Sample picture
 
Kalabalık karanlıkta bir kadınım... yeldeğirmenlerine karşı savaşan bir hayal’in üçboyutunda... ağlıyorum. Gözyaşlarım doğalca süzülüyor yanaklarımdan üstüme... Biri biri ardına... tane tane... Acele etmiyorum dökülsünler diye... ne de tenezzül ediyorum onları gizlemeye veya silmeye... karanlığın özgürlüğündeyim... Üstelik ihtiyacım var o tanelere... Soruma cevaplar geliyor çünkü yaşlarımın yağmurunda o gece... Her biri bir birşeyler söylüyor... Sindire sindire ağlıyorum Demir’e soruşuma... ‘Durabilir misin’e... Yanlış soruymuş... Durmak yetmiyormuş... asıl sormalıymışım... ‘Aşk’ın için dövüşebilir misin?’ diye.

yolu yok...
yel değirmenleriyle dövüşülecek..
...
....... sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde... (I)

Demir... susuzluğumuzun yenilmez şövalyesi... duracak... ve dövüşecek o yeldeğirmenleriyle... aklın yetmediği... gerçeğin yönünü tespit edemediği o oynak sınırda... kendi gerçeğini bulmak için savaşacak yarattıklarıyla.

Kalamıyor daha fazla barda... çıkıyor yukarıya, katlarına. Koridorun bir ucu Demir... bir ucu Asi... duruyor tam ortasında. Kaçsada uzaklaşamıyor... dönüp duruyor duydukları kafasında. Neden kaçmaya çalışıyor gerçekten de... bıraksın kendini Asi’ye. Değer mi bu işkenceye. Ne olmuş İhsan ve Süheyla bir ilişki yaşadılarsa gençliklerinde... Kimsenin yapabileceği bir şey yok şu anda bu gerçeğe. Durdu ve dönüp bakabiliyor işte ona... o kapının içiyle dışı arasındaki mesafe aşılamayacak mı asla?.. Bugün girdi o kapıdan içeriye... ve dokundu onun saçlarına... Bir cesaret yürümeye başlıyor geriye... Asi’ye demek istiyorum aslında... Asi’ye... Ağzı kuruyor, boğazı kuruyor geldiği koridoru geri adımlarken nasılda... birde şu duvarlar üstüne üstüne varmasa... sıkıştırıyor gibiler onu devirdiği viskilerin yalpasında. İşte o kapının önünde bir kez daha... gırtlağını ıslatmaya çalışıyor bir yutkunuşla... Asi ne yapıyor bu kapının ardında... bıraktı gitti onu barda... elleri kıymetli hediyesine dokunurken nasıl bakıyordu gözleri parlayarak ona... yine öyle mi bakar bu kapıyı çaldığında, aşkla... yoksa kızgınlıkla... yoksa öfkeyle... yoksa şaşkınlıkla. Düşünceleri parça parça... toparlayamıyor hernasılsa... Eli yarı yumruk, kalkıyor gövdesinin yanından yukarıya... En önemli mesele... ne diyecek Asi’ye, o kapı açıldığında... ‘Merhaba’... ama sonra... sonrası yok... nasıl diyebilir ‘Bir barmen anlayıverdi sana deli divaneliğimi, gönderdi beni sana... geldim kapına... kaçmayalım bu aşktan daha fazla.’ Kestiremiyor ne olur Asi’nin tepkisi onu kapısında bulmaya... Belkide güler Asi ona... bütün dünya gülmeyi seçmemiş mi yeldeğirmenleriyle savaşan o adama.

Gerçeklerle inançların çatışmasında yıkılmazlıkla karşı duruşu nasıl gülünç hale getirmişse o ruhu... yenik düşmeye doymuyor gibi kendi de... suskunluğuyla dövüşüyor her ‘birbirimize uzak durmalıyız’la... O adam kadar acınak... o adam kadar gülünç halde Demir’de... Evet... evet... güler Asi... gülünç bir şey bu yaptığı... katlanamaz buna... katlanamaz asla bir daha onun karşısına çıkmaya... imkansız... onu hepten kaybetmektense... hiç bir şey söylememek daha evla. Ne işi var burada... ne işi var bu kapıda... ‘bizim birlikte olmamız imkansız’ diyen o değil miydi, daha biraz evvel aşağıda. Reddedilme korkusu çatıyor kaşlarını, yerleşiveriyor bakışlarına... Asi’den değil ama reddedilmekten kaçıyor bu defa da... Geri dönüyor ve yalpalayan adımlar bir kez daha ele geçirip Demir’i o koridorda, sokuyor onu odasına.

Asi uzaklaşamamış bile sığındığı odasının eşiğinden... kıvrılmış yere, sırtı kapıya dayalı... bekliyor... bir tıkırtı... duran bir asansör sesi... Bugünün etkisi... her zamankinden daha çok hissediyor Demir’i... öylece bırakıp gitmesine müsade etmez, düşer peşine... gelir sevgilisi. Birşeyler mi duydu ne kulakları... yoksa hislerimi... kalkıyor çöktüğü yerden... dolanıyor gözleri kapının üzerinde görebilecekmiş gibi... eli uzanıyor metal kola... ne var kapının ötesinde. Yanılmış olmalı ama Demir gelmiyor işte. Ne kadardır oturuyor o kapı eşiğinde... uzaklaşıyor... yatağa ilişiyor... hayalkırıklıkları sağırlaşıyor beklentilerinin seslerine gittikçe... Uzandığı tarağı saçlarından geliveriyor hemencecik eline... bütün direncini kaybetmiş o saç öbeği.... tanışık dokunuşlar ararcasına bırakıveriyor kendini. Neler hayal etmişti kendi kendine... bu istisnai gecede... saçlarına gelen o masum dokunuşlar... nelere kanatlanmıştı gecenin ilerleyeninde... Ürkek hayalleri... sadece Demir’in ona gelişine kadar vardırabilmişlerdi kendilerini... sevdiğine bırakırdı gerisini... tıpkı ona birlikte yiyelim dediği gibi doğalca teklif ederdi, Asi’yi mutlu edecek şeyi... tek o gelsin... o yeter... o bilir Asi’yi. Girer miydi tekrar Demir içeri... yoksa otelin sakin bir köşesine mi çekilmeyi önerirdi... sohbet ederlerdi... unutabilirlerdi yine herşeyi... paylaşabilirlerdi ‘aynısından’ diyebileceği bir içkiyi... İstanbul’u anlatırdı Demir ona... İstanbul’da Asi-Demir, uykusuz bir kez daha... dururlardı bu gecede yanyana...

Demir... elinde resmi... dilinde ismi... sayıklıyor bir kez daha Asi’yi... onca içki fayda etmiyor duygularını köreltmeye... hala istiyor sevdiğini. İmkansız ama anlamıyor ne demek ‘imkasız’ yüreği. Tıklanan kapısı çıkarıyor daldığı hayallerden Demir’i... “Asi!!!... bazen imkansızı istemek hayal olmuyor demek ki...” Açıyor kapıyı ama beklediği değil karşısındaki. Bala ‘buyur’ beklemeden dalıyor içeri... öğrenmiş çok iyi... imkansız diye bir şey yoktur, önemli olan bir şeyi ne kadar istediği. Bu kadını hiç yabana atmamalı... bir elinde şişesiyle Şiraz... diğerinde bardaklar... eliyle koymuş gibi bulmuş bu adamı... Demir’in kafası dumanlı. Nereden buldu Bala onu... ya bu rahatlığı... Biraz akıl yürütme, biraz bahşiş, bulmuş işte... şaşırttığını da biliyor Demir’i, ama ertesi gün dönüyor diye, bir cesaret geldi. Demir içkinin etkisinde... bu fütursuzluğa rağmen doğru bir şeyler yapma peşinde... Bala’nın eline tutuşturduğu şarap kadehini arkasındaki konsola bırakıp, hatırlatıyor... çok geç olmadı mı... yarın iş günü... onun gibi hanımlar ertesi gün giyeceği pahallı gömleği hazırlamış, çoktaaan uykuya yatmışlardır... Oysa umurunda değil Bala’nın... böyle güzel bir gecede... Demir’e bu kadar yaklaşmayı başarmışken... bırakmak ona göre değil... ayakta neredeyse uyur vaziyette olan Demir’e yanaşıyor. Demir gözlerini açık tutamaz halde... yenik düşmüş ruhu çoktan, içten içten uyur halde... Bala ayakkabılarını çıkarıyor... artık kendini kaybetmiş haldeki Demir’in karşısında duruyor. Gözleri özgürce yüzünde dolaşıyor. Kapalı gözlerinin altındaki çizgilere uzanıyor... dokunuyor... mutsuz karşısındaki bu adam... neden bu kadar hüzünlü... bu çizgiler hayatın gizli izleri derler... biraz erken değil mi?.. Bu kadar erken mi yaşlandırdılar... Bala’nın dokunuşları cüretini arttırıp yanağına iniyor... avuçluyor... çeviriyor Demir başını öte yana... aklına getiremiyor kendini kaçırma. Bala, sahip çıkıyor cismiyle orada ama düşüncelerinde kayıp bu adama. İçgüdüleri keskinleşmiş olmalı... görüyor Demir’in bu sakin görünüşünün altını... İsyankar, karanlık ruhlu... ulaşılmaz biri orada... ona ulaşmak bu kadar zor mu? Ellerini doluyor gövdesine... ulaştığını sanarak bastırıyor kendini Demir’e.

Demir bir boşlukta uyanıyor... dünya etrafında sallanıyor... ama vücudunda bir bedenin sıcaklığı... göğsünün üstünde bir ağırlık... yüzüne değen saçlar... bir sesi getiriyor...”İnsana dokunmak onun ruhuna dokunmak demektir”... o kadar isteyince demek ki oluyor... sevdiği gelmiş ona... acısına son veriyor... kapayıp gözlerini kendini ona teslim ediyor... fısıldıyor...”Asi...”...

Bu fısıltıyla Bala kendine geliyor... vardığını sandığı yerde bir başka kadın duruyor... ayırıp Demir’den bedenini soruyor... “Ne dedin sen... Asi mi dedin?”... Demir hızla uyanma halinde... Asi değil yanındaki, Bala... uzaklaşıyor bu gerçekten... “Kusura bakma... ağzımdan çıkıverdi. Bu yakınlaşma hiç olmamalıydı. Mümkünse unutalım.”... Bala’ya hayran kalmamak elde değil... böylesi bir darbaden yıkılmadan çıkmaksa hiç kolay değil... çantasını ve ayakkabılaını eline alıp cevap veriyor... “Peki unutalım Demir... sorun değil. Seni rahatsız ettim, özür dilerim.”... ama hayal kırıklığını saklamayı başaramıyor son sözlerinde ve gözlerinde “İsmini sayıklayacak kadar aşık olduğunu bilmiyordum”... çıkıyor odadan, bırakıyor Demir’i geride.

Üstünü soyundu, yatağına girdi çoktan... ama gözlerini uyku tutmuyor. Asi, Defne’yi arıyor... biriyle konuşup rahatlamaya ihtiyaç duyuyor. Demir bütün gün koruma gibi peşinde dolaştı, sonra da barda tek başına bıraktı... normal bir şey mi bu, soruyor... Biraz tuhaf, Defne’de ona hak veriyor...... “Neden aramıyor?”... Öylece durup bekleyecek mi?... Hiç Asi’ye göre değil... resepsiyonu arayıp Demir Bey’in oda numarasını soruyor... 108. Yarıya kadar tuşluyor... ama kapatıveriyor. Ne diyeceğini bilmiyor... onunla konuşmadan huzur yok bu akşam Asi’ye, kendini tanımaz mı, tanıyor. Odası onun katında... hangi vakit gitmeye karar verdi, hangi vakit koridora çıktı... kendi de bilmiyor. Bir anda kendini, koridoru kararlı adımlarla geçerken buluyor... Kapısını çalıp özür dileyecek ondan... bıraktı gitti barda, haber vermeden... Kapıyı tıklamak üzere hazırlık yapıyor parmakları... durduruyor ama diğer eli bunları... Asi... ne yapıyorsun sen... çıldırdın mı... Demir’in kapısına mı geldin gecenin bir vakti.... nedir bunun anlamı?... Panikle geriye dönüp hızlı adımlarla dönmeye çalışıyor... Kimse görmeden atsın kendisini odasına. Daha yolun yarısında bir kapı açılıyor gerisinde... Duruyor Asi... duruyor benim görüntüm de. Asi ekranımın baş köşesinde... geride Demir’i kapısı açık... bir kadın dışarı süzülür halde. Asi vakıf değil henüz bu görüntüye... O kapının açılışıyla yüzünü basan heyecan vücudunun her yerinde... Demir olmalı... Demir o... soracak, “Asi... neden çalmadın kapımı... gel içeri...”... ofisini ziyaret ettiğinde yüzündeki ifadeyi bulamazsa, utancından ölmeyi umarak dönüyor geriye...

Ben durdurmuyorum artık... ama Asi donuyor o görüntülerde... Bala çıkıyor sevdiğinin odasından, yorgun ve çıplak ayak, ayakkabıları elinde sallanaraktan... gülmeyi bile başarabiliyor, Asi’yi koridorda karşısında görünce. Resepsiyona bir şey sormalar ve uykusuzluklar arasında sözlerle saçmalıyorlar gece gece... ve Bala’nın iyi geceler dilekleri Asi’ye. Asansör kapıları ardından kapanırken Bala’nın, Asi soruyor kendi kendine... Bala’ydı değil mi o... herhangi bir açıklamaya ihtayaç duymayacak kadar açık ve net gördükleri. Dönüp bakıyor Demir’in oda kapısına... oradan çıktı işte Bala... Aptal... aptal Asi... gördün hayallerinle ‘sohbetin’ seni nereye getirdiğini. Sen odanda safça oturup, masum düşler kur Demir ile ilgili... o kabul etsin ilk defa tanıştığı bir kadının ilgisini. Hala aptalsın... hala saf... ne ilgisi... açıkça ‘beraberliğini’. Kendine kızgınlığı mı daha büyük Demir’e mi... acele etmiyor artık odasına dönmek için... yavaş adımlar getiriyor onu geri. Demir’in bu yönünü tanımak... onu nasıl incitti. O bekar bir erkek... istediğiyle beraber olur... Asi’ye verilmiş bir sözü de yok... ama ona uzak durduğu anlarda bile bu kadar acı çekmedi, bu kadar yanmadı yüreği. Demir’de bir yabancı dokunuşu gözleriyle görmekmiş asıl eziyet... zorlanıyor, bunu görmüş olduğunu kabul etmekte... edemeyecekte. Demir’in inci tarağına uzanıyor konsolun üzerinde... ama dokunamadan geri çekiliyor eli... O tarağı saçlarına yerleştiren eller bu akşam bir başka tene değdi... bunu nasıl unutabilir ki...

Asi alışık sabah erkenden kalkmaya... gün ağardığından beri ayakta... toparlamış bağajını... bir tek inci tarağı hala açıkta. Kararsız onu yanına alıp almamakta. O, bir İstanbul düşünün parçasıydı... derin bir hayalkırıklığına dönüşen İstanbul’da kalmalı... ne yapacak alıkoyup da. Tek bir dokunuşu olamaz o tarağa, düşünmeden gece yaşadığı acıyı o koridorda.

Demir’de erkenci... Bala’yı gönderdikten sonra uyku falan kalmamıştı gözünde... ayındı gerçekle. Aldığı ılık duşla gevşeyip uyuyabildi ancak bir kaç saatliğine... Yeni günü ise Asi hayalleriyle başladı... bilir erkencidir sevdiği... toparlanıp o da iniyor aşağıya vakitlice. Sorunca resepsiyona öğreniyor çoktan inmiş ve kahvaltı salonunu geçmiş bile. Yeni bir gün daha bekliyor onu sevdiğiyle... “Günaydın” diyerek oturuyor, Asi’nin iki kişilik masasına... karşısına. Asi çoktan almış kahvaltısını... yarılamış bile hatta... Birlikte kahvaltı eder diye düşünmüştü... paylaşıyor bunu onunla... Asi’nin onu süzen bakışlarına o an için odaklanmıyor Demir... gözleri Asi’nin önündeki tabakta... Ama biz görüyoruz... paralayacak Demir’i koyacak bir kenara mümkünü olsa. “Böyle bir şey konuştuğumuzu hatırlamıyorum” diyor Asi... neredeyse Demir’i o masadan kaldıracak bir ses tonuyla... İşte geliyor ilk sinyaller... Demir beklemiyor böylesi bir ses tonu ne de ona bakmayan gözler... bakışlarına bir isim koymak istiyorum, bu sabahın şerefine... bulamıyorum... Her zamanki çılgınlıklarım... hem onları hem kendimi sınamaya korkuyorum.. ama aklıma vurduğunda da yapmadan duramıyorum... Gittikçe de işi azıtıyorum... 702 sayfalık bir yeldeğirmeniyle savaşıyorum... rastgele bir yer açıyorum... ilk kelimeye bakıyorum... ‘teşne’ oluyor Demir’in bu karedeki ismi... başımı iki elimin arasına alıp, ‘sen aklıma mukayet ol... Asi’ye teşne değil mi o bakışlar gerçekten de’ diyorum... Bir daha uzun müddet fal falan yok, beni her seferinde yendiler... Asi-Demir’e konsantre olmaya kendi kendime söz veriyorum.

Teşne olmasına teşne ama aynı zamanda da şaşkın Demir’in bakışları... dün gece haber vermeden çekip gitti... aslında onun kızması gerekmiyor mu Asi’ye, bu ne hiddet sevdiğinin gözlerinde. Bir yüksek perdeden geliyor hem kızgınlığı, hem sesi sevdiğinin... “Bunu şimdi tartışmayalım...” her ne kesiyorsa tabağında Asi... Demir olmasını istiyor gibi. O kadar keyifli bir ruh hali içinde ki oysa Demir... Vazgeçmiş, vazgeçmekten... Asi’yle karşılıklı oturur haldeyken, kızgınlığı bile mutluluk veriyor kendine... alışsa iyi olur sevdiğinin sabahları böyle tersliğine... Öyle mi peki... sabahları hep böyle ters mi?.. “Hayır”... bakışları dalıyor onun uykusuz bıraktığı gecesine sevdiğinin yüzünde... Demir’de onu mu uykusuz bıraktı ve huysuzluk ediyor böyle... umarım öyledir diyor... umarım bende seni uykusuz bırakmışımdır bütün gece. Soruyor bunun rehavetiyle... “Gece uyuyamadın mı?”... Asi’nin de gelmek istediği bu soru işte... ‘Günaydın’ diyor kendi usullerinden biriyle yine, Demir’e... “Sabaha karşı asansörde tanıdık birilerini görecek kadar uyanıktım!”... Bekliyor bu sözler, dün akşam Bala onu koridorda bıraktığından beri geride. Bozgun yaşatıyor Demir’e... Asi’nin kızgınlığı oturuyor bir yerlere gözlerinde... Asi umursamaz gibi görünüyor, ağzına aldığı son parça yemeğinde ama zehir zemberek sabahı açıkça gösteriyor... neler düşündü sevdiği Bala’yı görünce dün gece. Sözlerinden başka ne var elinde... hiç birşey... “Asi... inan ki düşündüğün gibi değil...” diyor, ne fayda edecekse. Unuttum sanmayın gözlerini... bilirim, en çok gözleri konuşur Demir’in... ama gözleri derin bir suçluluk içinde bu karelerde... Bala’yı zayıf bir anında kabul etmiş olmaktan dolayı odasına o gece... Dudakları yarım bir gülümseleyle, yana kayıyor, olanlara inanamıyor... “Kimbilir neler düşündün sen şimdi?”... kendi düşüneceklerinden farklı şeyler değil onunda düşündükleri. Her şey o kadar açık ve net gibi ki... nasıl ikna edecek Asi’yi. Ona bir şeyler anlatmak için uğraş veren Demir’i, görmezden gelmeye kararlı sevdiği... “Bana hesap vermek zorunda değilsin.” diyerek hatırlatıyor... aralarında böyle bir hukuk yok ki... Herşey Demir için o kadar ani oldu ve olmaya devam ediyor ki... Asi’nin kendini kısandığı kısmına gelemedi bile sevinci. Asi’nin peş peşe hamleleri, izin vermiyor doya doya yaşasın bu gerçeği. Olayın çirkinliği kaplıyor herşeyi. Asi, çatal-bıçağını bırakıp tabağına, kalkıyor masadan... çantasına ve mantosuna uzanırken, söyleniyor bir taraftan... taksi çağırtmıştı, gelmiştir, gidiyor buradan. “Ne taksisi... daha çok var uçağın kalkmasına”... yetişilmiyor bu sabah Asi’nin hışmına. Demir mıhlanmış onun karşısında... neden sonra aklına geliyor onunla kalkmak... hala izzah etme çabasında... “Asi beni dinler misin?... Beni yanlış anlamanı istemiyorum... dün geceki olay...” kesiyor Asi, Demir’in sözünü... hiç ilgilendirmiyor bu onu... Demir fiziken müdahale ediyor artık... kesiyor o da Asi’nin önünü... “olmaz, birlikte geldik birlikte gideceğiz”... Böyle bir mecburiyetleri yok, işine baksın Demir... vakit kaybetmesin Asi’yle... Onu bir kez daha durdurmasına fırsat vermeden, bırakıyor Asi’de Demir’i geride. Bir bu eksikti diye yakınıyor Demir kesinlikle kendi kendine... kör talihe sövüp sayıyor olabilir mi içten içe... Hiç duymadık onun ağzından kötü bir laf herhangi birine... ama hak vereceğim eğer söylenirse de... uysal uysal düşüyor Asi’nin peşine.

Asi’nin taksisi gelmiş... dışarıda bekliyor... hiç oyalanmıyor kendini içine atıyor. Taksi hareket ediyor... Demir otelin kapısına çıktığında onu bulması mümkün olmuyor. Tam bu sırada panik’le bellboy dışarı çıkıyor... elinde bir çanta... yanlış valiz vermiş... hanımefendiyi arıyor. Demir delikanlıyı yatıştırıyor...”Telaşlanma dur, hallederiz.” Cep telefonunu çıkarıp Asi’yi arıyor... uyarıyor... yalnış bavulu almış gidiyor, hemen dönmesi gerekiyor. Emin mi?.. e.min... Demir’in sözünü sorgulamıyor... inanıyor... böylesi bir güven tesis ettiler aralarında... şu anda bile ‘yalan’ söylenmeyeceği biliniyor. Asi taksi şoförüne haber veriyor... birşey unutmuş, otele geri dönmeleri gerekiyor. Demir lobide camın yanındaki bir masada oturup onu beklerken, Asi’nin taksisi kapıya yanaşıyor. Bellboy zaten valiz elinde kapıda hazır bekliyor... o özür sözleri sıralayadursun peş peşe... Asi önemli değil geciktim diyerek işi çabuklaştırmaya çalışıyor. Ama bu arada Demir’de dışarı çıkmaya fırsat buluyor. Daha vakit var, isterse biraz konuşabilirler... Ama vakit değil Asi’nin sorunu... konuşmak istemeyişi... gitmekte kararlı, Demir durduramaz onu. Asi taksiye binince eğilip camdan onunla konuşmayı sürdürüyor... onu dinlemeden bırakmayacağını söylüyor. Ama Asi’de artık açıktan açıktan söyleniyor... “Bir an önce senden de bu şehirden de uzaklaşmak istiyorum Demir... bana göre değilsiniz.” Şoför’e dönerek bir talimat daha veriyor...”Gidebiliriz”... Oysa Demir hazırlıklı bu tepkiye... “Bu arabayla gideceğim” diyerek kendi bagajı için de direktif veriyor onları bekleyen gence ve atlıyor sevdiğinin taksisine... Kim üstün geldi belli olmuyor... Asi konuşmuyor... Demir onunla gidiyor... iki keçi bir ipte cambazlık ediyor.

İkisinin suratı da asıktı son gördüğümüzde takside, ama havaalanındaki güvenlik kontrolünden geçerlerken bir telaş seziliyor hallerinde... açıklama Asi’den geliyor...Hiç uçak kaçırmamışmış... bu İstanbul tarfiğini Asi bile anladı yani bir günde... görüşmelerini havaalanında yapıyordu Demir heralde... Tık yok Demir’den... Asi’yi takmış peşisıra... alışık bir güzergahtan giriş yapacakları kapıya ulaşmaya çalışıyor hızlıca... tek dertleri yetişebilmek uçağa... Yetişiyorlar ama Demir Asi’nin yanında oturmuyor bu defa. Asi yapayalnız pencerenin yanında. Demir sormadan duramıyor uzanıp koltukların arasından ona... “İstersen yanında oturabilirim... uçaktan korkuyorsun, yalnız olma.”... Cevap bile vermiyor Asi... yok sayıyor Demir’i... saymak zorunda... müsade edemez Demir’in hiç bir şekilde ona dokunmasına... o eller kimlere dokundular dün gece... ne yüzle gelip oturmayı teklif ediyor, tutunsunmuş Asi Demir’e. Kaptan kalkış ananslarını yapıyor... Asi için korkulu anlar başlıyor. Demir’in öğrettikleri aklında... aynını uygulamaya çalışıyor... bir farkla ki ellerinin altında soğuk metal buluyor. Kalkış fena geçmiyor ama o tam rahatladığını hissedip camdan dışarıya bakmaya cesaret edebildiğinde, bir hava boşluğuna düşülüyor... ışıklar yanıyor, uyarılar geliyor, uçak şiddetle sallanmaya başlıyor. Bir kaç saniyelik bu sarsıntı Asi’ye yetiyor... ilkinden daha büyük bir korkuyla koltuğuna yapışıyor... bu korkunun her türlü diğer duyguyu bastırdığı bu anlarda başını çevirip Demir’in oturduğu yeri kontrol etme ihtiyacı hissediyor. Demir’se çaresiz... korktuğunu bile bile... daha baskın bir öfkeyle kendisini reddeden Asi’nin koltuğunda kasılmalarını seyrediyor. Bunu ona yaşattığı içinde kendinden nefret ediyor. Ona daha fazla bakamıyor... yanyana gittiler, ayrı dönüyorlar... bu onu kahrediyor.

Yolculuk boyunca sürecek bu suskunlukları... onların yokluğunda Antakya’da neler oldu anlatmama olanak sağlıyor...

Bir önceki gün, Asi’yi havaalanına bıraktıktan sonra Defne Kerim ile buluşuyor. Kerim’se oturabilecekleri bir ev buldu, fikrini almak için nişanlısını bulduğu eve götürüyor... ama Cemal Ağa ev sahibinden almış haberi, gitmiş çoktan eve... onları bekliyor. Evi de avuç içi kadar buluyor... nereye sığacaklar soruyor. Evde Kerim ile Defne oturacak ama Cemal Ağa beğenmiyor.

Ceylan ve Gonca şehre inmek için hazır... Gonca ‘müfettiş gelecek’ bahanesiyle annesine biraz gecikebileceğini söylüyor... Onların peşlerine kahvaltı masasında yalnız kalan İhsan ve Neriman yeni durumu konuşmaya çalışıyor. Bu durumda Aslan’ın Ökkeş’lerle oturması bir garip.. İhsan’sa kendini arafta kefaret ödemek için beklermiş gibi hissediyor... biliyor herkes onu suçluyor. Koşulları değiştirmeleri lazım ama zaten uçucuna yaşanıyor. Kızların nasıl uyum gösterecekleri de ayrı sorun... Ceylan’ın aşırı tepkisi, İhsan’ında dikkatinden kaçmıyor.

Leyla zar zor ikna etmiş Aslan’ı... ofiste görüşmek için bekliyor... Süheyla ise Aslan’ın yüzünü hiç değilse bir kere görmeye kararlı, onu gitmeye ikna etmek hiç kolay olmuyor. Aslan’sa ofise falan girmiyor... bir yemek ısmarlasın Leyla, ilk maçlarını açık havada yapsınlar istiyor... Yemek sırasında ise önüne gelen kebaba ilgisi Leyla’nın onun için çıkartmış olduğu banka kartına ve hesabına yatıralan paraya olan ilgisinden daha fazla oluyor. Amaç Leyla ile ters düşmek olunca, onu sinir etmek için birde alışverişe esir ediyor. Gün hep onun günü gibi değil ama... Leyla ile Melek, punduna getirip anne-oğulu buluşturuyor. Sorunlar akşam da bitmiyor... bir aç gözlük etti, Leyla’ya bir sürü şey aldırdı ama Fatma Ana bunları görüp üzülmesin diye, Neriman’dan onları saklasın istiyor.

Süheyla, Melek’i Türkiyenin ilk kadın kulübüne götürüyor... ‘Aslan’ vakıası herkes tarafından duyulmuş, onlar yerine oturana kadar salon boyu geçtikleri her masada fısıldaşmalar başlıyor. Neriman’ınsa o güne denk gelen gezme ‘günü’ tam bir eziyete dönüyor. Herkesin gözü üstündeymiş gibi geliyor... kim fısıltasa üstüne alınıyor... bu ortama dayanamıyor...

Ziya iş çıkışı buluştuğu Gonca’yı yanında kaldığı arkadaşının evindeki partiye davet ediyor. Böyle orta yerlerde çekine çekine oturacaklarına evde daha rahat edeceklerini söylüyor. Gonca’nın ilk parti deneyimi... babasının aramasıyla bölünüyor. Kızının gecikeceğinden habersiz... İhsan meraklanıyor. Cemal Ağa ise o gece daha fazla evinin duvarlarıyla konuşmamaya kararlı... soluğu bir barda alıyor. Yakasına evden çıkmadan yerleştirdiği gülü... bir sarmaşığın bağrında kaybediyor...

Ertesi sabah kalktığında ise o sarmaşığın kaçıncı dalından yere çakıldığının farkında bile olmuyor. Başı o nedenle mi çok ağrıyor... kimden yardım istese... kalkar kalkmaz damadı arıyor... ‘ölüyor... ne aranıp... ne soruluyor’... ilaç istiyor. İhsan ne yapsın... şehre iniyor... elinde bir torba ilaç, konağa geliyor. Hangi dağda kurt öldü de Cemal Ağa İhsan’ı aradı, şarkılar söyleyen bir kadından gelen telefon ile aydınlanıyor. Hadi kalkıp gitsinler çiftliğe... Cemal Ağa hasta değil... akşamdan kalma... Kim ne anlayacak, gerçekte bu ya... üşüttü işte... nerede olduğunun ne önemi var bu yaşta.

Sabah sabah ütüye girişen Fatma Ana... Neriman’ın sakladığı Aslan’ın alışverişlerini ütü odasındaki dolapta buluyor... oğlunu böyle mi koparacaklar... parayla, pulla... Ökkeş gibi değil o... sahip çıkıyor Aslan’ına. Bir an düşünmeden dayanıyor Süheyla’nın kapısına... genç çocuğu pılıpırtıyla kandıracakta, başı göğe mi erecek. Parayla saadeti buldu mu ki, Aslan’a verecek. Ama Fatma Ana’da daha anlayamamış tam olarak yaşananları galiba... Süheyla herşeyini oğluyla paylaşmak istiyor, kimse engel olamaz buna... Fatma Ana’da...

Fatma Ana dönüyor çiftliğe güç bela ama tek bir adım daha atamıyor... çöküyor çiftliğin kapısına.. Ökkeş anlıyor hemen... öteki çiftliğe gitti Fatma Ana... Gitti... gitmez olur mu... çıktı Süheyla’nın karşısına... ama gözünü karartmış o kadın... nesi var nesi yok... acımasızca, merhametsizce... yığacak oğluna... Neriman zaten yanıyor içten içe Süheyla’ya... bu ne gaddarlık... bu ne zalimlik... Fatma’ya mı gücü yetiyor Süheyla’nın yoksa. Defne’yi almaya gelen Kerim’in yanındaki Süheyla ile ayaküstü ağız dalaşına girip... çekip alıyor Defne’nin yüzüğünü parmağından... tutuşturuyor şaşkınca onları izleyen Kerim’in avucuna. İhsan, Cemal Ağa’yı almış yetişiyor hengamenin sonuna... ama bir şey yapamıyor... geçmiş ola.

Defne atlayıp arabaya buluşuyor Kerim’le havaalanında... Ne kadarda çok şey olmuş onlar yokken Antakya’da...

Yolcularımız iniyorlar uçaktan... Asi hala yüzvermiyor Demir’e... burası onun memleketiya... bu sefer o takıyor Demir’i peşine... Ama ummadığı bir görüntü alandan dışarı çıktığında. Defne ve Kerim yanyana... ama gözyaşları içinde atılıyor ablası kollarına... Kerim anlatıyor neler oldu... az önce kıyamet koptu... Neriman Hanım iki aile arasında hiç bir bağ olmasını istemiyor, nişan yüzüğünü Kerim’in eline tutuşturdu... Ortalığı epeyi bir karıştırdı İhsan Bey ile Süheyla Teyzelerinin durumu... ama yine de anlamıyor ne ilgileri var, olanlar kendilerinin suçu mu?

Asi, Defne’yi alıp çiftliğe dönüyor... yol boyu onu dinleyip sakinleştirmeye çalışıyor... Defne bir taraftan yüzük parmağını okşuyor... bir taraftan daha dün ev baktıklarını söylüyor... bu olanlardan sonra hiç şansları yok gibi görünüyor. Asi uyarıyor... “Hemen babamla konuşmalısın...”... çözümün İhsan’da olduğunu sanıyor.

Demir, Kerim ile işe dönüyor... yol boyu onu dinleyip sakinleştirmeye çalışıyor... Kimse onları düşünmüyor... alır kaçar vallahi Defne’yi, basar nikahı... bu ne ana-baba iktidarı... Demir öneriyor... “ Aşıksan sahip çık... diren... yoksa sen kaybedersin.”... oturup konuşsunlar, çözerler bu meseleyi... Kulaklarım gerçekten doğru mu duydu... Demir inanmak bir yana savunur olmuş bu duyguyu...

Süheyla ile Neriman... birleşiyorlar bir yolda... her ikiside istemiyor evlensin Kerim ile Defne. İhsan’da kızının, Kerim’le evlenmesi halinde çok yıpranacağını düşünüyor. Bu nedenle, Defne’nin babasıyla konuşması da fayda etmiyor... Aslan’sa dünya para verip aldırdığı pılı pırtıyı, köy kahvesinde dağıtıyor... Cemal Ağa ise Asi’yi uyarıyor... işler sarpa sardı, bir oğul davasına, Defne ile Kerim ayrıldı... bu akıllıca mı?.. İş düşüyor Asi’ye... söylesin Kerim’e... bassın nikahı Defne’ye. Dedesi ne diyor öyle... herkes ne der?.. Elalem kimin umurunda, bir kere nikah kıyılsın aileden herkes kabul eder.

Gonca’nın o günkü Ziya buluşması İhsan’ın gelip onu alışıyla, suya düşüyor. Süheyla ise Melek’i karşılamak için çıktığı patikada Aslan’la da konuşma fırsatı buluyor. Aslan Süheyla’nın herkesi mutsuz etmesinden rahatsız... oğlum deyip durmasın ona, kızıyor. Süheyla ise sadece oğlunu düşünüyor... sadece onu... neden kimse anlamak istemiyor... İhsan’ın Aslan’ı bildiğini ve sustuğunu düşünüyor... Neden sahip çıkmıyor... neden oğlum deyip bağrına basmıyor... neden Aslan’ın soyadı ‘Kozcuoğlu’ değil hala?.. soruyor. Pılı pırtılar bitti... Aslan’ın aklını şimdi bunlarla karıştırıyor. Akşam İhsan’ın iyiniyetle düzenlediği aile yemeğinde de... daha en başta soyadı konusu patlak veriyor, herkes masayı birer birer terkediyor...

Demirlerin çiftliğinde de hava da sıcak değil... Ne Demir anlıyor ne Kerim... Süheyla’nın tutumu anlaşılır şey değil... Biraz daha anlayışlı olamaz mıydı o insanlara karşı... şaşırtıyor yeğenini... teyzesi bu değildi. Leyla işleri hatırlatıyor... hani akşam Uydukent projesini konuşacaklardı... hadi gelsinler bakalım... çok tembellik etti o ikisi. Onlar iş başındayken telefonlar geliyor sırayla... Demir’in telefonu çalıyor ilk defa... Bala arıyor... Demir’in gözleri yanındakilere kayıyor... inşallah dün akşam için aranmıyor. İkisinin arasında mesafeli bir konuşma geçiyor, Bala ona Antakya’ya gelmesi gerektiğinden bahsediyor... konuşurlar bunu bir ara... Demir uzatmayıp kapatıyor. Leyla ise Demir’in Bala ile anlaşmasından çok memnun, işine aşık bir kadın... projeyi sağlama aldılar sanıyor. Demir, Bala ile ilgili fikirlerini kendine saklıyor. Derken Kerim’in telefonu çalıyor... onu da Asi arıyor. Demir’in bu isme tepkisi ani... sadece konuşmaya kulak kabartmakla kalmıyor, başıyla da dostunu takip ediyor. Neden aramış olabilir Asi Kerim’i... dışarıya geliyor. Günün olayları bir şerit gibi önünden akıyor. Leyla, Demir’in bu ismi duyduğunda ortamdan koptuğunun farkında... olmayacağını bile bile , tekrar çalışalım mı diye önermiyor... incelesin evrakları, Leyla yatmaya gidiyor. Demir’in şu an dosya inceleyecek hali yok... bu abuk durumdan nasıl kurtulacağını, Asi’yi nasıl geri kazanacağını düşünüyor. Gözler boşluğa dalıyor, parmaklar yardım istercesine dudaklarına gidiyor... Gördüklerinden sonra bu hiç kolay olmayacak biliyor. Aslında tek güvendiği... Asi’nin de ona güvenmesi... Olanı değiştiremeyeceğine göre, Asi’nin kendi gözlerine değil, Demir’in sözlerine inanması gerekiyor. Sadece sevginin altından kalkabileceği bir sınama... onları bekliyor.

Asi, Kerim ile Demir’lerin çiftliğinin kapısında konuşuyor. Cemal Ağa’nın önerisini aktarıyor. Kerim havalarda... Cemal Ağa’nın gelip ofiste yayılmalarına artık tek söz edecek gibi görünmüyor. Asi’ninse kaygıları var... doğru olur mu bilmiyor... hele annesi, delirir... iyi düşünmek lazım. Daha sonra bu durumu nasıl toparlayacaklar... bunu soruyor. Kerim’se artık kimse bu işe karışmasın istiyor... zamanla alışırlar, hele onlar bir nikahlansınlar. Bunu etraflıca konuşmak gerekiyor, Asi’yi yukarı davet ediyor... cin gözler sözlerine eşlik ediyor... merak etmesin Asi... teyzesi yattı... bunun onun tereddütünü ortadan kaldıracağını biliyor.

Asi çevrede... Demir durabilir mi evde... dayanamıyor... onlar tam merdivenlerden terasa çıkmak üzereyken o da içeriden çıkıyor. Akşam’ın bu vakti Asi’nin burada olmasının bir sebebi olmalı... merak ediyor. Sevdiğini sıcacık bir ‘hoşgeldin’le buyur ediyor... her ne sebeple olursa olsun Asi ona gelmiş bir şekilde... içi eriyor. Gözlerini gözlerinden ayıramıyor... ama Kerim heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyor... böyle takılıp kalamaz Asi’ye... Kerim’i bunca heyecanlandıran ne, anlamaya çalışıyor... Kerim’in sözleri... nikah... kahve... Asi, arasında gidip geliyor... Asi, Demir’in bu yumuşacık ses tonunun, onu orada görmenin mutlu ettiğinin... gözlerini ondan zorlukla kopardığının farkında. Kendisiyse bakamıyor Demir’e çok fazla... ne büyük konuşmuş ‘nereye baksam’ diye başlayan sözlerinin akşamında... Asıl şimdi anlıyor, ne zaman Demir’e baksa, Bala’nın elinde ayakkabıları, onun odasından çıkarken ki hali gelecek aklına. Buraya gelmesinin bir nedeni var ama... Kerim’in saçmaladığının, söylediklerinden hiç bir şey anlaşılmadığının farkında, izzah ediyor Cemal Ağa’nın önerisini ona. Kaçak gözleri... onunla göz göze gelmeye katlanamıyor çok fazla. Demir’in ellerine alışıktır o parmaklıklar terasta... yadırgıyorlar mı acaba diye düşünüyorum Asi sıkı sıkı tutunurken onlara... Demir’de iyi bir fikir olduğunu düşünüyor önerilenin... “Bizi bu kadar uzaklaştıran şey onların da önünde engel olmasın” diyor... katılıyor Cemal Ağa’ya... Bir kez daha ‘biz’i duyuyor Asi, onun ağzından... dönüyor gözleri ona. ‘Biz’ diye bir şey var onlar için... hep etrafından dolanılıp durulsada ‘sevgi’nin... ‘aşk’ hala tabu olsada dillendirmeleri için.... bir ‘biz’ var ki, inancı daha fazla onlarınkinden... gerçeklerle savrulup durdu Asi-Demir, oysa, o ‘biz’in kudreti daha fazlaydı gerçeklerden. O gerçeklerin savurduğu bir başka çifti... Defne-Kerim’i, soruyor Asi... Demir destekliyor mu bu sevgiyi... “Tabi ki destekliyorum” diyor Demir... içten içe de devam ediyor e.minim... ‘Sonrada sıra gelecek ‘biz’e... ‘biz’ide istiyorum, bunun içinde savaşacağım herkesle... her zamankinden daha çok hemde.’ Onun bunları düşündüğünden habersiz Asi... gözlerinde bir kırgınlık görüyorum... neden ‘biz’ için mücadele etmedi... etmiyor Demir, diye.

Kerim’in kahve suyu kaynaya dursun içerde, o heyecanla yaptığı planları paylaşmaya geliyor Asi-Demir’le... Defne’ye sürpriz olmalı... herşey ayarlansın, Defne nikah masasına gelsin, orada öğrensin... Asi hemen tepki veriyor... “Defne, gelinlik giymeden mi evlenecek?”... Kerim şaşkın daha karşısına gelen ilk soruda... “Nasıl yapmalı... tabi ki gelinlik olmadan olmaz!”... Demir’den geliyor yardım teklifi... kararı kesinse, bu detaylarla onlar ilgilenirler, Kerim işlemleri halletsin yeter. Keşke böyle olmasaydı diyor Asi... koşulların bedeli diyor Demir... yine İhsan... yine Süheyla... başka çare bırakmadılar kimseye... sizinkiler, bizimkiler derken hayatlar elden gidiyor... bilmez mi bunu Asi’de, Demir’de... herikisinin de sadece bu gözlerinde...

Ertesi gün Kerim ağzı kulaklarında geliyor ofise, çalışmakta olan Demir ile Leyla’nın yanına... Leyla hemen anlıyor bir değişiklik var abisinde... karar mı değiştirdi yoksa Neriman Hanım, Kerim’in yüzünü bir tek o güldürebilir böyle?.. ‘Evleniyorum’ diyor Kerim kardeşine... Asi, Demir, Kerim... konseyi topladılar, gizli nikah yapıyorlar, Neriman Hanım’ı kim takar... Asi’nin ablasının çantasından aldığı nüfus cüzdanıyla işlemleri başlatmaya gidiyor apar topar... Leyla şaşkın... abisi evleniyor gerçektende... kaybediyor mu onu yoksa, ne?... Peki ya Demir... Demir evlenmeyi düşünmüyor mu?... Demir’in gözlerinin daldığı yerde, bunu düşünüyorum bende... Düşünmez olur mu... ona çok uzak duran bu kavram nasıl hayatının odak noktası haline geldi, kendi de şaşıyor bence... Evliliği Asi ile düşünmeye başladı Demir... hiç kimseyle olmadığı kadar kendini paylaşmak istediği bu kızla evlenmek de istiyor... doğalca yerleşti bu ruhuna... açısız o çemberler... sembol olsun sonsuz aşklarının sahipliğine... ‘karım’ı istiyor o ‘biz’de... Leyla uyarıyor... evlenirken haber versin bari... Kerim gibi gizli nikah yapıp şaşırtmasın herkesi... Leyla’nın haberi olmadan olur mu hiç... “Sen olmadan olur mu... Yüzükleri beraber seçeceğiz” diyor Demir... Kerim’in kini de öyle yaptılar.. başka türlüsü olamaz zaten, kardeşler hep birlikte olmalılar. Bu masum sözler düşündürüyor Leyla’yı... acaba bu bir ima mı?.. Bekletmesin o zaman o kızı... O kız şu anda bana ateş püskürüyor diyor Demir içinden... aralarını nasıl düzelteceğini bile henüz bilemezken, evlilik hayalleri kuruyor... bir an önce kendine gel.

Asi ve Demir.... arabadalar... bir dolu iş var, hepsini halletmek gerekiyor... Demir “Ben emrindeyim” diyor... “Söyle yeter...”... Önce Defne’nin beğeneceği bir gelinlik bulmaları lazım... sonra nikah nerede yapılacak... nasıl olacak... herşey alelacele oldu... kardeşi evlenecek diye sevinemiyor bile... Demir müdahale ediyor sevdiğinin karamsarlığına... “Asi... abartma istersen” diyor yatıştıran bir tonla... koşullar bunu gerektirdi... kimse istemezdi böyle olmasını... Koşullar... etrafta görülüp duyulmasın diye başka şehre gidip gelinlik baktırtan koşullar... sorumluk bindiriyor omuzlarına bütün bu olanlar... Asi, Süheyla’yı suçluyor, Süheyla intikam duygusuyla... hınçla yaklaşıyor... başından beri rahat bırakmadı... öyle bir noktaya sürükledi ki Kerim ile Defne’yi... şimdi ailelerden habersiz nikah yapılıyor. Aslında bu isyanların altında biraz da ‘biz’i imkansız kılan aile dirençlerini irdeliyor. Kerim ile Defne’nin her adımında kendilerini de görüyor... Demir hemfikir Asi’yle... intikam densin, hınç densin farketmez... ikiside hoş değil, haklı Asi... Demir’de onaylamıyor. Fakat hesap sorulmadığı zaman kötünün yaptığı yanına kalıyor... herkes yaptığının hesabını veriyor... er yada geç veriyor.

Demir, Asi’ye Bala hakkında izzahat vermek istiyordu... ama artık bu fikrini korumuyor. İstanbul sabahında doğalca verdiği tepkilerden, hiç bir şeyin Asi’nin düşündüğü gibi olmadığını, sevdiğinin de anlamış olmasını umuyor... Hoşlanmaz ilişkilerinden bahsetmekten, ilişki bile olmayan bu talihsiz yaşanmışlık hakkında, sevdiğiyle konuşmayı da aslında hiç istemiyor. Suskunluklarında sakin bir yolculuk yapıyorlar... Arabaları bir gelinlik moda evinin önünde duruyor... geride bırakmış herşeyi Demir... arabadan inip Asi’nin içeri girmesini bekliyor. Gözleri onun üzerinde... ne kadar garip bir durum... Asi’yle bir gelinlik seçecek olduklarına inanamıyor. Modaevi sahibi kendilerini karşılıyor... önceden haber vermiş olmalılar, en güzel üç gelinliğini hazır ettiğini söylüyor... onları bu gelinliklerin ayrılmış olduğu bölmeye yönlendiriyor. Defne hangisini beğenir acaba... straplez bir model Asi’nin hoşuna gidiyor. Demir ne anlar Defne’nin giyeceği gelinlikten ama karışmadan duramıyor... başka bir gelinliği gösterip “Ama ben bunu beğendim...” diyor. Asi, Demir’in gelinlik seçimine müdahale etmesini beklemiyor açıkçası... şaşırıyor... üstelik sadece bir tane seçmek zorundalar... Modaevi sahibi, bu konuda hanımlara öncelik tanımak lazım diyerek adres gösteriyor... ama bu sefer Asi itiraz ediyor... “Hayır... beyefendi seçecek..” Demir’in istediği bu değil ki... Asi’ye oynamak... onu kızdırmak... onunla birşeyler daha paylaşmak... “Şöyle yapalım istersen... gözlerini kapatalım... sende bilmeden seç... hangisi olursa ben razıyım...” Kabul ediyor onunla oynamayı Asi... kapatıyor gözlerini.

Demir arkasına dolanıyor Asi’nin... çoktan oyuna teslim olmuş sevdiği... dilediğince bakıyor ona Demir... Kollarını yavaşça kaldırarak uzanıyor, ellerini yanaklarından gözlerine doğru yerleştiriyor... Asi, Demir kolların çemberinde kalıyor... Avuçlarında Asi...ona dokunuyor. Parmaklarının uçlarında kaşlarını... aralarında uzun kirpiklerinin kıpırtısını hissediyor... ona bu kadar yakınken vücudunun sıcağına karışan kokusu burnuna doluyor... gözlerini saçlarında dolandırmaktan kendini alıkoyamıyor... eziyet mi zevk mi bilemediği bir anda yaşıyor. Avuçlarının altında yüz kasları hareketleniyor... Asi konuşuyor... “Çok saçma... şu halimize bak!”... Demir’e hiç saçma gelmiyor... seni seviyor... sana dokunmanın yolu buysa... aşkta her şey mübah... sana ulaşmak için en naif yolları seçiyor... Asi-Demir’e yüreklerinizde yelken açtırıyor. Sakın deme bana... onun rüzgarı sende de esmiyor... Yüreğin atmayı kesti... kirpiklerin yerinde duramıyor... yanıbaşındalığı ona bütün kızgınlığını laçkalaştırıyor. Demir, elinde gelinlikler karşılarında duran kadına kaşgöz işareti yaparken bir taraftan da...“Sen uzat elini” diye kulağına doğru fısıldıyor... Asi’nin uzanan eli, beğendiği gelinliğe dokunuveriyor. Demir’i gözleri Asi’nin yüzünde yine... onun seçimini gördüğündeki zaferde... o kazandı... şansı yaver gitti... Asi bilmiş bilmiş söyleniyor... “Hiç denemeyecektin”... yakan top oynayamadılar birlikte ama bu ‘gelinlik almaca’da Asi kazanıyor... ‘Zafer, zafer değildir, yenilen düşman yenilgiyi kabul etmedikçe’ demişler... Demir sevdiğine bunu da tattırıyor... ya Demir’in kazandıkları... laf anlamaz yüreği bütün kaygılarını unutup, onunla çocuk olmak istiyor... ona dokunuşunun Demir’i nasıl enerjik yaptığını Asi farketmiyor... o kendi zaferinde... çenesini dikleştirerek, lakayıtça kendini beğenmişlik ediyor... Asi gelinliği seçmiş oldu... Demir’de duvağı seçmek istiyor... seçiminde de sevdiğine fikrini soruyor... “Sen ne dersin Asi?”... böylece ortak bir noktada buluşmuş olunuyor.

Gelinlik tamam ya ölçüler... Asi ile Defne’nin bedenleri hemen hemen aynı... bir giyinsin, tam içlerine sinsin... Asi’nin bu işten sıyrılmak istediğinin farkında Demir... kadının desteğini de alarak ısrar ediyor... “Çok doğru... katılıyorum... üstünde nasıl göründüğünü ancak giyersen anlarız”. Suratındaki ifadeyi biraz sonra Asi siliverecek, farkında değil... Muzur muzur sırıtıyor. Kendisinin de bu arada Kerim içini damatlık bakacağını söylüyor... Haa bu arada... çıkınca haber verir mi... Demir’in fikrini isterse tabi... Bir profesyonel midir canlandıran, Modaevi sahibini... ne çok şey söylüyor ikisinin arasında gidip gelirken gözleri... yoksa bizim gibi gönüllü bir Asi-Demir seyircisi mi? Kafamı kurcalıyor!..

Asi giyine dursun prova odasında gelinliği, Demir Kerim için bir kaç model bakınıyor... içine sinen bir tanesinde oyalanırken üstünü değiştirmiş Asi dışarı çıkıyor...

Sabahtan beri Demir’le olmak... bir şekilde onunla didişmek... oynamak... hem keyifli... hem yorucu... Demir onunla İstanbul akşamı hakkında konuşma kararından vazgeçmiş gibi... tek söz etmedi. Etseydi de dinlemek ister miydi... İkisi de unutmuşlar gibi... ama unutmadı Asi... Demir samimiyetle inkar etti, yanlış düşünüyor olduğunu ima etti ama gözlerine mi inansın, onun sözlerine mi... Neyse bir tarafa koymalı şu an için bu meseleyi. Şimdiki sorunu, bu gelinliği giymek ve onun karşısına çıkacak olmak... bu zorlukla koruduğu dengesini iyice sarsacak... Eğer giyinip karşısına çıkmazsa da korkup kaçtı sanacak... buna asla katlanamaz.

Demir’in gözleri odaya dolan bir aydınlığa kayıyor... kaydığı yerde kalıyor... Asi’yi beyazlar içinde ilk defa dünya gözüyle görüyor... siyahı dağlamıştı yüreğini... beyazın ne yaptığını anlamakta güçlük çekiyor. Bu gün de siyah beyaz oysa gözünün değdiği her yer sevdiğinde... Durmamış dokunuşları bıraktıkları yerde yine.. siyahı saçlarında korumuş ama geçirip parmaklarını içlerine, dağıtmışlar Demir yerine... çırılçıplak bırakıp onu, incilerini saçıvermişler Asi’ye... toplanmış bir kısmı bedenine, gerisi dizi dizi inivermiş yerlere... kolları, omuzları, bağrı... onun için açıkta kalmış... gönlünce ölsün, bakıp bakıp da diye... Utanmış mı yine sevdiği.. neden kara dalgalarının tutamları göğsünün üzerinde... Bilmiyor mu... binlerce ama binlerce kez durdu zaten böylece önünde...

Hiç bir şey prova odasında düşündüğü gibi gitmiyor Asi’nin... onun yanına çıktığında alaycı takılmalar... başka oyunlar bekliyordu ondan... buna hazırlıklı Asi... suskunluğa değil... oysa susuyor Demir... Önündeki aynada gelinliğin duruşunu kontrol eder gibi üzerinde ama aklı fikri Demir’de... neden bir şey söylemedi Asi’yi görünce... bu suskunluğundansa şakalaşan Demir’i istediğini hissediyor delice... ne yapıyor orada dikilip öylece... birşeyler söylesin ve bozsun istiyor sessizliğini... “Oldu galiba... alabiliriz...” diyor... bitsin bir an önce bu işkence... Kadının Demir’e seslenişini duyuyor...

Bir ses ... “Beyefendi siz de bir şey söyleyin...” diyor biryerlerden... “Nasıl buldunuz... çok güzel oldu değil mi?”... Gözünü alıyor Demir’in... bakamıyor ki... Bir davet sayıyor kadının seslenişini... yanaşıyor Asi’ye... Asi hala kendisiyle ilgilenmez görünürde... gözlerini dikiyor gözlerine.. Asi, baksın ona... gözlerini de görmeli sevdiğinin... o da olmalı bu beyazda... onu beyazlar içinde hatırlayışında. Asi’nin Demir’e baktığı o suskunluk anlarında ihtiyaç yok aslında açıklamaya... ‘bir’ olmayı diliyor Asi’yle dünyada... O kadar ki, Demir’i utandırıyor Asi’ye gösterdikleri o bakışta... çevirmek zorunda hissediyor gözlerini... durmalı kendi de sevdiği de orada. İzini sürse gözlerindekinin, kapılıverecek Asi’de o akıntıya... Asi’ye dönüyor bakışları tekrar dayanamayıp ama... yürek fısıltılarını ulaştırıyor karşısındaki beyaz’a... ‘Tüller örtemez seni bana... uğraşma boşuna... yenildik birbirimize görmüyor musun... aç kendini... dön bana...’

Hemen yanıt gelmiyor... çok gerisinde kalıyor... Asi’nin yan bakışları da ona ulaşamıyor... neden sonra... kısık bir ses cevap veriyor... “Gözümü alıyor... bakamıyorum ki”... onunla nasıl bir oyun oynuyor... bir hareketlenme hissediyor, Demir ona yanaşıyor... gözleri üstünde, biliyor... Saçlarına iliştirilmiş duvağı, omuzlarından kollarına doğru kaymış... saçları göğüslerine yayılmış.. bu onun marifeti, içerideyken gizlenmek için yapmış... Demir’in karşısındaki çıplaklığı İstanbul gecesinden daha çok değil... ama beyazın içinde lüzümsüz bir utangaçlık basmış. Yanına kadar sokuluşunu hissediyor siyahının... gözleri onda... ses yok duyulan ama sevdiği konuşuyor onunla... ismini duyuyor... “Asi”... bakmasını istiyor ona... nasıl reddeder, dönmek zorunda... bunu en az Demir kadar istiyor o da. Gözleri birbirini bulduğunda, bir zevk ırmağının akıntısında görüyor bu adamı... Asi’de çekilmek üzere o akıntıya... ama sevdiğinin gözleri ‘yeter’ diyor... oyun bitti, dur olduğun yerde... döndürüyor o akıntıyı yere... Bu ürpertiler vücudundaki... Demir’ den mi? Haksızlık değil mi?.. Demir tek başına oynuyor... ona müsade etmiyor... Fısıltılar devam ediyor duymuş gibi Asi’yi ama... ‘tüllere sığınma benimle oyun oynamak istiyorsan’ diyen... bir çırpıda iteliyor onu gizleyen tülü elleriyle çevresinden... açıyor Asi’yi Demir’e... ‘..döndüm işte...’

Asi... Demir... siyah... beyaz... duruyorlar yüzyüze... Ne kadar başkalaştılar ilk günden bu güne... ilkel dürtüler aynı... ama gelinen nokta hiç bir anlatıma sığınamaz halde... Doğada yok siyah ve beyaz... başkalaşarak ulaşıyor onlarda bize... ama siyah denince beyaz geliyor akla... birbirinden ayrı düşünülemez olmuşlar çoktan doğada yokken bile... Asi-Demir’de öyle... başkalaştılar birbirleriyle ve zamanla... bir filezofun sözlerine örnek oluyorlar bu çağda...

Zaman değiştirir özünü herşeyin,
Bir halden bir başka hal çıkar hep,
Benzerlik kalmaz biçimden biçime,
Doğa zorlar herşeyi başkalaşmağa

Özlerine dolan aşkla... ruhlarına dokunmuşluklarıyla... halden hale... biçimden biçime... başkalaştılar onlarda... birbirleriyle ve zamanla... Siyah-beyaz arasında kalamayacaklar zaman aştıkça da... dönüşüm... değişim... devam edecek... zamanı durdurmadılar... bunu arzulamadılar da... öyleyse... hoşgelsin doğa... hoşgelsin zorlanma... başkalaşımlarla.

Asi, Defne’yi arıyor... şehre gelmesini istiyor... Defne’nin hiç keyfi yok ama kardeşini kıramıyor. Buluştuklarında da söyleniyor... dünya yanıyor, Asi kuaförde saç yaptırmayı düşünüyor... nedenmiş efendim... moralini yükselteceğini sanıyor... Kerim için Belediye seferber oluyor... o gün 5’de nikah var, herşey bir çırpıda hallediliyor... Leyla’da boş durmuyor... nikahın kıyılacağı yeri ayarlıyor... sürpriz olsun istiyor, yeri hiç sorulamıyor... Demir’de aldığı damatlığı Kerim’e veriyor... bunu bile ayarladı dostu, Kerim çok şanslı olduğunu düşünüyor. Demir, Kerim ve Leyla... Asi ve Defne’yi alıyorlarlar kuaförden işleri tamamlanınca... Ama Demir’in gözleri bir şey yakalıyor yolda... Gonca bir gençle elele yürüyor, iş saatleri arasında... bilmiyor doğal olarak, Gonca işi kırıp, bu genç ile buluştu. Evlerinde herşey o kadar berbat ki, yeterki kendi evleri olmasın, nereye isterse gidebilir onunla.

Kerim, Defne’yi alıyor.... Demir, Asi ve Leyla’yı... Defne şaşkın... neler çeviriyorlar anlamıyor. Kerim ‘biraz gezip tozalım ‘ diyor... Asi onu ‘zorla kuaföre götürüyor’... herşey altüst olmuş onların keyfi pek yerinde... eve gitmek ve doya doya ağlamak istiyor. Gelin olurken kızlar ağlar... haklı... da... kim gelin oluyor?... “Sen” diyor Kerim... haberi yok, gizlice evleniyor... Kerim’in beklediği tepkiyi vermiyor Defne... durdurtuyor arabayı... daha azını beklemekte anlamsızdı. Bir ikna mücadelesi başlıyor... fikir zaten dedesinden çıktı... Kerim bir an bile düşünmedi... Asi ile Demir’de destekliyorlar... evlensinler... büyükleri beklerlerse bu dava bitmez...

Demir,Asi ve Leyla... arabadan çıkıyorlar... gerilerinde duran ve arabadan çıkarak konuşmakta olan Kerim ve Defne’yi, izliyorlar. Hararetli hararetli konuşmalarından Kerim’in Defne’yi ikna etmeye çaba gösterdiğini anlıyorlar... yapabilecekleri bir şey yok... bekliyorlar. Demir elleri ceplerinde... yanında Asi, kollarını göğsünde kavuşturmuş halde... Leyla biraz uzaklarında, abisiyle Defne’nin arasında olanları anlamaya çalışır vaziyette... Demir’in gözleri saçlarını ensesinde gevşekçe ördürmüş uçlarını sırtında serbestçe döktürmüş Asi’de... yaylanırcasına bir minik adımla sokuluveriyor ona... “Saçların böyle çok hoş”... sesi Asi’yi ılık ılık dolaşıyor... bizim zamanımızda bu kur yapmaktı... şimdi acaba ne deniyor? Asi’nin bir beklemediği hamle daha... Leyla yanlarında ... Demir ne yapmaya çalışıyor... ne vücudu ona dönüyor... ne başı... sadece gözleri duyduğunu belli edercesine kıpırdanıyor... Demir devam ediyor... “Sana aldığım tarağı takmamışsın...” Asi’nin gözler birden bire açılıveriyor... “Bu gün özel bir gün... hem sana çok yakışmıştı...” Demir Asi’yle alay mı ediyor... ne maksatla tarağından böyle ulu orta bahsediyor... unuttu mu sandı tarağını aldığı akşamı ve Bala’yı... “Belkide yanlış kişiye verdin onu” diyor.. döndürüp gözleriyle de sözlerini perçinliyor... “Daha yakışacak birileri otel koridorlarında dolaşıyordu!”... Tepki aynı hızla geliyor Demir’den... saçmalıyor sevdiği... kızdırmak için mi söylüyor bunları, Demir’i... Hayır... unutmadı sadece, o geceyi... onun için veriyor bu tepkiyi. Kerim ve Defne arabalarına biniyor... Leyla onları uyarıyor... Asi bir daha Demir’e hiç bakmadan arabadaki yerine geçiyor ama Demir’in kendine gelmesi zaman alıyor... Bugün hiç bir şeyi değiştirmemiş... Demir’e inanmamış Asi... nasıl düzeltecek bu işi... bilmek istiyor.

O öğleden sonra İhsan, Aslan ile konuşuyor... Soyadı değişikliği için biraz beklemelerini, herkesin yeni duruma alışması için zamana ihtiyacı olduğunu söylüyor... Aslan’sa fitili almış Süheyla’dan çoktan... soluğu onun yanında alıyor... ‘ana’ diyemez, üzerinde emeği yok ama bundan sonra onun yanında... Yekten sözler veriliyor Aslan’a, ne isterse olacak bundan sonra... Gündeminde bile yokken Ihsan’ı cezalandırmayı sokuyor oğlunun aklına... ve yanında olacak bunu yaparken ona. Ziya ise evlerine götürmüş yine Gonca’yı... parti yok bu sefer... sakince konuşmaya gelmişler buraya... Gonca’yı düşünmeden edemiyor... Gonca’da onu daha fazla tanımak istiyor... İşler yavaş yavaş çığırından çıkıyor.

Nefis bir yer ayarlamış Leyla nikah için... masalar giydirilmiş... çiçekler gelmiş... Gelin ve Damat giyinmek için çekiliyorlar onlara ayrılan odalarına... Demir düğün mönüsünün ayrıntılarını konuşurken, Leyla’da Asi’yi çağırıyor çiçekleri yerleştirmek üzere yanına... Bir taraftan da sohbet ediyorlar kız kıza... Kerim ve Defne ne kadar güzel bir çift oldular... onlar gibi bir beraberlik yakalayabilmek çok zor... bu ender rastlanan bir şey... özlemle bahsediyor Leyla böyle bir beraberlikten... Haksız da değil... aşk gerçekten çok ender yakalanan bir şey... tanrının herkese nasip etmediği... edenlerinde bunun için mücadele etmeleri gerektiği bir şey... Asi “Sende sevdiğinle evlendiğin zaman onlar gibi olacaksın” diyor... Leyla’nın bakışları görevliyle konuşmakta olan Demir’e kayıyor... onun sevdiği onu sevmiyor... sordu mu, nereden biliyor... soramaz, bazen yakın davranıyor umutlanıyor, sonra yine uzaklaşıyor... bir türlü e.min olamıyor... Süheyla zamanla olur diyor ama... Leyla pek öyle düşünmüyor... Asi’nin kaşları çatılıyor... Süheyla Hanım onların birlikte olmalarını istiyor yani... bu seferde Demir’e dönen Asi’nin gözleri... evet ama önemli olan ‘O’ nun birlikte olmalarını istemesi... Bunun için onun ne düşündüğünü öğrenmesi lazım değil mi?..

Aşk cesaret ister... bir nikah; iki cesur yürek eder... O gün saat 5’de güneş parlamayı, rüzgar esmeyi, dünya dönmeyi bir anlığına terkediyor... Asi-Demir ile birlikte Defne-Kerim’in evliliğine şahitlik ediyor.

Yeni evlilerin ilk durağı Kozcuğlu çiftliği... Gelin ve Damat anne-babalarının şaşkın bakışlarının altında eve geliyorlar... Ardından da Demir’in arabası çiftliğin girişine yanaşıyor... Leyla, Süheyla Hanım ile konuşmak ve ortamı yumuşatmak için arabayı alıp önden gitmeye karar veriyor. Demir, Asi ile çiftlik girişinde kalıyor... Asi eve girmek için hareketleniyor ama Demir onu durduruyor...”Girme...biraz bekle...”... Defne’yi yanlız mı bıraksın Asi? İçerde ne olacaksa olacak... ikiside engel olamazlar artık... ok yaydan çıktı. Şimdi onlar evli... ailelerin tepkisiyle onlar muhatap olmalı. Anne ve babasının tepkisini düşünemiyor bile Asi... Demir’lerde de pek kolay olmayacak... Leyla teyzelerini yumuşatıp durumu biraz hafifletebilirse, şanslı sayılırlar.

Leyla ile konuşması... ne kadar önemsemez görünse, içten içe yiyor Asi’yi... biraz evvel Leyla’ya teşekkür ederken Demir’in ona nasıl içten davrandığının da farkında... herşey peşpeşe geliyor gibi... Asi’de bekleyemez... üstüne üstüne gitmeli. “Siz hep böyle birbirinizi idare eder misiniz?” Demir’in gözleri... bu da nereden çıktı, diyor gibi... başı düzleşiyor... sorunun ardını görmeye çalışıyor... Asi ne demek istiyor? Asi başlıyor anlatmaya... Leyla her konuda yanında. Hayatında vazgeçilmez olmuş. Teyzesi herşeyi adım adım düzenliyor. Asi, biri Demir’i büyüten, diğeri geleceğini düzenleyecek olan iki kadından bahsediyor... Duydukları Demir’in hiç hoşuna gitmiyor... Kaşları hem inanmazlıkla hemde anlamazlıkla havaya kalkıyor... açıkça soruyor... “Asi sen ne söylemeye çalışıyorsun?” Cevabını bildiği soruları neden soruyor... oysa Demir cevabı bilmiyor... ısrarla öğrenmek istiyor... Asi ne söylemeye çalışıyor... “Düşün...” diyor Asi... Bu imaları bırakıp açık konuşsun Asi... üstü kapalı konuşmalardan çok yoruldu sadece Demir değil... her ikisi... Peki... o zaman İstanbul’dan başlasın Asi... Olur, başlasın... O kadının odasından çıktığını gördü Asi... neden aralarında birşey olmamış gibi yapıyor?... Çünkü olmadı... Tabiii... herhalde ayakkabılar da öylesine çıkarıldı... Demir, detaya inmekten hiç hoşnut değil, Asi’nin bunları bilmesinden de... istiyor ki Asi inansın sözlerine ve bıraksın bu işi gerisinde... “Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum... çok çirkin geliyor” diyor, bunun yeteceğini umarak... Ama bir kadının kıskançlığı bu kadar çabuk söner mi... peşini bırakmıyor Asi... ‘İstanbul’da hiçde çirkin gelmiyordu’ diye hatırlatıyor... Demir duruluyor... Asi hiç bir şey anlamıyor... ne halde olduğunu görmedi mi... nasıl diyebilir Asi’ye ki... “İstanbul’da gözüm senden başkasını görmüyordu”... ama Asi haklı... onu hiç tanımıyor... öyle kadınlarla işi olmaz Demir’in... çabaları boşunadır, bilmiyor.

Asi, Demir ile göz göze... o gözler “Gözlerin mi... sözlerim mi” diye soruyor... İnanmak istediği için mi ona inanıyor, bilmiyor ama inanıyor işte... Bala’yı istemedi ona bakan bu gözler... bunu görüyor. “Ama Leyla gibi biri olabilir” diyor... Demir duyduklarına inanamıyor... “Leyla kardeşim sayılır... ne diyorsun sen?”... Bu yakıştırma için onunla bozuşabilir... Asi sürüncemede bırakmamaya kararlı... devam ediyor...”Birbirinizi o kadar iyi tanıyorsunuz ki... aslında o senin için ideal bir eş olabilir.”... o mu evlendirecek yoksa Demir’i... kızdırıyor bu müdahalesi... “Ben nasıl biriyle evlenmek istediğimi çok iyi biliyorum Asi...”... Asi’nin gözleri yine Demir’de... Leyla da değil Demir’in gözlerinde... gecikmiyor bunu da görmekte... Onunla daha fazla yüzyüze durmak istemiyor... sıkıştırdığı için yoksa pişman mı oluyor?... Ama ne Bala konusunu öteleyebilirdi... nede Leyla’yı... kendini açığa çıkarma bahasına sormak zorundaydı. Onu bu kadınlardan kıskandı... şimdi nasıl toparlayacak olanları...

Bir kız belirmeye başlıyor Demir’in gözlerinde... uçurum gibi dikine baka baka meydan okuyor dünyayla birlikte Demir’e... Demir’in sesine yayılan bu kız.... ne Bala ne Leyla... tehlikeli... kıskanılacak biri varsa, o işte... erkeğine yerleşen o kız kim, bakmalı ve görmeli... döndürüyor Demir’e gözlerini...

O kızın gözleri uçurum gibi dikine bakmalı
Gözleriyle bütün dünyaya meydan okumalı
Saçlarının arasından rüzgar geçmeli
Yüzü tarlalarda kavrulmuş olmalı güneşten
Atının üstünde gururla oturmalı
Çamurların arasında prenses gibi dolaşmalı
Küstahlığı erdem gibi taşımalı
Kimseye boyun eğmemeli, bana bile
Bütün bunlara rağmen, gözleri sevgi dolu olmalı

Saçlarından rüzgar geçiriyor sevdiğinin Demir... yüzünü güneşle kavuruyor... atında gururla oturtup, çamurlara buluyor... Demir onun küstahlığını... kendine bile boyun eğmeyişini seviyor... ama herşeye rağmen gözleri Demir’e ‘seni seviyorum’ diye bakıyor... Asi’ye soruyor...”Böyle bir kız tanıyor musun... İşte böyle bir kızla evlenirim Asi... Tabi... O’da beni isterse!”...

İstemek mi... Demir’i mi?.. O gözleri gözlerinde kendini anlatırken, ölmeyi bile göze alabilirdi... Demir’in sesindeki, Demir’in gözlerindeki... Demir’in sözlerindeki, o kızın “Adı Asi’ymiş” demek ne kadar zor olabilir ki?... ama söylenmiyor ne yazık ki... ölmek bile daha kolay geliyor sanki.

İyi ki suskun normalde Demir... iyi ki hiç konuşmuyor... hep böyle konuşsa halimiz nice olur, kimse bilmiyor... hep gözleri yorardı Asi’yi... bu akşam sözleri yoruyor. Hem gözleri... hem sözleri bu akşam fazla oluyor... taşınmıyor...
(I) N. Hikmet,1947, Don Kişot
 
 
 
20. Bölüm
Kapsamlı Fragman