolmaları beşer beşer koymasaydın...”... Ayıplarken öğütleyen de bir cevap alıyor ama yorumuna... “Kadınlarla konuşurken daha nazik olmalısın”... bak sen şuna... gözleri Asi’ye takılı kalıyor Demir’in... “Ben kaba biri miyim?”... Asi suskun bu defa... içinden geçenler zaten ortada... “Ben öyle demedim” diyor bakışları açıkça... “...bazen karşı koyamadığım bir zorba... bazen kaçamadığım bir avcısın. Hayal misin?.. Gerçek misin?.. Bende olduğunu biliyorum... ama benim misin? ... Gözlerinde kaybolup, bu fırsatı kaçırmasın, sakın... “Lokantayı geçiyorsun... durmayacak mısın?”... ya sen... “Buraya yerleşirsen kiminle inatlaşacaksın?”

Tipik bir kır lokantası... orada yörenin bütün tatları... yemyeşil doğa ile birlikte müstesna özellikleri de... masaları, islah edilmiş taş örülü arkın, alçak duvarının önünde... arka toplanan su, Asi’ye varmak için acele acele şırıldıyor diplerinde. Böcekler, kuşlar ötüşüyor... ördekler vak vak’lıyor... görüntülerinden önce sesleri ulaşıyor dizimize... Oturuş şekilleri dikkatimi çekiyor önce... Asi, sandalyesinin ucuna ilişmişcesine... Bir şeylere hazır... iç gerginiiğini de yansıtıyor, ha deseler kalkıverecek bu görüntüsü bize. Ayaklarını göremiyorum ama dirsekleriyle dayanmış masaya, dim dik duruşu, capcanlı ve hayat enerjisi dolu... Demir’e duyduğu ilgi sakıncasızca ona hafiften eğilmiş bedeninde. Demir’se, sandalyenin bütününde... bıraksalar kalkmayacak yerinden sanki, durumundan memnun görüntüde. onunda Asi’ye doğru eğik bedeni, sevdiğine olan apaçık ilgisiyle... ama çökük oturuşu, çekingen... ayakları sandalyenin altında... hatta çaprazlamış durumda... henüz söyleyemediği şeyler var hayatında... güven en önemli duygu onun için... oysa kendini güvende hissetmiyor, o kadar belirsizlik var ki Asi ile ilgili hayatında... mümkün olduğu kadar bedenini toplama ihtiyacında...

Yemeklerini yemişler... sıra kahvede... sessizlği Demir bozuyor, hayalleriyle...

-Böyle sessizlik çöktüğünde, nedense hep hayal kurmak gelir içimden...

Demir’in elleri önündeki kahve fincanında, gözleri kurduğu hayallerde... Asi elini çenesine dayayarak dikkatini veriyor iyice onun söylediklerine... şaşırtıyor bu adamın da hayaller kurduğunu duymak... çatılıyor kaşları ilgiyle... kendisine bakmıyor iken ona doya doya bakabiliyor olmanın keyifini sürüyor bir taraftan... gerçi kurtulup daldığı yerden dönüyor Demir’in bakışları ona... soruyor, “Gözlerini yumup bir hayal kurabilir misin? Ama içinde yanında olmayı çok istediğin kişi de olsun...” Hayal kurmak istemiyor Asi... hayalkırıklığına uğramak da ardından... Hep böyle oluyor son zamanlarda da ondan... gerçekçi olmaya en çok ihtiyaç duyduğu anlar şu anlar. Demir’iyse ayakta tutan hayalleri, gerçekler ona yaşama isteği veremeyecek kadar karamsar. Hayallerinde onunla ve katlanabiliyor herşeye... ümit besleyebiliyor geleceğe... “Bir kez olsun dediğimi yapamaz mısın... hayattan vazgeçemediğin bir an olmadı mı hiç? Bunu hayal etmek o kadar zor mu?”... Demir’in asi hayalleri, farketmeksizin soluduğu hava kadar olağan... onu hatırlatan her şeyle kayıp gidiverir, el ele dolaşır hayallerinde bir an... Asi daha farklı yaşar hayallerini... hayal sığınaklarını arar... ya salıncağının ya yatağının yalnızlığını.... Hayalleri nicedir, hayattan vazgeçip hayal kuruyor olmaktan çıktı... bir kez olmaktan, bir an olmaktan, zor olmaktan da... Hayallerindeki o adam silik bir gölge değil artık... dokunduğu elleri, tattığı dudakları, baktığı gözleri... daha fazlasına sahip olmak için kıvrandıran bir çoşkusu var. Karşısına oturup ‘benimle ilgili hayaller kur’ diyen bir cürreti de... “Sen de bir hayal kurarsan olur” diyor... oyunlar oynamak yerine, hayaller kursunlar birlikte.

“Tamam’ diyor gözleri, eğilen başı... ama yanak seyirmesi ve geriye yaslanarak uzaklaşışına ne demeli... bedeniyle çelişiyor ifadesi... belkide istekleriyle, cesaret edebildikleri... Gerçeği yansıtan işaret bedenin verdiği, diyor uzmanlar... duygusal yakınlığa hala çekingen, isteklerine rağmen hala içgüdüsel bir saklanma alışkanlığıyla geri çekildi... Asi’nin ise Demir’e sokulganlığı hala aynı... kapatıyor gözlerini... hayal olamaz Demir... ama o kadar uzun zamandır Demir dışında bir şey düşlerinde olmadı ki... derken onu duyuyor... “Hayal kurmuyorsun... kurar gibi yapıyorsun!”... açıyor gözlerini... “Rahtsız etme... sen kendi hayaline bak...” kapatıyor gözlerini tekrar dünyaya...

Ne hayal... ne gündüz düşleri... bir ‘özgürlük’ bu birbirlerine hediye ettikleri... böyle böyle buluyorlar birbirlerini... hiç dillenmeyen, hep dolu dolu yaşanarak tadılan... onların, vazgeçilmezliği de, unutulmazlığı da bundan...

Asi açıyor gözlerini... Demir kapatmamış kendininkileri... “Bak... oyunbozanlık yapıyorsun ama...” Demir nadir olarak savunmasız bu kadar... Asi’deki özgürlüğünü yaşıyor pervasızca o an... umursamıyor onda böyle kaybolmuşluğunu görmesini de... görmeli artık... duymalı artık sevdiği de...

-Ne istediğimi biliyorum ben Asi... hayalle gerçeğin karıştığı bir yerdeyim... Burada bir kır lokantasında durmuş... seni seyrediyorum...

Oyun yok... hayal de... istek var Demir’in gözlerinde... Asi, duyuyor açık açık onu istediğini de... o da düşünüyor demek ki, yaşadıkları hayal mi gerçek mi diye. Asi’yle aynı yerde... Demir alıp başını giderken bedeninde... düşünürdü kendi kendine... tahmin edebilir mi onunla ilgili böyle hayaller kurduğunu... çok utanır, o bu hayalleri gözlerinde görürse... katiyen bakamaz şimdi de Demir’e... eğiyor başını olabildiğince. ... ... Hem onunla açık olsun istiyor, hem ona açıldığı zaman mahçup oluyor Asi’de... Onu istediğini, onu hayal ettiğini söyleyebildi... özgür olmak ne kadar güzelmiş Asi’yle... bir nebze iç huzuruna kavuşmuş, gözlerinde tatmin olmuş bir ifade, masaya doğru eğiliyor yine... yaklaşıyor Asi’ye...

- Benimkini anladığına göre, seninkini sorabilir miyim?

Demir’in paylaşımı hak ediyor aynını... artık utangaçlığı bir tarafa bırakmalı...

-Babamla tarlalarımıza doğru yürüyoruz...

Babayla bir hayal... ve ben yokum diyor Demir’in yutkunuşu bu başlangıca... devamı geliyor Asi’nin hayallinin...

-Havada yağmurdan ıslanmış toprağın kokusu var... küçük damlacıklarda yüzüm ıslanıyor... mutluyum...

Babamla tarlalara yürüdüğümüz o sıradan günler kadar olağan herşey... değişmemiş hiç bir şey...ama sen benimsim hayallerimde... yağmurlarını bırakmışsın üstüme, ıslanmışım seninle... kokun hala her yerimde... fırtınayı tattırdın, artık küçük damlacıklarını hayal ediyorum yüzümde... mutluyum, seni böyle özgürce kendimde hissettiğimde...

Demir kaçırıyor bu sefer gözlerini... görüyor ki hiç söylenmemişler aynı hassasiyette yaşanmış mahremiyetlerinde... Onu her isteyişi işteyişle karşılanmış... ona yağdığı her hayalinde sevdiğide ıslanmış... “Ama artık bu gerçekleşmesi zor bir hayal.” diyor Asi. Sen benim değilsin... ne kadar uzaklaşıyoruz hayalimden, mümkün bile olmayacak yakında beni görmen... ‘Ben seninim’ diyor bu serzenişe... ona dönüyor artık Demir’in gözleri... ‘Hiç biri hayal değil... yaşamışız gerçeği... sen gözlerini benden kaçırıp, beni hayal ederken... yüzün boydan boya ben... tenin buram buram ben... dudaklarına fırtınalarımı bırakıyorum durup durup, yeniden... kıskançlıkla seyrediyorum benimle sevişmeni oturduğum yerden. Uzak değiliz... zor değiliz... gerçekleşmemiz ise bir an... Dilediğin olacak, tane tane, damlacıklarımla da ıslatacağım seni ben... bırakıp gidecek misin beni, bu hayali bile kıskanırken ben...

-O yağmur damlalarını kıskanıyorum. Başka yağmurlara mı bırakacaksın kendini... Seni göremeyecek miyim artık?

Demir’in avukatı aracılığıyla, yüksek oranda hisse satışa çıkardığı haberi şirkete ulaşıyor. Yeni durumu değerlendirmek için Kerim, Süheyla’nın odasına çağırılıyor... Süheyla bunu neden Demir’den duymadığını bilmek istiyo... Kerim ne bilsin... hiç bir şey bilmiyor. Bu ne demek oluyor... Demir aileden mi uzaklaşıyor... işlerini resmi yollardan mı halletme gayreti içine giriyor... şehir dışına gitmiş... konuşmak için bulunamıyor... ama ne olursa olsun o ihale oğlunda kalmalı... Aslan o çiftliği çok istiyor.

Demir, konağa geri getiriyor sevdiğini ama bir milim değiştiremedi fikrini... bırakmak zorunda artık Asi’yi... “Şimdi gidip ailene kararını mı bildireceksin?... Herşey senin elinde!”... Nasıl kendisi, Asi’nin yardım önerilerini geri çevirmesine rağmen, herşeyi düzeltme girişimlerini yarıda bırakamazsa... duramaz Asi’de Demir’in demesiyle... Asi ailesi için devam etmeye mecbur hissediyor kendisini... seçemez çaresizce oturup beklemeyi... yada kendi yapabileceği şeyler dururken, sevdiğinden yardım istemeyi... seçemez ailesi bu haldeyken Demir’i... ‘bekle’ demenin de bir manası yok bile bile bekleyemeyeceğini... her ikiside devam etmek zorunda kendi bildiklerinde... Yapmak zorunda olduklarını yapıyorlar ama mutsuz ikiside...

Sarmaşık, kızı ve torunları, dedeye sığınınca, konaktan ayrılmıştı... Cemal Ağa’nın, geri gelmesi için ona bıraktığı talimatına da kulak asmamıştı. Ama, Cemal Ağa bülbülünü bırakır mı öylece... girdiği kafesten bulup onu çıkartıyor, elinden tutup tekrar konağa getiriyor gün içinde... ... ...Bu arada kızının problemiyle ilgili biraz araştırma da yaptırıyor... icra dairesi, Kozcuoğlu çiftliğinin ihale ile satışı için günü belirlemiş... Neriman’a soruyor... ailesi dağılmasın isterse, o çiftliği açık arttırmadan alabilir, Cemal Ağa. Ama herşey bitti Neriman için... dün gece İhsan’ı bekledi; gelip yumruğunu vursun masaya, toparlasın ailesini yanına... ama yapmadı ... yormasın babası da kendini boşuna...

Ziya, bir sonraki ay İstanbul’a gitme planları yapıyor... ama tek başına... Gonca bu planlara dahil olmayışına içerliyor ve bırakıyor onu arkadaşlarıyla... Eve dönerken yalnız başına ve üzgün. Demir, Asi’yi konağa bırakmış, çiftliğe dönmek üzereyken yolda farkediyor onu... ağlamıyor belki ama bedbaht görünüyor hala, dün akşamdan işkillendi iyice onun durumuna... şu anda da hiç iyi görünmüyor Gonca. Onun ardından birde isminin Ziya olduğunu öğrendiği genci, sarmaş dolaş bir başka kızla görünce müdahale etmeden duramıyor şahit olduklarına. Bu çocuğu önceden de restoranda görmüştü... yine yanında farklı bir kızla... Durdurup arabayı onunla kısa bir sohbet ediyor... bir kereye mahsus, abice bir konuşma... birilerini üzüyor bu aralar, dikkat etsin Ziya.

Asi herkesi konağa çağırmış, Adana intibalarını paylaşıyor onlarla... Çiftlik vasat, ama yerleşebilirler hepberaber oraya. İlgilenilmediği için bakımsız kalmış, arazi çok verimli ama... o toprakta herşey olur, başta biraz uğraştırsada. Defne’ yalnız kalacak Antakya’da... ama bu geçici bir dönem, kendilerini toparlar toparlamaz dönecekler topraklarına. İhsan’ın burada sorumluluk aldığı bir işi var, gidemez Adanaya... Neriman ve küçük kızlar katılacak Asi’nin yanına... Ceylan söyleniyor... okulu , arkadaşları ne olacak yaaa. Gonca, Ziya ile yaşadıklarının altında eziliyor, ailesi parampaça... ağlayarak salondan kaçmaktan başka bir şey yapamıyor o anda. Şu resme bakıp en ideal çözüm bu mu diye düşünüyorum... hani aile hep bir arada olacaktı, bu söz konusu olmadığı gibi birde aralarında şehirlerde olmak zorunda...

Demir’in çiftliğinde gergin bir bekleyiş sürüyor... görevliler akşam yemeğini hazırlıyor ama evsahiplerinin ağzından bir lokma geçecekmiş gibi görünmüyor. Süheyla resmen salonu arşınlıyor. Bu günki gelişmelerden hiç memnun değil, Demir’in eve gelmesini bekliyor. Demir dönüyor çiftliğe dönmesine ama daha içeri adımını atmadan, asabı bozuluyor. Arabasını parkederken, çiftlğin giriş kapısına, karşıdan gelen aracı farkediyor. Aslan direksiyonda... bir sevgi rüşveti daha... hergün yeni birşeyle karşılaşıyor... Teyzesinin bu sevgiyi satın almakta kararlığı çok çirkin boyutlara vardı zaten.... ama hala yeni yollar bulabiliyor. Aslan’ın şartlarını düzelttiğini, bütün yeğenlerin eşitlendiğini aklı sıra düşünürken, oğlunu ne kadar antipatik yaptığının farkında değil...hele iki erkek kuzen arasında ki çekişme içten içten şiddetleniyor. Demir eve girdiğinde ise teyzesiyle iyice ters düştüklerini kanıtlayan bir konuşma gerçekleşiyor... İnsanlara haksızlık ediliyor ve Demir burada olmaktan dolayı rahatsızlık duyuyor. Demir’in masada oturmayı seçtiği yer bile burada ne kadar eğreti hissettiğinin göstergesi... kendini kesinlikle bu ailenin bir parçası kabul edemiyor. Süheyla ise sadece hakları olanı aldıklarını düşünüyor. Böyle bir masaya oturacağını bilseydi Demir hiç gelmezdi... gitmek üzere masadan kalkıyor... Teyzesinin soruları var ama... “Peki senin yaptığın ne demek oluyor Demir... “... Demir zehir zemberek bir yüz ifadesiyle dönüyor teyzesine... devam ediyor Süheyla...”...şirket hisselerini satışa çıkarıyorsun ve ben bunu avukatın aracılığıyla öğreniyorum...” Aslan marjinal bir karakter... şaşırtmıyor aslında, densiz bir yorumla, kendi üstüne vazife olmayan bu soruya atlayışıyla... “Gemiyi terkeden ilk fare sen mi oldun şimdi?” diyor Demir’in sırtına... Ne had biliyor, ne de kime ve neye sataşacağını... birileri verecekti dersini, Demir’miymiş o kişi... Süheyla, Aslan’ın hayatında pek çok şeyi kaçırdı, hepsini tek tek sormak ve öğrenmek istiyordu... bunu sormasına gerek kalmayacak. Oğlu, büyük kuzeninden okkalı bir yumruğu gözlerinin önünde alacak... üstelik bu ilk olmayacak. Fakat beklenmedik bir gelişme oluyor... Melek onları engelliyor... abisiyle Aslan’ın arasına uzatmayı başardığı güç kaybı olan kolu, hayatı boyu ilk defa bu kadar yukarı kaldırmayı başarıyor. Herkes şaşkın, konuşmayı bir tek Aslan başarıyor... “Sana sinirlenmek iyi geliyor Melek... kolunu hiç bu kadar kaldırabildiğini görmemiştim”...

Asi hala Adana’daki çiftliğin en iyi seçenek olduğunu düşünüp Dedesiyle işletme şartları üzerine pazarlık ede dursun... Demir’de ilerliyor kendi yolunda... Çiftlikten çıktıktan sonra yolun üzerinde uğruyor Kozcuoğlularına... Çiftlik binasında değişen bir şey yok... aynı çardak... aynı taş duvarlar... üzerlerine vuran ağaçların gölgeleri bile aynı aslında... ama hayat yok orada. Ökkeşlerin içerilerde biryerlerde yaşıyor olması yetmiyor... sahiplerinden yoksun bu bina... Öylesine adımlar getiriyor Demir’i çardağa... elleri ceplerinde bakıyor sevdiğinin camına... yoksun o camda ışıklardan... Asi yaşıyordu bir vakit orada, inanmak zor oranın karanlığına... dünle bugün arasındaki değişimin hızına yetişmek zorunda. O balkonun altında dururken, Kerim’e takılışı geliyor aklıma... ıslıkla serenat öğütlemişti Defne’ye balkonunun altında... feneriyle gelip aydınlatmıştı Asi’nin gecesini bir defasında da... yalnız olmadığını göstermişti ona. Görmek istiyor Asi’yi tekrar o balkonda... bundan daha önemli bir şey yok hayatında.

Ertesi gün Asi, Adana’daki çiftlik için anlaşma imzalıyor Cemal Ağa ile avukatlarının ofiside... ama işleri bitmiyor bununla... Cemal Ağa, Asi’yi de alıp, çiftliğin satışına gidiyor torunuyla birlikte... O Aslan ile Süheyla’ya, ucuza çiftlik kaptıracak göz var mı Cemal Ağa’da...

İhale bir otelde yapılıyor... girişin karşısında bir Cafe’de Demir uzaktan durumu izliyor... Kerim ve kendi avukatı çoktan içeride... Aslan ve avukatı geliyor şimdi de... peşine Cemal Ağa ve Asi görünüyor... Cemal Ağa’nın bu ihaleye katılmak istediğine dair hiç bir şey söylemedi Asi... neler oluyor... İhsan ile olan düşmanlığı nedeniyle mi bu çiftliği almak istiyor dede, endişeler yüzünü kaplıyor, o kaşlar derhal çatılıyor... hemen cep telefonuna uzanarak Kerim’i arıyor... “Kerim... Cemal Ağa’nın ihale salonunda ne işi var?”... o da nereden çıktı... Kerim’de habersiz bu gelişmeden... tam bu sırada kapıdan girmekte olan dede-torun görünüyor... şaşkınlıklar değiştokuş ediliyor... ihalenin başlamak üzere olduğu uyarısı üzerine herkes yerleşiyor. Kısa ama kıyasıya mücadelede, Kozcuoğlu çiftliği Cemal Ağa sayasinde değerinin üç katına satılıyor... Teklif edilen meblağ, Süheyla Hanım’ın tek başına karar verebileceği bir rakam olmaktan çıkınca, İhale Kerim’in vekili olduğu katılımcının üzerinde kalıyor. Asi bir oyun oynandığını farkında, bütün bu olanlarda Kerim’in payını merak ediyor... zaten eniştesi de onu çok bekletmiyor... onunla gelmesini istiyor.

Demir hala onu son gürdüğümüz yerde... kaygı karabasanlar gibi bedeninde... gözleri durup durup kayıyor, otelin girişine... sadece endişe demek yeterli mi hissettiklerine, merak da var telaş ile kuruntu da içinde. Kaşları bu kadar uzun çatılmadı hiç... gevşemesi mümkün değil, diken üstünde. Önce Cemal Ağa çıktı salondan, peşine hışımla Aslan... Kerim’den hiç ses yok... ne de Asi’den... bir öğrenebilse, neler oldu içerde. Bir hareketlenme daha farkediyor girişte... Kerim, yanında Asi çıkıyorlar işte birlikte... Kerim’in yüzünde gülümseme, elinde belge, Asi’nin şaşkın bakışları altında sallıyor başarılarını Demir’e... Hemen kalkıp onların yanına doğru yürüyor caddeden... e.min’im, kendi kendine de kızıyordur, bunu başaracaktık, neden endişelendim ki bu kadar diye... Çünkü Asi ile ilgili bir şeydi bu... çünkü her an birşeyler ters gidip bozabilirdi oyunu... Kerim’le sadece bakışıyorlar... bu bir takım oyunuydu... doğru oynandı ve başarıldı, söze gerek yok ikisi içinde... ihale başkanlığından alınan belge el değiştiriyor sadece... geçiyor gerçek sahibine... Demir’e...

Asi olanları takip etmeye çalışıyor... Demir ile Kerim birşeyler çevirdi bu belli oluyor. Sevdiği yüzünde gülen bir ifade, onu kolundan tutup “Gel binimle” derken ve arabasına yönlendirirken hiç itiraz etmiyor. O ellerin hala birbirini tutamıyor oluşu beni incitiyor.

Demir Asi’yi sıkı sıkı tutmuş bırakmıyor... muhteşem bir Antakya panoramasına doğru adımlar atılıyor. Çarpıldığımı hatırlıyorum burayı ilk gördüğümde.... Bir kartal yuvası gibi... uzanıyor şehre. Yer yer kırık ahşap döşemesi bozmuyor güzelliğini, bu da onun özelliği... Demir burayı hangi vakit keşfetti? Eli, kolunda... sanki durmayacaklarmış... birlikte uçuvereceklermiş gibi geliyorlar platforma... taaa uca kadar götürüyor Asi’yi... Dayanamayıp soruyor artık Asi, “Neden buraya geldik?”... Arkasında bırakacağı şeylere bir baksın Asi... aslında sadece bana bak mı deseydi... Cemal Ağa’nın ihale salonuna gelişi onu o kadar korkutmuş ki... sahiplik belgesi elindeyken bile yüreği sıkışıyor gibi. Adana’ya gitmemesi için bir çözüm buldu sevdiği... yine kaçıp duruyor sanki bir kabahat yapmış gibi gözleri. Asi’nin eğilen Demir’i seyreden gözleri, bir an olsun ayrılmıyor yüzünden... “Çiftliği ben aldım” diyor sevdiği... Hemen oraya geri dönmelerini istiyor... Adana’ya taşınmalarına gerek kalmadığını söylüyor. Asi’nin bir mesafeye ihtiyacı var, daha çok da gelinen noktada yalnız kalmaya... biriki adımda uzaklaşıyor sevdiğinden. Demir evlerinin yeni sahibi... nasıl bir tepki gösterecek bu haber duyulduğunda ailesi... yeni durum nasıl etkileycek ileride kendilerini... Demir... söyledikleri... istekleri... karıştırıyor Asi’yi.

Asi’nin kendine dönük sırtı, yıldırmıyor Demir’i... kendi söyleyecekleri neredeyse bitti gibi... sanıyor ki bundan sonra uzanıp ceket cebinden çıkardığı resimleri devralacak Demir’i... hiç hesaba katmıyor gözlerindeki “beni ister misin” diyen ifadeyi...

-Şimdi... bu fotoğrafta yer almak ister misin?
 
 
 
23. Bölüm
Kapsamlı Fragman