Sample picture
 
Bir gece öncesinin yangını sönmedi bazılarında... cayır cayır hala. Herşeyin sorgulandığı bu anlarda karakterlerin en yalın halleri de ortaya çıkıyor ardı ardına. Ökkeş zayıf... çok iyi hatırlıyorum onun için yazdıklarımı... ‘sadık emir kulu, insiyatif kullanmaktan aciz’... diye İhsan’ın tutuklanışında. Seneler evvel kendini bölen bir seçim yapmaya zorlandı... Allah korkusu yüreğinde, Ökkeş’in dışına bir adım attı bu adam... tanımadığı bir dünyada insiyatif kullandı, o çocuğu suya bırakmayarak... öldürmeyip yaşatarak. Ama daha ötesine karar verme gücü var mı onda... yok. Çıkamazdı İhsan’ın karşısına... diyemezdi ‘senin bu bebe’... Keşke böylesi silik biri olmasaydı, bir adım daha öteye getmeyi başarabilseydi ama ne yazik ki değil. Kızamıyorum bile kendi olduğu için ona. Kendiyle yaptığı vicdan muhasebesinden de yenik çıkıyor... bir seçim daha yapıyor... son bir seçim... bir tetiğe uzanıyor parmakları güçsüzce.

Ökkeş şafağa kadar eve gelmeyince merakta kalıyor Fatma Ana. Uyandırıyor Aslan oğlunu, gönderiyor babasının peşine. Tetiğe bir kala yakalıyor Aslan Ökkeş’i ahırda... hakkı yok onun ölmeye. Alıyor elinden tüfeğini babasının... bütün bu acıları onlara yaşatan İhsan olmalı o tetiğin ucunda... Çıkıyor ‘ihsan Bey’ diye bağıra bağıra sabah ayazında dışarıya... konuşmak mı istemişti dün onunla... şimdi konuşma zamanı işte. Bu bir domuz avı... o bir sürek avcısı. Seneleri, yanlışları, haksızlıkları katıp önüne... sürecek bu avı tetiğin üzerine.

Evin ahalisi toplaşıyor bir araya aynı anda... kimsenin güveni yok Aslan’a, bırakmak istemiyorlar İhsan cevap versin Aslan’ın çağrısına. Biliyorlar ki böyleyken ne yapacağı belli olmaz, ama İhsan yinede kendi yüzleşecek ‘oğlu’yla... Aslan’ı tanımıyorlar mı diye de güven vermeye çalışıyor, ne yaptığını biliyormuşçasına. İhsan görünüyor sonunda evin kapısında... uzaklaşsınlar mı evden, Aslan’ın herkesi bu kadar korkuttuğu yeter, meseleyi aralarında halletsinler.

Fatma Ana, kocasını topluyor ahırdan... o tetik çekilmemiş olsada ölmüş niyetlendiği o seccade üzerinde Ökkeş... duyuyor gibi değil hiç karısı ona seslenirken. Neriman bütün kızları topluyor salona... Asi giyiniyor bu arada... gidecek babasıyla Aslan’ın peşlerinden. Hiç bir şeyden haberi olmayan Ceylan ve Gonca ise söyleniyorlar anneye... neler oluyor orada... anlatıyor anne.

Asi hazırlanıp dışarı çıktığında kimseler görünmüyor ortalıkta... yanıt alamıyor hiç bir çağrısına. Aklına ilk gelen Demir... tereddüt etmiyor, biliyor ki yardım eder sevdiği ona. Demirden yardım isteyen bir Asi getirmiş bu acılı günler bize... Demir’i başucundaki telefonu uyandırıyor... kim olabilir arayan onu bu erken saate. Asi’nin aradığını farkettiği an bir endişe çalınıveriyor yüzüne... hele sesine... “Asi...?”...Asi’nin “Aslan” demesiyle anlıyor ki başları dertte. Elinde silahla gelmiş çiftliğe, İhsan’ı alıp gitmiş... yardım istiyor sevdiği ondan... Tek bir söze daha ihtiyaç yok... hemen davranıyor Demir, fırlıyor yataktan. Çiftlikleri bağlayan yolda buluyorlar birbirlerini... biraz daha bilgi almaya çalışıyor Demir Asi’den. Nereye götürmüş olabilir babasını... gidebilecekleri bir yer var mı, iyi düşünsün sevdiği. Hatırlıyor Demir sorunca... Aslan ‘Domuz Avı’ diye bağırıp duruyordu... tepenin arkasında, avlanmaya gittikleri bir yerden bahsediyor Asi... Aslan orayı çocukken çok severdi. Sevdiğinde endişeler kol geziyor... gözlerinden bunu pekala anlayabiliyor. Ama tamam, bulacaklar babasını bu kadar korkulu bakmasın artık Asi. Uzanıp ona, kollarından tutuyor... kendinden pay biçsin istiyor... Aslan’ın İhsan Bey’e birşey yapacağını sanmıyor. Av arazisine doğru yürümeye başlanıyor.

Aslan av postasını kurmuş, avını sürene bile sokmuş... oynuyor artık... Anlatsın bakalım, istediğini keklik gibi avlamayı hak mı gördü İhsan... ardından da nasıl başından attı... anlatsın. İhsan hiç bir şey bilmiyordu... ‘Ben babamın kurbanıyım Aslan’ demesi de inandırmıyor oğulu... Kızı seven gider sorar... nedir bu işin aslı peşini kovalar. Gençliğin öfke ve gururu... ihanete uğramışlık duygusu... tek hata gerçekten bu mu.. ama öyle olsa bile artık ne yazar... Ava çıktı ya, ateş etmeden duramaz Aslan... son bir ürküntü daha salacak yüreğine bu adamın... silahını havaya doğrultur... tetiğe basar.

Doğru iz üzerindeki Asi-Demir’e... tüfek sesi de Aslan ile İhsan’ın yerini iyice belli ediyor... Tam Aslan tüfeği yeniden doldurup bir kez daha nişan almak üzereyken, Asi-Demir yetişiyor. Asi çağırıyor... “Aslannn”... Ne yaptığını sanıyor... birtek onun mu canı yandı... ya diğerleri... diğerleri taş mı... ne hakla eline tüfek almış üzerlerine çeviriyor... kim korkacak, Asi mi, babası mı... elindeki tüfek gerçekleri değiştiremiyor. Asi, Aslan’ın dikkatini dağıtıyor. Demir sakin bu arada İhsan’sa gelen Asi ve Demir sayesinde oğlunun yerini farkedip harekete geçiyor.

Demir, Aslan’ın öfkesini Asi’yle yaptıkları ağız dalaşında biraz daha söndürmesine vakit tanıyor... Bu bağırıp çağırmalar, bu geçmişe isyan, çıkmalı bir şekilde vücutlarından. Gözü Aslan’ın üzerinden bir an ayrılmıyor... boş bir anını bulup elinden tüfeği alacak, bunu kolluyor. Nitekim etrafın kalabalığı Aslan’ın dikkatini biraz daha dağıtıyor... Demir’i farkediyor... niye geldi o buraya... öyle ya... onunla da akraba... Demir sakin bir sesle “Şu tüfeği bırak artık” diyor... bırakmazsa ne yapar... Namlu tam Demir’e nişan alıyor... deli bu çocuk... elinden bir kaza çıkacak, dolu tüfekle oyun oynuyor. Demir’in beklediği fırsat bu... alttan kavrayıp namluyu havaya çevirirken tüfeği hızla çekip alıyor... silah bir kez daha patlıyor. İhsan yetişip aralarına girerek Aslan’ı kolundan itekliyor ve Demir’den uzaklaştırıyor. Süngüsü düşüyor Aslan’ın... av diye yola çıktı... ama bu sahnedeki son kareleri... bambaşka şeyler söylüyor. O, can havliyle tuzaktan kurtulmaya çalışan bir hayvanı andırıyor.

Asi, endişeyle babasının peşine düştü... ama onunla konuşacak bir şeyi yok... seslenişine cevap vermeden ayrılıyor. Demir’de sessizce İhsan’a tüfeği uzatıp Asi’ye yetişiyor. Konuşsunlar mı biraz... belki iyi gelir. O yalnız kalmasın... “Bırak yanında olayım” diyor. Asi, Aslan gibi bağırıp çağıramaz... kimseye hesap sormaz... herşeyi içinde yaşar... ama yaşamaması gerekiyor. Üstelik buna gerek de yok... Demir yanında, söylesin ona... akıtsın ona... açsın ona. Konuşabilirse rahatlayacak, biliyor. Asi’nin konuşabileceği tek kişi Demir... ona güveniyor. Ama hiç biri kurtulamayacak bu çemberden... konuşmak hiç bir işe yaramayacak, o da bunu biliyor. Bu çemberin içine sıkışıp kalmışlık hissinden kurtulamıyor. Kaçıp gidecek hiç bir yer yok. Tek ricası Demir’den, bu olanları onlardan başka kimse bilmesin oluyor.

Herkesin yüreği soğudu o evde... huzurları kaçtı... hayat zorlaştı. Pis bir duman çöktü evin içine sanki... ama geçecek diyor Neriman, geçmeli. Gonca ile Ceylan zaten gitti... Defne ile Asi’yi alıp o da şehre inmeli... çıkıp biraz hava almalı, kendine gelmeli...

Önce Cemal Ağa’ya uğruyorlar... dede pek memnun kalıyor bu ziyaretten... içi açılıyor evine dolan bu güzel kokulardan... hiç hoşlanmıyor zaten yalnızlıktan. Kurabiye eşliğinde, kaçak çaylar demletiyor emrindekilere... içsinler şöyle bir keyifle. İstanbul’a gidiyor ertesi gün Cemal Ağa... yeni iş makineleri gelecek, gidip bakmak şart. Hiç kalkıp gidesi yok aslında... bunaltıyor onu İstanbul artık. Asi’nin gözleri parlıyor... kaçacak yer yok diyordu... kaçış değil belki ama uzaklaşmak için bir yol buluyor... teklif ediyor “Dede istersen senin yerine ben gideyim...?” Cemal Ağa biraz tereddüt etsede, kıramaz Asi torununu... olur mu olur... gitsin mi... gitsin... hiç yoktan karar veriliyor.

Demir, Kerim ve Leyla... Uydukent projesiyle ilgili toplantı halinde... ince eleyip sık dokuyor Demir... kentin kimliğiyle ters düşmemeli yapılan hiç bir şey. Zaten Kerim’de İstanbula bu nedenle gidiyor... bir mimar ile tanışacak... dünya çapında tanınan bir bayan. Telefon bölüyor konuşmalarını... arayan Defne... sürpriz yapımış sevgilisine... Kerim, Neriman Hanım ile ilgili endişelerini unutup sevinçle konuşuyor Defne’yle... bu kaçamak nasıl keyfini yerine getiriyor... Telefonu kapatıp Demir’e bilgi veriyor... “Defne ile Asi gelmişler...”... Demir’de kalkıyor toplantı masasından, pencereye doğru yöneliyor... gözleri camdan dışarıyı aranıyor... işte orada... yolun karşısında ablasıyla birlikte duruyor. Kerim yanlarına inecek... ama Demir’i uyarmadan da duramıyor...”Asi’nin canı sıkkın... haberin olsun!”...

Nasıl ister Demir’de Asi’nin yanına inmeyi... hayal bile edemiyor, Asi’nin ona telefon ederek böyle bir sürpriz yapabileceğini. Sanki dağlar her yana geçit veriyor da Asi’ye vermiyor gibi... ne sıfatla insin aşağı. Onun bütün kederlerini almak istiyor Demir... o hiç bir şeye üzülmesin yeter ki. Ona dokunmak istiyor... kucaklamak onu, bağrına basmak... sıvazlamak yavaştan yavaştan ve hiç bırakmamak... Ne var ne yok, bütün dertlerini almak... Sızlatıyor her yanını bu temasın hayali onu... kavuşmuşçasına ısınıyor göğsü... nereden gelip doluyor ciğerlerine bu toprak kokusu... uzaktan uzaktan sevmek Asi’yi, yoruyor artık onu. Reddetmeye çalıştığı herşey zorla buluyor Demir’de bir yolunu.. İstemek... her an, her yerde, her koşulda... zamanı mekanı olmayan bir boşlukta... sadece Asi. Düşünce gücüyle bu başarılabilir mi?... Ona ulaşabilir mi?.. Ya kendi sorunları... onları da çözer mi?.. Her yakınlaşmalarında biraz daha sahiplendi fiziken onu... karıştırır oldu bedeninin ne kadarı Demir, ne kadarı Asi.... o sokuluşlar yaşandı mı yoksa hayal mi? Asi’nin ondaki göğsüne yaslanışı... sevdiğinin bağrına esen sıcak nefesii ne kadar sahici... Her nadide temas... Temas mı?... Ne teması?... Ona hiç istediği gibi dokunamadı. Tek bir öpücük... tek bir öpücük dışında Asi ona her yönüyle yabancı... Tanımak istiyor sevdiğinin bilmediği her yanını. Boğazından karnına inen bu yakıcı şey tanıdık ama farklı... Ya dün akşama ne demeli... onunla birlikteyken hissettikleri. Onunla yalnız olmak... karanlığın içinde Asi’yi bulmak... bütün hayallerini geride bıraktıran bir yaşanmışlıktı.

O böyle düşünedursun... Kerim yanlarına varıyor... Asi’nin birbirine sarılan abla ve eniştesine bakışı Demir’in yüreğini dağlıyor... bakamıyor daha fazla... gözlerini deviriyor. Bir teselli mi... Asi zora düştüğünde ilk aradığı Demir’di... bu ona yetebilir mi?.. Yetmiyor, tabi.

Leyla’nın, Kerim’in endişelerinden bahsedişiyle düşüncelerinden kopuyor... Demir’de farkında, bu İstanbul’a gitme işi arkadaşının tadını kaçırıyor. Ama durum sandığından daha ciddi... Kerim’in Neriman Hanım konusundaki kaygılarını kardeşinden öğreniyor. Defne’nin annesi de Süheyla Teyzeleri gibi artık bu evliliğin olmasını istemiyor. Abisi bu işin altından nasıl kalkacak, Leyla’da bunu bilemiyor. “Tam Kerim’e göre bir aşk... gitti en zorunu buldu.” diyor. Demir’in gözleri kapanıyor, çenesi geriyor... kendini geriye doğru bırakıveriyor... Leyla bunu hangisi için söylüyor... sadece zor olsa iyi... Demir imkansız bir aşk için yaşıyor.

Kerim, Defne ve Asi’yi yakındaki bir çay bahçesine götürüyor. Asi biraz onlarla oturduktan sonra, yanlarından ayrılarak sevgilileri rahat bırakmak istiyor... dolaşmak istediği bahanesiyle uzaklaşıyor... hali de yok, keyfi de aslında... onların yanından uzaklaşır uzaklaşmaz bir banka çöküyor...

Ruhunda esen fırtınalar dinmek bilmiyor. Demir söylemişti benzer şeyler öfkesiyle ilgili... yaşayana kadar anlamak mümkün değilmiş diye düşünüyor. Demir... Demir’i... benim Demir’im bile diyemezken... bu fırtınaların çoğu onun için kopuyor. Bırakmaya çalıştığı her hayaline dar yetişiyor... ne mümkün... katlanarak Demir ona geliyor... aklının dayatmalarını yüreği kabul etmiyor. Ne olurdu... o da yolun karşısından çıkıp kendisine gelseydi... istemediğinden değil biliyor ama sarılmazdı, sarılamazdı... yine de gözleriyle ona yeterdi... Kendini bildi bileli sığındığı sakinliğini yağmurlara verdi gitti... ele avuca sığmaz bir kadına döndüyor o bakışlar Asi’yi... ve öyle olduğunda... içi içine sığmadığında... hissediyor işte Demir’i... önüne set çekilemeyen bir nehir gibi... zorlayan... isteyen... talepkar... ama hemde nasıl verici. Onu görmekten vazgeçemiyor bir türlü... Sabahki konuşma teklifini keşke reddetmeseydi... ama onunla bunları konuşmak istemiyor ki... Yağmur yağmıyor üstüne... sevdiğinin gözlerinin karası da yok günde... ama boşluğa dalan asi bakışta, Demir öpüyor Asi’yi o sokak ortasında... tıpkı o geceymişcesine... Asi sığınıyor bu öpücüğe... şu sıralar hayatında tutunabildiği tek güzel şeye. Yanında değil ama dudaklarında işte... siliyorum dedi, oysa yalandı... Demir’i saklayacak dudaklarında ömrünce.

Kerim bombayı patlatıyor, ofise döndüğünde... toplantı masasında Uyduken projesinin işlerine gömülmüş haldeler ikisi de... Asi, dedesinin işleri için ertesi gün İstanbul’a gidiyormuş. Haberi var mıydı... soruyor Kerim, Demir’e... Demir’den yanıt yok... gözleri ‘devamını sökül’ dercesine. İşleri yetiştirebilirse, Kerim onunla gidecek... ilk gidişiymiş Asi’nin İstanbul’a... Defne biraz endişeleniyor. Demir’de öyle... gürül gürül akıyor damarlarındaki kanı... hırçınlaşıyor ruhu bu haberi duydu duyalı... Asi... İstanbul’da... Demir’siz... bu nasıl iş böyle... Önüne eğilen başı... dudaklarında gezinen parmakları... hiçbir şeyin farkında değil odada olan biten, duymuyor bile Aslan ile konuşan Leyla’yı... Kerim keyifle seyrediyor onda yarattığı tahribatı.

İş çıkışı, gizli gizli mesajlaştığı, servis beklerken karşılaşıp durduğu Ziya ile buluşuyor Gonca... ilk defa...

İhsan İstanbul emrivakisinden hoşlanmasada... ses etmiyor kızına. Akşam çantasını toplayan Asi’ye bir fotoğraf makinesi ve bir resim getiriyor. Asi oralı değil hiç ama anlatıyor bu resmin hikayesini ona... Neriman Asi’ye hamile olduğunu İstanbul’da söyledi İhsan’a... bu Aşiyan tepesindeki resim... hatıra diye saklandı onlarda. Bir resim çektirsin eğer yapabiliyorsa... bir hatıra daha getirsin Aşiyan’dan... o aşk tepesinden Antakya’ya.

Leyla’nın Aslan’la konuşması önerildi... ama Aslan Beyefendi çok meşgul... randevu bile alamıyor konuşmak için Leyla onunla. Süheyla bu konudu korktuğunun başına geldiğinin, oğlunun ondan uzak durmak için elinden geleni yaptığının farkında... Demir ve Kerim ise projelerinin hazırlıklarını gözden geçiriyorlar son bir kere... Demir’in içini kemiren şeyler var, sabahtan beri savaş veriyor iç sesleriyle... açmalı artık konuyu Kerim’e... o düşündü ki...

Ertesi sabah Defne bırakıyor Asi’yi havaalanına... Kerim’de sabah uçusunda olacaktı ama görünmüyor ortalarda. Asi’nin onu bekleyecek hali yok, check-in yaptırıp giriyor uçağa. Yerleşiyor, el bagajını, mantosunu koyup başüstü dolabına... dergiler atılıyor tam bu sırada yan koltuğuna... başını çevirip baktığında Demir karşısında... “Yolda ne okursun bilemedim” diyor... ne bulduysa dergi falan almış yanına. Demir’de mi gidiyor İstanbul’a yoksa?.. Gördüğü kadarıyla öyle. Bu seyehati birlikte planlamışlarcasına bir rahatlık içinde. Kerim’in geleceğini sanıyordu Asi... ablası da endişelendi, niye haber vermediler... Bu sabahki günaydını, hesap sormak Asi’nin Demir’e... kafi derecede ısıtıyor yüreğini... cevap vermese olmaz Asi’ye... “Son anda karar değiştirdik”. Ondan birtürlü ayrılamıyor gözleri... söyleyebilir mi duyduğu andan beri İstanbul’a gideceğini, aklı fikri bu seyahatte onunla birlikte olmanın derdindeydi.. Kabin görevlileri kalkışa hazırlanıyor, kemer ışıkları çoktan beridir yanıyor, Demir Asi’yi uyarıyor... “Kemerini tak istersen”... Kemerin metal uçlarını buluyor Asi... bu garip şey de ne böyle... evirip çeviriyor elinde... hertarafı kapalı görünüyor neresinden takacak diğer ucu bu metale?.. Demir farkediyor onun tereddütünü... basit bir şey belki ama daha ilk andan Demir’in ona yardım edebileceği bir şey çıktı işte. “Biraz kenara çekilir misin? “ diyebileceği yer de yok... Uzanıyor metalleri tutan ellerine... alıp onları avuçlarının içine tanıdık bir hareketle yerleştiriyor kilitleyen ucu mekanizmadaki yerine... bir klik sesi ulaşırken bize, açmayı da beceremeyecek Asi diye düşünüyorum... yada becermeye çalışmayacak hiç... bir kez daha uzanacak Demir Asi’ye böyle... Asi bakamıyor başka hiç bir yere... gözleri kucağındaki kemeri basitce takıveren Demir’in ellerinde... Demir uzanıp metalleri ellerinden aldığın beri, kalakaldılar elleri oldukları yerde, soluğunu tutup bekleşir gibiler ara ara dokunsunlar diye... klipsin taktıktan sonra düzeltiyor kemeri karnının üzerinde... yeter artık Demir, çekilecek yerim de yok, eziyet etme.

Demir yaslanıyor nitekim geriye... sorular başlıyor ama bu seferde... Nerede kalacaksın?.. Galata Kulesine yakın bir ötelde... Randevun nerede?.. Adres çantada... Kaçta?.. Öğlen... Karnının üzerinde dolaşan ellerinin etkisi geçiyor yavaş yavaş, Asi geliyor kendine... “Sen niye bu kadar çok soru soruyorsun?”... Bir araba ayarlar Demir, onu istediği yere götürür. Asi kabul eder mi böyle bir şeyi... “Ben hallederim” diyor... zahmet etmesin, dedesi ayarlayacaktı hemde. Bu itirazın geleceğini biliyordu zaten... ama bıraksın da birşeyler yapsın Demir onun için. Asi, izin verebilir mi onun için birşeyler yapmasına... nasıl istiyor bunu aslında... ona gelişini hayal ediyordu daha dün. Demir’in gelişleri hep şaşırtıyor ama onu böyle... hep ummadığı anlarda. İligisi de sıcacık, bakışları gibi... onda yanına oturduğu andan başlamak üzere. Kendiyse döndürüyor bakışlarını sürekli camdan dışarıya, üç saat birlikteler böyle. Takozlar alınmış tekerleklerden... motora güç biniyor... uçak pistte hareket etmeye başlıyor. Asi, fiziki bir tehdit altında hissediyor kendini... hiç müdahale edemeyeceği, kontrolünün olmadığı bir belirsizin içinde... tutunma içgüdüsüyle yapışıyor koltuğun kollarına... farkında değil ama Demir’in koluna yapışıyor o anda... Demir de şaşkın bu duruma... uçağın hareket edişiyle birlikte Asi’nin yüzündeki değişimi farkediyor... normalden fazla tepki veriyor sevdiği... koluna tutunan parmakları olanca gücüyle sıkıyor onu... korku bu. Serbest eliyle kolunun üzerindeki elini tutuyor oda sıkı sıkı... şu anda yapabileceği çok bir şey yok aslında... yanışıp ona bir kez daha, düzenli ve kontrollü nefes aldırarak yatıştırmaya çalışıyor Asi’yi... Asi’nin düşünecek hali olsa, soracak nereden biliyor, kaç kişiye uyguladı bu tekniği, ama korku sarmış heryerini. “Asi... şimdi derin bir nefes al... sonra tut nefesini.” Dediklerini aynen yapmasını istiyor Demir... paniklemesin... kendini rahat bıraksın... sonrada nefes verip gevşesin... ‘Rahatla’ diye tekrarlasın içten içe. Göğsü körük gibi inip kalkıyor aldığı nefeslerle, saçları da göğsüyle birlikte... gözlerini sıkı sıkı kapayıp bırakıyor kendini Demir’in sesine... söylediklerini yapıyor tek tek... güveniyor Demir’e... Ne muhteşem bir şey bırakmak kendini ona böyle...Yatıştığını hissediyor gerçekten de, verdiği her nefesle... Kasılan bedeni rahatlıyor, yaslanabiliyor arkasına, Demir’in kolunu kavrayan parmakları gevşiyor... onu tutan eller değil ama... o tamanen kendine gelene kadar sıkı sıkı tutmaya devam edecek Asi’yi Demir... bırakmaz asla.

Boğaz Köprüsü... suların incisi Kız Kulesi... Şehir hatları vapurlarının bacalarından yükselip gelen o tok düdük sesleri... şehrin uğultusu... tipik bir İstanbul profili... Güneş ışığı bir başka yansıyor bugün boğazın sularında, Asi-Demir ayak basıyor İstabul’a

El bagajlarını almışlar çoktan, terminal binasından dışarı çıkıyorlar. “Ben buradan ayrılıyorum... görüşürüz.” diyor Asi... “Görüşür müyüz?.. İzin verir miyim sence?”... Sadece uçak yolculuğunda beraber olmak için değiştirmedi onca planı, gölgesi gibi gezerdi Demir Asi’yle, olmasa şu mimarla görüşmesi. Ondan izin mi alacak Asi... elbette hayır... ama neden anlamıyor... bu Demir’in de elinde olan bir şey değil ki. Ne anlatsın ayak üstü... “Benimle gelir misin?”diyerek onu karşılayan arabaya doğru yöneliyor... Asi bir an için duraklıyor ama takip etmekten başka yol bulamıyor... O, böyleyken hiç laf dinlemiyor, birde kendisine inatçı derler ya o ne oluyor? Demir bagajını şoföre verip “Hadi bin... seni ben götürürüm” diyor. Onu reddetmek ile biraz daha birlikte olmak arasında gidip geliyor Asi’nin duyguları... ne yapmalı... gözleri kararsız ama sözleri onun için yapılan planlara sadık kalmalı... “Ben kendim giderim.” Ne inatçı kız bu... Demir’in dudaklar geriliyor... kendi isteğiyle olmayacak bu iş, uzanıp elindeki bagajı alıveriyor... Asi direnmiyor... Demir’i izliyor. Şoför el bagajlarını yerleştirirken araca, Demir minibus’un arka koltuğuna yerleşip gözlerini ona çeviriyor. Bakışları ayen beyan “Gel Asi...” diyor... Elinde değilmiş gibi başka türlüsü... minibüs’e yavaşça girip Demir’in yanına oturuyor. Hadi biz kabullendik diyelim başka türlü davranmak elinde değildi... bari kend kendine itiraf etsin, onun ilgisini kabul etmek kendi seçimiydi... üstelik uçağı bindiği ilk andan beri. Aralarında boş bir koltuk var... ama geriliyor... Elleri kucağında, yanında oturan adamın tamamiyle farkında. Nasıl bir farkındalık onu da bilmiyor ya. Kendi iyiliği için bir son vermeli buna... olağan olmayan hiç bir şey yok bunda. Oteline bırakacak Demir onu ve gidecek sonra kendi yoluna.

Sahil yolundan otele doğru yola çıkıyorlar... hatırlatıyor Demir... “Telefonunu aç artık... arayabilirler.” Asıl kendi aranıyor hemen... gündemi aktarılıyor olmalı personeli tarafından... öğlen Çırağanda yemek... ardından mimarla şirkette buluşma. Birlikte şirkete gitmeyi öneriyor Demir... oradan bıraktıracak Asi’yi arabayla. Asi, gerek yok diyor... gerisini kendi halleder... “Sen kendi işlerinle ilgilen”... Hala ayak diretiyor... Demir hiç takmıyor. Sorulur mu Asi’ye böyle bir soru, bildiğini okumak, onunla başa çıkmanın yolu. Tembihliyor telefondakine, bir misafiri var ilgilenmesi gereken, gün dolu olabilir ama akşamı boş bırakılmalı.... Asi ortaya çıkarıyor artık otel ve görüşme notlarını... Demir için çıkarmışçasına sanki bunları... bir taraftan telefonla konuşurken, teklifsizce uzanıp elinden alıyor Demir kağıdı. Öylece bakıyor yine Asi... Demir evindeymişçesine rahat ... yoksa şehrin her yerini evi, Asi’yide misafiri mi sandı. Kucağına yatırıp sallanan arabada kağıdı... göz atıyor çabucak Asi’nin programına Demir. Telefon cebini, gözleri Asi’yi buluyor. “İstanbul’a ilk gelişinmiş... doğru mu?”... Anlaşılıyor, Defne’nin ağzında hiç bakla ıslanmıyor, Demir başka nereden öğrenmiş olabilir onun İstanbul’a gelmemiş olduğunu. İlk geleni biraz şaşırtır bu şehir... öğrenmek de pek kolay değil. Beklediğinden çok farklı şeylerle karşılaşabilir... yolları falan karıştırabilir. Ama Asi sadece bir gün kalacak... adresleri var... kaybolmaz heralde. Bir taraftan da düşünüyor... galiba sevdiği adam bu şehri ruhunda taşıyor... ‘İstanbul anlattığın gibiyse, ne kadar da sana benziyor... şaşırtıcı... zor... farklı... insanı karıştıran. Ama seni bana bir anlatan olmadı... kayboldum sende çoktan...’ Buraya kadar herşey normal gidiyor... bir anda farkediyor ki Demir ona bakıyor olmasına rağmen gözlerinde başka şeyler görüyor... Her istediğini yaptırdı ona bunun keyfini mi sürüyor... Kesintisiz birlikteydiler saatlerce... hiç olmadıkları kadar çok... hiç olmadıkları kadar yakın hemde... Demir ona istediğini yaptırdı gerçektende... “Bırak yakınında olayım” dememiş miydi... yakınında şimdi işte. Onun gözlerini böylesi yumuşatan şey bu memnuniyet mi... Asi’nin yakınlığı mı... hele onu oteline götürüyor oluşu... inanılmaz. Neler düşünüyor böyle!.. Mütebessim bir ifade yüzünde, çeviriyor ilgisini tekrar bu ilk defa gördüğü şehre... içindeki Demir’e...

Yine kızgın çıkıyor sevdiğinin sesi... kendine değil belki, İstanbul’a ilk geliyor olduğunu söylediği için ablasına ama kızgın işte... Şehri anlatıyor ona kendince. O da sonradan geldi bu şehre... şaşırtıcı taraflarını, zor taraflarını, farkını... kaybolunan karışıklığını çok iyi bilir orada doğmuş birine göre. Çok gençken yaşadı bütün bunları hemde. Asi’yi dinliyor... bir şeyler söylüyor, sadece bir gün kalacağı, koybolmayacağıyla ilgili ama sesi uzaklaşıyor Demir’den... ona birşeyler anlatmaya çalışan sevdiğini görüyor sadece... uzak bir yerlerden sesi ulaşıyor ne dediği anlaşılmayan... Saatlerdir onunla... yanyana... Rüya bile olamayacak kadar güzel bir yaşanmışlık bu, karar veriyor sonunda. Bu gördüğü Asi olamaz... onunla İstanbul’da bulunamaz... onu oteline götürüyor... hele bu sözcükleri rüyalarında bile yanyana kuramaz... “Hani elinde olsa alıp elini eline , hiçkimsenin onlara ulaşamayağı , aralarına hiçbir geçmiş meselerinin giremeyeceği bir diyara götürüp orada mutlu mesut yaşam sürebileceklerini sonsuza kadar” (I) düşünmemiş miydi, sadece iki gece evvel... “gönlününün bu delice isteğini” birilerini hissetmiş olmalı derinden... Bir gün belki sadece... ama olsun... nelere değer. Oynayan dudakları da duruluyor bir müddet sonra sevdiğinin... gözlerinin daldığı bir sessizlikte kalakalıyorlar... Demir o görme kanalının bir ucunda savunmasızca Asi’nin karşısında... çok önce geldi ve bekliyor sevdiğini bu yolda.... ve Asi’de şimdi katılıyor ona... Bunu hiç kimseyle yaşamadı... hiç bir gözde böyle bir görüşe gözleri bakmadı... beyin okumayı başarmak gibi karşısındakini savunmasız bırakan bir göz teması... Asi-Demir farkı... aşk yapan şey bu mu yaşananı. Onun aklından geçenlerinde Asi... bunu görebiliyor dışarıya çevrilen gözlerinde... kendisini iyi hissediyor... o da istediklerini gördü Asi’de. Çeviriyor yüzünü gönül rahatlığıyla güne. Daha uzuuun bir gün var önlerinde.

Cemal Ağa, Pera bölgesinde, Galata kulesinin hemen yanı başında bir otel ayarlamış torununa. 2. derece tarihi eser olan bu bina özellikleri korunarak restore edilmiş. Otelin özellikle tavan işlemeleri görülmeye değer güzellikte... sahnelerin çekimleri sırasında bu anlamda görebildiğimiz tek tavan işçiliği ise asansördeki vitray. Asi-Demir giriyorlar otelden içeri... arkalarında Bellboy elinde bavullarıyla. Müşteri kabulde Asi’nin rezervasyon kaydı kontrol ediliyor... oda numarası veriliyor. Demir soruyor “Haliç tarafına mı bakıyor o oda?”... Asi’nin şaşıran gözleri dönüyor yanındaki adama... Kule tarafına bakıyormuş meğer, mümkünse odayı değiştirmelerini istiyor Demir... Asi Haliç tarafına bakan odayı tercih edecektir. Yeni oda numarası belli, 102. Kayıt için kimlik bilgilerinin girişi yapılırken beklemek zorunda kalıyorlar bir parça... Asi dayanamaz... sormak zorunda...”Sen bu otelin bütün odalarını ezbere biliyorsun galiba!”.... Haydaaa!.. Demir, o güzel bir odada kalsın diye gayret gösterirken, neler geliyor onun aklına. Bayılıyorum Asi’nin izzah isteyen bu tavrına... anlatsın bakalım Demir Bey... ne işi var bu otelin odalarıyla. Yabancı konukları bu tür tarihi yerleri beğeniyor, şirkette buralarda ağırlıyor misafirlerini. O nedenle biliyor Demir. Hımmm akla yakın görünüyor... Asi uzatmıyor... Demir’in gözleriyse Asi’nin ikna olup olmadığını tartarcasına yüzünde dolaşıyor... Asi’nin bagajı odasına çıkartılıyor, bu arada kendisine kahvaltı salonunun yeri gösteriliyor. Yalnız kalan Demir, kendi içinde bir oda istiyor. Orada kalmak istemese şaşırırdım zaten ama tarzı... tarzı muzur şeyler akla getiriyor.

Asi, resepsiyona geri döndüğünde Demir’i asansörün yanında buluyor. “Nasıldı kahvaltı salonu... beğendin mi oteli?”... Çok beğendim diyor Asi... öyleyse kahvaltıya çağırır artık Demir’i. Asi hazır cevap... Demir zaten biliyor burayı, sanmıyor hiç ilgisini çekeceğini. Bu seferde Demir uzatmıyor hiç... kahvaltı da ister istemez buluşacaklar nasılsa... şimdiden kendisininde bu otelde kalacağını söylemek istemiyor... bu gizle gözleri yere dönüyor. Asi asansör düğmesine basmak üzere elini uzattığında “Ben bastım” diyor Demir... Asi söylenmeden duramıyor...”Ben bu İstanbul’da tek başıma bir asansör düğmesine bile basamayacağım galiba?”... Gülüşüyorlar birlikte ama... bu çıkışma neleri üşüştürüyor Demir’in aklına... Hayır diyor içinden... bana bıraksalar hayatın boyu tek başına bir şey yapamazsın sen bir daha...

Asansör geliyor, biniyorlar birlikte. Yüzlerdeki gülümseme aşağıda kalmış... o dar alanda yakınlıkları... yalnızlıkları... yoruyor gibi onları... Yormakdan ziyade belki... bu kabindeki kısılmışlık hissi, farketmeye zorluyor onları, son saatlerdeki birlikteliklerine ait her bir anın ardında algılanan başka şeyleri. Fiziki bu kapalılık çepeçevre alıyor bütün bunları onlarla içeri. Asi huzursuz... neler oluyor ona böyle. Ne kadar ikna etmeye çalışsada kendini olağan şeyler yaşıyor Demir’le diye... mani olamıyor ‘O’nu hissetmesine. İlgisi aldı götürdü Asi’yi bambaşka yerlere... Demir onun yanıbaşında... inanılmaz geliyor ama bu oluyor işte. Hiç bakmıyor bile Demir şimdi kendisine, gözleri dimdik yerde... ama görüyor yine de Asi’yi... konuşuyor gibi kendisiyle. Bunu nasıl hissediyor olabilir... bırak... bırak kendini ve bak onun gözlerine... doğru mu hissettiklerin, gör kendi gözlerinle...

Demir’in gözleri sabit bir şekilde kapının üzerinde kaydığı metalde. Bakmaya cesaret edemiyor başka bir yere... ona hele... çünkü baksa biliyor ki ‘Senin adın Asi’ diyecek gözleri... ‘Dudaklarında öyle korkarım ki... tek bir öpücüktü ama öyle bir yazmışsın ki bana kendini... daha fazlasını istiyorum. Orada kalamam... Tersi olması gerekmesine rağmen sende hissetmiyor musun böyle?.. Bir hareketlenme farkediyor Asi’de... çevirmiş gözlerini ona bakıyor dikkatlice.

Ne görüyorum Demir’de... hem görmemi istiyor onu, hem saklanıyor... hem deli divane, hem geri duruyor... ama zaten karar vermedik mi... herşeyi unutmak gerekiyor. Ama bak... bana yepyeni yaşanmışlıklar veriyor... Bak... gözleri hala seni seviyorum ve daha fazlasını istiyorum diyor... bir bakıp bir kaçıyor. Çevir gözlerini yere... onu daha fazla görme..

Kapalı dudakları oynuyor Demir’in istemsizce... Asi’nin bakışlarının değidiği yerler kasılıyor yüzünde... bu kız tehlikeli... duyuyor gibi Demir’in iç seslerini... biliyor gibi dudaklarının sızlaması dinmedi o geceden beri. Peki ya o... Asi... tenindeki Demir’e alışabildi mi?.. ‘Yoruldum Asi... İhtiyatlı falan olmak istemiyorum... aşka kısılmış gibiyiz çok önceden beri, bu asansör sadece misali... bırak... birazcık sanayım sen benimmişsin gibi.’

Asansör kata geliyor... kapılar açılıyor... Demir uzanıp Asi’nin beline onu sanmışlığına çıkarıyor. O el o bele ne kadar tanıdık geliyor... bu ‘miş gibi’liğe katılıyor...

Bir uzanış daha... ceketinin iç cebine... resepsiyondan aldığı oda kartını çıkartıyor Demir. Onların beraberlerliği bu karelerde, kabıma sığamaz hale getirmesine rağmen beni de... inanılmaz da geliyor aynı şekilde. Sadece onlar değil her anın ardını algılayan... sanki iki film seyrediyormuşum gibi aynı anda... üst üste. Kapısını açıp, odasına sokuyor Asi’yi... kendisi emniyetli bir mesafede... girmemeye özen göstererek, kapı pervazına dayanıp bekliyor sesisizce... ne tepki verecek Asi, onun için önerdiği şeye. Bagajı çoktan gelmiş ve koyulmuş ortadaki masaya... el çantasını da omuzundan çarpraz geçirdiği askısını çıkartıp koyuyor yanına... “Ne güzel bir oda”... Kocaman bir gülücük veriyor Demir buna. Haliç manzarasından bahsetti Demir... ona uzanıyor... merak ediyor. Perdeyi aralıyor... eski İstanbul karşısında... “Demir şu manzaraya bak!”... Dünyanın en güzel manzasırana bakıyor zaten Demir o anda... Asi gördüklerinin bütün güzelliğini yansıtırken ona, göremez gözü başka bir güzellik. Kendine gelmeli ama artık... elleri hala cebinde olsa da kaykılıyor yaslandığı kapı pervazından, “Ben seni aşağıda bekliyorum.” Başında beklemesi gerekmiyor Asi’nin... hem onun işleri yok muydu... ne oyalanıyor burada. Demir umursamıyor bir kez daha... kafası onu hiç dinlemeyeceğini belirtirtecesine sallanırken “ Odana yerleş, gel... aşağıdayım. Şirkete gidiyoruz... sana arabanı ayarlayacağız.” diyor. Kendi iyiliği için Demir’e itiraz etmese iyi olur, bu adamın yüzündeki ifade açık seçik bunu söylüyor. ‘Ben bu kapıda daha fazla duramayabilirim... seni ikna etmek için içeri girebilirim... buda her ikimiz için felaket olur. ‘

Asi itirazlarını sürdürmeyi düşündü mü?.. Vazgeçiyor... Ne onu yolundan döndürebilir, ne de gözlerinde gördüğünü yanlış anlayabilir. Ona doğru geliyor... “Birazdan inerim”... kapıyı yavaşça onun yüzüne kapıyor. Dudaklarındaki tebessüm kapıyı kapattıktan sonra bile silinmiyor.

‘Akıllı kız...’ diyor kapının dışında kalan Demir içinden... ‘Herşeyi doğru anlıyor.’

Asi, Demir’le birlikte şirkete gidiyor. Personeli Demir’in etrafında dört dönüyor... çok özletmiş kendini şirkette... belli oluyor. Buluşmak için geldiği mimar hanım kapıdan görünüyor... “Demir Bey... ben Bala”... Asi şaşırıyor... mimar hanım, akşam katıldığı bir davetten eve gitmeden bu toplantıya gelmiş gibi görünüyor... Demir farkında değil gibi, yada diğerleri... sanki her iş kadını böyle giyiniyor. Demir, Bala Hanım ve ekibini toplantı odasına yönlendirip Asi’ye dönüyor. Arabası gelmiş Asi’nin... bir taraftanda tembihliyor... ”Telefonun açık olsun... ararım seni.”... Ben hala Asi’nin gözlerinde ‘Bala’ şaşkınlığı görüyorum Demir’in yanından ayrıldığında... Demir’se sıkıntılı, hiç hoşlanmıyor onun yalnız gidişinden... ama neyseki araba onunla olacak, telefonunu da açık tutacak... kendi de biraz fazla oluyor galiba... asansör düğmesi konusundaki takılışı geliyor aklına... Hadi Demir... O, işine gitti, sende kendi toplantına.

Asi’nın görüşmesi uzun sürmüyor. Firmadan ayrılmadan bir yol tarifi soruyor... görevli onun İstanbul’un yabancısı olduğunu düşünerek bir araç ayarlamayı teklif ediyor. Asi zaten benim bir aracım var demiyor... tek başına dolaşmak istediğini söylüyor. Taksiyle Taksim’e gitsin... Metroya binsin Levent durağında insin.... Asi şirketten çıkıp İstanbul’a adım atıyor... Yalnız... Gözleri parlıyor. Dışarıda onu bekleyen aracın şoföru kapıyı açarak binsin diye bekliyor ama Asi adamı planlarını değiştirdiğini söyleyerek azad ediyor. Allah allah diyorum bende... burası Yıldız Yokuşu değil mi... İstanbul ölçeğinde, elini uzatsa dokunacak Levent’e neredeyse.... ne Taksim’i... ne Metro’su... Ne tarif etti bu adam böyle... Ah Asi ahh, diyorum kendi kendime... Demir’i haklı çıkaracaksın böylece.

Demir’in toplantısı ciddiyetle sürüyor Bala ve ekipleri ile... Bala gelir gelmez diziye, öğrenmiş... herşeyin ardı var Asi-Demir’de... kendi sözlerinin de öyle... “Sizinle çalışmaktan büyük zevk duyacağım” diyor... “Bundan e.min olun... “ Görüşmenin sonuna doğru, sekreter giriyor toplantı odasına, Asi için görevlendirilen şöför geri dönmüş... haber veriyor Demir’e. Toplantı sonlanmış zaten... toparlanırken masanın etrafındakiler, telefonuna uzanıyor Demir... Asi’yi arıyor... ama ulaşılamıyor.

Asi’nin gittiği yerlerde mantık aramıyorum artık... belli ki kafasınca takılmanın peşinde... ‘Bir şehri tanımanın en iyi yolu içinde kaybolmaktır’ derdi bir dostum... Asi’de kayboluyor benim şehrimde. Kaybolsun kaybolabildiğince.... Demir’in Antakya’ya geldiği ilk günü yazışımı hatırlıyorum... “Yürüyerek gezmekten başka ne olabilir böylesine bir şehri en iyi tanımanın... onunda ötesinde ‘hissetmenin’ yolu...” diye... sanırım bu doğru, İstanbul içinde.

Bu arada Demir, elinde telefon, dört dönüyor ofisinde... arayıp duruyor ama neticesizce. Asi Levent’e geldi sonunda ama 1.ye değil 4.ye... Yoldan geçen bir beye soruyor... Nisbetiye Mahallesi nerede... kusura bakmasın... kimse adres bilmez bu şehirde. Asi adamın arkasından baka dursun, telefonu çalıyor... demek ki kapatmamış, metroda olduğu için Demir onu bulamamış. Can havliyle cevap veriyor çağrıya... “Demirrr”... Sonunda buldu Demir, Asi’yi... ama O, bulamamış aradığı caddeyi. “Dur sakin ol” diyor Demir... nerede şimdi Asi... Levent’te mi... Solunda sıralı küçük dükkanlar olmalı... Hah şöyle diyorum, sonunda doğru yerde, doğru şeyleri tarif eden biri çıktı... afferin Demir’e.... Ama orada dükkan falan yok, etrafta gökdelenler var... Asi nerede?.. Demir anlıyor hemen... eyvahhh 4. Levent’e inmiş sevdiği. Çok uzak değil gerçi 1 Levent’ten... o kadar kızma bakayım, diyorum Demir’e... ne bilsin Asi... sende kaybolmuyor muydun Antakya’nın eski sokaklarında... doğduğun evi bile, kapısına gelince farkediyordun hatta. Neyse... bana gerek yok... zeten Asi dikleniyor Demir’e... “Ben yanlış yerde inmedim... Levent’te indim işte... 1.Levent demediler ki bana... hem kendim dolaşmak istedim, ne var bunda!..” Hiç bir şey yok tabiki... ama Demir’i haklı çıkardı Levent’lerin bolluğu... Asi nereden bilebilirdi Levent enflasyonlu... beşi bir yerde durur, bırak dışarıdan geleni, şaşırtır İstanbulluyu. “Bekle beni” diyor Demir... hemen gelip alacak onu. Asi, telefonu kapatıp çevresine bakınıyor... biraz ilerideki boş banklardan birine oturuyor... somurtuyor... böyle gelip onu toplamaları hiç hoşuna gitmiyor... Allahtan Demir... başka kimse kaybolduğunu bilmiyor.

O böyle somurta dursun... Demir ağzı kulaklarında yürüyerek geliyor banka... oturuyor yanına... Aldırmıyorum Asi’nin somurtmasına... biliyorum, onun gelişine çok seviniyor. Asi’nin kayboluşu, ısmarlama elbise gibi bu ilişkiye oturuyor... onları buluşurlarmış gibi bir araya getiriyor. Asi-Demir’i böyle gördüğüm her seferinde, kendi payıma keyifleniyorum bende. Demir’in yüzünde öyle bir gülüş var ki, bütün mevsimleri yüzünde yaşıyor. Asi dik dik onun kendisine gülüşüne bakıyor. Ama Demir hiç bir şey söylemiyor ya tekrar kaybolmuşluğuyla ilgili... Asi’de ağzını açmıyor... Demir tekrar onun yanında olmaktan mutlu... Asi’nin de mutlu olmasını arzu ediyor... söylesin bakalım nereye gitmek istiyor?.. Asi’nin banka yaslanışında bir teslimiyet seziliyor.. Aşiyan’a gitmek istiyor.

Demir bunu beklemiyor... bir an için o bankta Asi’yi yalnız bırakıyor, kendi düynasına dalıyor... o kadar alışık ki o dünyaya... bu hızlı geçişler beni şaşırtıyor... Aşiyan mı?... Asi, Aşiyan’ı nereden biliyor? Aşiyan’ın aşıkların uğrak yeri olduğunu bildiği için mi Demir’e söylemeye çekindi. Asi’ye döndüğünde artık... gülücükler yerini aşka çalan bir ifadeye bırakıyor.

Arnavut kaldırımlı yokuştan aşağıya yürüyerek inen çift Asi-Demir... karıştırmayın sakın onları diğer aşıklarla... bunlar başka. Aşıkların mekanına gelmiş olsalar bile ‘hiç’ ilgileri yok aşkla... Buraya gelene kadar anlatmış olmalı Asi... neden illaki gelmek istiyor oraya. Babasının verdiği fotoğraf elinde, doğru yeri bulmaya çalışıyorlar Demir ile birlikte. “Sende bir baksana... doğru yer değil mi?”... Evet, burası. Tam babasının dediği yer. İşte burada fotoğraf çektirmesini istedi... son bilgiyi de veriyor o resim ile ilgili. Annesiyle babası gelip bu fotoğrafı çektirdiklerinde, Asi annesinin karnındaymış. Keyif veriyor bunu duymak Demir’e... bir kez daha dönüp bakıyor resme... Görünenler ve ardları yine. Şimdi koskoca bir kız oldu Asi... İstanbul’a bile geldi. Asi ise keyifsizce çekiyor Demir’in elindeki fotoğrafı.. artık hiç bir şey eskisi gibi değil. O fotoğraf çekilirken anne ve babası mutluydu. Ne Süheyla ne de Aslan vardı. Aslan olayınının Kozcuoğlularında yarattığı tahribatın boyutlarına tanık oluyor Demir... konuşalım demişti... işte konuşuyor sevdiği. Köklü bir çınar gibi, senelere sinmiş bir evliliği çatırdatıyor Aslan gerçeği. Ama bu günler geçecek... yanaşıp ona, ruhuna mı duyurmak istiyor aslında... “Yine mutlu olacaklar... merak etme.”... Demir, aşka inanıyor mu yoksa... aşkın herşeyi yoluna koyacağına... öyle olmalı, çünkü omuz veriyor Asi’deki umutlara. İhsan’ın aşkının Süheyla olduğu gerçeğini nerelere koyabiliriz bu noktada. Yoldan geçen bir gençten rica ediyor fotoğrafını çekmesini Asi... Demir varken yanında neden bir yabancı diye soracağım bu soruyu hep... bir mantığa oturtmak amacıyla. Bulamayacağım ama... bir oturmamışlık hikayenin bu anında. Tek açıklaması var Demir’in o karede oluşunun. Her ikiside istedi... hemde delice istedi... bir şeyer bu yolculuktan kalsın hatıra.

Aşiyan sahilinde... boğaz kahvelerinden birine götürüyor Demir Asi’yi... Sarı-Beyaz pitikareli masa örtüsünün üzerinde ince belli bardaklardan, demli çaylarını yudumluyorlar birlikte... Demir’le konuşmanın ona iyi geldiğinin farkında, hayatlarının tamamen değiştiğini söylüyor Asi, ona. Artık eskisi gibi olamazlar. Hayat resimlerinini arasında bir ‘abi’ belirdi aniden yıllar sonra... Kimseninin nereye gideceğini bilemediği... ama eski yerlerinini de koruyamadıkları bir değişim oldu hayatlarında. Zorla iteleyip, öteleyip kocaman bir gerçek geldi oturdu hayatlarının tam ortasına. Demir bu duyguyu çok iyi biliyor. Asi farkında değil gibi görünüyor ama Aslan kendi ailesinin hayatında da aynı etkiyi yaratıyor. Tek farkı... arada evlilik yok, çocuklar yok... ama Süheyla’nın yeğenleri olarak onlarda başetmek zorundalar bir şekilde bu değişimle. “Teyzemi suçluyorsun” diyor Demir... Asi öyle bir şey söylemedi... o babasına kızıyor. Demir bunun olamayacağının farkında... Asi bir hayal kırıklığı yaşıyor babasıyla ama farkında olmasa bile asıl Teyzesine kızıyor... bir hatırlatma geliyor ardına... “Ama unutma, babanda hiç masum değil”... Asi daha kim olduğunu bilmeden insafsızlıkla suçluyordu ‘o adam’ı... ama böyle yaftalar asmak insanlara, düşündürüyor şimdi onu. Babasını tanıyor, o bilerek böyle bir şey asla yapmaz. Ama Demir’in ‘masumiyet’ diyerek yaklaştığı bir gerçek var ki... İhsan suçlu onda. Gurununa yenik düşmeden evvel, ihtirasa yenik düşmüş olmalı İhsan... ama değilmiş bunu kaldıracak olgunlukta. Asi herşeyi ve herkesi kendi açısından görmeye çalışıyor... yaşından büyük bir olgunlukla...”Aslında kimseyi suçlamaya hakkımız yok. O zamanlar ne yaşadıklarını bilemeyiz.” Demir’in bu söze tepkilerini izliyorum... yakınlarını insanın ‘aşk içinde düşünmesi çok mümkün olmuyor galiba ama onlar yıllar evvel yaşanan bir aşkı irdelemek zorunda kalıyorlar zorunlulukla. Biri teyzesini, biri babasını... hemde ilerlemiş yaşlarında. Ne yaşadılar gerçekten acaba... eğer İhsan’da Asi’ye hissettiklerini hissettiyse teyzesine... delirmenin eşiğine gelmek gibi bir şey yaşamış olabilir o ikisi de birlikte.... ...çünkü kendini öyle hissediyor Asi’yle... Tek bir gün onunla birlikte olabilmek için... altüst etti herşeyi... kocaman soru işaretleri gizli heryerde... Demir belki ilk kez şu an farklı algılayabiliyor İhsan’ı... Ya Asi... anlayabiliyor mu Süheyla’yı... Elinde oynayıp durduğu bardaktan tekrar Demir’e dönemeyişi gözlerinin, ne nedenle?.. Hangi yaşanmışlıkları biliyor ki... Demir’le olan ilişkisi haricinde... Kendini hatırlıyor elbette... Demir’in onu ‘nihayet’ öptüğü... ihtiyaçla tanıştırdığı Demir geceyi. ‘Gel’ dese... gitmez miydi?... Giderdi... hazırdı o gece. Şu ansa ilk şoku atlatmaya çalışıyor... kolay değil ne yaşanmışlıkları kabul etmek... nede aşkta kendi görüşlerini tespit etmek... Asi, kendi inandığı değer yargılarında da değişimler olduğunu farkediyor... büyüyor.

Bir suskunluk anına ihtiyaçları var... yaşıyorlar bunu boğazın sularında. Her ikisininde kopup gittiği yer aynı aslında... Merak ettiği bir soruyla çağırıyor onu geri Asi... gözleri gözlerine dönüp cevap arıyor... “Sen ne zaman öğrendin?” ...O vazgeçiş anı ne zaman geldi Demir’e, bilmeli. Zorlanıyor Demir cevap vermekte... Asi’nin o geceki güzelliği geliyor bir an aklına... peri kızı gibiydi o pembe giysileri içinde Asi... ama ağırdı yüreği Demir’in... üşüyordu anın soğuğuyla... gerçekleşmesi mümkün olmayacak o hayali, Asi ile bırakmıştı kapının ardında. “Defne ile Kerim’in nişanında...” ... Kadere bak... o anı birlikte yaşamış olduklarını farkediyor Asi aslında... Hiç kuşkusu yok ki, kapıyı kapayıp onu dışarda bıraktığı andı o an... Asi’nin onun gözlerinde gördüğü acıyı da, karanlığı da kabullenemediği... o andı. O acı gerçekmiş... o karanlık hiç gitmemiş... tek bir öpücükte dolu dolu yaşadıklarını düşündüğü sevgililiği bunlara kurban verecekmiş. “Bu yüzden bana uzak durdun” diyor Asi. Başka ne yapabilirdi ... çaresizlik her zaman ustalıkla bağlamaz mı insanin ellerini. “Haklısın... birbirimizden uzak durmamız gerekiyor...” Ama bu mümkün olmuyor Asi... olmuyor... Denedim... hala deniyorum... ama bu söylediğine ‘evet’ demeye dilim varmıyor.

Vefakar Demir... vefasız saatler... bitiveriyor gün. Bir araba yanaşıyor otelin önüne... direksiyonda Demir... Asi’yi geri getiriyor. Asi inmeye yeltendiğinde onu sözleriyle durduruyor...”Akşam ne yapacaksın?”... Bilmiyor Asi... hiç düşünmedi. Odasında manzarayı seyreder heralde. İstanbul gece ışıklarıyla inanılmazdır... en az Asi-Demir kadardır. Ama Demir, Asi’nin yalnız kalmasını istemiyor. “Seni alırım, yemeğe gideriz birlikte” diyor... Çıkma teklifi öylesine doğalca geliveriyor... Demir’in ses tonuna ne kadar yakışıyor... İstanbul’daki birliktelikleri onları bambaşka boyutlara getiriyor... Antakya’da ailesiyle birlikteyken asla teklif edemeyeceği bir şey bu... ama İstanbul’da ne kadar olağan geliyor. Büyük şehrin usullerine göre pek olağan bir şeymiş gibi teklif edilebiliyor. Asi hatırlatıyor... “Birbirimizden uzak durmamız gerekiyor demiştik”... bu acil değil... ama istisnai bir durum. Koca şehirde Asi’yi yalnız bırakmak olmaz... değil mi?.. ‘Demir... nasıl karşı koyabilirim sana’ diyor Asi gülüşüyle... Çıkıyorlar aynı anda arabadan birlikte... Demir’e bu gülüş yetmiyor, onay almak istiyor Asi’den birde... “Anlaştık değil mi?.. Akşam benimle geliyorsun”... Hayır dese kabul edecek mi?.. Daha o asansörün düğmesine basmak da dahil olmak üzere, hiç bir şey yapamadı kendi başına... kaybolmak dışında... Belkide en önemli şeyi yaptı... Demir’e kendini buldurdu, İstanbul’da... Başı olumsuz anlamda sallanıyor Demir’in... yetmiyor bir de söylüyor “Hayır”...

Asi hazırlanıp resepsiyona iniyor. Şöyle bir etrafına bakınıyor... Demir ortalarda görünmüyor... kapıyı görebileceği bir koltuğa oturup bekliyor. Demir görüntüye giriyor... araba hızla hareket ediyor... Ne zaman aldı... ne aldı görmedik, ama Asi’nin oturacağı koltukta minik bir hediye paketi duruyor... Beyaz, yeşil, sarı minik kurdelelerle yapılmış şipşirin bir fiyonk paketi süslüyor. Demir ona bakıp bakıp duruyor... e.min olmadığı için mi onu vermekten... yoksa nasıl vereceğini bilemediği için mi... ortamını bekleyecek gibi geliyor. Geç kalıyor, Asi’yi bekletiyor. Koşar adımlarla otele girdiğinde, Asi’yi oturur görünce canı sıkılıyor, suratını buruşturuyor... Çok mu bekletti... özür diliyor. Trafikte takılıp kaldı, İstanbul bu işte... Asi’de gördü.... tam bir bela... kızmasın ona... bozmasınlar bu geceyi... Hiç ses yok Asi’den... Onun açıklamalarını dinlerken, çantasını geçiriyor omuzundan... saçlarını düzeltiyor... çıkmaya hazırlanıyor. Ama Demir’in telefonu onlara rahat vermiyor. Kutlamayı hatırlatıyorlar... Yooo olamaz... gelemez de... Otelde şu anda, Galata’da... daha sonra katılır belki onlara. Ama herkes havaya girmiş olmalı, umursamıyorlar pek Demir’in dediklerini... toplanıp geliyorlar Galata’ya. Demir’e düşüyor durumu izzah etmek Asi’ye... Bu gün bir iş anlaşması yapmışlardı... gecede kutlaması yapılacaktı... aklından çıkmış tamamen. Şimdi de kalkmış buraya geliyorlar... atlatmaya çalıştı olmadı. Asi hayal kırıklığına uğruyor ama onun da yapabileceği bir şey yok... gelenleri beklemek üzere tekrar oturuluyor.

Demir gelen herkesle tek tek tanıştırıyor Asi’yi... Mimar Bala Hanım da gelenlerden biri... Asi’nin üzerindeki günlük kıyafetini şöyle bir süzüp, sokuşturuveriyor lafı... “Bu gece özel bir gece... giyinmemişsiniz ama daha!”... Asi’nin içine bir kurt düşüyor... Demir’e sesleniyor yavaşça... Demir’in ona hassasiyeti farklı... bu seslenişi duyuyor anında ve dönüyor ona. “Şık bir yere mi gidiyoruz... kıyafetim uygun olmayabilir!” Demir’in böyle şeyler umurunda değil. Şöyle bir bakıyor üzerindekilere... kararı ona bırakıyor...”Sen bilirsin... değişmek istersen bekleriz” Tabi ki ortama aykırı bir giysi içinde olmayı arzu etmez Asi... hem kendine saygısı... hem de Demir’i mahcup etmeme düşüncesi... değiştirtir üstünü. İzin istiyor oradakilerden... bir odasına çıkıp gelecek hemen... Demir, Asi’yi izliyor... Bala ise Demir’i peşinden...

Asi giyinmiş çoktan... 102 numaralı odanın kapısı çalınıyor birazdan... açıyor Asi... Demir kapısını çalan. Ama hepsi o kadar... orada herşey duruyor bir an. Demir, Demir değil... Asi, Asi... başka birileri bakıyor birbirlerine şu an. Demir ve Asi... boşversinler herşeyi... ‘gel’e gerek kalmasın... bir dokunuşa uzanmak olsun o an. Damlalar yok bu gece Asi’de... bir seçim yapmış sevdiğinin üzerindeki o siyah elbise de... açıkta bırakmayı tercih ettiği her bir santiminde suretleri yerine Demir’i parlatmış sahibinin teninde... Sorup duruyordu bugün kendine... alışabildi mi Asi tenindeki Demir’e... Öpücüğü uyku durak bilmemiş, dudaklarından yol bulmuş... yürümüş sevdiğini her yerinde.... görüyor işte gözleriyle... Doyurmamış... aç bırakmış... bir beklenti içine sokmuş Asi’yi Demir’e... Yormaları bitmiyor Asi’nin... ne yapmaya çalışıyor anlamıyor, Demir’e... Hiç görmedi onu böyle... görmeyi hayal dahi edemeyeceği biri sevdiğinde... Bu başka bir şey... Asi’de tanımadığı bir yan... kendi isteğiyle Demir’e gelen ... istenmeden Asi’yi veren. Onu anlatmaya kelimeler yetmiyor şu an. Demir içeri girmek ve o kapıyı kapatmak istiyor... Ne kadarlığına mı? Sonsuzluk razı gelebileceği tek zaman.

Onun suskunluğunu başka şeylere yoruyor Asi... soruyor... “Beğenmedin mi?”... Beğenmek mi... Bütün bu yaşıyor olduklarını ‘beğenme’nin ardına sığdırabilir mi bu adam... ‘vuruldu’... usdışı birşeyler yaşıyor kapı eşiğinde o an... Üstüne başına şöyle bir bakıp Asi ... elbiseyi kendisininde çok abartılı bulduğunu söylüyor. Ablası son anda valize tıktı... Demir’in suskunluğu devam ettikçe... Asi’nin gözlerine kaygı oturmaya başlıyor... “Keşke kendi kıyafetlerimden birini getirseydim!”... İlk kelimeler gırtlağına takılarak çıkıyor Demir’den... “Yooo... çok yakışmış. Çok güzel görünüyorsun”... Elbisesini giyerken duyduğu heyecan, baskın dekoltesini üstünde görünce tereddütte bırakmıştı yerini... O nedenle önemli Demir’in fikri... Onu ilk kez görüyor böyle... biri için güzel olmaya çalışmak hiç değil Asi’ye göre... ama Demir bulup çıkardı bu kadınsal yönünü de... yepyeni yanlarını farkediyor Demir’le... güzel olmak istiyor Demir için... arzulanmak istiyor onun tarafından. Ve öyle bakıyor Demir kendine işte... arzuyla... suskunluğu şaşırttığını gösteriyor onu... “Demek ki güzel bir elbisenin marifeti bu...Defne boşuna ısrarla koymadı valize bunu!” Demir aynı fikirde değil ama... “Güzel olan elbise değil Asi... Sensin!” diyor, kastederek son noktasına kadar bunu. Asi, bu sözlerin gönül sarhoşluğu... beslenmiş özgüveniyle... şalını alıp geleceğini söylüyor Demir’e...

Demir’se aksine izin istiyor Asi’den bu gece... “Girebilir miyim?”... Girebilir tabi... ama gecikmiyorlar m? Arkadaşları bekliyor. Beklesinler sorun değil... Asi yatağın üzerinde duran şalına uzanırken Demir geliyor yanına kadar... iki eliyle birden tutunduğu bir paketi uzatıp soruyor “Bunu takar mısın”... Ne bu?.. Alıyor Demir’in elinden hediyesini Asi... uzanıp çıkarıyor içindekini... Beyaz incilerle süslenmiş bir tarak çıkıyor paketten... Defne ile Kerim’in nişanında bunun bir benzerini almıştı Demir ona... verememişti... bunu onun yerine kabul eder mi? Hatırlamaz mı Asi bunu... ama anmak istemiyor bu akşam tatsız hatıraları... uzatıyor Demir’e tarağı... Bir hayaline daha dokunduruyor Asi bu akşam bu adamı... düşlemişti, tarağı takmak için beceriksizce saçlarında oyalanıp durmayı... “Becerebilir miyim?”... Asi ona güveniyor... dönüp ona sırtını, başını hafifçe geriye atıyor... saçlarını Demir’e sunuyor... oyalansın orada sevdiği... dilediği yere taksın tarağını. Demir’in elinde incili tarağı... yanaşıyor sevdiğine... sanki ters bir reveransla kendini Demir’e teslim etmiş Asi’ye... Saçlarını ensesinde toplamış sevdiği... bilir gibi tarağı, yer göstermiş Demir’e sanki... bütün o saç öbeğinin birleştiği yer olmalı Demir’in hedefi... Aslında bu tarağı onun saçlarından sökmeyi hayal etmeliymiş... serbest bırakmayı kendi için... bunu da öğretiyor o gece Asi... Kutsal bir şeye dokunurcasına uzanıyor sonunda saçlarına... kaşları keyifle çatılıyor... doğru birşeyler yapmakla onun saçlarına özgürce dokunuyor olabilmenin verdiği haz arasında.

Tahmin ettiği gibi değil o öbek... o yumuşacık dalgalar... birlik olunca nasıl direniyorlar Demir’e... ısrarcı olması lazım... kabul ettirebilmek için tarağını o inatçı buklelere. Bu direnç ürkütüyor gibi Demir’i... yüzü ciddi bir ifadeye bürünüyor tarağına kuvvet uygularken... geçsinler Asi’nin saç tellerinden içeri. Ama oturtmayı beceriyor tarağını o saçlardaki en güzel yere... bütün gece dokunuşları o tarakla Asi’de duracak ... gözleri kalakalıyor ellerini onun saçlarından çektiğinde... taraktaki bu gerçekte. Asi saçlarına uzanıyor... tarağı kontrol etmek değil amacı... taze taze dokunmak saçlarındaki Demir’e... evet hala orada işte o dokunuşlar... ve duracak tarak durduğu müddetçe kendinde... kocaman bir gülümsemeyle dönüyor Demir’e... onun hediyesi de bu, bu akşam... tarağını taşıyan bir Asi, Demir’e...

İstanbul ışıklar içinde... Demir’in kullandığı araba yanaşıyor bir gece kulübünün önüne... çıkıp dolanıyor arabanın önünden... açıp yolcu kapısını uzatıyor elini Asi’ye... sevdiği Demir’den güç alıp çıkıyor İstanbul gecesine. Demir, dayanamayıp daha fazla söylüyor bu arada...”Bende senin otelinde kalıyorum bu gece.” Şaşırtıyor Asi’yi... ne... nasıl... ama... “Aklım sende kalacaktı...” diye veriyor bütün bu sessiz soruların cevaplarını da. Hiç bir şey olmamış gibi girişe doğru yöneliyor sonrada... Asi siyah-beyaz... Demir’in gözleri... yüreğindeki inci... karışmışlar... göz kamaştırıyor akşamında.

Gece Kulübü... kalabalık... gürültülü... ayaküstü sohbetler sürerken Bala yaklaşıyor... teklifsizce Demir’in bardağına uzanıp dudaklarına görüyor... çok güzelmiş... aynısından istiyor. Demir Asi’ye tekrar soruyor...”Sen birşey içmeyeceğine e.min misin Asi?”... O da alsın bir tane aynısından. Demir hanımlara içkilerini almak için uzaklaşıyor yanlarından... Bala meraklı... soruyor... Asi ne iş yapıyor... Veteriner... böylelikle Bala’nın köpekleri bile konuşmaya dahil oluyor... Asi’nin saçlarındaki inci tarak beraberindeki bir gencin dikkatini çekiyor... “Güzel bir aksesuar... size de çok yakışıyor”... Asi bu ilk defa gördüğü adamdan gelen teklifsizce yapılmış iltifata şaşırsada onun için hassas bir şeyden bahsediliyor... buna odaklanıyor. Eli gayrıihtiyarı saçlarına gidiyor... Demir... Demir’in dokunuşlarını taşıyan tarağı gecede parlıyor olmalı... ruhunu parlattığı gibi.... hala yerinde duruyor. Teşekkür ediyor... “Benim için değerli bir hediye” diyor... gözleri ona dönüyor... Demir’in de gözleri Asi’de. Bu gecenin burada heba ediliyor oluşunu mu görüyorlar birbirlerinde... anlamazlar mı yalnızlığı isteyişi o iki kişide. Bala giriyor araya... biriyle tanıştırmak istiyor Demir’i... alıp götürüyor kendiyle birlikte.... Hemen dönecek Demir, bırakıyor Asi’yi arkadaşlarıyla geride... Bala’nın dikkatinden kaçmamış... sözüm ona içini rahatlatıyor Demir’in... merak etmesin yalnız kalmaz, hayranı çok arkadaşının. Boş sohbetler sürüyor... hem Asi... hem Demir cephesinde... Demir’in kulağına çalınıyor Asi’yi tarif eden sözleri barda sohbet eden arkadaşlarının... “...vahşi bir güzellik... çok hoş... uzun zamandır gördüğüm en çekici kız... Çok az kadın dekolteyi bu kadar güzel taşır.” Medenilik sökmüyor böyle gecelerde... Demir nereye getirdiği Asi’yi, şaşıyor kendine...

Gidip arkadaşlarıyla bıraktığı Asi’nin yanına, arkasından doğru yanaşıyor sevdiğine... beline doğru hafif bir uzanışla ona varlığını belli ederek “Gel benimle” diyor... eli hala onda, çekiyor Asi’yi sakince bir açıklığa... “Kurtların arasında biraz daha dikkatli olman lazım Asi...” Seni gidi seni... ne istediklerini en iyi sen bilirsin o kurtların değil mi... kıskanıyorsun Asi’yi... o vahşi güzellikte bütün aklı fikri... son zamanlarda değil... hayatında gördüğü kadınların en güzeli.... bir başkası fark dahi etmemeli... Asi yalnız sana saklamalı Asi’yi... Asi şaşkın soruyor... Demir hangi kurtlardan bahsediyor...”Onlar senin arkadaşların değil mi?”... Evet... ama bu kurt olmalarına engel teşkil etmiyor... Demir bunları anlatamaz... diline her geleni yutkunuyor... İçinden geçen ceketini çıkarıp Asi’ye giydirmek... onun inci gibi parlayan tenini bütün gözlerden gizlemek ve bir orman adamı gibi onu sürükleyip alıp götürmek... Asi’nin vahşiliği ona da bulaşmış... belli oluyor. Gözleri parmaklarını vasi tayin ediyor... ikisi uzanıp Asi’nin omuzuna doğru... elbisenin kaymış omuz kısmını beyhude bir gayretle boynuna doğru düzeltiyor... bu tene, cümle alem önünde dokunma hakkı görüyor kendinde... Başkası asla... ama o bir şekilde dokunmalıydı Asi’ye... Kıskançlığını böylece giderebilmeliydi... bu özel bir dokunuş, Asi’nin ona müsade ettiği, sadece Demir için... sadece Demir’e. Parmaklarını çektikten sonra bile Asi’nin başını eğip görebileceği bir dokunuş bıraktı sevdiğinde, paraf atarcasına asi tendeki Demir’e. “Sen bu bu ortamları bilmiyorsun” diyor Demir... neden yakınıyor, sayesinde öğreniyor işte Asi... Yarım kalıyor konuşmaları... bölünüyorlar barda patlayan şampanyanın sesiyle... eşlik ediyor Bala’nın Demir çağırısı... kadehler kalkıyor yeni anlaşmaya. Demir ‘gel’ diyor Asi’’ye ama kutlamanın kalabalığında kadeh tokuşturmalarda Asi geride kalıyor... Demir’in sırtı Asi’ye dönük halde. Bu değildi bu geceden beklentisi Asi’nin... etrafta gezdiriyor gözlerini şöylece... kim bunlar... ona göre değil gördüğü hiç bir şey. Dönüp arkasını o da bırakıyor Demir’i İstanbul eğlencesinde.

Bir sarı taksi kurtuluşu oluyor Asi’nin... zorlanmıyor otele gelmekte. Resepsiyondan oda anahtarını istiyor ve atıyor kendini odasının sükunetine. Elindekileri bırakıp yatağın başındaki komidinin üzerine... dayanıp kalıyor kapıya... odanın eşiğinde... Neler hayal etmişti bu gece.... çok bir şey istememişti... sakin, basit... sadece Demir’in olduğu bir anıyı daha eklemek istemişti Asi’ye... Demir onda kaybolsun, o Demir’in gözlerinde... belki dans edebilecekleri bir yere gidebilirlerdi, sokulurdu sevdiğine... çıplaklığını üşütürken gece, Demir yakardı onu içten içe... sırt dekoltesinde hissederdi parmaklarını... ödünç verir mi acaba omuzu onun dokunuşlarını beline... Hiç konuşmasalardı... biliyor ki yasakları yok sayıyor ruhları... gözlerinin söyledikleri daha çok şey iletiyor birbirine. Hediyesini vermek için odasına giren Demir hala içerde... başını çeviriyor, görebiliyor onu işte... yatağın ayak ucunda elinde tarağı... gülüyor Asi’ye... Ama yok... o manasız sohbetlere devam etmiş olmalı, onun gittiğini görünce...

Demir giriyor otelden içeri telaşlı adımlarla... “Asi hanım geldi mi?”... biraz evvel gelmiş... yukarıda... emniyette... şimdi bırakabilir Demir kendini onu kemiren şeylere... İstedikleri olmadı bu İstanbul seyehatinde... ona kalan hatıralar yakıcı... kavuruyor Demir’i... dokundukları yerleri diyemiyor... bütününde. Demir’e koyduğu Asi’ler... daha büyük boşlukları açığa çıkartıyor kendinde. Can derdine düşmüşçesine ‘istemeler’ Demir’de. Demir’e uykusuz bir gece daha... Asi’siz bir gece daha... katlanamıyor artık buna. Bara uğruyor... bir kaç duble viski yatıştırır onu belki umuduyla... Böylelikle bir M.Yıldırım klasiği kaydediliyor dizimize. Asi’yi kelimelere sığdıramamıştık ya... böylesi bir performans sergiliyor kendisi de... denemeyeceğim bile anlatmayı sözcüklerle. Bazen o sahnenin barmeni yapıyor bizi oyunculuğu... bazen Asi’nin ruhu, Demir’in önünde... Sahibide o sahnenin, ara ara dönüp bakmalı neler bırakmış geride.

Bar sakin... Demir, önünde viski bardağı... içkiden çok yaşadıklarının sarhoşu... soruyor kendine...

Neden insan imkansızı ister...
Neden kalbine söz geçiremez...
Neden vazgeçmeyi birtürlü beceremez...
Hastalık gibi... ölüm gibi bir şey bu...
Kaçsamda kurtulmak imkasnız...
Uzaklaşsam yaklaşıyor... yaklaşsam uzaklaşıyor...
Olmayacak... biliyorum... bizim birlikte olmamız imkansız
Bir durdurabilsem kendimi... onu düşünmekten bir vazgeçebilsem...

“Boşuna uğraşmayın” diyor barmen...”Sizin işiniz zor”...
-Neden?..
-Üstünüzden akıyor... çok aşıksınız. Bence aşka boyun eğin... tadını çıkarın... neden kaçmaya çalışıyorsunuz ki?

Asi galebe çalmış senin de teninde... yürümüş her yerinde. Gözlerin, sayıklayan dudakların... kadehine uzanan parmakların... farkında değil misin, nasıl kıvrandığını bir ihtiyaç içinde. Hadi... kaç oradan... durma... Bir yabancı bilgeliğe soyundu... özeline dokundu.. Demir gerçeğini getirdi önüne koydu... ‘Aşıksın sen’ deyip ‘boyun eğ’ buyurdu... Vazgeçmelere boyun eğdiremedin... kendin aşka eğebilir misin? Hep kaçtın... durabilir misin?

(I) alina, asi-dizi.com/forum,17.bölüm ardından, 3 subat 2010
 
 
 
 
19. Bölüm
Kapsamlı Fragman