O kadar hassas bir aşamadaki sevgileri... her yeni sevgi gibi, kırılgan... hemen ellerinden kayıverecekmiş gibi kaygan... Aşklarına ilk adımlar atıldı, Asi-Demir kadar güçlü, karşı koyulamayan... ama geçmiş daha dirençli şu an. Demir’e tereddütler yaşatırken, duruyor yerinde milim kımıldamadan. Üstelik merhametsiz ve kalleşçe bir resim beliriyor karıştırıldıkça sayfalarından.
Bir tarafta teyzesi... çocuk yaşta haksızlığa uğramış... elinden tutanı olmamış, Demir’den başka dayanacağı kimse kalmamış. Diğer tarafta Asi... bedeninde filizlenmesine mani olamadığı vahşi sürgünü... yüreğinde incileşmeye yüz tutmuş inatçı kum tanesi... damarlarında akan kanı... hayatı Demir’e taşıyan kadını... Daha gitmemiş bile ilk öpücüklerinin dudaklarındaki sıcağı. Ama zayıfın yanında olmayı seçmekten başka bir şey gelmez elinden Demir’in... Başka türlüsüne gücü yetmez... Bu seçim bile olmayan duruş parçalarken onu, öylece duruyor Demir. Bedeninde yaşanan kırılmaları boğuyor gücünde ama durduramıyor gözlerini... karartıyor değdiği yerleri... yoksa yerlere sereserpe dağılan taşlar taraktan değil de, Demir’in ruhundan sıçrayanlar mı? Hep birşeyler ögretiyor bana bu dizi... daha iyi anlıyorum sayelerinde acıda siyahı... Asi kabullenemiyor ne sevdiğinde gördüğü acıyı, ne de karanlığı... O herhangi bir değil Demir’in hayatında artık, sevdiği. Çok değil belki... uzun zamandır değil belki... ama o öpücükte... dolu dolu yaşadılar sevgililiği. Hiç bırakmadı Demir’i ellerinin kenedi... hala kolları onun bedenine sarılı... hala sevdiğinin sırtı göğsüne dayalı... Tereddütsüz gidiyor yanına... yalnız değil artık Demir, Asi var hayatında, sevdiği çoktan verdi ona neler olduğunu sorma hakkını... Demir o kapı aralığında basamaktan geriye inerek onu karşıladığında... asıl amacı... sanki geçmişin çirkinliğiyle Asi arasında durmakmış gibi geliyor, bana. Asi “İyi misin?” diye sorarken, cevap vermek bile imkansız buna... O, ”Elindekinin taşları dağıldı” deyince ancak farkediyor Demir... hayalleri... Asi’nin tarağı... bütün güzelliğini saçıp dökmüş etrafa... paramparça. Demir’in bakacak gözleri... konuşacak sözü yok... Asi’ye rağmen hala kapkaranlıkta. “Asi... bu senindi... hayallerimdi... Sorunumuz saldırgan geçmişimiz... durmuyor, durulmuyor, üstümüze üstümüze geliyor hala... içerde kalabilseydi... geçmişte kalabilseydi keşke ama beni sana susturacak kadar yanıbaşımızda.” Ona bakmaya cesaret ettiğindeyse Asi’yi “Bu halinin sebebi ne... bana niye öyle bakıyorsun...” dedirtecek ümitsizlikte. Kayıp gidiyorken Asi ondan, nasıl bakabilir daha farklı sevdiğine... Bir gizlenme içgüdüsü sürgüne gönderiyor bakışlarını yine... “şimdi konuşacak halde değilim Asi” derken gözleri sevdiğine dönemiyor bile... İçeri girmek zorunda ... izniyle. Geçmişe girip kapatıyor kapıyı Asi’ye. Bir yakarış uğurluyor onu bugünden... Asi’den... “Demir!”diye... Bir yakarış karşılıyor onu içeride... Süheyla’dan... “Demir... dayanamıyorum... böyle eli kolu bağlı duramam.” Demir herşeyi geride bırakıp, geçmişi çözmeli önce. Süheyla inanamıyor İhsan’a defalarca sormuş olmasına rağmen hala anlatacak bir şeyi olmayışına. İhsan inanamıyor o gencin Süheyla’nın oğlu olduğuna... Süheyla’nın çocuğu öldü... Cemal Ağa’nın kötü şakalarından biri olmalı bu da... Demir giriyor araya... çocuğun yaşadığını artık biliyorlar Ökkeş efendi anlattı onlara... Şok üzerine şok yaşıyor bunu ilk defa duyan, İhsan ve Süheyla... Ökkeş onların yanında itiraf ediyor sonunda... söylenmemesi gerekenler oldu... kessinler bileklerini ama sormasınlar anlatmasını allah aşkına... Neriman dalıyor odaya... A aaaa... hepsi burada... çocukların nişanı var neyin hesabını yapıyorlar toplanıp da burada... rengi atmış Süheyla’nın da... kolonya ile ferahlatmaya çalışıyor onu ve herkesi... taksınlar artık nişanı... Nişan daveti son hızla devam ediyor... Cemal Ağa Defne ve Kerim’i aile efradıyla tanıştırıyor... genç kızların gözü genç delikanlılarda, Gonca başı çekiyor... Neriman dünürleri dostlara tanıştırıyor... Süheyla’nınsa içinde fırtınalar kopuyor, nasıl söyleyecekler eğer Murat oğluysa... Ökkeş zil zurna sarhoş oluyor... Aslan’ın kollarında çiftliğe taşınıyor... neden içti bu kadar, kimse anlamıyor... Kerim’in babası, herşeye uzaktan bakar gibi, ama annesi bir anda ‘annelik’e soyunuyor.. Kızını çağırarak yanına mürüvetini görmek istediklerini söyleyince Leyla daha fazla dayanamıyor... bu sahte iyi niyet gösterisi katlanılır olmaktan çıkıyor, kendini ağlayarak mutafağa atıyor... Demir’de peşinden gidiyor... bir dost daha onun hayatında yalnız ve üzgün şu anda. Demir onunla da ilgilenmek zorunda. Oturuyorlar mutfak masasında yan yana. Demir Leyla’yı anlıyor, kızmakta yerden göğe kadar da haklı, ama bugününde Kerim’i yalnız bırakamaz, toplaması lazım kendini. Silsin gözünün yaşını... gelin olan Leyla değil Defne, bıraksın da o ağlasın, ayrıca... Gözünde hala yaşlar ama gülücükler geliveriyor Leyla’ya... Nişanın takılma vakti geldi de geçiyor bile... Asi, Melek’den öğreniyor ki yüzükler Demir’de... Aranıyor onu, mutfakta buluyor Leyla ile... başbaşalar, diz dize... gülüşüyorlar birlikte. Asi’ye ayıracak vakti yok, konuşacak hali de... ama Leyla ile konuşurken hiç de halsiz görünmüyor Demir, gülücükler yüzünde... onu görünce soluyor sadece yüzündeki gülümseme. Kesinlikle bir ‘yakalanmışlık’ ruh hali sevdiğinde... Ne düşüneceğini şaşırıyor Asi... herşeyi yanlış mı değerlendirdi... o öpücük basit bir şey miydi... gökyüzünden yıldızları düşürmedi mi... meleklere şarkı söyletmedi mi... kalbi ne diyor, bak... “Unutmadık Asi ve ben, seni...”... ama sen unutmuşa benziyorsun ‘bizi’... Demir sonunda başarıyor Leyla’yı gülümsetmeyi... dağılıyor kardeş bildiği kızın kederi... tam bu sırada biri giriyor mutfağa... bakmak için dönüyor geri... gelen Asi. Donuyor yüzündeki gülümsemesi, Asi’ninki de donuk çünkü. Zor değil ne düşündüğünü tahmin etmesi... Hayatlarında herşey birbirine girdi... dostları, ailesi, sevgilisi... hepsinin geçmişi geldi yığıldı bugüne sanki... üstesinden gelmeye çalışıyor , başka ne yapabilir ki... Asi’ye bakması gerekmiyor, sırtı ona dönük, başı eğit haldeyken bile onun ruhuna şu an egemen olan duyguları hissediyor. Onu üzüyor... ona acı veriyor... Yanıyor olmalı... Demir’de yanıyor. Leyla konuşadursun kendiyle ilgili, Demir masa üzerinde birbirine geçirdiği parmaklarında yaşıyor. Ne yapabilir... Leyla üzgünken yetişti arkadaşına, Asi bu haldeyken hiç bir şey yapamıyor, eli kolu bağlı oturuyor... bu hiç adil gelmiyor. Asi burada olmaktan mutsuz... O, böyle birbaşkasıyla diz dize oturup gülüşürken aralarına girmekten huzuruz. Buna şahit olmamış olmayı diliyor. Yanıyor her bir hücresi... bütün istediği bağırıp çağırmak... onu sarsmak... hesap sormak... Oysa bunun yerine ‘yüzükler’ diyor... Demir’in eli aynı anda ceketinin cebine uzanıyor. Kerim ona emanet etmişti... olup bitenler arasında unuttu gitti. Asi tepsi ile kurdeleyi masaya getiriyor... Leyla’nın ‘sana yardım edeyim mi?” sorusunu yanıtsız bırakıyor... mümkün olsa hiç konuşmayacak... mümkün olsa onun yüzüne hiç bakmayacak... mümkün olsa bu akşamı hiç yaşamayacak... ama Defne ile Kerim’in nişanındalar ve daha yapılacak işleri var. Demir’in Asi’ye bir bakışı yetiyor bütün bunları görmeye... biraz evvel hesap soran Asi yok şu an orada... bakmamaya özen gösteriyor artık ona... herşeyi dert edinecek, biliyor... ama şimdi değil, sonra... ablası için ayakta duran bir kız var karşısında... Leyla yüzüklere kurdelelerini bağlarken yardım istiyor Demir’de... onlar ellerindeki altın halkalarla kurdeleyle uğraşırken, neler gelip geçiyor Asi’nin gözlerinin önünden. Bir kaçamak bakış daha Demir’den... ama değişmemiş hiç bir şey Asi’de... ona bakmayan gözlerinde, kırgın, yalnız sevgilisi duruyor yerli yerinde. Bir garip adam şu Cemal Ağa... beni şaşırtıyor nişan takarken ki sözleriyle... bu ne duyarlılık, bu ne hedefi onikiden vuran nişancılık... hayret, dedirtiyor. Onu olduğu gibi alıntıladığım için kızmayın bana... verin kolaycılığımı bu sözlerin doğruluğuna... -Sevgi mesuliyet ister... bir yuva kurmak için ilk adımı atarken şunu aklınızdan çıkarmayın... hayat arkadaşına güvendin mi bütün güzellikler insana kapısını açar... arada yalanlar, sırlar varsa... o zaman iş değişir. Kuşku ruhu kemirir... Siz siz olun... daima açık ve dürüst olun... Nişan takılıyor bu sözlerle... Allah tamamına erdirsin Sevgili Kerim ve Defne... Takı merasimi sonrası herkes yayılıyor konağın avlusuna... başlıyor dans ve eğelence... Demir yanıbaşından ayrılmıyor teyzesinin, ihtiyacı var bu akşam ona. Çekiliyorlar birlikte kokteyl masalarından sakince olan bir tanesine... Yatışmaya ihtacı var teyzesinin, bir kırılma da o yaşadı bugece içeride... Kerim’in hatırı için ayakta duruyor ama biliyor ki tek isteği düşüp peşine o delikanlının, öğrenmek... gerçek ne! Demir’in gözleri geziniyor çevrede... Asi’yi buluyor yine... hissetti mi Asi, ne... dönüyor onun gözleri de Demir’e... Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm Bulutların dağlara sessizce çöküşünü Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım... diye başlar Ahmet Telli’nin bir şiiri... Demir’in Asi’nin gözlerine bakarken gördüğü de... aşka sessizce çöken bulutlar değil mi... çocuksu susuşunda kırılan sevinci o kadar belli ki... onun gözleri kırılınca kara bakar... oysa yemyeşil parçalanır sevdiğinin ki... çok da iyi biliyor, bilmez mi... geçmişte kurulmuş pusular bekliyor Asi’yi... ‘Yapayalnız bir ağacım doruklarda’ der ardından şair, tıpkı Demir gibi... Kökleri bir doruk ağacı kadar sağlam tutunmuş değerlerine, kımıldatamaz kendini... ne de değiştirebilir tutunduğu yeri... geçmişi. Bilinmezler içinde geçmiş... fakat ağırlığını koyuyor bugüne her saniyesi... hala karanlıkta pek çok yeri... O ses var ya o ses... başının gerisinden ona ulaşan, gittikçe yükselerek sesleniyor gibi... Teyakkuz halinde bütün içgüdüleri... olayların gelişinde onun sezdiği ama göremediği çirkinlikler var daha... eşeledikçe çıkacak gibi... bu kuşkuyu nası izzah etmeli... hiç bir şey bilmiyorken... Asi’ye ne söylemeli. Zaman’a ihtiyacı var Demir’in... ‘zaman’a ihtiyaç’ onun anayasası sanki. Oysa aleyhine çalışıyor zaman... ara bulması imkansız geçmişle geleceğin, allak bullak edecek pek çok şeyi. Herşeye rağmen sevgi buluyor yolunu... ne zaman dinliyor ne geçmiş... ne de gelecek avuntusu... Vazgeçiremiyor... söz geçiremiyor Demir gözlerine... dönüyor sahibine rağmen sevene... Demir’i duyan yok, başını çevirmek son çare. Salondan avluya açılan kapıda etrafını seyrediyor Asi... ikramlar yapılmış... içkiler dağıtılmış... nişan takılmış... dans ediyor ablasıyla eniştesi... sakin bir köşeye çekilmiş Demir’e takılıyor gözleri... bakışı ona seslenmiş gibi... buluyor Demir’i. Neler hayal etmişti bu geceyle ilgili... yürek çarpıntıları ile hazırlandığı o dakikalar ne kadar saçma geliyor şimdi... gecenin bütün parıltısı onun için Demir’di... onun karanlığında bir bulut Asi’ye çökmüş gibi. Düşünmek istemesede bu gece üst üste yaşadıklarını... körpecik aşkı içine kapanmış gibi. Yalnış giden bir şeyler var Demir’le ilgili. Şu an susmaktan başka ne yapabilir ki... bir öpüşlük sevinç miydi, olup biten Demir ile ilgili... öyle mi? Neden bakıyor Asi’ye madem gözlerini dikipte... onu üzdüğü yetmedi mi?.. Ondan şu an gelen bakışlar bile nasıl eritiyor yüreğini... ama bazen kor ateş... bazen kayıtsız gibi... hele başını çevirişi... Gece bitiyor... herkes evine çekiliyor. Asi hala döne döne dans eden ablasına bakıyor... onun en mutlu günü bu gün, sevdiğiyle ilk bağlarını kuruyor. Eğlenmeyi, mutlu olmayı hak ediyor. Defne ise Asi’nin durgunluğunu farketti gece boyunca... Ne o ne Demir hiç eğlenmediler... hiç dansta etmediler... bir şey mi oldu yoksa?.. Asi’de bir şey bilmiyor... Demir konuşmuyor... vakit ayırmıyor... uzak duruyor. Asi’yi dışlıyor, farkında. Ama ‘biraz yoruldum galiba’ diyor ablaya... ne gereği var onu da çekmenin kendi sorununa. Işıklar kapanınca, Defne parıldayan yüzüğüne... asi gerçek karanlığına ulaşıyor. Acaba Demir ne yapıyor? İhsan sabah erkenden kalkıyor... Ökkeş ile konuşmalı ama Fatma Ana’dan Ökkeş’in gece sarhoş olduğunu, hiç uyumadan da sabah çıkıp eski ağılın damını onarmaya gittiğini öğreniyor... Süheyla’da erkenci bu sabah... oğluyla konuşmak için cesaretini toplamaya çalışıyor... Bu işi Demir’in takip etmesine de müsade etmiyor... hayatını değiştirecek bu görüşmeyi kendi yapmalı... bir yerde de haklı. Ama bilsin ki tek başına değil, Demir’de onunla birlikte atacak her adımı. Evin gençleri sökün ediyor teker teker salona... önce Melek geliyor, bir evvelki gecenin olup bitenlerini çekiştirmek hevesiyle... peşine taze Damat arzu endam ediyor, başdöndürücü kreplerin lezzeti sözlerinde... Leyla ise elinde kahvaltı masasının tabaklarıyla sofrayı kurmanın peşinde... bunca genç bir arada olunca... çocukluktan beri bir arada olunmuşlukla... yaş kalmıyor hiç ortada... hepsi tekrar birkaç yaş arayla afacanlar oluveriyorlar sırayla. Asi keyifsiz, düşünceleri belirsiz... ellerini yıkıyor görünüyor ama bu çok uzun sürmüş olmalı, Defne gelip uyarıyor... “hadi... bitmedi mi?” Çıkıyorum diyor demesine ama elindeki sabun bırakmayacak onu bir müddet daha... gevşeyerek yumuşayan dokusunun altından birşeyler çıkıyor gün yüzüne... Hatırlamanın, unutmamanın sembolü... İsteklerin, umutların, biri için özel olmanın, farklı olmanın anlatısını kendinde toplayan... köpük köpük umut dilekleriyle kazana atılan, Demir’in altını... Defne çığlık çığlığa haber veriyor aileye... kazana atılan altın Asi’nin sabunundan çıktı... Neriman’ın gözleri parlıyor, kızının kısmeti açılıyor... İhsan duyuyor duymasına ama aklı başka yerde, hiç önemsemiyor... Hele Asi, anneye... “boşver allah aşkına yaa” diyor... Ceylan’da inanmayanlar kervanında... ama Fatma Ana’nın ikazlarıyla kendine getirilmeye çalışılıyor... altın kime çıktıysa onun şansıda kısmeti de açılır... bu ispatlanmış bir şey, konuşmasınlar hiç boşuna... hayırlara vesile olur inşallah... Asi o sabah Demir’lerin çiftliğine yalnız başına gidiyor. İhsan’ın ufak bir işi var, ona sonra katılacağını söylüyor. Önemsemez gibi göründü ailesinin yanında ama şimdi böyle yalnız kalınca... musluk başında yaşadığı inanmazlığı geri dönüyor. En son Demir’in parmaklarına değen bu altın, şimdi onun parmaklarında çevrilip duruyor. Bu altının ona çıkması bir işaret olabilir mi?.. Dünden beri yaşadığı karanlıktan, belirsizlikten onu çekip almaya mı geldi... batıl inanç mı, çağdışılık mı... ama onu bulduğundan beri o kadar umutsuz değil, güvensiz değil işte... altını Demir’in sözlerini taşıyor ona... umudu... ‘altın sana hiç çıktı mı’ diyen merakını... Evet... evet çıktı... uygun bir zamanda, yalnız kaldıklarında, Demir ona yine yakın olduğunda paylaşacak altınını... Süheyla hazır bekliyor Demir’i terasta, ayakta... yeğeninin ‘gidelim mi artık’ deyişiyle kendine geliyor... önce İhsan’la mı konuşsa?.. Neden acaba?.. Süheyla’nın cevabı yok buna. Asi’ye takılıyor gözleri patikadan yaklaşıyor onlara... yalnız bu defa, İhsan yok yanında. Demir’in aklına gelmezdi, onu gördüğünde yüreğinin daralacağı... ne yapacağını bilemeyeceği... ama bu da geliyor işte başına. Bahçe kapısında merhabalaşıyor Asi onlarla... Süheyla yanlarında, herşey resmi bu sabahlarında... Asi ve İhsan başlasınlar, sonra anlatırlar herşeyi Demir’e... gitsinler mi artık Süheyla’yla... Asi çiftlikten ayrılıyor olmasına itiraz edercesine... istemsizce “çıkıyor muydunuz?” diyebiliyor... Demir şaşkınca ona dönüyor... Asi, o kalsın istiyor... birbirleri üzerinde henüz hakları yok... ama işte onu durduruyor. Kalıp kalmaması önemli değil sonrasında Demir’in benim için. Ona dönen yüzündeki ifade, ‘durdurdun beni’ diyor. Sevgi nerelere saklanıyor. Bir soru nasıl bu kadar birini kendi yapıyor, yolundan döndürüyor. Demir kalamaz ama, açıklama yapıyor... gitmek zorunda olduklarını söylüyor. Leyla peşlerine koşuşturuyor... Demir dosyasını unutmuş, onu yetiştiriyor... Cemal Ağa... Madam ile bir sürtüşme yaşıyor... Neriman ve kızların konağa gelişiyle düzeni bozulan, ardından nişan telaşesi ve kalabalığıyla iyice gerilen Madam’ın... ailesini hor görüp, hepsine yukarıdan bakışı... orada burada Neriman’ın görgüsüzlüğünden söz edişi, rahatsız ediyor Ağa’yı... Bu fikrini söylerken de yerin dibine sokuyor Madam’ı... terkediyor yaşlı emektar konağı. İhsan Ökkeş Efendiyi arıyor... tamir edeceğini söylediği ağılda yok... ama hatıralar var orada... Genç İhsan çıkıyor siyah-beyaz görüntüler arasından... o da Ökkeş’i soruyor yıllar evvelinden. Karısının doğumu var ama yok o zamanda ortalarda.... Köy Kahvesi’ni yokluyor ardından... haberi yok hiç kimsenin yardımcısından... Demir ve teyzesi şehre iniyor... Süheyla korkular içinde girdiği Murat’ın odasından hüsranla çıkıyor... geri dönüş yolunda durum gözden geçiriliyor. Murat gerçek annesini çoktan bulmuş... Cemal Ağa meğer yalnış iz sürmüş... Biz anlıyoruz ama Süheyla bunun Cemal Ağa’nin onun gözlerine baka baka oynadığı bir oyun olduğunu düşünüyor. Murat yanlış çocuktu belki ama hikaye bir yere kadar doğru... Ökkeş ne biliyorsa anlatmalı... konuşturulmalı... Demir’se hatırlatmak zorunda kalıyor... birlikte gördüler, Ökkeş nasıl korktu... beklemeliler, ona zarar vermeden bu bilgiyi almalılar... yoksa ne farkları kalır Cemal Ağa’dan... onlar böylesi acımasız olamazlar. Ortada parça parça edilmiş bir yalan var... herkes kendi bildiğinin gerçek olduğuna inanmış... İhsan Bey’de bir kısmını biliyor olmalı... neden o birşey yapmıyor, neden Süheyla ona bir şey sormuyor... Karanlık bir noktaya hızla sürükleniliyor... Demir, Süheyla’nın ona anlatmadığı şeyler olduğunu biliyor... teyzesinin ondan sakındığı gerçek bütün bu parça parça edilmiş yalanın tam ortasındaki boşluğu dolduruyor... Kara bir delik gibi duran, daha söz değmemiş bu gerçek herşeyi kendine çekiyor... Emanetçi bir sorgulamayla almaya çalıştı teyzesinden bu bilgiyi... haddi olmadığını düşünüyordu çünkü... Daha dün gibi hatırlıyor onunla konuşuşunu... “Kimdi sana bunu yapan... İhsan Kozcuoğlu’mu” sorusunu... bir ‘hayır’ın ona kafi gelişini... buna inanmayı seçişini. Gecenin karanlığı yetmemişti ona... günün aydınlığı da şimdi yetmiyor, ellerine yeniden doğan bu ‘bitirilmemiş’i aydınlatmaya... Aydınlıkla karanlık arasındaki o korkutan sınırda... Demir duramaz... ‘bilinmez’ deli gibi korkutsada... sormalı gerçeği artık... Süheyla susamaz... bu acıları tek başına yaşamak zorunda değil, Demir’le paylaşmalı herşeyi artık. Herşeyin gelip düğümlendiği o köprü başında anlatıyor kendi gerçeğini Süheyla... sessizliklerine gömdükleri yıllarla ilgili yeni yükler biniyor bu gün de Demir’in omuzlarına. Görmezden gelerek içgüdülerinin ona seslenişini, sarılmıştı olanca gücüyle içindeki Asi’ye... fırlatılıp atılmasın o, böylesi bir çaresizliği yaşatmasın geçmiş Demir’e... Ama işte apaçık önünde... Böyle bir adamın kızını nasıl sevdi Demir... Asi meğer çoktan fırlatılıp atılmış Demir’den çok uzak bir yerlere... Asi, dünyanın bir ucunda Demir için şu anda... Engel olamıyor ruhundaki karşıtlığa... kızını sevdi ama İhsan’a da güveniyordu Demir... nasıl bu kadar yanılmış olabir bir adam hakkında. İhsan hakkındaki yanılgısı... sadece güvenini değil, herşeyini elinden alıyor bir anda. Asi’ye yakınlaşması bir hataydı... anlıyor o köprü başında. Demir yeniden yalnız hayatında. Şehir dönüşü eve girmeden yürüyüşe çıkıyor Süheyla... İhsan tahmin ediyor... Süheyla, o çocuğa gitti, geri dönüyor... yanına gidiyor. Umduğunu bulamadı Süheyla, söylemesine gerek yok, tahmin ediyor. Bir kez sorular sorulmaya başlandı ya geçmişte... devamı geliyor. Süheyla doğum yaparken çiftliğe dönmüştü okulundan İhsan... neden hiç yanına gelmedi... neden hiç görünmedi... o korkunç gecede, ahırda doğum yapan bir işçi kızdı Süheyla... başına gelenler hiç kimsenin umurunda olmadı... hemcinslerinin bile vicdansızlaştığı o gecede, bebeğinin öldüğünü söylediklerinde de yoktu yanında... bir daha hiç konuşmadı onunla... neden? Neden kayboldu... neden yok oldu birden..? İhsan’ın karanlıklarında bir baba-oğul konuşması... babanın yatağını ısıtan bir sevgili giriyor araya... yatak üzerinde sevgilinin yemenisi değiyor parmaklara... gururu hala sormaya cesaret edemiyor açıktan açığa... ‘Neden yaptın bunu bana’. Süheyla hiç bir şey bilmiyor, bu kadar sene sonra... yüzyüzelikleri bile karanlıkta. Senelerin suskunluğu hala devam ediyor İhsan’da... soruları batık tekneler misali yüreğinin derin sularında dursada, vazgeçti çoktan İhsan’dan, Süheyla... ama oğlu yaşıyor, Ökkeş ile konuşsun İhsan, bir parçacık senelerin hatırı varsa. İhsan onun uzaklaşmasını bekliyor sorullarına cevabını vermek için... “Bekle beni” demiştim. Beklenilmediğini sanan bir adam daha. Demir iş falan yapamıyor o gün... erkenden eve dönüyor... atıyla biraz gezmek ve kafasını dağıtmak istiyor... ama aşılamadan dönen Asi’ye yakalanıyor. Sevinç’de tarlanın durumuyla ilgili raporları hazırlamış... eğer buralardaysa Asi gelip imzalatmak istiyor. Böyle ulu orta değil, daha sakin bir ortamda konuşma fırsatı bulabileceklerini düşünüyor. Reddetmek, içten gelen umutları dindirmiyor, hala altının ona çıkışı içinde ne beklentilere kapı açıyor. Ama yine vakti yok Demir’in ona... Arif’in atını getirmesini bekliyor... Demir sanki hatıralarıyla alay ediyor... Sahilde atıyla yolunu kesen Demir kimdi... kime el uzattı Asi... kime kenetlendi... O, bu karşısındaki mi?.. ‘Neler oluyor’ demekten yüreği fazlasıyla yoruldu, Demir bunu nasıl görmüyor. Bu kadarla da bitmiyor... kendine vakti olmayan Demir yürüyüşe çıkmış olan Leyla’ya rastlıyor... ona at binmeyi öneriyor... Leyla bundan ürküyor ama Demir’in ona gösterceği manzaralı yere kadar birlikte yürümek pek hoşuna gidiyor... Demir onu da şaşırtıyor. Fırsatçı kırkançlık... hiç boş durmuyor... onların ardından bakarken, Demir’in Asi’ye açık ilgisizliği için artık fikir bile yürütmek manasız kalıyor. Defne nişanlandıya... mutfağa staja giriyor Fatma Ana’nın yanına... ama sardığı dolmaların içi bir yanda yaprakları bir yanda... hiç iştah açıcı durmuyorlar masaya konduğunda. Kerim Defne’yle buluşmak istiyor, Gonca arkadaşlarıyla... İhsan’da geç gelecek, haber veriyor telefonla... eee durmasınlar bari evde... Defne Kerim’iyle buluşsun, Asi’nin korumasında... onlarda döner yemeğe insinler şehre... Fatma ana’larda geliyorlarlar onlarla birlikte. Aslan eksik olur mu... olmaz... bir erkek lazım bunca kadının başına. İhsan Ökkeş’i arıyor şehirdeki bir ahpaplarının yanında... yardımcısı kaçıyor farkında... onlardan gizlediği herneyse çok önemli olmalı... ‘sorma’dan başka söz çıkmıyor ağzından İhsan onu sıkıştırdıkça. Defne’den haber gelmeyince, evden izin alamadığını düşünüyor Kerim... Demir ile birlikte çıkıyorlar yemeğe. Cemal Ağa’nın o günki ofis ziyaretinden bahsederlerken Defne ve Asi giriyor restorana... Kerim ümidi kesmişti, Defne’de akla karayı seçti annesini iknaya... ama başardılar ... buradalar işte. Demir’in itirazı gözlerinde bu gelişe... dizginlemeye çalışsada yüzüne yansımasına engel olamıyor, hiç hoşlanmadı bu tesadüften. Ondan uzak durmaya çalışırken, bütün gece birlike olmaktan. Asi ona doğru yürürken, yüreğinin ağırlaştıkça ağırlaşmasından. Onlar adına olup olabilecek herşey geride kaldı bugün... onun gerçeği öğrenmesiyle. Ama gelde bunu anlat yüreğe... Ulaşamayacağı derinliklere ittiğini sanırken Asi’yi, içinde debelenen sevgisi Demir’le mücadele halinde. Kendini kasmaktan, bu sevginin çığlıklarını bastırmaya çalışmaktan, vücudu soğuk soğuk terlerken, ateşle titrer halde öte yandan. Hiç dokunmasaydı ona keşke, hiç değmeseydi eli eline, dudakları dukaklarına, gözleri gözlerine... böylesi şimdi herikisi içinde işkence... garip olanda, özlüyor onu, şimdiden bile... nasıl katlanacak ömür boyu Asi’siz Demir’e... nasıl katlanacak onu da üzdüğünü, mutsuz ettiğini bile bile kendine. Asi kendini fazlalık hissediyor daha oraya adımını attığı ilk anda. Demir onunda geleceğini bilseydi asla burada olmazdı, bu ‘biliş’ herşeye yetiyor zaten. Onu huzursuz ediyor, rahatsız ediyor, ona böyle hissettirdiği için kendiyle savaş veriyor. Ama hiç bir şey yapmadı o... kışkırtmalarını saymazsan, Demir’di ona gelen. Öpüşmeleri ise herşeyin kanıtı değil miydi. Söze ne gerek vardı, dudaklarının ondaki birkaç anlığı, heryerine ‘seni seviyorum’ yazmadı mı? Bunu yanlış anlamış olabilir mi... bu uzak adam Demir mi?.. Hala pençe pençe her yanında o dudakların sözleri... mümkün mü yaşadıklarına inanabilmesi?.. ama yaşıyorlar işte, mutsuz bakıyor onunlayken Demir’in gözleri. Değiştokuş edilen ‘hoşgeldin’...’merhaba’larla oturuyorlar sonunda masaya. Kerim mutlu... isteseler ayarlayamazlardı, dördü bir masanın etrafında böyle , ne iyi oldu. Gerçekten oldu mu?.. Asi’de, Demir’de böyle düşünmüyor gibi... Ama katlanılacak bu geceye de, yeni nişanlıların hatırı için sanki. Kerim şehirde, Defne çiftik evinde yaşamak istiyor... sonunda şehirde bir eve karar kılınıyor. Masada sohbet Kerim ve Defne’nin tekelinde kalıyor ama Asi bu noktada dayanamıyor... en iyisi onlar hep şehirde kalsın, çiftlikleri olursa kim işletecek, tek bildikleri at binmek. Demir bu taşın kendine geldiğini biliyor... onu kendinden uzak tutmak için sığındığı bahaneler geri tepiyor... Asi yanında oturuyor, ona bakmıyor ama Demir’in gözleri hışımla onu buluyor... “Atla dolaşmayı herkes sever, bende çok seviyorum”... Senin günahın bununla da bitmiyor diyor Asi’nin ona dönen gözleri... dudaklarını esirgemedi yeri geldiğinde, sözlerini de esirgemiyor, “Yürüyüş yapıp, manzaralı yerleri keşfetmeyi de sevmeye başlamışsın”... Demir, onun Leyla’yla konuşmalarını duyduğunu anlıyor. Ona yüzleyecek kadar incitmiş herşey, ve taşırmış artık bu, Asi’yi... umursamaz görünüşünün altında acısının, karmaşasının büyüklüğünü farkediyor. Bunu o yaptı Asi’ye... bu gururlu kıza haksızca yakınlaştı ve uzaklaştı hiç bir açıklama yapmadan... Asi bunu hak etmiyor... Demir bu değil... nasıl bu hale geldiler... “Haklı, ne diyebilir”... bilmiyor. Nişan’daki takı merasimi, takılan altınların çokluğu Kerim’i şaşırtmış... ilk defa böyle bir şey görüyor... Defne bir anda sabahlarını şenlendiren ‘altın’ı hatırlıyor... Demir’e sabun merasimini hatırlayıp hatırlamadığını soruyor. Hatırlamaz olur mu Demir... tabi hatırlıyor. Asi ‘sabun’ lafını duyar duymaz gelecekleri tahmin ediyor, yüzündeki eğreti gülümse de soluyor. Defne devam ediyor... “O altın Asi’ye çıktı”... O altının sahipleri aynı çatı altında, yanyana... ama asla bu kadar uzak olamazlardı birbirinden daha fazla. Demir kimselere bakamıyor... bakışları masaya dönüyor... herşeyin bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akışına mani olamıyor... Onu bakışlarıyla utandırdığı o gün sanki bu gün... Asi’nin elleriyle toplanan çekirdekler kazanda onun altınıyla buluşmuş meğer... kader onları bu geleneğin içinde birbirine gömmüş meğer... bu gece yaşadıklarına yürek dayanmaz, çatlar. Ondan vazgeçmek zorunda kaldığı bu gün mü bulmalıydı bu emanet onu... kader. Umut mu taşıdı altını Asi’ye... sevinç mi taşıdı... aşkı mı taşıdı... hayır, o böyle uzakken Asi’ye, biliyorki bu altın sadece acı ve keder saklar. Bir ayrılık hediyesi olacak mış Asi’yi bulsun dilediği altın, meğer. Demir’in iç debelenmeleri bile duruluyor... bu aşkın kendine bu kadar karışmasına nasıl müsade etti, şaşıyor... ne masadakiler, ne biz umurunda değiliz... aldığı nefes bile onun değil artık, içinde neler oluyorsa, dalga dalga tenine yayılıyor... Kendini hissedebilmek için yutkunuyor... kuruyan boğazına ıslaklık bile gitmiyor... yaşıyor mu hala, bilemez durumda artık. Söyleyecek tek bir sözü bile yok, ona bakabilmesi ise mümkün görünmüyor artık. Asi’nin bedenini yakıyor sabahtan beri üzerinde taşıdığı altın. Önce umut dahi edemediği umutlarla... belki yanlış anlamış olmalarla... ısrarla, sabırla, Demir’e tutunmaya çalışışlarla... Ama ne gerekiyor bir kızın anlaması için, ilgili değil sevdiği onunla. Gözleri pişmanlıkla bakıyorsa her onu bulduğunda, bir şeyler yanlış yapılmış olmalı... daha fazla katlanamaz buna. Asi’ce itiraf etmeli hem kendine... hem ona... Altınını çıkarıp cebinden uzatıyor masada yanında oturan adama... hayatının aşkı sandığına... “Bu altının benimle bir ilgisi olamaz... alın... seneye de bunu atarsınız”... Öfke, kızgınlık, geceden beri biriken herşey işbirliği içinde Asi’ye aniden dönen gözlerinde. Asi’yi tokatlasın mı, öperek cezalandırsın mı... Demir’in bilemediği bir an daha. Bu gece bedenine yaşattığı fiziki işkence bitmedi mi hala. Aslında neden kızıyor ki... ne bekliyordu, kendi daha mı farklı davranırdı onun yerinde olsa. Onu sarstı Demir’le ve bıraktı bir başına. Belli etmemesi mümkün mü onu her gördüğünde yüzünün asılışını, olan bitene pişmanlıkla... ama Asi başka şeylere yoruyor uzaklaşışını, nasıl söyleyebilir gerçekleri ona. Yükünü tutmuş çoktan geçmiş... ikiside yetemez ona... Demir’e düşüyor ne yazık ki, her ikisi içinde doğru olanı yapma, Asi-Demir’i durdurma. Masanın üzerinde duran cansız eli uzanıyor ona... altını tutan Asi’nin parmaklarına... bir yabancıymışçasına uzanıyor o ele... değmemeğe çalışarak tenine, alıyor altını... emaneti olmadan Asi’nin parmakları yabancılaşıyor şimdi de... yumruk olup sıkıyorlar yalnızlığı seçişi geride. Çeşidi belirsiz vazgeçişler gördü bu gözler bu dizide... bu ‘veriş’, ayrılıklarının en dramatik olanı belkide. Defne’nin, olmaz, altın kime çıktıysa onda kalmalı itirazlarını ise kimsenin duyacak hali yok o masada. Demir bir dakika bile daha fazla kalamaz... ayıp bile olsa umurunda değil, uzaklaşmalı buradan... ertesi günün yoğunluğu bahane ederek uzatmadan ayrılıyor masadan... Kerim giriyor bu seferde araya... soruları var Asi’ye... ‘sorunları ne... kedi köpek’ gibiler Demir’le... Defne bir kez daha alıyor sözü... Demir’in o altını geri alması da ne ‘büyük kabalık’... neden o kadar tuhaf davrandı, ya aniden kalkıp gidişi... o ne demek oluyor şimdi. Demir yok... Asi başetmek zorunda kalıyor bütün bu sorularla... Demir altınını parmaklarından aldığından beri yapayalnız hissediyor kendini. O uzakken, onunla didişirken kötü hissettiğini sanıyordu, şu an hissettiklerin bir bilebilseydi!.. Demir’in altınını geri alışı... bırakmıyor geride hiç bir şeyi... öpüşlerini bile yok eder gibi. Tevekkeli ona ne zamandır pişmanlıkla bakışı... oralarında olan biteni sonlandırmaya çoktan hazırmış... dünden razıymış... hiç itiraz etmedi. Fırlıyor arkasından... onu kırdığı gibi kırmak hedefi... hızla peşine düşen adımları durduruyor ama bir anda Asi’yi... yine böyle bir peşe düşüşte, bulmadı mı o öpücük Asi-Demir’i... Bir kez daha değil ama... Seni... seni... seni gidi... ... .... Kötü bir şeyler söylemek, taşmak istiyor ama buna bile yapamayacak gibi... Geldiğini bilmesine rağmen dönmüyor bu sefer Demir geri... Hakedilmiyor... Affedilmiyor.. Aslan başlarında, çiftliğin kadınları kebapçıda... Anneler birbirleriyle konuşadursun, Gonca’nın gözü bir gençte, karşı masada. Kebapçı sonrasında pundunu bulup yolda, isim ve telefon numarası yazılı bir peçeteyi, tutuşturuveriyor genç de Gonca’ya. Kurt çoktan kapıyor kuzuyu, Aslan böbürlene dursun boşuna. İhsan erkencidir sabahları... ama Asi ondan da erken kalkmış, salondaki şöminenin başında... Demir’lerin çiftliğine ise babasını yalnız gönderiyor, o birazdan katılacak İhsan’a. Dün akşamdan sonra, görüşmek istemiyor Demir’le bu sabahta... işini ihmal etmez ama onun gözünün önünde olmak istemiyor daha fazla. Gitsin işine, ondan sonra Asi gider babasının yanına... Demir için zor zamanlar... geçmişte herşey ama hazmı zor yaşanmışlıklar... haksızlıklar. Terasta bekliyor bir kez daha yan çiftlikten gelecek olanları... birtek İhsan görünüyor uzaktan. Asi’nin yokluğunun bile farkında değil neredeyse o an. Bu adama bileylenmiş günü gecesi, geçmişteki seçimlerini duyduğundan beri. Bir de ona yardım etti... birde ona güvendi... Süheyla uyarıyor terasa çıkıp onu, Demir sakin olmalı, şimdi... Ama... O adama tahammül edebileceğini zannetmiyor artık Demir... İhsan’ın yanına iniyor terastan... Birşeyin farkında değil, o günün yapılacaklarını sıralıyor İhsan... sulama sistemindeki çatlaklar, peşine yarılanan aşılama... ama dinleyemiyor Demir onu daha fazla... Zaten bakmak bile içinden gelmiyor İhsan’a... tek söz etmeden ayrılıyor yanından... Onun kabalığını kapatmak Kerim’e kalıyor... ters giden biriki iş ve Demir’in buna kafasını takışını bahane ediyor. Asi’nin gizli yerlerinden biri... Demir, tepede durduruyor arabasını... işte Asi... oturuyor ve düzene koymaya çalışıyor kafasıyla kalbindekileri... Onu arabasına alışı... onunla ilk çatışmaları... daha dün gibi. Kendi gibi asi adı... bu toprakların kızı gibi tersine akan nehri... can da alır... aşk da boğar sularında... kim bilebilir Demir’den iyi. Onlarıda boğdu işte asi geçmişleri... artık ‘sevdiğim’ bile diyemediği bu kız için birşeyler yapabilmeli. Asi’den gelen tepkilerin hepsinde ona yaşattığı acının izleri... gerçeği olamasa bile bir açıklamayı hakediyor Asi. Belli ki Asi beklemiyor onu... dün gece bitirdiler herşeyi. Konuşmaya bile tenezzül etmeden çekti ve gitti. Ama işte yanıbışında şimdi... o kadar dalmışki iç seslerine, duymamış bile onun geldiğini. “Burada olacağını biliyordum” diyor Demir... oturabilir mi?.. Oturuyor oturmasına yanındaki taşa ama hala ne söyleyeceğini bilmiyor. Asi ona birşeyler soruyor... aldırmıyor... Şimdi yanına gelmiş oturuyor... ama hiç konuşmuyor... Bir şey söylemeyecekse, neden buraya geliyor. Demir hala Asi’ye bakamıyor... Kafa bulurmuş gibi kör talih onlarla... yaşadıklarını yok sayacak bir yalan bulması... inanmadığı bir şeyi savunması... ve onu buna ikna etmesi gerekiyor... Nereden başlasın? Kafasında yaptığı provalar hiç bir işe yaramıyor. -Seninle herşey biraz hızlı oldu galiba... Düşünmeden hareket ettiğimi farkettim. Asi kulaklarına inanamıyor... “Nasıl?” yani... Demir hangi hızdan bahsediyor... durmuyor devam ediyor... “Duygularımdan e.min değilim...” dediği anda aslında Asi anlamalıydı ama o kadar kırgın ki, kabil olmayan bu yalana bile kanıyor... Sanki birlikte yaşamadılar herşeyi... ama ‘aşk’ alınganlığın da uç noktalarda hüküm sürdüğü bir vadi... bir anda eserek geçiyor Asi’yi... Demir’e bakamaz hale geliyor gözleri... Demir’in aslında daha fazla bir şey söylemesine gerek yok... tek bir yalan yetti... ama ona bakamadığı için farketmiyor yarattığı tahribatı... incitiyor daha fazla sevdiğini... “Sende düşünmelisin anlık şeylere kendini bırakmak hata olur”... Yoooo daha fazla söyletmeyecek Demir’i... susturuyor karşısındaki bu ne yaptığını bilmezi... “Çok haklısın... “ Demir ilk defa bakıyor ona, yanına oturduğundan beri... Asi devam ettiriyor Demir’in başlattığı yıkımı... kırıp geçiriyor ortalığı... “evet... anlık bir şeydi... hatta gerçek bile değildi... O anı hayatımdan siliyorum...” Yalan söyledikleri... ne ‘o’ anlık birşeydi.. ne de silebilir yaşamından, hayatındaki en gerçek şeydi. Ama madem ki, Demir onu böyle görüyor... anlık bir tutkuyla öptü ve bitirdi... Asi’nin asla bunu yapamayacağını bilmek zorunda değil... geride hiç bir şey bırakmadığını görmeli... Demir başlattı bu konuşmayı... ama ondada alınganlıklar hüküm sürmeye başlıyor bu bitiriş konuşmasıyla ilgili... Altınını geri verdi.. yetmedi mi... onları mühürleyen öpüşlerini de mi unutmak istiyor, olmuşluğuna bile tahammül edemez halde Asi... Neden bu kadar kızıyor... bu öpücüğü en az onun kadar istedi... Oysa Asi, sadece kendine kızıyor... Demir’i tanımamış hiç, onu kendi gibi düşünmekle hatta ettiğini anlıyor. “Afedersin” diyerek hışımla kalkıyor... Bittiğini anlamak için başka sözlere ihtiyaç duymuyor. Daha fazlasına katlanamayacağını biliyor. Bu konuşma hiç Demir’in istediği gibi gitmiyor... onu bu halde göndermek istemiyor. Ama uzaklaşmasın diye uzandığı kolu, Demir’i hızla geriye savuruyor... Demir artık Asi için bir yabancı... ona dokunmamalı. O kızın kocaman gözlerine çöken bulutlar dağılmış... ama aşkıda götürmüşler beraberlerinde... o doruklar ıssız şimdi, yeşilinde öfke parlıyor sadece. Kırılan sevinçleri, çocukca suskunluklarını yitirmiş... o aşkta yenilmiş bir kadın artık... saplanıyor her bir sözü Demir’e... “Bir daha sakın bana dokunma...” diyor Asi Demir’e... -Birine dokunmak onun ruhuna dokunmaktır... bana dokunmana izin verdiğim için kendimden utanıyorum. Bana dokunduğun için... işte bunun için seni asla affetmeyeceğim... hiç bir zaman. Pusuları bildi Demir... ama kıyımın boyutunu nasıl tahmin edebilir, yaşamadan nasıl bilebilir... ikiside aynı pusuda esir... kanıyor Asi... kanıyor Demir. Aslan, İhsan’ın uyarısıyla gidip topluyor babasını tanıdıklarından... meraktan öldüler... ara ara bir hal oldular... Fatma’nın bütün gece gözüne uyku girmedi... hadi, eve gitsinler beraber. Ama önce bir güzel kahvaltı etsinler, kendilerine gelsinler. Hiç kendine bakmıyor Ökkeş, iğne iplik gibi... ona çektiğinden dem vuruyor Aslan. Ökkeş’inse bir tarafında Aslan oğlu, diğer yanında ebenin eline bıraktığı bebekli hatıralar. Oğlunu bir okutamadı ya bir ona yanar. Haytalık dururken okur mu Aslan? Ama yinede Ökkeş kendini suçlar... Ökkeş farkında daha fazla susamaz... bir kaç telefon Süheyla’yı, İhsan’ı ve Demir’i çiftlik girişinde bir araya toplamaya yeter. Ökkeş yolun başından Aslan’la görüntüye girdiğinde, kimse bir anlam veremez. Yüreklere bir ihtamal düşer mi, daha onları görür germez... bilinmez... Ökkeş tutar oğlunu hafifçe sırtından onları bekleyenlere iter... “Yoo... olamaz”... |
16. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|