Yaralayışları bitmeyecek bu aşkın... yaralanıyorlar o gece, Asi’de... Demir’de... Günlerdir yanyana durdular yol açmak için bir sevgiye... onların aşkı da hak ediyor bu çabayı, bu yanyanalığı, sorgusuz sualsiz birbirlerine inanmayı... ama olamıyor işte.
Neler oluyor hiç bir fikri yok, ama Asi ateş püskürüyor kendisine... ayaklarının dibinde alev alev yanan şu ateşten daha yakıcı bir şeyler sevdiğinde... ama birde ne olduğunu bilse... Gizledikleri oldu ama hiç yalan söylemedi Asi’ye... bağırıyor oysa sevdiği ‘yalan’ diye... Fırlatılıp atılan, dokunmaya kıyamadığı yaşanmışlıkları ve bir cesaret yüreklendiği yaşayacakları o ateşte... Asi-Demir yanıyor ayaklarının dibinde... Onun imalara sarınıp gelmesine müsade etmedi Asi... Demir’de sembollerle aşklarını yakmasına müsade etmeyecek böyle... ona gelmişliğini, onu tanımışlığını, Demir’i yakıp yok ettiğini sanıyor gözlerinin önünde ama pes ettiremez onu böyle... “Hepsi kül oldu... biraz rahatladın mı?.. Şimdi söyleyecek misin neye kızdığını?”... Hala karşındayım, hala sendeyim, gitmedim işte. Onu olanca Demir’liğiyle karşısında görmek kızdırıyor Asi’yi yenden... “Demir buradan git artık!”... Suskunluk demek böyle bir şeymiş... insanı delirtirmiş... cevap alamamak ondan, kızdırıyor Demir’i de. “Ne olduğunu anlatmazsan artık bende senin gibi bağırmaya başlayacağım?... Konu Bala değilse... ne o zaman?” Suskunluğunu bozsun mu istiyor... al işte... hesap soruyor... “Neden yaptın?... Neden senedi Aslan’a verdin?”... Biraz evvelki hezeyanlarından daha anlamlı değil Asi’nin söyledikleri. Senet mi... ne senedi? Neden bahsediyor Asi... hala karanlıkta bırakıyor Demir’i onun söyledikleri. “Çiftliğin... son ipotek senedini neden Aslan’a verdin?” Demir’in olumsuzca başını sallayışı, duyduğuna inanmayışı, “senet Aslan’ın elinde olamaz” deyişi ... değiştirmiyor bir şeyi... senet Aslan’ın elinde ve kullanmaya hazırlanıyor çünkü. “Asi... benim hiç bir şeyden haberim yok... Aslan’a senedi ben vermedim.” Asi bir bir sıralayadursun Aslan’ın o senetle yapmak istediklerini... Demir ‘Kim verdi?’nin cevabını düşünüyor. O gün Süheyla ve Aslan ile şirkette ayaküstü yaşanan görüşme aslında herşeyi açıklıyor. Aslan’ı nüfusuna geçirme işlemlerine başladı, onu şirkette kararlar alabilecek, yetkili biri yaptı... İntikamını... hıncını... hesaplaşmasını... İhsan Bey’in senedini Aslan’a verecek kadar da ileriye taşımış olmalı. Buna müsade etmeyecek Demir, Asi’ye de açıklıyor olanları... “Teyzem... Aslan’a yetki vermekten bahsediyordu... ama bu yetkiyi, babanın, sizlerin aleyhine kullanamaz... izin vermem... bunun mutlaka bir yolu vardır.” Demir’in, senedin Aslan’da olduğundan haberi yok... bunu görebiliyor Asi. Ama ya ötesi... tefeciden aldığı o senetlerin her el değiştirişi yıkımla geldi... biri ölüm, biri hapis getirdi... sonuncusu da köklerinden mi koparacak ailesini. Demir, Aslan’ın onlara zarar vermesini önleyebilir mi? Buna inanabilir mi? O kadar çok şeyi geride bıraktılar ki... İnancı kalmadı hiç bir şeye. Gözleri ateşte... artık göremediği resim ve tarağının olduğu yerde... sanki onları geri getireceğim sana der gibi Demir... telafisi mümkün değil, baksana çoktan yok oldular bile. Artık onun söylediklerine de... yaptıklarına da inanmıyor Asi... Demir bunu o kadar net görüyor ki sevdiğinin gözlerinde... orada parlayan yaşlar sadece çiftlik için değil... sarsılan güveni için Demir’e. “Bekle” diyor bir kez daha... “Bekle” Aslan, İhsan’a bedel ödetmeye kararlı... düşünmeden onunla birlikte yerinden ettiklerini. Demir ise çiftliğe dönüyor hesap sormak için ama ev kapkaranlık... yatmış hepsi. Ertesi sabaha kalıyor, sorgu sual faslı. Süheyla, Leyla ve Melek... bahçede, yeni dikilen bir kiraz fidanının başındayken Demir buluyor onları... uzatmadan giriyor konuya... Aslan elinde Demir’in senediyle, İhsan Bey’in kapısına dayanmış... çiftliğe el koymayı düşünüyormuş... Ne cürretle yapıyor bunu?.. Daha da önemlisi Süheyla nasıl izin veriyor böyle bir şeyin olmasına... bir en evvel düzeltmeli bu durumu. Süheyla izin vermiyor bu konunun çiftlik bahçesinde konuşulmasına... zaten görüşmek istiyordu herkesle... talimat veriyor... hemen bir toplantı ayarlamalı, Leyla. Yeni durumlar... bulunan oğullar... yeni kurallarda getirmiş birlikte. Demir soruyor...”Ne zamandan beri aile meselelerimizi şirkette konuşuyoruz?”... Süheyla’nın elleri yine kenetli göğsünün üzerinde... hiç niyeti yok bu soruya cevap vermekte. Ökkeş’lerin evinde ise hummalı bir telaşe... onlar için yeniden düzenlenen yere taşınmak üzere... İhsan yeni eve yeni eşyalar getirtiyormuş, bırakıyorlar eskilerini geride. Herkes iş yaparken Aslan dolanıp duruyor evde bir köşeden bir köşeye... Sonunda dayanamayıp söylüyor... Süheyla Hanım ile o başka şeyler düşündüler... taşınacaklar ama boyalı odalara değil konağa birlikte. Çiftliğin son senedi elinde, yetki kendinde, nereye giderse gitsin çiftliğin eski sahipleride. Ne Fatma Ana’nın ne Ökkeş’in söyledikleri fayda etmiyor Aslan’ı yolundan döndürmeye. Cemal Ağa diller dökmüştü Sarmaşık’a, dün gece... gel konağıma, can kat canıma diye... ikiletir mi hiç Sarmaşık, elinde bavulu, yüksek topuklu ayakkabılarıyla, geldi bu sabah işte. İhsan, çalışma odasına kapanmış... Asi geliyor yanına... Aslan öç alma derdinde, bu haber söylenmeli herkese... karısı için üzülüyor İhsan... olanlar yetmemiş gibi, birde evinden oalacak Neriman. Ama Aslan’dan duyacağını duymalı İhsan’dan... Baba-kız haberi Neriman’a veriyor... yakında çiftliği boşaltmaları gerekeceği söyleniyor... Neriman beklenen tepkiyi veriyor... bağıra çağıra çiftlikte Aslan’ı buluyor... Nasıl böyle bir şey yapmaya kalkar, hiç mi vicdan yok bu gençte... nankör. Bar bar bağırsın Neriman.. Aslan’ın umurunda değil onun ne düşündüğü... kıymetli soyadlarını veremediler de şimdi kendi mi nankör... hem o çoktan kararını vermiş zaten, durmasın kimse yolunda... ezer geçer. Asi fırlıyor onun peşinden... durduruyor çiftlik yolunda onu. Aslan sinirli... Asi’de hesap soracaksa eksik kalsın... canı burnunda Neriman ile verdiği mücadeleden. Aslan hakkını alacak, Asi’de susup izleyecek... “Köpek artığı ile Aslan beslemeye çalışıyor senin baban”... Asi düşünmeden hareket ettiğini söylüyor... herkesin zamana ihtiyacı olduğunu neden görmüyor. Aslan dönüp sırtını Asi’ye gitmeye kalkıyor. Bildiği ama kabullenmek istemediği bir gerçek ona Asi’nin sesinden yetişiyor... “Süheyla Hanım yaptırıyor bunları sana... oyuncağı oldun...” Aslan ne yaptığını bilmiyor. Demir durumun gittikçe kontrolden çıktığının farkında... bir sonraki adımları hesaplamak zorunda. İstanbul’daki avukatıyla konuşuyor ve onu gecikmeden Antakya’ya davet ediyor... bir aile meselesi söz konusu, buradan da bir avukat bulurdu yoksa. O avukatla konuşmasını bitirmek üzereyken Melek geliyor yanına... üzgün... Hassas ve olanları anlamakta güçlük çekiyor o da. Demir, bahçedeki kütüğe ilişmiş kardeşini kendine yaslayıp, sarılıyor... anne yadigarı kıvırcık saçlarından öpüyor şefkatle... birbirlerine ihtiyaçları var şu anda. Süheyla oğlunu bulduğunda nasıl sevinmişti Melek. Aslan’ın onlara mutluluk getireceğini sanmıştı. Niye böyle yapıyorlar hiç anlamıyor. Süheyla’yı da Aslan’ıda hiç tanımamış Melek... Demir’e soruyor... “Asi’leri evlerinden atmasınlar, birşey yapamaz mısın abi?”... Yapacak elbet... öyle durup seyirci kalamaz olanlara... çoktan ilk adımları attı bile. Biraz havası dağılsın diye, yürümelerini öneriyor kardeşine. Ama Melek o kadar iyi niyetli ki... teyzesinin yanıldığını anlayıp vazgeçeceğini umuyor. Demir’se artık Süheyla’dan bahsetmek istemiyor... Çiftlik yolunda hararetli hararetli tartışan Asi ile Aslan’ı önce Melek farkediyor... “Abi... Aslan ne yapıyor?”... Kardeşine orada kalmasını söyleyip, hızla yanlarına gidiyor... ne oluyor orada... Aslan el kol haraketleriyle neyin kavgasını yapıyor... “Sana ne?” diye dikleniyor Aslan... büyüğüden uyarı geliyor... “Düzgün konuş”... Süheyla’nın senedi verirken söyledikleri geliyor olmalı Aslan’ın aklına... “O kız... Demir’in zaafı var ona!”... gidip geliyor gözleri Asi ile Demir arasında... Asi’nin koruyucu meleği Demir ‘mi... kardeşler ağıztadıyla bir kavga edemeyecek mi? Asi, Demir’in karışmamasının daha iyi olacağını söylüyor ama Demir’in gözleri bir an ayrılmıyor Aslan’dan... Vadesi geçmiş senetlerini tahsil ediyor, iş adamı olarak sevineceğine kızmasını anlamıyor görünüyor Aslan. “Çiftlik bize geçecek işte diyor... seninde çıkarın var bundan” ... bu fikre nereden kapıldı... Demir’in çıkarından ona ne... kendini ne sanıyor Aslan? “Bunu yapmayacaksın.” diyor Demir... “Yapacağım...” diyor Aslan... yetmiyor... “Bekle görü”üne Demir’in ceketinin yakasını sıvazlamayı da ekleyince... Demir ne yaptığını bilmez bu çocuğun yakasına yapışıyor... İkisinin arasında gittikçe sertleşen tartışma Asi’yi endişelendiriyor... yumruklaşmalar başladı başlayacak gibi görünüyor... “Demir... Demir lütfen...” ikisinin arasına girmeye çalışıyor, gözleri onu korumaya çalışan Demir’in üzerinde... “...dur... yapma... sakin ol”... Olamaz ama Demir... Melek kadar iyimser değildi zaten Aslan’ı bulduklarında... bir hakdı Süheyla’nın oğlunu buluşu ama pekçok şeyin değişeceğinin de farkındaydı aslında. “Ayağını denk al” diye uyarıyor Aslan’ı ama acaba karşısında anlayan biri var mı? Aslan bırakıp gidiyor onları yol ortasında... ok yaydan çıkmış çoktan, neyin kavgasını yapıyorlar burada. Demir, Asi’nin tabiatıyla çakışan durgunluğunun farkında... elden bir şey gelmeyişin yılgınlığıyla bakıyor o gözler çevresine... “Onu durduracağım” diyor Asi’ye... “yaptığı yanlış... tamamen öfkeyle hareket ediyor.” Yinede karışmasaydı konuşmalarına Demir... ama Asi’ye kötü davrandığın görüpte, durabilir miydi uzakta öyle. Aslan’ın kendisine bir şey yapmayacağını söylüyor Asi ama e.min değil artık Demir bundan bile. Sorunlarına dönüyorlar yine... Aslan aklına koymuş, çiftliği alacak, görünen öyle... Oysa Demir kararlı... bunu önlemenin bir yolunu mutlaka bulacağını söylüyor Asi’ye. “Sen başlattın, o da devam ettiriyor... adım adım herşeyi mahvetmeye, yakıp yıkmaya devam ediyor. Yapacak bir şey yok artık... bir çözüm yolu aramanın bir anlamı yok.” Asi’nin amacı onu üzmek değil bunları söylerken Demir’e... bir durum tespiti yapıp çekmeye çalışıyor kendini gerçeklere... Ne gözleri çokca onda zaten... ne de sesinde suçlar bir ifade... bir kabullenmişlik varolan sadece... bir teslim oluş başa gelene. Ama üzüyor söylenenler... üzüyor Asi’yi böyle görmek Demir’i... “Yanında olduğuma bir inansan... bana güvenmek bu kadar mı zor Asi?” Yanıt gelmiyor Asi’den... boşluğa dalıp gidiyor yalnızca gözleri. “Ama ben pes etmeyeceğim” diyor Demir... onun yerine de mücadele etmeli... onun için mücadele etmeli... “Güvensizliğini.. bakışlarındaki bu hayalkırıklığını... sileceğim.” Leyla’nın ofiste ayarladığı toplantı öncesi, Demir, Kerim’le paylaşıyor dün akşamdan beri olanları. Kendi babasını mı süründürmeye çalışıyor Aslan, inanılır gibi değil yaptıkları. Ya Süheyla Teyze... Aslan’ı destekliyor olabilir mi?... “Daha fazlası” diyor Demir...... Aslan’la işbirliği içinde hareket ediyor olmalı. Toplantı başlamak üzereyken Melek aralarına katılıyor... Süheyla sıkılacağını, bu işlerde biraz tecrübesiz olduğunu söylese bile... başından beri o da olan bitenin içinde... fikrini söylemek istiyor, müsade ederlerse. Konu belli. Kozcuoğlu Ailesi. Demir, Kerim Melek... bu ailenin Aslan tarafından zor duruma düşürülmesine karşı. Leyla çekimser kalıyor... Süheyla Hanım’ı dinlemek istiyor. Süheyla senedi, artık bu konuda diğerleri kadar söz hakkı olan Aslan’a verdi... kendisinden evvel Aslan ikna edilmeli... Süheyla izin vermeseydi, Aslan böyle bir şeye cesaret edemezdi... herkes bunu bilmiyor sanki. “Onun sevgisini böyle mi kazanacaksınız?” diye soruyor Demir... satınalınmış bir sevgi... Toplantıya noktayı koyuyor, Süheyla’nın son sözleri... Kozcuoğlularının onlardan aldığının yanında, bir çiftliğin önemi ne ki? Yine ana hatırasına ihanetle vurmaya çalışıyor Demir’i... Mümkün bütün yolları denemeli Demir... Aslan ofise geldiğinde onunla konuşmaya çalışıyor... vakit varken vazgeç diyor, bu kadar sabrediyor olması bile teyzesinin hatırına ama bu çabalar hiç bir şeyi değiştirmiyor. Aslan Demir’in ofisinden çıkarken, Kerim’e yakalanıyor... ondan da ‘hata yapma’ diye bir uyarı alıyor. Bu laflarda hep orada kalıyor. Asi’nın Defne’yi görmeye gittiğini farkeden Neriman, kızının peşine takılıyor... ne yapıp edip Defne’nin kapısına kadar gitmeye ve onunla görüşmeye fırsat da buluyor... Evine adımını bile atmaz... hiç ısrar etmesin Defne... ama yan gözle bakmayı da ihmal etmez içeriye. Birlikte birşeyler içmeyi kabul ediyor yakınlarda sadece. Defne alışmaya başladığını söylüyor yeni evine... Neriman’sa çıkarıyor baklayı ağzından... Aslan atıyor onları evlerinden... kimlere gelin gitti anlasın kızı şimdiden. Demir’in sabah konuştuğu, şirket avukatı Gani Bey Antakya’ya varıyor. Ofiste Süheyla olduğu için, Savoy’un lobisinde buluşuluyor. Demir avukata kısaca durumu izzah edip, bu satışa nasıl engel olabileceklerini soruyor. Senet ciro edilmiş ve Aslan’a verilmişse yada şirket adına kayıtlı ve yetki sahibi birinin elindeyse, herşeyi yapabilirler. Demir’in canı sıkılıyor duyduklarına... birlikte bir çıkış yolu bulabileceklerini düşünüyordu avukatla. Son çare olarak bir yol öneriyor Avukat... onlar bunu konuşurken Kerim geliyor yanlarına... merakla soruyor oda... var mı bir şansları... bir şeyler yapılabilir mi bu satışı engellemek anlamında? Avukatla konuşmaları sonrası, şantiyeyi ziyaret ediyor Demir ve Kerim... Bala ile görüşecekler burada. Aslında bir sorusu var Demir’in dostuna... Bala’lar ile olan işlere o bakabilir mi bundan sonra? Birden bu değişiklik hoş olmaz... niye diye de sorarlar... ama umurunda değil hiç biri Demir’in. Bu kadın yüzünden yaşadıklarını yaşamaya niyeti yok bir daha. “Geçen gün Asi Bala’yı görmesin diye ne manevralar yaptım” diyor Kerim. Bir işe yaramadı ama, “Asi gördü bizi” diyor Demir, kaşlar çatık alın boyunca. Yanaşıyorlar birlikte Bala ve adamlarının yanına. Bala’nın yüzü aydınlanıyor Demir’i görünce... bakması gereken çizimler gelmiş, gözatsınlar mı birlikte? Demir görüşmesi gereken birini bahane ederek, Bala ve çizimlerini bırakıyor Kerim ile. Gonca ve Ziya ilişkisinde sorunlar yaşanıyor... Gonca ona çok az zaman ayırabildiği için Ziya başkalarıyla beraber olmakta bir sakınca görmüyor. Annesini ve Defne’yi bırakıp kardeşlerini almaya gelen Asi, kızkardeşini Ziya ile birlikte görüyor... “O çocuk kimdi?” sorusu yanıtsız kalıyor. Konsorsiyum’a başkan adayı gösterilen İhsan’ın görüşmeleri devam etti gün boyu. Kendisinin tek aday olduğunu düşünürken, bir kaç aday daha önerilmiş olduğunu duymaksa moralini bozdu. Akşam da sonucun açıklanacağı kulübe Asi ile birlikte geliyor, İhsan. Organizasyon yetkilileri adaylar hakkında görüş olamaya devam ediyor bir yandan. Demir’de görüşüne başvurulan işadamlarından... o görüşme için odaya alınırken, baba-kız bakıyorlar kaygıyla ardından. Kulüp davetlilerle dolup taşıyor... Cemal Ağa’da geliyor... Asi’nin olduğu masaya oturuyor. Belli ki alınmış kendisinden de görüş alınmamasından... söylenip duruyor. Derken Bala kapıda görünüyor... gözleri içiride dolaşırken Asi’yi görmekten hiç memnun kalmıyor. Görüşmesi bitmiş, odadan çıkmakta olan Demir ve yöneticiler ile karşılaşıyor. Bala tanınan bir mimar, ayaküstü orada bulunuş nedeniyle ilgili yetkililer ile sohbet ediyor ama onun ilgisi asıl Demir’in burada neden bulunduğuna. Öğreniyor da... Avrupa Birliğinin başlattığı bir projenin başkanlık seçimi için buradalar ve Demir’den İhsan Bey adında biri için görüş ve tavsiye almışlar. İhsan Bey’in yanına gitsinler mi beraber... ama Bala araya giriyor... Demir’in önünü kesip kolundan tutuyor, bir taraftanda “Biz size birazdan katılacağız” diyerek, diğerlerini gönderiyor. Demir’e hesap soruyor... bu ortaklığa Demir ile birlikte girdiler, işi başkasına mı devretti... Herşeye yeniden başlar gibi Kerim Bey’e dert anlatmaktan hiç hoşlanmadı... neler oluyor? Demir kararını Bala’ya bildiriyor... “Bir an önce alışsan iyi olur. Kerim artık buprojede tam yetkili.” Bala’nın neden diye sormasına gerek yok. Ona teklifsizce yakınlaşmaya çalışması buna sebep... biliyor. Gözleri Mehmet Bey’lerin gittiği masaya dönüyor. Asi’de o masada oturuyor... Bala onlara katılacak, ya Demir... o da gelmek ister mi, soruyor... Bala, İhsan Bey ile tanışıyor... Asi’nin onun kızı olduğunu öğreniyor. “Kızınızla İstanbul’da tanıştık” diyerek İhsan’ı da şaşırtıyor... Mehmet Bey’ler biriki noktayı konuşmak için İhsan’ı da alarak ayrı bir masaya geçiyor... Cemal Ağa’da ayrılırken yanlarından Bala gitmek yerine, İhsan’ın boşalttığı sandelyeye kuruluyor. Asi ile masada karşılıklı kalıyor. Demir bu hale geldiğine inanamıyor, bu karşılaşmalar zincirini kıramıyor... dudaklarını dişlerinin arasına sıkıştırıp sıkıntısını belli ederken, bir taraftanda ikisinin arasına oturuyor. Bala’nın dilinin altında birşeyler var... biliyor. Nitekim daha o yerine bile tam oturamamışken Bala’nın sesi duyuluyor. “Demir... Mehmet Bey senden aday için tavsiye almış, duyduğuma göre?”... Ona isim sorduklarını söylüyor Demir... elbetteki en doğru ismi söyledi o da kendilerine. “Tam da adamından tavsiye almış... onikiden vurdunuz... bravo... demek burada işler böyle dönüyor...”... Asi konuşulanlara bir anlam veremiyor... bir şey söylemek istiyor bu kadın ama ne... başını dikleştirip soruyor...”Ne ima ediyorsunuz?”... İma etmedi Bala... açıkça söyledi... danışıklı dövüş bu işler... Demir’e dönüyor bu sözlerle kamera... gözleri her türlü tedbiri elden bırakmış kısılıyor kızgınlıkla... Bala’nın daha fazla bir şey söylemesine müsade etmeden giriyor araya... “Bu gereksiz konuşma için ben özür dilesem olur mu?”... Bala Demir’e baka kalıyor... ama bu mahcubiyete kendi çanak açtı... şimdi neden bozuluyor. “Herkes kendi söylediğinden sorumlu Demir” diyor Asi ama Demir özrünü tekrarlıyor bir kez daha... Böylesi seviyesiz sözlerin muhatabı olmamalıydı Asi... bu Demir’in suçu... bir zayıflık anında Bala’ya kendi verdi bu kozu. İhsan Bey yetişiyor Demir’in imdadına, çağırıyor kızını yanına. Asi kalktı masadan ama Bala’nın sıkıntısı devam ediyor hala... “Konuşma tarzınız hiç hoşuma gitmedi Demir Bey... beni rencide etmeye devam ederseniz, bedelini ağır ödersiniz...”... Demir’in ona dönen asık suratında, müstehzi bir ifade dolaşıyor artık kaşlarıyla çarpılan dudakları arasında... “Efendim... bedel mi?”... İhsan’ın başkanlığı açıklanıyor... herkes kendisini kutluyor... Demir’de guruba davet ediliyor... o da İhsan’ı başkanlığından dolayı kutlamak için elini uzatıyor... ama eli karşılıksız, boynu bükük kalıyor... İhsan onu kolundan tutarak guruptan ayırıyor... biraz ilerleyerek başbaşa konuşmaya başlıyorlar. “Sizinle elinizdeki senetle ilgili, karşılıklı güvene dayalı bir anlaşma yaptık... ama bu anlaşmaya uymayarak Aslan aracılığıyla çiftliğe el koydunuz. Size olan güvenimi yitirdim... bu yüzden elinizi sıkmadım. “... Demir yerine koymaya çalışıyorum kendimi... nefret ediyorum burada olmaktan... bu sözlere hak vermekten... İhsan yerinde olsam bende aynı şeyi yapardım, demekten. Bu senedin Aslan’a verildiğini Demir’de sonradan öğrendi. Durumu düzeltmek için elinden geleni yapacağına e.min olabilir İhsan... Ok yaydan çıktıktan sonra bunların söylenmesi neye yarar... ama anlayacaklar... hem Asi... hem İhsan Bey... ona güvenmemekle yanılıyor olacaklar. Gözleri bir an için Asi’yi aranıyor... ‘senin gibi baban da bana güvenmiyor’... ardından ayrılıyor İhsan’ın yanından... Demir’in içinde olup bitenler yumruk olup vuruyor kendini salonun duvarına, orayı terketmeden... ‘Acele edin’ diyor adımlarına giderken...’süratlenin ve götürün beni buradan... hıza ihtiyacım var şu an.’ Bir gurur yumağı Demir’in, asla hazmedemeyeceği şeyler elbirliği etmiş, oluyor tek tek bu akşam. İhsan yürümek istiyor biraz toplantı sonrasında... dalıyorlar Asi ile birlikte şehrin eski sokaklarına... Asi dayanamıyor... “Bu akşam Demir’e çok yüklendin” diyor İhsan’a. Nasıl kıyabildi babası ona... O senet bunca zamandır elindeydi ama Demir hiç bir şey yapmamıştı... şehrin ilerigelenlerinin yanında, haketmedi utandırılmayı. O elin yalnızlığı Asi’yi de yalnız bıraktı... yüreğine eseni yapmak ve babasının boş bıraktığı ele uzanmak istedi... ona bu elde tutunmak, inancını, güvenini paylaşmak... ‘yalnız değilsin, yalnız değilim... sana inanıyorum’ demek, istedi. Akıl sır ermiyor nasılına fakat Asi-Demir aynı duygunun yolcusu olduğunda dünyalar bir araya geliyor... bu kız bu adamı birebir kendi bedeninde yaşıyor. O resim, o tarak kül olmuş... Asi’nin ‘git artık’ sözleri hep boşmuş... ‘git artık’ demekle sevgi gitmiyormuş... o yanışlar meğer arınmış gerçekler getiriyormuş. Asi’ye olan her şey nasıl üzüyorsa Demir’i, Demir’e olan herşey de üzüyor Asi’yi... hakikat bu... ardışık yaşanıyor onlarda her duygu. Şefkatvari bir hisle, Demir’in üstüne düşmek istedi, bu akşam Asi. Sıkı sıkı sarmalamak, birbaşınalığını... bu akşam onun gözlerine geçen hayalkırıklığını... yaşanmamış kılmak Demir’in katlanabiliyor göründüğü o anlarını... Üzülmesin o böyle, unutsun bu gece olanları... Demir’in o akşamki mahçubiteyetine, Asi dayanmakta zorlandı. Çokda umurunda görünmüyor İhsan’ın Demir’i mahçup etmiş olmak... onun yapıp yapmadıklarından daha önemli bir şey var. Hergeçen gün birbirlerinden biraz daha kopuyorlar... bu ara açıklığına da İhsan dayanamıyor... özellikle Asi ile yaşadığı bu ‘uzak’ duruşa... İlginç bir paralellik bu gün toplantıda Süheyla’nın uyarılarına... hatırlıyorum ‘başkalarını düşüneceğinize kendi ailenizi korumaya çalışsanız’ tarzında bir şeyler söyleyişini onunda... İhsan’ın söylemi de bunu andırıyor bana... Asi’nin eli uzanıyor baba yüreğine... halsiz bir gülücük yüzünde... uzaklığım bu kadar işte... bir gülüş mesafesinde. Demir yavaşlamış... şehrin sokaklarından yürüp gelen o hızlı adımlar herşeyi geride bırakmaya çalışmış, Kuşlu Ev’e varmış. Numaralığın altına sıkıştırılmış anahtarı alıp içeri giriyor. Ev karanlık, ışığı yakıp kendini odanın köşesindeki koltuğa bırakıyor... başı çatlayacak gibi ağrıyor... gözlerinin içi oyuluyor... bu ağrı sanki bütün yüzüne yayılmış, kendini hissetmiyor. Bir avucu sertçe yüzünü sıvazlıyor... ruhundan tenine kadar sıvandığını hissettiği uyuşmadan kendini kurtarmak istiyor. Eli sonunda çenesini buluyor... kendini bu desteğe dayıyor... Sorunlarının çapraz ateşinde, Demir orta yerde duruyor. Bunun da altından kalkacak ama... sadece sakin olması ve Demir gibi düşünmesi gerekiyor. Rahat bırakmıyor dertleri onu çok fazla... kalkıp pencereye yaslanıyor...sanki çözüm seki üzerindeki saksılarda, gözleri dışarıya kayıyor... bu esnada, açık kalan sokak kapısında bir hareket dikkatini çekiyor. Asi ve İhsan Bey görünüyor o dar aralıkta... Asi’nin yüzü eve doğru dönük, yavaşlayan adımları kapı önünde oyalanırcasına. İçeriyi görmeye çalışıyor. Ne işleri var burada?.. Asi neden öyle bakıyor?.. Kendisini merak mı etti yoksa... birşeyler görmeye mi çalışıyor. Bu tesadüf Demir’i şaşırtıyor... ama sevdiğinin yüzündeki o aranan ifadeye rast gelmek de ona aradığı gücü veriyor. Herşeye rağmen kayıtsız değil kendine sevdiği, zaten nasıl olabilirdi ki, gözlerinde gördüğü kesinlikle bir ilgiydi. Asi’nin ne düşündüğünü bilmek için kendine bakması yeterli... Asi’de Demir’i düşünüyor o anda demek ki. Asi babasıyla yürüyüşlerinde... sorunlar aştı kendilerini ama o hala Demir derdindinde. Ne yapıyor şimdi... acaba nerede? Şehirdeki evine gitmiş olabilir mi... hemen şurdan sapsalar önünden geçecekler o evin... teklif ediyor babasına...”Dönelim mi?”... Başında onca dert varken, kurtulamıyor onunla ilgili yaşadığı endişelerden... ailesi bir yana ama onu da düşünmeden duramıyor doğalca. Evin sokağına saptıklarında... kapıyı açık görüyor... yağmur altında ıslandıkları akşam barındıkları odada solgun bir ışık yanıyor... Demir sığınmış olmalı yine oraya. Adımlarını yavaşlatıyor... onu bir an görmek mümkün olabilir mi acaba?.. Çaresizce dolandırıyor bakışlarını avluda... ama o kadar kısa bir geçiş anı ki... ulaşamıyor arzulanana... geçişiyorlar bir duvar aralarında. Hani neredeyse bu bile yetecek bu akşam ona... yerini biliyor ya... Sığındı kendinin de artık bir parçası olduğu o mekana. İhsan’ın gözünden kaçmıyor Asi’nin dikkatlice önünden geçtikleri eve bakışı... kimin, biliyor musun, diye soruyor. “Biliyorum... Demir’in doğup büyüdüğü ev.” İhsan sormuyor sen nereden biliyorsun diye... sorgulamıyorda bu evin yollarının üstüne denk gelişini... “Işığı yanıyordu... boş değil demek ki!” diyor... aldığı cevap daha rahatlatıcı değil içini... “Demir yalnız kalmak istediğinde hep buraya geldiğini söyledi.” Demir bu bilgiyi nasıl bir ortamda Asi ile paylaşmış olabilir ki? Asi’ye takılıyor gözüm son anlarında... yüzünde huzurlu bir ifade, ‘iyi geceler’ diliyor ona. Kızıl bir gün doğmunu takip ediyor, vuruyor Kozcuoğlu çiftliğinin avlusuna güneşin ışıkları... Bisikletinin zilini çaldırarak geliyor çiftlik yolundan erkenden postacı... İhsan Kozcuoğlu, adına bir tebligat var... tam da adamına rastlıyor verecek bunu. İhsan gerek bile duymuyor, postacı gittikten sonra açmak için elindekini... biliyor içindekini. Asi çıkıyor avluya onun peşi sıra... alıyor babasının avuçlarına kadar ulaşmış olan dertlerini... Bu uğursuz kağıtta İhsan’ın ismi... isteniyor evlerinin tahliyesi... tahliyeyi isteyen ise sevdiğinin şirketi... Aslan erkenden Süheyla’ya gitmiş... bir derdi var belli ki. Bahçeye atılan bir masada içiyorlar sabah kahvelerini. Kendilerini sevenleri bile karşısında görünce çiftliğin ona devredilmesi meselesinde... doğru mu yapıyor diye sormuş kendine. Vaz mı geçseler ne?.. İbret alem için almak lazım aslında – bir annenin diyemiyorum - Süheyla’nın söylediklerini buraya... sinir bozmamak için özet geçeyim ama... “Sana değer verenler seni sevmeye devam edecektir.” diyor, sevginin yüreklere böyle yerleşmediğinin bile farkında değil. Kulluk... kölelik... beylik, laflarında... mazluma sevgi ve eşitsizlik aynı zamanda. Bir anne nasıl sokar bütün bunları oğlunun kafasına? Bu büyük laflar, yaşanmışlıklardan süzülüp gelmiş yargılar... yaşamın içinde buluyor muhakkak ki bir doğruyu... ama bu genelleme İhsan için doğru mu? O da geliyor işte karşıdan... elinde tebligat... yanlarında birazdan. Bir tarafında, vaktiyle aşık olduğu kadın... bir tarafında tek oğlu... düşte görülse hayra yorulmaz bir şey gerçek oldu. Gelip alsınlar çiftliği bugün, bitirsinler bu oyunu. Yenilgi kabul ediliyor... Neriman kızlarını alıp babasının evine gidiyor ama İhsan... “Cemal Ağa’nın evine hiç bir koşulda sığınmam” diyerek kendisi için son noktayı koyuyor. Demir geceyi Kuşlu Ev’de geçirmiş... Kerim’le Defne’ye gidiyor kahvaltı etmeye... İlk misafirleri yeni evli çiftin, gülerek karşılıyorlar onu kapı girişinde... Defne’nin ağzından çıkıveriyor... Asi’de burada olsaydı keşke... Sevinsin mi üzülsün mü bu sözlere Demir... bakamıyor evsahiplerine, hızlı hızlı geçiyor düşünceler yine beyninde... sevdiğinin ablası kardeşini hatırlıyor kendisini görünce... Demir’de öyle hissediyor kendini... bir çift gibi Asi’yle... Masa çoktan hazır, oturuyorlar hemen ama hiç iştahı yok Demir’in... tabağındakilerle oynuyor, aklı başka yerlerde. Defne’nin telefonu çalıyor... Asi arıyor... işte bu Demir’in dikkatini çekiyor, konuşmaları takip ediyor... Defne bir müddet suskun... peşisıra inanmazlık sözleri gelmeye başlıyor... neler oluyor? Masadakilerin gözleri Defne’de... bu konuşmaya bir anlam verilemiyor... izzahat yine Defne’den geliyor, “Babamlar çiftliği boşaltacakmış, tebligat gelmiş.” Aynı anda fırlıyor yerlerinden erkekler... Defne’nin elindeki telefonu kapıyor Demir... “Asi!”... Asi beklemiyor Demir’in sesini duymayı telefonda... ablasıyla konuşuyordu, nereden çıktı ortaya. Ama en ihtiyacı olduğunu hissettiği anda belki... duyuyor işte ona seslenen Demir’i... “Demir...”... sevdiği birşey yapamaz ama çiftlikte olanları anlatıyor yine de bir çırpıda ona... Babası ilk defa vazgeçti hayatı boyunca... annesi konağa gidelim,diyor... babası asla gitmem, diyor... ne yapacaklar bilmiyor. İhsan, omuzları düşmüş, yılmış adımları onu nereye götürdüğünü dahi bilmez halde önünden geçerken konuşmayı daha fazla sürdüremiyor... sesi kesiliyor... Demir, “Asi orada mısın?”... diye ulaşmaya çalışsada, değil artık... Hemen çıkması lazım Demir’in.. avukatını arıyor... Dün konuşmuşlardı zaten, bu plan üzerinden, bir an önce harekete geçilsin, talimatını veriyor. Avukat atacakları adımın riskleri konusunda son bir kez uyarıyor olmalı onu ama bunun Demir için bir önemi yok... çiftliğin bu şekilde el değiştirmesine izin vermeyecek.. geri adım atmıyor. Demir çiftliğe yaklaşmak üzereyken İhsan’ı farkediyor... Ne demişti Asi onun için... “vazgeçti”... bunu onda görebiliyor. Bu adamın yaşamak için bir nedeni, dünya ile bir işi varmış gibi görünmüyor... Demir onu gideceği yere bırakmayı teklif ediyor... açığa salacak sesi bile yok oysa İhsan’ın... eliyle itiraz edip çekisinde yürümeye devam ediyor. Asi... Asi nerede peki... işte o da babasının peşine düşmüş geliyor. Demir asıl onu görmek istiyor... koşarak gelen adımları Asi’yi ona yaklaştırınca görüyor.. “Sen ağlıyorsun...”... galip gelmiş o mağrur kızda yaşlar... akıyor. Demir onu ağlarken görsün istemiyor Asi... yalnız kalmak istiyor. Ama Asi’yi bu haldeyken yalnız bırakamaz Demir... peşine düşüyor. Bırakıyor aksın yaşlar onda... bırakıyor yürüsün Asi toprağında... ve bırakıyor kendini, düşüyor sevdiğinin ardına... Ne kadar gittiler böyle... Asi’nin yaşları aktı, ayakları toprağa bastı... ama artık durmalı... sesleniyor Demir, “Asiii...”... alışageldiği değil karşısında duraklayan kişi... dinmiyor bir türlü yaşları... biliyor, gelip dayandı geçmiş bu kızın yaşantısına bütün heybetiyle, zorluyor sınırları. Hayatında hiç bir şeyi yoksa bile babası vardı... o her daim ayakta duranı... O da bu zorlanmalarda aşındı... sabahki darbede yerle bir etmiş... çöktürmüş İhsan’ı. -Babam bunu kaldıramayacak... kendini bıraktı... üstelik son zamanlarda ondan sevgimi esirgedim... onu artık sevmediğimi, saymadığımı sanıyor... Bu boyun eğişi hazırlayan gerekçelerden biri olarak da kendini görüyor, sevdiği... Bunun gerçek olmadığını Demir bilir, en iyi... Müsade edemez, besleyip durmasına bu gerçek olmayan düşünceleri... sevgi hiç saklanabilir mi?.. -Sen öyle sanıyorsun... sevgini esirgediğini sanıyorsun... ama sahiden seviyorsan... karşındaki bunu bilir Asi... ne yaparsan yap, bilir. İnsanın saklayamadığı tek şeydir sevgi... iyiki de öyledir. Onlar ne kadar saklanabildiler birbirlerinden ki... ne yok edilebilir, ne geri alınabilir, sevgilerini bir kere verdiler birbirlerine gitti... geri dönüşü olmayan bir yol bu... yaşanmışlık... olmuşluk... ölmüşlük gibi. Saklayabiliyor muyuz... görmüyor musun bizi? Asi bilmez mi Demir’in söylediklerini... o “ne yaparsan yap”ın göğüslediklerini... Sürekli geçmişi görmeye zorlanan yüreklerinin birbirinden kaç kez vazgeçmeye niyetlendiğini... sevgilerinin her seferinde onları kendine getirişini. Sevgi vazgeçmeyi, sevgi diz çökmeyi bilmiyor... doğru söylüyor Demir’i... İyi ama ne yapacak şimdi... evleri, yaşamları ellerinden gitti... babası tek tek topladı, bu tarladaki taşların hepsini.. ya ağaçlar... ağaçlar bile kesecek büyümeyi... biri babası , diğeri Defne doğduğunda dikilmiş... kim anlatacak bundan sonra ağaçlara bu hikayeleri. Ağlayarak çöküyor yere... elleri uzanıyor, okşuyor kuru toprağı... Demir’in dokunmaya kıyamadığı parmaklar, avuçluyor yaşam kaynağını... “Biz topraktan koparsak çürürüz... ellerimiz toprağa değmezse içimiz kurur.” Demir de bilir Asi’nin söylediklerini... o da buraların çocuğu. Topraklarından gittiğinden beri unutmuşluklarını Asi ile buldu. Kendi ellerinde hala durur annesinin avuçlarından bu kuruluğu silken dokunuşu... Uzanıyor yavaşça Asi’nin toprağı okşayan ellerine... dün akşamdan beri ona sızlayan dokunuşlara... Alıyor avucuna... silkelemek değil, sıvazlamak için için yanışları aslında... yetmiyor artık ama, dinmiyor yalnızlık bu kadarla... Demir’in gözleri Asi’de... daha fazla uzanmak istiyor ona... Asi gibi o da... ‘daha’ deyip duruyor ruhu çılgınca... şu anda bir olamazlarsa dünya dönmeyecek sanki bundan sonra... uzanıyor bir ‘nihayet’e daha Demir... Bir taraftan kaldırırken Asi’yi ayağa, çekiyor aynı zamanda Asi’yi bağrına, sarılıyor doya doya... Asi... Demir... hasret bu ana... Dünyanın dönmeyeceğini mi düşünmüştü Demir, ama asıl şimdi durmuş baksanıza... Asi’nin ona sığınışı, toprağına uzanışından daha fazla... yerleştiriyor kendini ona... Ne onlar inanabiliyor, ne biz... rüzgar bile şaşkınca dolanıyor etraflarında... hep yalnızken savurur Asi’nin saçlarını oraya buraya... bu sefer dokunduruyor bu adama... bu bulmuşlukla mı esiyor, esitikçe esiyor yoksa bugün oralarda. - Demin... ellerin ellerimdeydi... hep böyle kalamaz mıyız? Ne zamandır süren sızlayışları dindiriyor Demir... sıkı sıkı sarmalıyor birbaşınalıklarını... Yadırgamıyorlar hiç bu anı. Sanki Asi için büyütmüş bu bedeni Demir, işte buldu onun için doğru olanı. Asi’nin kendini bıraktığı bu beden Demir’den... onu kendine bastıran kolları... omuzlarında hala devam eden sıvazlayışları... sunuyor ona Demir’li yaşamı. Asi’nin başını dayadığı göğüs sakince inip kalkıyor kendi ritmiyle... körüklüyor Asi’yi de kendiyle birlikte... tanıdık birşeyler saklı her nefeste... Bu yatışmışlık anlarında aslında nasıl bir coşku yaşanıyor Asi-Demir’de... coşku hareketlilikle değil yoğunlukla geliyor biliyorum... ama yinede onu böylesi bir görselde apaçık görebilmek şaşırtıyor beni, irdeleyince... Zaman, mekan ve nedenselliğin tutsaklığından kurtulup deneyimlenen büyük bir çoşkudan bahseder... zihinle beden arasında köprü... nefesi anlatır kitaplarımdan biri. (I) İçsel olarak yaşayabileceğimiz deneyimleri onlar burada birlikte yaşıyorlar sanki... ‘o nefes’te tek oldular bir vakit... bu mu neden... mucize gibi... Çaresizce onları anlamaya çalıştığım günlerden birinde... “Saklambaç” adını koydum bu anında içinde bulunduğu bir başka görsele... “ruhlarınızı saklıyorsunuz bu yakınlıkta” dediğim o günlerde, bu saklanışında ardı varmış... Bir coşkuya perdeymiş saklanışları, Saklambaç’ın içinde. Asi’nin gözünden bir damla yaş süzülüyor Demir’e... Demir farkında değil o yaşın , okşuyor Asi’yi habersizce... Yanağına dayadığı sevdiğinin başı saçlarını sunuyor kendisine... Asi Demir’in kollarının içinde sarmalanıyor sevgiyle. Okşayışlar... sokuluşlar geliyor ... nefesler karışıyor yine. “Öfkenizden kurtulun artık.” demek istiyorum .. hepimiz çok yıprandık... bakın böyle ne kadar güzel... hep bu yatışmış çoşkuda kalabilseniz artık. (I) Nefes, S. Rama, R. Ballentine, A. Hymes, Ötesi Yayıncılık, 2000 |
22. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|