Ökkeş’in ve Sevinç’in feryatları kendiyle birlikte ahırı ateşe veren Aslan’a fayda etmiyor... duman... alevler... bir anda heryanı kaplıyor. Asi, Demir’le konuşmasından dönüyor... Cemal Ağa yeni gelmiş arabasından iniyor... bu arada eve dönmekte olan, İhsan yetişiyor... Yan çiftlikten ise, terasa çıkan Melek durumu farkediyor... bahçe girişinde misafirlerini karşılayanlara sesleniyor... “Abi... Teyze... yangın var... İhsan Amcaların çiftliği”... Şaşkınlıktan ilk sıyrılan Demir, çiftliğe doğru koşmaya başlıyor... peşinden diğerleri geliyor... Ökkeş’in tek yapabildiği acz içinde, yanan binanın önünde feryat etmek... “Oğlum... oğlum içerde”... İhsan, Asi’nin ‘yapma baba’larına rağmen yanan kapının kanatlarını tekmeleyerek açıyor, içeriye dalıyor... Asi’de onun peşinden yanan binaya giriyor... alev görüntüleri bu karelerde artık benim burnuma duman kokusunu taşıyor... belki çocukluğumdan hatıralar bunlar... burnuma dolan bu duman kokusu, görüntülerden daha korkunç geliyor... Betonarme görünen binanın bir tek kapıları ahşaptan... yanan saman olmalı... orta yerde... ama alevlerin sinsice sokuluşlarını hissediyorum hernedense içimde... Demir’inde yetiştiği bu sahne... Asi’yi bu cehenme dalarken görüyor ve bir anda bir silüete dönüyor sevdiği o sinsiliğin içinde... seslerini duyuyor... haykırışları babası için... “Baba neredesin?”... Dalıyor Demir’de ateşe... Asi’nin peşine...
Göz gözü gormüyor... ateşin aydınlatması beklenir heryeri ama fantastik bir film çekiliyormuşçasına, dumana boğuyor her yeri saman ateşi... turuncu-gri bir hüzmede kayboluyor hepsi... Sesler veriyor yine ele kendini... buluyor nihayet Demir Asi’yi... adını seslenişindeki panik bile yatışıyor... ismi onu bulmanın rahatlığıyla çıkıyor dudaklarından, her zamanki gibi... Sıyırıp üzerinden ceketini nefes almakta güçlük çeken Asi’nin ağzına doğru kapatıyor... süzerek geçsin o demir kokan katmadan Asi’ye hava... yaşama tutunmaya alışık Demir’de, ne yapacağını bilir Asi’nin nefesi. Doluyor bir kolunu sevdiğinin sırtından beline doğru... “Asi... gel... çıkalım buradan”... biraz sürüklercesine, biraz taşırcasına, çıkarıyor Asi’yi dışarıya... Yangın çoktan hızını almış ilk saniyelerde... onlar mücadele ederken kendisiyle, galibiyetini seyrediyor paniklerinde. Demir sevdiğini teslim eder etmez güvenli ellere, dalıyor tekrar yangın yerine... İhsan bulmuş bu arada Aslan’ı, ayağa kaldırmaya çalışıyor... bir kişinin taşıyamayacağı kadar iri Aslan... kendi de biraz kendinde olmalı. Allahtan Demir yetişiyor bu arada... Aslan’ı alıp ikisi omuzlarının askısına, götürmeye çalışıyorlar, çıkışa. Bir başka yangın yeride dışarda... içerdekinin aksine, kimseninin yapabileceği bir şey yok ama dışardakine... Asi elindeki cekete sıkı sıkı tutunmuş nefes almaya çalışıyor derince... Yan çiftliktekiler yetişmiş... Fatma Ana şokta, konuşamaz durumda... oğlumu yanıyor... kendi mi yanıyor... idrak edilemeyen öyle bir yaşanıyorluk onda da... Süheyla...saldırıyor yangını bekleşen kalabalığa... Fatma Ana’ya... “Kimse var mı içerde?”... Hangi anadan çıkıyor o ses... Fatma’nın dilinden mi... Süheyla’nın yüreğinden mi... bizim evladımız sanki içerde... “Oğlum... oğlum içerde”... Zor yakalıyor Süheyla’yı Kerim... yakapaça tutarak engelleyebiliyor onu ancak yangına dalmaktan... gücü zor yetiyor bu ufakcık kadının gücüne neredeyse... canından can kopuyor Süheyla’nın... neden... bilen biliyor sadece... Bir tek Ökkeş sakin... belki de asıl yangın onun yereğinde biryerlerde... gözleri yangınına çevrilmiş, bakıyor bir boşluğa öylece. Sonunda görünüyor yanan binanın kapısından İhsan, Aslan ve Demir... Ana kucağında kalamadı Aslan doğduğunda... ama baba kucağına yığılıyor işte o ahırın hemen dışında... Bir başka doğum bu yangın... Aslan bu yaşında bir ucube gibi doğuyor o yangında... bu his onu bırakmayacak uzunca bir süre yaşamında... zamanlara sığamayacak... mekanlara sığamayacak... sevgilere sığamayacak, ne yapsada... eğreti kalacak hayatta. Anlaşılmıyor orada yaşananlar... anlaşılmıyor Süheyla’nın tepkileri... Aslan’a oğlum... oğlum... deyişi... Fatma Ana’nın feryadı asıl şimdi geliyor... bu anda... ‘Sen ne diye oğlum oğlum diyorsun Aslan’ıma?... Kim sahip çıkacak Aslan’a... iş düşüyor Cemal Ağa’ya... başlıyor anlatmaya... bu hikaye yıllar öncesinden kalma. Aslan, Süheyla’nın oğlu. Süheyla öldü sandığı oğlunun başında, dahası Aslan bir Kozcuoğlu. İhsan babası... Yangın unutuluyor bu anlarda... alevler hala sürüp gidiyor olmalı içerde. Yüzleri aydınlatan o turuncumsu ışık hala yerli yerinde... ama kimsenin yangını düşünecek hali yok... o yangından fazlası var yüreklerde. Cemal Ağa’nın “Aslan, İhsan ve Süheyla’nın oğlu” demesiyle Asi’ye dönüyor yüzü Demir’in... gözleri bu darbeyi onun nasıl göğüslediğinde. Dedesi tanıştırıyor onu ‘insafsız adam’ ile kısa vakitte... Birbaşka kaybettiren darbede... Asi çökmüştü dizlerinin üzerine... Kimi darbe diz çöktürür, kimi darbe ayağa kaldırır insanı diye düşünüyorum, İhsan yerden kalkıp herkesle yüzleştiğinde... Bir kaç sahne sonra sorulacak kim arzu eder İhsan Bey’in yerinde olmak ister diye? Hiç kimse... Yoksa, erkekleri ayağa kaldırır bu darbeler... gerçeğe dönerler diye bir genelleme mi yapacağız bu dizide... İtfaiye yetişiyor... ambulanslar geliyor peş peşe... Heryerde yangınlar devam ediyor...hayatları değiştirecek bir şey ortaya çıktı bu gece... ama benim aklım fikrim Asi-Demir’de... Kolay yolu yoktu bunun biliyordu zaten Demir... kaçınılmaz bir şeydi ve yaşanılması gerekiyordu bir yerde de. Bu kadar çabuk ve dramatik bir ortaya çıkış beklemiyordu ama, Asi bu akşam ‘gerçeği’ sorduğu zaman Demir’e. İtfaiye erleri yangına müdahale ediyor... Demir’se sevdiğinin yüreğine... Oturmuşlar ambulansın sürgülü kapılarının ortaya çıkardığı eşiğe, sağlık görevlileri yanıklarıyla uğraşırken soruyor Asi, Demir’e... “Sen her şeyi biliyordun... ne zamandır biliyorsun?”... Bu neyi değiştirir... Hikayedeki işçi kız Süheyla, güvendiği adamda İhsan’dı... Buydu, Demir’in Asi’ye hak vereceksin dediği şey. İnsafsız dediği adam babasıydı, teyzesini terkeden oydu. Gerçek bu. Kimsenin yapabileceği bir şey yok. Aslan... birinin abisi birinin kuzeni... Bu durumu yaratan İhsan’ın gururunu bir yalana teslim edişi... sevdiğine güvensizliği... sırlara sırtını dayayıp, kibirin onu tek bir soru sormaktan mahrum edişi... Çelişkiler içinde de düşünüyorum... Asi aslında kendini bu mesuliyetsizce sahip olunan aşka borçlu... ihsan o tek soruyu Süheyla’ya sormadığı için Neriman İhsan’ın hayatında yer buldu. Asi-Demir için tek yol buydu... ‘keşke’si bile olmayan bir çaresizlik bu. Düne ‘keşke’ler konsa bugün feda ediliyor olacak... bugüne sahip çıkmak geçmişin haksızlıklarını şimdiye taşıyacak ... nasıl bir kısırdöngü... bulmak mümkün mü ortay yolu yada doğruyu? Ve başka keşkelerde var elbet konuşulacak... Keşke baştan herşeyi anlatsaydı Demir... keşke Asi’den uzak duracağına bunları söyleseydi... Kurulmuş bir oyuncak gibi dönüyor Demir, Asi’ye... uzak bile durmayı başaramadığı sevdiğine... Anlatsa inanır mıydı Asi... söz konusu olan babasıydı... herşeyden fazla sediği babası... herkesten fazla güvendiği babası. O gece kül olmuyor Kozcuoğlu Çiftliği... Aslan içinse sanki bir yol ayrımı... Geçmişi bir çiftlik, geleceği bir başkası... Kafa karışmaz mı bu iki çiftlik arası... o ne düşünmeli... ne yapmalı. Fatma Ana yol gözlüyor... oğlunun yolunu... Aslan zaten eve gelmezdi her gece... ama bu gece gelmeyişi, farklı... Neriman’da kaybetti geçmişini yangında... arıyor tavanarasında. İhsan bir şey yapamaz şu anına... gelmesin, gitsin... ramak var, kendini tutamayıp, bağırmaya başlayasına. Aklı ermiyor, onca sene böyle bir sırrı nasıl tutabildi kocası gönül bağlarında. Gün aydınlanmış ama Asi güvenini kaybetmiş bir çocuk gibi, kapatmış kendisini odasına. Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyor bir yaşanmışlık hayatında. Abla sakinleştirmeye çalışıyor kardeşini... Babaları kimseye bilerek haksızlık etmez, önce bir anlasınlar olan biteni. Asıl Asi’nin babasını en çok anlaması gerekmez mi?.. Neden bu kadar kızgın Asi? Nedeni belli ediğil mi... Süheyla Hanım oraya geldiğinden beri artık bu ilişki eskiliğini kaybetti ve babası bunu hiç biriyle... hele bu kadar yakın olmalarına rağmen, Asi’yle bile paylaşmadı... Onunda sırları var ama aynı şey değil ki... Şimdi geçmişin en karanlık yerinde olmaları tesadüf değil, babasının eseri. Demir’in çiftliğinde ise genel bir inanmazlık havası... Kim bilebilirdi ki Ökkeş çocukları değiştirdi... İhsan’ın rölüde sorgulanıyor tabiki... bir oğlu olduğunu ve bunu kahyasının büyüttüğünü bilmeyişi... birde babasının Süheyla’ya attığı iftiraya inanmayı seçişi. En çok da bu Süheyla’ya ağır geldi. Demir’de sorguluyor... ya bu da oyunun bir parçasıysa... ona hala nasıl güveniyor Süheyla. O kadar inanılmaz bir şey ki yaşananlar, yine de bu sıkıntılı konuları bir tarafa bırakıyorlar... o upuzun çocuk ondan şu an hoşlanmıyor olsada Süheyla’nınmış meğer. Hiç birini sevmedi, hiç biriyle yakınlık kurmadı... Melek’den başka. Süheyla’da farkında, oğlu ona uzak duracak ilk etapta. Süheyla’ya yakışmayan bir sığlıkla, düzeltmesi gereken koşullarından bahsediyor oğlunun... Çok şeyden mahrum büyümüş bir çocuk derken O, içim bir tuhaf oluyor. Aslan’ın hayatındaki en büyük mahrumiyeti babası... suçluluk duygusunun altında ezilmiş eğreti babalığıyla Ökkeş’in yarattığı ‘babalık’ boşluğu... ama bunu görmek için Aslan’ı en az bizim kadar tanımış olmak gerekiyor. Süheyla ise ne kendine ne oğluna birbirlerini tanımaları gereken zamanı tanıyacakmış gibi görünmüyor. Süheyla’nın kaygılarının, Demir farkında. Biraradayken açıklıyor... onların neyi varsa aynı zamanda Aslan’ındır da. Leyla hepsi adına onunla bu konuyu konuşabilir... şimdilik bir şeyler ayarlanır, ihtiyaçları karşılanır... sonra düzenlemeleri yapılır. Kerim yine olanca doğallığıyla itiraf ediyor... kıskanmaya başladı şimdiden, söylüyor... birde Demir’e takılıyor... en başta onun pabucu dama atıldı, sanki o bunu bilmiyor. Bu noktada duruyorum yine... Demir’in bu aralar sıklıkla sığındığı alışkanlığı, gözlerini yere devirdiği bir an daha. Demir diyorum... ne düşünüyorsun? Aslında adım gibi biliyorum aklındakileri, oraya ben koymuşçasına. Enişteye verdiği sözde şu an Demir. Başka kaygıları da var... hele kısıldığı kapanı saymıyorum bile ama şu an bu sözde Demir... Mahmut Enişte’ye söz verdi, Meleği ve Süheyla’yı koruyacağına. Ama Süheyla’nın hayatında hiç tanımadıkları Demir’den daha etkili biri var artık. Teyzesi onu kollayan, koruyan kişi olma görevini üstlenen Demir’den uzaklaşıyor hızla. Bilinçli değil belki dürtüleriyle ama uzaklaşıyor işte, verdiği kararlarla. Ona yetişmeye çalışıyor Demir... onun kararlarının altını doldurmaya çalışıyor mantıkla. Çok hassas bir dönemde teyzesi... onunda farkında. Samimiyetle dinliyor, Süheyla “...arada geçen zamanı hızla telafi edelim” derken... hala hız hayatlarında. Neriman kızlarını derleyip topluyor, herkesi okuluna işine gönderiyor... Fatma Ana’yada bu gün o yetişiyor... sağlam durmalı çiftliğin kadınları yoksa iyice kötü olacak herşey, biliyor. Asi, Sevinç ile köydeki çiftliğe gidecek, hayvanların sağlık kontrolüne çağırılmışlar, tam çıkmak üzereyken İhsan onu durduruyor. İtiraf ediyor ki ne yapacağını nasıl yapacağını bilemedi... hele ki Asi’nin üzülmesi, dayanabileceği en son şeydi. Boş laf bunlar Asi için...konuşan bu adam kim... babası değil bir yabancı olmalı... Daha fazla sakin kalamıyor... öfkeyle paylıyor adeta İhsan’ı... Onunla ilgili nasıl da büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor, böyle bir hatayı yapabilir miydi babası? Çocuğuna nasıl sahip çıkmaz... onu nasıl yanında çalışan biri haline getirir. Babasıydı öğreten ona dürüst olmayı... yalan söylememeyi... bu toprak gibi... bu su gibi... duru olmayı. Hele onun ışığına çevirdiği yüzü... kaybetti aydınlığını, nerede ilkelerine tutunduğu insan, yenibaştan tanıyacak... tanımalı babasını. Köy’de sağlık kontrolüne gidecekler ama hiç iyi hissetmiyor Asi... Sevinç’i gönderiyor önden, kendi gelir gecikmeden... Yalnız kalmaya ihtiyacı var... içinden artarak gelen seslere kulak vermeli... usanmak üzere artık uyarmaktan bu ses Asi’yi... Asi’yle ilgilen deyip duruyor sürekli. Gizli yeri, ağacı... iyi gelir belki. Tanıdığı, değişmeyen bir tek o sanki... Babasıyla ilgili yaşadığı hayal kırıklığı, kızgınlığı... ne düşüneceğini bilemiyor... kabullenilmesi zor bu gerçek herşeyi değiştiriyor. Ama gerçek asıl ondan Demir’i alıyor... bu herşeyi alt ediyor. Demir’sizliğin yanında diğer bütün boşluklar ne kadar da ehemmiyetsiz kalıyor. Nasıl kapladı bu adam Asi’yi böylesine... dilin bütün söylemlerinin tersine, kocaman bir ‘belki’ asılı bırakmıştı fener gibi yüreğinde... her içine bakışında aydınlatıyordu onu Demir yerine... uzaklaşır ama gelir Demir Asi’ye... sadece ‘Yalnız olmadığını gör’ diye mi... hayır... hayır... ‘Seni seviyorum, bil’ diye... oysa dün akşamki yangından hiç bir şey kalmadı geriye. Bu gerçek, yas getiriyor yüreğine... Demir’in haklı oluşu, Asi’nin onu anlayışı, dindirmiyor acıyı... güneşini, yağmurunu, rüzgarını birileri çekti aldı... bomboş bundan sonra dünyası... sarsıyor bedenini hıçkırıkları. Bir çocuk ses dalıyor yasına... hıçkırıklarına... Hüseyin beliriyor yanında... o çocukca hıçkırıklara, kendi çocuk çarelerini sunuyor bir meyve suyu ikramıyla... ama Asi ablasının hiç hali yok konuşacak... hadi anlasın ve yalnız bıraksın Asi’yi bu yumurcak... Demir... işe gitmek üzere yolda... Asi’yi sürekli bulduğu o gizli sığınaklarında... şaşırmıyor orada oluşuna... yanında ki Sevinç’i gönderdiğinin farkında. Yalnızlığı aranmak ihtiyaç içinde kıvranmak gibidir... bu aranış sevdiğinin kendine kapanmış iki büklüm duruşunda. Çok bir şey paylaşamadılar onunla... hiç söz etmediler aşktan hatta... ama birbirinindiler her bir anlarında. Demir kaç yaşında... hiç hissetmedi böyle... hiç kimse için, böyle... bunca sene... Bu ayrıcalıklı bir şey... böyle söylendiğinde ne kadar yüzeysel geliyor kelimeler... nasıl anlatabilir bir mucizeyi buldu ve geri vermek üzere. Hüseyin’in geldiğini görüyor Asi’nin yanına... iki saf yürek... yan yana... ama gönderiyor Asi onu da... Kimseleri görmek istemiyor, bir yumru geldi tıkandı hayatına. Demir’de uzak durmalı... hem kendi için hem onun adına. Arabasına dönmeye yeltenirken Hüseyin sesleniyor ona... “Demir abi...Demir abi... Asi ablam orada ağlıyor”... Nasıl kıyar Demir sevdiğine... Kendi kuruntusu mu?.. Asi’nin aşkı için ağladığını hissetmesi boş mu?.. Neden kendi kendine bile söyleyemiyor... Asi ona olan aşkı için ağlıyor... onun için ağlıyor. Bunu küçücük bir çocukdan duyması mı gerekiyor... bir an için dudakları geriliyor... Hüseyin’e soruyor, niye okulda değil, buralarda ne arıyor? Hüseyin sabah saati kırmış, eve gitmekten korkuyor. Oysa kaçmanın sonu yok... bir an önce gitsin... ne olacaksa olsun. Bunu Hüseyin’e mi söylüyor?... Hüseyin, Demir’in öğüdünü tutacak ama Asi ablası ne olacak? ... merak etmesin, bu yumurcak, Demir onun hayatında, bırakamayacak. Hani sallanınca içindeki tanecikleri sıkıştırıldıkları sıvıda hızla dörtbiryana saçılan kar küreleri vardır... durulmaz bir müddet içindekiler...sanki eski yerlerini aranırmış gibi dolanıp dursalarda, dibe çöktüklerinde hiç biri artık eski yerinde değildirler. Bir tek şey hariç... aslolan kürenin içindeki sabit... hep aynı yerdedir. Asi’nin ruhuda böyle bir sarsıntıdan sonra durulmaya başlamakta... Asi’yi Asi yapan şeyler yer değiştiriyor boşluğunda... Haksızlıklar, güvenler, inançlar, hayal kırıklıkları... dağılıverdiler heryana... Bu değişkenler duruluyor... Asi’deki yeni yerlerini yavaş yavaş bulmaya başlıyor... değişmesi mümkün olmayan o sabitte ise aşk, Asi’yi ihya etmeye devam ediyor. Eskisi kadar güçlü... eskisi kadar vazgeçilmez... Demir’i değişmedi, bütün ihtişamıyla Asi’de duruyor. Asi’nin sabiti o ama vazgeç deniyor... işte bu nedenle... Hıçkıra hıçkıra ağlıyor Asi... aşk için böyle ağlanır mı... yanılır, sanan ağlanmadığını. Asi’yi bu kadar perişan görmek çarpıyor sadece bizi... o mağrur kız ağlıyor hıçkıra hıçkıra... seviyor çünkü. Bir karaltı beliriyor yanında... kim ki?.. Demir’i farkediyor... yakalandı? Kalbinden kopartıp atamadığını, vazgeçemediğini, onun için ağlıyor olduğunu, yoksa anladı mı? Elinin tersiyle siliyor gözlerindeki yaşı... onun yanındalığında bile ruhu huzur bulurken, nasıl öylece bir kenera koyacak aşkını... Bilmiş gibi bu yakınlığın onun için kıymetini... değecek kadar ona... geliveriyor yanıbaşına... oturuveriyor toprağına sevdiği... Demir’i. O ağacın altında dipdibe oturmuş iki gence bakıyorum... Kendi kendime de şaşıyorum hepimiz gibi... bu ikisini yüreğimde farklı kılan ne ki?.. Orada oturan, o yeşilliklikler içinde... iki gölge aslında... Asi’nin o tanıdık gelen saç toplama şeklini... Demir’in kısa tıraşlı saçlarını saymazsanız... herhangi birileri... hatta bilmezler beni... Ama ben onları nasıl tanıdıysam artık ezbere görüyorum herşeylerini. Keşke diyorum pişmanlıkla, onlara hiç dokunmasaydım daha ilk başta... ne Demir’in kaş yarası değseydi parmaklarıma... ne Asi’nin dalgalı saçları avuçlarıma... Ne baksaydı gözlerime gözlerinin yeşili, kahvesi bukadar... ne de dokunsaydı ruhları ruhuma... Fakat ‘keşke’ler bu hikayede hep yanlış yerde... durmuyorlar bende de... Geri alıyorum keşkelerimi... ve pişmanlıklarımı... Detaya... açıklamaya... izzaha... onlarla ilgili hiç bir şeye ihtiyacım yok... sadece zor geliyor direnişleri... direnmeye çalışışları. Diyemiyorum, “Boşuna yormayın kendinizi...” vazgeçmek olmuyor sizden... sizde göreceksiniz bunu. Tek bir damla yetecek sizi ıslatmaya... herşeyi başa sarmaya... karşı koymanız mümkün değil bu aşka... Ses vermiyorum hiç ama, yaşamalılar bunuda, kim yön vermiş ki bir başkasını dinleyip aşkına... olmuşluk ne yaparsan yap geri çevrilemiyor, onlarda öğrenecek nasılsa. Çocukluğundan beri annesinin boğulduğu sular deli gibi üzerinden akıp gitti Demir’in. Geçmiş onu dibe çektikçe çekti. Onlara bu acıları yaşatanlarla hesaplaşmak zorundaydı. Buraya bunun için gelmişti. O yanıbaşında olmasına rağmen, gözleri hayalindeki Asi’ye dönüyor... orada sevdiğinin binbirtürlü hali ileri çıkıyor, Demir’i bir anlığına alıkoyuyor... gülen, somurtan, kızan, öfkelenen... öpen... “ Sonra seni tanıdım.” diyor. İşte bu olmuşluk hayatı değiştiren şey her ikisi içinde... geri alınamaz... olmamış sayılamaz... keşkelere sığmaz... mucize demenin bile yetersiz kaldığı bu şeyin, hele pişmanlıklarda hiç yeri olamaz. Tek bir kelime... ‘tanımak’... ne çok şeyin yerini tutuyor... sevgiyi, tutkuyu, inanmayı, güvenmeyi... aşkı... Asi’li bir hayatı içine alıyor. Asi biliyor bu ‘tanıma’yı... yaşıyor. O da Demir’i tanıdı... O’da Demir’li bir hayatı istiyor. Demir yanıbaşında... oysa birbirlerine değiyor olmaları aralarındaki mesafeyi kapatamıyor... ona istediğini veremeyeceğini biliyor. Bir kaç gün öncesine kadar ne Aslan’ı biliyordu... nede İhsan’la Süheyla’nın ilişkisini Demir. Öğrenince neler hissettiğini birtek Asi bilir. Zordu... çok zor... Aslında geçen gün yanına konuşmak için gelmişti, gerçeği söyleyemezdi. Sadece Asi’yi üzmek istemediğini , böyle bir sevgiye hazır olmadığını söyleyecekti... ama yapamadı... Ters davrandı... istemeden üzdü Asi’yi. İnanmadığı bir şeyi yapıyordu çünkü... yalandı duygularından e.min olmayışı. Asi’de suçlamıyor zaten onu... hatta anlıyor. Bu olay sadece Demir’i değil hepsini etkileyecek... Bir sayfa kapandı, yenisi açıldı. Şimdi geçmiş Asi’nin sırtında... dönüyor ve soruyor ona “Ödeştik mi? Tek tek vazgeçemeyeceklerinin farkındalar... birlikte mi vazgeçmeye çalışıyorlar? Başka yol bulamadılar, medenice arkadaş olabileceklerini mi sanıyorlar... nedir orada olanlar?.. Kar kürelerini örnekliyorum diye yoksa aşkı oyuncak mı sanıyorlar. Yanına oturduğundan beri ilk kez ona bakmaya cesaret edebiliyor Demir... ödeşmek mi... mesele ödeşmek değil... ama bundan sonra birbirlerini daha iyi anlayabilirler. -Bundan sonrası yok artık. Aramızdaki herşeyi unutmak en doğrusu olur. Zaten sende böyle düşünmüyor musun? Birlikte oturdular... konuştular... anlaştılar... aralarında olan herşeyi unutmaya kararlılar... bu karşılıklı verilmiş bir onay... Ya birbirlerine duydukları ihtiyaç... ruhsal olmaktan hızla çıkan bu güdü... o nerelere sığacak... onu görmezden gelmek nereye kadar mümkün olacak. Asi’nin gözleri Demir’in yüzünü hala öpüp, okşarcasına dolaşırken... Demir Asi’den istediği anlayışı bu kadar çabuk bulmaktan içerlemişken... bu nasıl mümkün olacak? Onlar asla arkadaş olamazlar. Bu konuşma e.min için sadece iki kişilik bir yalan. Süheyla beyhude bekliyor... Aslan Fatma Ana’sını seçiyor. Baba eksikliği ise olanca şiddetiyle Aslan’da kendini gösteriyor... ‘oğlum’ diyen biri vardı ona ama sahiplenilmedi ‘oğul’ gibi aslında... hep hissettiği o eksikliğin nedenini artık biliyor... bu baba onu kaybetmenin korkusuyla yaşadı hep... şimdi de bir türlü o korkuya ‘yeter’ diyemiyor... isyan etmiyor... arkasında duramıyor... mücadele edemiyor. Hiç bir yenidoğan Aslan gibi ağlamıyor... ama Ökkeş yok... Ökkeş bitik... kimse ‘onlar’... meydanı onlara bırakıyor. Leyla , Demir ve Kerim ile bir toplantı yapıyor... çünkü her ikisisinde fazla iyiniyetli olduklarını biliyor. Aslan’ın ortaya çıkışıyla, bütün hukuki durum değişti... asıllar yedek oldu... herşeye ortak olmayı kendisine hak görebilir... bu durum çok sorun çıkarabilir. Senelerce ortaya konmuş bir emeğe sırf teyzesinin oğlu diye ortak olmasına, doğal bir hak olarak bakıyor Demir. Çetrefilli bir durum... kendini buna zorunlu hissediyor, çünkü onlarla başından beri birlikte olamayışında Aslan’ın bir ihmali olmadığını biliyor. Her konuda eşit olması gerektiğini söylüyor. Ama Aslan’ın ne istediği... adalet duygusunun onlarınkine eş olup olmadığını henüz kimse bilmiyor. Leyla felaket tellallığımı yapıyor?... Hayır... Demir bunları zaten baştan beri kendi kendine düşünüp duruyor. Neriman ise acısıyla, kıskançlığıyla bir yerlere sığamıyor. Onun küresinde durulan tanecikler, kocasının yanında bir başka kadını ortaya çıkartıyor. Bütün bunlar olurken, İhsan’ın daha kendisiyle tanışmamış olması hiç birşeyi değiştirmiyor... bugün ortaya çıktı... bugün yakıyor... Defne-Kerim evliliğini yeniden düşünmeleri lazım geldiğini söylüyor. Melek, Aslan’ı görmeye gidiyor... şimdi sırasıdır arkadaşı olduğunu göstermenin... yanında olmak istiyor. Asi ise Demir’i bıraktıktan sonra sığınağında... bağlı kalıyor olduğu yerden hayatına devam etme kararına. Köydeki ağılda işe gömülüyor, günü geçiriyor Sevinç’le birlikte. Ama oyalanıyorlar normalden fazla nedense... Sevinç’in aklı annesinde... işleri bitince, beklemiyor Asi’yi bırakıyor geride. Ağılın çıkışında Hüseyin’e rastlıyor Asi... baksen şu velede... saati kırdı diye babası dövecekmiş, gitmiyor eve ama o da yakalandı işte Asi’ye... En iyisi Asi ablası gelsin onunla birlikte, hem konuşur babasıyla da, hallederler Hüseyin, sen hiç merak etme. Bu gün bir tek Kerim ve Defne yakalayamadı birbirini... telefonları ya sürekli meşgul... ya kapsam dışı, ulaşılamaz halde... Demir bile görüyor çünkü Asi ile Hüseyin’i... iş dönüşü, yürürken onlar yan yollardan birinde. Annesinin Kerim ile evliliği konusundaki olumsuz tutumu ürkütüyor Defne’yi... Nasıl söyleyeceğini bilemiyor Kerim’e bu gelişmeleri. Ama akşam olmasına rağmen Asi’nin hala eve dönmemiş oluşu da endişe verici. Sevinci bulup öğreniyor ki Asi en son köydeki çiftlikteydi... bakınmaya çıkıyor Asi’yi. Aranan nişanlı bulunuyor böylece... rastlaşıyor iki sevgili. Arabayı kullanan Demir farkediyor karanlıkta yürüyen Defne’yi önce ... anlaşılıyor ki Asi hala dönmedi, endişeli kardeşi. Demir üstleniyor onu bulma vazifesini... Asi ve Hüseyin şehre geliyor ama Hüseyin hala babasının ona kızacağı derdinde, uzatıyor da uzatıyor yolu, dolandırıp duruyor bu ablayı. Ama ne derler yalancının mumu için... yatsıya kadar... hava burada da karardı, doğru sokağı göstermezse gidecek Asi ablası. Sonunda çalınıyor doğru kapı. Anne-baba meraktan ölmüş, Asi ablanın yanında olması alıyor bir parça hışımlarını. Antakya misafirperverliği, bırakırlar mı yemek vakti gelmiş Asi’yi... göndermiyorlar, sofrada hazır, yesinler işte hepbirlikte. Asi’nin aslında hiç farkı yok bu akşam Hüseyin’den... ailesi merak içinde olmasına rağmen... gidesi yok hiç eve... sığınıyor bu ailenin gündeliklerine. Demir’in ilk bakındığı yer gizli sığınakları. Yok orada Asi. Hüseyin ile birlikteydi, yine onunla olmalı... duraksamadan şehre geri dönüyor, çalıyor Hüseyinlerin zilini. Baba çıkıyor kapıya ama Hüseyin’de sesleniyor aynı anda... gelsin Demir Abisi, sarma yapmış annesi. Asıl haber şimdi geliyor... baba buyur ediyor gecenin ikinci misafirini içeri... ilki Asi’ydi. Demir’in gözleri mi parlıyor, sanki daha çok sakinleşiyor... başka birşey bulmayı beklediğinden değil... sadece Asi denmesi ona yetiyor. “İki dakika gireyim, ufaklığın gönlü olsun bari” diyor... sevgili Demir, kusura bakma ama hiç inanasım gelmiyor, biraz daha böyle gidersen sana gözü kapalı inanışım tehlikeye giriyor. Yer sofrası kurulmuş... Sarma tenceresi Hüseyin ile Asi’nin arasında yerini bulmuş... Tabaklara dolma paylaştırıyor Asi... Hüseyin’de ikramda geri kalmıyor annesinden, ev yapması yoğurttan ikram ediyor Asi’ye... Gecenin bize ikramı ise, Demir’in gelişi oluyor o eve. Çalınan kapı’ya bakan baba güzel bir haber veriyor Hüseyin’e... “Demir Bey”... Asi’nin yüzüne gelen ifade de daha farklı değil Demir’inkinden, duyduğunda Demir’in gelişini. Heyecan evet ama bir sakinlik geliyor üstüne... bedeni sığınmışlığı bu eve ama ruhen sığınmak istediği kişi geliveriyor işte. Demir bu olay patlak verdiğinden beri onunla birlikte. Ambulansta ki konuşmaları... sabah onu sığınaklarında buluşu... Hüseyin’le yürürken gelen soru “Demir abi seni neşelendirdi mi? Ağlaman bitti mi?”... şimdi burada onu buluşu. Sarmaya çalışıyor onun yaralarını Asi’yle birlikte, hiç bir şey yapamasa bile üzüntüsüne, karmaşasına... yanyana olmak yetiyor Asi’ye de. Birde sırların işgalinden kurtulmuş olmanın getirdiği artıları var artık her ikisinin de... Demir içeri girdiğinde göz göze geliyorlar ama ses yok Asi’den, Demir’se güleç bir iyi geceler diliyor herkese ve üzerindekini çıkarıp Asi’nin mantosunun hemen yanına yerleştiriyor kendininkini hafiften. O bağdaş kurarak oturumaya çalışırken Asi’nin yanına, benim gözüm keyifli keyifli dolaşıyor giysilerinin sedir üzerindeki bir arada görüntülerinde. Konuşmalar devam ediyor, yer sofrasına bir tabak daha konuyor, diğer taraftanda Hüseyin’in marifetleri bir bir ortaya dökülüyor. Saati kırmış kırmısına ama boyundan da büyük aklı var, Asi ablasını tutmuş avukatlık yapmaya. Çok da memnun ayrıca buna, o en sevdiği ablası ya. Asi tabaklara sarma koymaya devam ediyor, Hüseyin sabırsız duramıyor... “Yesene Demir abi.” Demir nasıl keyifli bu akşam... gergin olmayan bu ortamda takılmadan duramıyor Asi’ye... “Asi ablandan kalırsa yiyeceğim...”... Asi bu hafifliğe şaşar gibi bakıyor Demir’e.... “sen ne demek istiyorsun” dercesine. Evin annesi sesleniyor “Asi şu tencereyi ver bi... ” Ben hallederim diyor ama Asi... alıp hemen yanıbaşındaki tencereyi, Demir’e sarma koymak için hareketleniyor elleri. Demir’de aynı anda uzanıyor tencereye...her ikisininde elleri tencerede, bir çekiştirme başlıyor artık bu karelerde... şaşıyorum bende o tencere nasıl dayandı çekiştirmelerine... “Sen yorulma”... “Neden yorulayım?”... “Bırak...”... “Dökülecek...”... “Çekmezsen dökülmez Demir... bırak o zaman”... “Asi!.. Peki...”... Asi dediğini yapıyor, tencereyi Demir’e vermiyor, sarmaları kendi servis ediyor... Demir’de paşa paşa oturup, Asi’yi kendine hizmet ettiriyor... Demir’in gözleri Asi’nin çatala üçer beşer sapladığı sarmalarda... bunu sormadan durur mu, duramıyor?... “Sarma bu... tek tek koyman gerekmiyor mu?”... Demir bayıldı bu işe... Asi’nin kendi için bir şeyler yapışına... bizde bizde bayıldık... neyse ki daha bitmedi eğlence. Yanıbaşındaki su surahisini işaret edip soruyor bu seferde “Surahiyi uzatır mısın Asi?”... Bu sefer şaşırtıyor işte... ona daha yakın olduğunu söylüyor Asi, Demir’e... Öyle her istediği olmayacak belli ki... dolambaçlı bir yol denemeli... Annesinin merak ettiğini söylüyor Asi’ye... bir arasın isterse. Telefonunu evde bıraktı Asi, Demir’inkini kullanabilir mi?.. Neden olmasın, surahiyi verirse olur tabi. Asi de artık oynuyor onunla birlikte... pırıl pırıl parlıyor hem gözleri, hem kendi bu karelerde. Ama yetmeyecek surahiyi alıp uzatması Demir’e, bardağını doldurmayacak mı yoksa?.. Yaptığı işi yarım bırakmaz Asi, Demir’de öyle. İkisi birlikte uzanıyorlar Demir’in önündeki bardağa... Demir galip geliyor bu defa, sahip çıkıyor bardağına. Uzatıp elini, su doldurtuyor bu inatçı kıza boş bardağına. İçtiği bir yudum su bile değil aslında, dudaklarını ıslatıyor onunla. Asi’ye yakınlığı mı kuruttu dudaklarını yoksa. Demir dönüp arkasına doğru alıyor giysinin cebinden telefonu ve uzatıyor Asi’ye... konuşsun ailesiyle. Ben bu arada dönüp bir yazışmayı bulup getiriyorum Asi dostlarımdan biriyle... noktasını bile değiştirmeden alıntılıyorum... ne düşünüyorsam yazmışım gerek yok başka bir şey söylemeye. ‘Dolma Tenceresi’ sahnesi... nasıl saçma bulurum seni... neleri saklıyor hayatın içinden, benim gözümde de bir bilsen... sahip olmayı, kıyamamayı, besyerek bir türlü onun olmayı... onun için birşeyler yapmayı... nasıl özel bir bağ bu servis ediş... Asi’nin sürahiyi, Demir’in bardağı alışı... hayat boyu o sürahiden o bardağa su dökülsün istiyor insan... Asi dolmaları hep beşer beşer koysun onun tabağına... en güzel sarılmışlarını, en iyi pişmişlerini, en sevdiğinin ağzına layık olanları... hep çekiştirilsin o tencere ikisi arasında... sevgi’yi bir ‘dolma tenceresinde’ bulmak nasıl bir çılgınlık... onlar orada evli ve didişir gibi... bir prova yapıyorlar sanki... Dizinin en müstesna sahnelerinden biriydi. Hüseyin bile bunun farkında... muzip muzip gülüyor Demir abisine.. Yemeklerini bitirip kalkıyorlar birlikte. Asi beklemeden önden yola koyuluyor, Demir seslenerek onu durduruyor. “Asi bekler misin biraz? Ben seni eve bırakırım, araba hemen şurda”... Artık misafirlik bitti... Hüseyin’li evin çocukca şakalaşmaları geride kaldı, döndüler her ikisi de gerçeğe, bu an yaşanması gerekeni. Eski şehrin taş duvarları sarmalıyor onun siyahlı, grili ruh halini. Ne yapacağını bilmiyor, eve gitmek istemiyor... kimsenin yüzünü görmek istemiyor Asi. Demir anlamıyor mu... nereye baksa... ona bedel ödeten bir şey görecek evinde... hep babalarının günahlarının bedellerini ödemez mi çocuklar... bedel ödüyor Asi’de. Şimşekler çakıyor ikisinin üzerinde... gün ışığı-elektrik mavisi ışıklar vuruveriyor yüzlerinde... gökgürültüleri ulaşıyor peşine, bir damlayı fırlatıveriyor Asi’ye... bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlıyor ikisinin üzerine. Sırılsıklam oluveriyorlar daha ilk yağmur düşümünde. Asi’nin gözleri özlemle dönüyor Demir’e... onun kendisinden uzak durmaktan vazgeçtiği o geceye. Böyle bir gecede bulduğu Demir gerçeğini istiyor delice... herşeyi gibi yağmurunu da kaybedecek Demir’le... bu ıslağı Demir olaydı keşke... O anda ayrılmaya dayanamamıştı... bir ömür uzak durması gerekiyor şimdi de... bırakmak zorunda onu geçmişe... buna katlanamıyor asıl... içi acıyor... içi yanıyor... gökten mucizelerin yağdığı o ana dönmek istiyor, imkansız olduğunu bile bile. “Tamam gitmeyiz... ama bak yağmur başladı... bu sefer ısrar etmeyeceğim.” Demir’i duyuyor ... onun ıslanmasından endişe ediyor... oysa o sırılsıklam olmak istiyor Demir’le... -Anlamıyorsun!.. Sessizleşiyor Demir... Ne zaman yağmur yağsa, sevdiğinin dudaklarının ıslağı dokunuyor ruhuna... varamadığı bir toprağa yağacak yağmurlar onda da. Herşeye Demir’le açsın istiyor Asi gözünü, inanmazlıkla. Soluklana soluklana bulabilseydi yağmurları onları her dokunuşta. Nasıl anlamaz, aynı şeyleri yaşıyor onunla... onun acıdığı gibi acıyor... onun yandığı gibi yanıyor. Üzülme... acıma... yanma... Ben ne zaman istersen yanındayım... diyemiyor ama... “Merak etme” diyor Asi... “ sorunlarımı kendim hallederim.” Yürümelerini öneriyor Demir... ıslanmasınlar diye... mümkün mü bu, böylesi bir yağmurda sırılsıklam oluyor her ikiside... ama laf dinlemiyor Asi yine de. Taş bloklar yok yerlerde ama dökülen beton kaldırımların arasından çeşme gibi akıyor yağmur suları... yazıkki Asi-Demir’e tutunacak kadar şanslı değil o gece her yağmur damlası. Söyleniyor Demir Asi’ye... ama yürümek istiyor sevdiği... hem “...sen evine gitsene, benim yüzümden ıslanıyorsun.” Bir saçak altına sığınıyorlar birlikte... “Bak bunu iyi akıl ettin.” diyor Demir... “Birazdan diner.” Beklemiyor bu iltifatı Asi... şaşırıp dönsede ona çıkışmadan duramıyor yine de...” Ama kendim gideceğim.”... İzin vermem, desede Demir... Asi bildiğini okur. Aklına geliyor aniden... “Hem... sen neden geldin. Niye beni yalnız bırakmıyorsun.” Hani konuşmuşlardı... anlaşmışlardı... aralarındaki herşeyi unutacaklardı. Neden bırakmıyor yalnız başına yaşasın acısını. Habire karşısına çıkıp duruyor, bütün dengesini altüst ediyor. Demir, bir bırakabilse... ah bir bırakabilse... Bu arada bir de teyze onların yanına saçak altına sığınıyor... Asi-Demir didişmeye o kadar dalmış ki... tam bu sırada ki müdalalesiyle belkide onun farkına varılıyor. Demir’in yanıbaşından bir ses yükseliyor. “Bizde gençken saçak altlarından çok medet umduk.” Her ikisi birden kadına dönüyor... Asi belki bu herşeye karışan kadın tiplemesine daha bir alışık... ama Demir resmen şaşırıyor... nasıl anlaşılmaz, çok tabice söylenmiş bu sözde bir kaçamak yaşanıyor. Daha bununla nasıl başa çıkacaklarına karar verememiş, Asi-Demir başları önlerinde düşünürken, ikinci yakıştırma geliyor... “ Güzel kız, sözlün mü nişanlın mı?.. “ Demir bu kadına bayılıyor... Bu sözleri Demir için Asi dışında bir kadına yazacağım aklıma gelmezdi hiç, ama aşk adama neler yaptırıyor. Allah söyletti teyzceğim diyesim geliyor. De... de... biraz daha söylesen keşke... yoksa bunların akılları başlarına geleceğe benzemiyor. Demir’de benim gibi mi düşünüyor... artık gözlerinin içi gülüyor... oysa Asi resmen utanıp, yağmura kaçıyor. Demir’de peşinden gidiyor ama o sözler saçak altında kalıyor, hiç konuşulmuyor. Antakya sokakları yağmurda avare dolaşan Asi-Demir’i misafir ediyor bu akşam... dolana dolana, nerelere geliniyor. Eski bir evin kapısında duruyor Demir... uzanıp kolundan hafifçe çeker gibi Asi’yi çağırıyor... “... benimle gel Asi, sana birşey göstereceğim.” Kapının üzerindeki numaralığa sıkıştırılmış anahtarı eliyle koymuş gibi buluyor, açıp kapıyı, Asi’yi içeri buyur ediyor. Her olumsuzluk unutulmuş Demir’in yüz ifadesinde, getiriyor sevdiğini kuşlu eve, doğduğu yere... Bizim için burası satın alıp Arif Efendiye bilabedel devrettiği çocukluk evi... demek ki Arif kahya olunca Demir’in çiftliğine, başka bir yere taşındı ve ev Demir’e geçti bir şekilde. Avluda oyalanmıyorlar hiç, alışıkça buluyor karanlıkta parmakları odayı aydınlatan ışığı Demir’in... Asi’de çekinmeden giriyor içeri, ahşap kaplamalara dayalı sedire kadar ilerliyor bir hamlede. Sırılsıklam olmuş, üstünü başını çıkarmaya başlıyor... ilk önce atkısından, peşine ıslanmaktan ağırlaşmış mantosundan kurtuluyor. Odadaki eşyalar hiç değişmemiş... Demir’in hayallerinde gördüğümüz siyah-beyaz görüntülerdeki hurç örtüsü kaplanmış sedirin üzerine... koltuklar aynı, yere el yapımı bir minik yolluk atılmış sadece. Demir, kapı yanındaki dolap kapaklarına uzanıyor... “Sana hemen kurulanacak birşeyler bulurum. Yani umarım bulurum.” diyor. Birşeyler buluyor gerçekten de... “Bu işini görür... saçlarını kurula istersen.” Yağmur iyice ıslatmış Asi’yi... Saçlarını şöylece eliyle topluyor yan taraftan Demir’in ona verdiği havlunun içine... sular süzülüyor neredeyse... Yana sıyrılmış saçların açığa çıkardığı boynundaki su damlacıkları çakıyor işte o onda Demir’e... Ne kadar basit... ne kadar olağan, ama tutuyor Asi Demir’i o damlacıkların esaretinde... Asi serin... Asi ıslak... Asi Demir.... Demir ulaşamıyor ama damlacıkları ulaşmış bir kez daha sevdiğine... dayanamıyor zaten damlaları onun üzerinde böylesi parlarken Asi’ye... Hayal etmedi mi binlerce kere... su ne kadar yakışır Asi’ye, dokunurken Demir yerine. Haberi var Asi’nin ne kadar güzel olduğundan... haberi var elbet Demir’in asıl onu ıslattığından... boşuna mı müsade etmiş boynunu bulmasını o damlaların... yüzünden, saçlarından akan... Demir kendini toparlamaya, arkadaşca bir ortama geri dönmeye çalışıyor, tekrar dolaba uzanıyor.... Birde kazak bulup çıkarıyor... “Bunu da giy... ev soğuk.” Asi hala başını hafif yana devirmiş saçlarıyla uğraşırken cevap yetiştiriyor... “Üşümüyorum sağol.” Demir bir kez daha o damlaların çekim alanına giriyor... yoo... bunu yapamayacak... ondan uzak duramayacak... bir yeni yetme gibi, Asi’nin teninde kaybolmasına ramak kalacak. Herşeyi unutmaya... onun güvenini bile sarsmaya vardıracak bir şeyler yapmadan gözlerini almalı ondan... alabilmeli ondan... ama son bir kez daha bakmadan uzaklaşması mümkün değil... Ne yapıyor Asi ona böyle... neler yaptığını biliyor mu Demir’e... İmkansızlıklar paramparça olmuş, gök delinmişçesine arzular yağıyor o gece Demir’e... imkansız olan ondan uzak durabilmek... onu istemekten vazgeçebilmek... kendi kendine, çık hemen buradan diyor... çılgınca birşey yapmadan çık hemen. “Çıkıyorum... döndüğümde bunu giymiş ol.” Elindeki kazağı koltuğa bırakıyor, çıkmak için kapı eşiğine iniveriyor ki, Asi sesleniyor. “Gitmene gerek yok.” ...kazağı alıp giyinmeye başlıyor Demir’in şaşkın bakışları altında... “Ya çok cesursun, ya benim sınırlarıma çok güveniyorsun?’ mu diyor Demir... Asi onu durduruyor bir kez daha... gitmesin Demir... dursun orada... dursun Asi’de... ve duruyor Demir... Kımıldayamaz hayatı pahasına. Ona bir ten teması için ölüyor nasılda, ama gözleriyle yetiyor her yanına... Bu nasıl bir şey... bakışlarındaki ifade sevişmeye eşdeğer... sevişiyor belkide... ten temasına ihtiyaçları olmadığını yazacağım ileride biryerlerde, o kanıyı oluşturan bu birikmişlikler işte. Yanına gitmesine gerek yok, Demir öpücükler her bir damlayı kurutuyor Asi tende... tutkunu oluyor o boynun bu gece... İhanet ediyor sözlerine... ama imkansız olan Asi’sizlikmiş Demir için... delice şeyler düşünüyor Asi’yi de alan içine... Canı cehenneme geçmişin... o Asi’yi istiyor... Demir damlalar kaplamışken hemde sevdiğini, tıpkı şimdiki gibi... dolaşıyor bakışları her yerini... ‘Sen benimsin’ diyor...Seni benim yapmadan ne ruhum, ne bedenim huzur bulmayacak... Nasıl, ne şekilde, ne zaman... bilmiyorum... ama sen benim olmalısın... benim... benim... “Bu ev kimin?” Asi Demir’in verdiği kazağı giyinmiş, saçlarını olabildiğince kurutmuş, etrafıyla ilgilenmeye başlamış... tekrarlıyor sorusunu... “Duymadın heralde, anahtarın yerini bile biliyorsun... ev kimin?”... Demir’in önce bir kendine gelmesi gerekiyor, duydu mu kendisini ona seslenirken nedir... bir an afallıyor, cevap verirken Asi’ye, zamana ihtiyaç duyuyor. “Burası benim... doğduğum ev.”... Kalakalıyorlar gözlerinde... evine getirdi bu kızı habersizce... böylesi anlar bizi de durduruyor onlarla birlikte... Demir’in çocukluğunun evi burası... Demir gelip onu kucaklasa... sıkı sıkı sarsa... sıvazlasa, bağrına bassa... bu kadar kucaklayabilirdi ancak... Asi’yi yuvasına getirmiş... Demir’e varmak gibi birşey bu... herşeyi Demir olan birşey yaşıyor Asi o anda. Hayatında ilk defa bir kızı evine getiriyor bu adam... doğduğu eve... görüyoruz gözlerinde bizde. Yakışıyor Asi o eve... Demir’e de... Pencere içindeki boyalı kuş dikkatini çekiyor Asi’nin... yanaşıyor resme. Demir’de bir adımda çıkıyor odaya, Asi’nin yanıbaşına. “Bunu annem yaptı.” Çok güzel. Neden kuş resmi acaba? Babasının kuşları sevdiğini, annesinin onun hatırına yaptığını söylüyor bu resimleri... Aslında iki taneydi... Biri Melek, biri Demir. Diğer resmi soruyor Asi... Annesinin başucuna koydurdu Demir, ondan kalan sadece bunlar işte, birde bu eski ev hatıralar her yerinde. Ne güzel, sahip çıkmış buraya... tam Demir’den beklenecek bir şey bu da. Asi odanın ortasına dönüp çevrede gezdiriyor bakışlarını... tıpkı taş köprü gibi, bu evinde konuşmasını bekliyor onunla. Birikmiş yaşanmışlıkları paylaşsın içten içe onunla, Demir’in sıradışılğında. Köprüsü fısıltılarını taşır acıların, sevinçlerin, çaresizliklerin, aşkın ona... bu evde bir hatırasını paylaşıyor çocuk Demir’in ağzıyla... “Topacımı hep yukarıya saklardı. Bende ulaşamazdım.” İkisinin de yüzlerinde pırıl pırıl bir gülümseme... Birazdan kafa kafaya verip, o topacı oradan nasıl alabileceklerini konuşan iki afacan oluvereceklermiş gibiler neredeyse. Demir’in onu buraya getirişi... gelmesine müsade edişi... onu hatıralarına dahil edişi... Asi-Demir’i daha çok birbirine bağlıyor gibi. Çaresiz olduklarını sanan bir çifte o kuşlu ev kapısını açtı sanki... Asi’nin gözleri tekrar ona döndüğünde, bir seven duruyor Demir’de... bunu görüyor Asi’de. “Yağmur azaldı çıkalım istersen.” diyor Demir koparmak için kendini. Yağmur azalmadıysa bile gitmek zorundalar... söz geçiremeyecek daha fazla kendine... Sedire yönelerek üstünü giyinmeye başlıyor... ayaklara iki yana açık, elleri ceplerinde öylece Asi’yi seyrediyor. Giyiniyor mu... soyunuyor mu... umarım neye baktığını biliyor. Önce mantosunu üstüne geçiriyor... demirle sıcacık, kazağını çıkarmaya bile yeltenmiyor. Elleri pantalonunun ceplerinde kasılıyor... bunu yapmazsa bir adımda ona ulaşıp sevdiğinin sırtında hapsolan o ıslaklıkları elleriyle serbet bırakacak,kendini zor tutuyor. Mantosunun altında kalan saçlarını kurtarıyor... düzleşmişler yağmurla ama hafif dalgaları hala belli oluyor. Boğazı kuruyor... nefes almakta zorlanıyor... Örgü kaşkolunu boynuna sararken Demir’e doğru dönüyor. Onu izliyor... ‘bakma öyle’ diye gözleriyle karşılık veriyor. Gözlerini kaçırıyor, kapıya yöneliyor, ışığı kapatıp Asi’yle birlikte oradan çıkıyor. O ikisi... Asi ve Demir... sadece bu geceye ve kendilerine mi.. bize de unutulmaz bir yaşanmışlık bırakıyor... Yağmur gerçekten de dinmiş... Kozcuoğlu çiftliğinin önünde Demir’in arabası duruyor, Demir Asi’yi ikna etmeyi başarmış sonunda... Teşekkür ediyor... “ Seni eve bırakmamı kabul ettin”... Bu saatte başka şansı kalmamıştı... benim seçimim değildi demeye mi getiriyor. Ama başka seçimleri oldu bu gece Asi’nin... Demir’le yürümeyi, ıslanmayı, kuşlu eve girmeyi... Demir’le birlikte olamayı... kısaca bu gece Demir’i seçti Asi. Demir’in umutlarına meydan veriyor bu seçimlerinin hepsi, bunu belli etmeli... -Yağmurda ıslanmak da iyi geliyor. Asi’ye de iyi geldi bu. Nasıl özlemişti onu... bir parça hasret giderdiğini, ruhunun huzur bulduğunu hissediyor... yenebildiler bu gece geçmişi, bugünü yaşamayı başardılar birlikte, kısa bir zaman için olsa bile. Belki böyle, böyle...yani zamanla... acaba... umut edebilir mi daha fazlası için... Demir hala onunla... orada... başka hiç birşeyden olmasa da bundan e.min ama. Ve itiraf etmek ne kadar zor... onun kendisini istediğini hissetmek bu akşamki bakışlarında, nasıl iyi geldi ruhunun acımışlığına. Hiç uzaklaşmamış gibiydi Demir bazı anlarda. Hiçbirşeyle örselemek istemedi Demir’li anlarını, sessizce gelip girdi yatağına... kazağı hala üzerinde... derin derin kokluyor kendiyle birlikte... o ikisinin kokusu... böyle beraberken, doyulmuyor koklamaya... Demir’in ardından bakışlarını göremedi o akşam ama aynaya baksa o umudun aynını görecek kendi bakışlarında. Yarın yepyeni bir gün... çareleriyle geleceğini ummak gerek.. ama çare ile çaresizliği ayırt etmek bazıları için çok güçleşecek... |
18. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|