Bu akşamki rastlaşmaları... atışmalarında Asi’nin ona öfkeyle ışıldayışı... hatta ondan şu anın sözünü alışı... bir adım bile ileri götürmemiş Demir’i... hiç bir şey değişmemiş, hatta daha bile uzak duruyor, gafil avlamış Asi, Demir’i.... Aniden bunu farkediyor... beyhude... cevabı biliyor ama yinede soruyor... “Beni hala affetmedin değil mi?”... Demir’in gözlerindeki ifade komutunu kimden alıyor, o ses tonunu nereden buluyor... Asi için hala inanılmaz bir muamma olmaya devam ediyor. Demir böyle işte... saklanıyor saklanıyor... sonra bir anda gözlerinde... sesinde... kendini ona fırlatıyor. Bu taşkınlar o isteğine ulaşamayınca zorbalığa dönüşüyor. Kendini nasıl affettirecek Asi’ye... apaçık soruyor. Asi güçlü olmak zorunda, bir karar verdi, bu kararın doğruluğundan e.min... uygulamak zorunda. Ama bu konuşma sandığı kadar kolay olmayacak Asi’nin... onu bırakıyor olmak da... Kendini ona nasıl affettireceğini soran bu adama... cevabı yutkunuşlarından sonra geliyor. Bunun için kafasını yormamalı Demir, çünkü artık Asi onunla karşılaşmayacaklarını söylüyor.
Yüz ifadesi değişmiyor ama soru işaretleri hücüm ediyor Demir’in bakışlarına... neden? Asi’nin dikleştirdiği başı yetmiyor söylemeye bir çırpıda, verdiği kararı... sessizlikten mi güç toplamaya çalışıyor giderayak. Herşeye rağmen ondan yardım isteyen bu adımı orada bırakmak... tek isteği gönlünü almak olan Demir’e karşı durmak... arzusuna değil de mecburiyetlere tabi olmak... üzmüyor mu Asi’yi. Taş mı onun yüreği? “Artık çiftliğinde çalışmayacağım” derken... anında geliyor sevdiğinin kaş çatışı. “Anlaşma iptal...” Doğru mu duyuyor Demir... Asi ‘Ben artık yokum’ mu diyor... Asi ise söylediklerinin onun üzerindeki etkisini görmek için bekliyor... yine ikilemler içinde... Mecbur olmasa onun karşısında bir dakika bile durmak istemezken... bir yerlere ayrılamıyor. Ne kadar istedi onun karşısına geçip bir çırpıda elini kolunu bağlayan iplerini öylesine Demir’e bırakıvermeyi... ama ne kadar istememiş aynı zamanda bunu yüreği. Tutunmuş bu sevgiye... tutmuş meğer sıkı sıkı bu ipleri... Asi’yi kendiyle çaresiz bıraktığının farkında değil hala... sanıyor ki Asi’yi kendine mecbur bırakan, anlaşma. Umutsuzca sarılıyor bu pazarlığa... kolay kolay iptal olmaz o anlaşma. Ama Asi iptal etti bile... bitirdi çoktan kafasında. İnanamıyor Asi’nin kolayca iplerinden kurtulabiliyor oluşuna... oysa anlayacak ertesi gün, onu çiftlikte bulamayınca. Demir, hayatının uzlaşısını yapıyor gibi o anda... iyi düşündü mü... ona yardım etmeye çalıştığını neden anlamıyor Asi aslında. Atını öldürerek mi... güvenini yerle bir ederek mi... nasıl bir yardımdan bahsediyor Demir, Asi bir anlasa. Çocukluğunu bitirmişti Asi onunla... çocuk yüreğindeki asi sıcıklığı... atını... geçmişini vermişti ona... çünkü içten içten başlamıştı geleceğinin planlarını kurmaya... Orontes’i... en kıymetli varlığını dahi istemesi halinde paylaşabileceği bu adamla... Göstermek istemişti... diğer her şey bir adım geride....Asi-Demir bir... ondaki en önemli şey sadece Demir... Hissetmişti ki.. bunu görebilir Demir... gereğini yapabilir, ona verdiği sıcaklığı besleyebilir... o sıcaklık ikisinin ortak paydası olabilir... onların arasında olması gereken gerçek bağ Demir’in geçmişinden gelen öfkesi değil Asi’nin özgür, huzurlu yetişmişliği olabilir... intikam değil, işte bu bir başlangıç olabilir. Ama sahip çıkamadı Asi’ye ... sahip çıkamadı bu emanete, bir kazaya kurban verdi bütün iyi niyetlerini, Asi’nin güvenini... Demir... Bir açıklamaya gerek var mı... bu bir iş ilişkisiydi... bitti... daha ne denebilir. Gece dağılıyor... doğum günü gurubu arabalara binmek üzere otelin avlusuna çıkıyor... onlar hala Asi-Demir’de saklı... duymaları mümkün değil başkalarını. Asi’nin yanından ayrılmasıyla soğuyor Demir... bu olamaz... bunun olmasına izin veremez... “Dur biraz!..” Asi böyle kestirip atamaz... koşullar değişmedi ki, böyle işi bırakamaz. Demir’in eller iki yana açık... şaşkın... hala Asi’yi... onun üzerindeki etkisini görmekten uzak... Bu kız için koşullar değişti artık, bunun ne zaman farkına varacak... Eğer buna bir iş ilişkisi diye bakarsak... evet koşullar değişmedi... ama Asi Demir’i istediği için onunla beraberdi. İş... anlaşma... bahaneydi... Asi onun iş teklifini, tıpkı şimdi yaptığı gibi elinin tersiyle itip, işleri bir tek sözle babasına yükleyebilirdi. Demir sevgisinde güvensiz kendine... gücünün farkında değil, yanılgı tutunmaya devam ediyor içinde... öneriyor, sanki Asi onunla sadece iş için berabermişçesine... Sakinleşip bir öyle değerlendirsin bu kararını Asi... işine dönsün... dönsün Demir’e. Karar değişmeyecek halbuki... kararının ardında yatan iş değil ki... aşk... sevgi. Onunla bu şartlarda daha fazla birlikte olması imkansız Asi’nin... bambaşka şeylerden bahsediyorlar... farklı kulvarlarda mücadele ediyorlar... Gözdağı verir gibi... hala Asi’yi senetlerle bağlamaya çalışıyor sevdiği. Sevgisinde belkide onu en çok inciteni bu... ve Demir’in bunu sürekli hatırlatıyor oluşu... doğru adımın yanlış duruşu. Aslan’dan değil... Asi’den geliyor Demir’e bıçak darbeleri... Asi’nin onu o avluda geride bırakışı... ona gelmeyecek oluşu... kızdırıyor, öfkelendiriyor Demir’i... Neden işler istediği gibi gitmedi... yaptığı yanlış neydi?.. Orontes’i... Asi’yi... her sabah doğan güneşini istiyor... daha demin onundular... yine gelsinler geri. O akşamın ilerisinde... sadece soğuk yok... sadece yalnızlık yok... bir boşluk hissi ile dopdolu. Asi yapması gerekeni yaptı... neden isyan ediyor içinde bir şeyler... ‘Doğru değil bu?”... bastırmak zorunda bu sesi, olması gereken buydu. Onlar evlerine döndü... ama geri dönüşü yok bu kararın... terasta gördüğü İhsan’ın yanına çıkıp bildiriyor Asi, bu akşam Demir Doğan’ı gördü... Ne sarıyor Asi’nin yüzünü... kaçamak yollu özgürlüğü... bu gülümseme saklıyor eşitliği... işçilik de yok bağlar da... Gücü yeterse yetsin bakalım Demir’in, Asi’nin aşkına... tabi karşısında durabiliyorsa. Böyle bir meydan okuma olmalı o gülüşün ardında. Demir’i görüyoruz ertesi sabah... iştahıyla sorunu olmayan o... her zaman keyifle oturduğu kahvaltı masasına uğramıyor bile... gözü yemek falan görmüyor... çayını yudumlayacağı Asi’de yok çiftliğinde... keyifsiz... süklüm püklüm işe gidiyor. Bu durum teyzenin de dikkatinden kaçmıyor... dün akşamın gerçekleri ortaya çıkınca, Süheyla söylenmekten kendini alamıyor... Kozcuoğlularından uzak durun diyor ama yeğenleri inatla bunun tersini yapıyor. Haftalardan sonra ilk kez Asi sabahına babasıyla başlıyor. Dikimi geciken ekinler... bugün yarın varmak üzere olan bıçaklar... hiç değişmiyor, hep benzer sorunlar. Bir araba geliyor uzaktan... Demir görünüyor... Bu sabah onu görebilmek için acaba kaç tarlanın yanından geçiyor... yüzünde gülüşler yok, bir basit ‘günadın’ bile bu sabah ne kadar ulaşılmaz görünüyor... ama azimli... buldu işte, işine bu asi kızın hayalini götürüyor. Ofiste de işler daha farklı değil... Demir’de kendi işleriyle uğraşmaya başlıyor ama Kerim dostunun peşini bırakmıyor... Demir’i görür görmez soruyor... “Eeee neler oldu anlat bakalım...”... Asi... Artık çiftlikte çalışmayacak. Babasının borcu karşılığında anlaşmalarına rağmen, çalışma süresi bitmeden çiftikten ayrıldı. Demir’de bilmiyor... şimdi ne yapacaklar. İhsan Bey’in ona bir ödeme yapmak için çırpındığının farkında... senetler yüklü ve bir anda gökten inmez o kadar para. Demir, Kerim’le bu işleri konuşa dursun... kafa tutan bir arkadaşı dalıveriyor sekreterinin kollarından kaçıp onun odasına. Fırtına gibi Hüseyin’de... bildiğini okuyan başka fırtınaları hatırlatıyor bu çocuk ona... boyuna bosuna bakmadan rüzgarını estiriyor hocalık etmek için ona söz vermiş bu adama. Haklı Hüseyin... mahcup oluyor Demir... gerçektende söz vermişti ona. Kabına sığmıyor Demir, dört elle sarılıyor önüne çıkan bu fırsata... bildiği bir yer var ki, kimseler rahatsız etmez onları... koyunlar ve sadece tanıdığı bir keçi tırmanabilir oralara. İhsan bütün arabaları satmış... eksik kalan miktarıda ortak iş yaptığı Bülent’ten kapatmaya çalışıyor umutsuzca... Bülent söz veriyor... çözecek para meselesini... çözecek çözmesine de... onları riske atacak bir iş yapıyor olabileceğine takıyor İhsan... Aslan’ın söyledikleri hala içini bulandırmakta. İnsaf diyesim geliyor İhsan’a... avukat, üstelik kaç yaşında adam... sadece kızlarını fazla iyi niyetli büyütmemiş... kendi de öyle kalmayı başarmış, nasılsa. Özenmiyor da değilim hani ona... Demir, Asi’nin gizli yerine götürüyor Hüseyin’i... oturuyorlar iki kaya parçası üzerine. Hüseyin okumasını yaparken, Demir bu monoton sesin içinde, tamamen kendi hayallerinde. Bir başına oturup hayallere dalsaydı... garip karşılanırdı... üstelik ölse gelmezdi Asi’nin yerine. Ama böylesi bir bahaneyle, razı Demir, sabırla Asi’yi beklemeye. Hüseyin’in hikayesindeki kargası bir anda ötmeye başlıyor gerçekte... bu bir kurgu... fakat böyle mucizeler olabiliyor değil mi bizlere de!.. Karga, Hüseyin’in okumasını, o da Demir’in hayallerini bölüyor... Hüseyin sohbete başlıyor oralı olmamasına rağmen heryeri onlardan iyi bilen bu abiyle. Demir’in de güveni inanılmaz bu küçük müsvettesine. O da söyleyiveriyor Asi ablasiyla ilgili paylaşılmışlıklarını... onun gizli yeri... Asi ablası getirdi buraya Demir’i. Gizliliklerden bahsediliyor ya... Hüseyin’de içindeki gizi açıklayıveriyor Demir’e... “Biliyor musun ben büyüyünce Asi Ablamla evleneceğim...”... Asi... evlilik... böyle bir bağ içinde Asi’nin sonsuza dek onun olması... hayallerinden bile daha ötede... Demir çoktan razı paylaşmaya Asi’yi bu çocuğun hayalleriyle. Hüseyin’in aklına geliyor... ya Asi ablası gizli yerlerini kaptılar diye onlara kızarsa... ‘Umarım’ diyor içinden Hüseyin’e... Sadece bu umutla geldi oraya... bir taşla iki kuş vurmaya... hiç düşünmeden soruyor, hazırlıksız yakalanıyor küçük dostuna...”Gelir mi dersin”... Sürüyle hep buralara çıkıyor Asi, bilmiyor mu sanki, bu abi?.. Demir’in eli buluyor yine Hüseyin’in ensesini... vururcasına uzanan bu el her seferinde nasıl durur ve okşar o gencecik bedeni... Hüseyin’de çok iyi bilir, bu vuruşlar Demir abisinden ona, en büyük sevgi göstergesi. Asi, elinden düşürmediği daldan bozma sopalarından biri, sürüyü güdüyor... otlağı melemeler süslüyor... Asi’nin oralarda oluşu güneşin de yüzünü güldürüyor, yer yer üstlerine vuruyor. Onların varlığı hemen farkediliyor... “Asi ablam geldi... “ Hüseyin yerinden fırlayıp Asi ablasının yanına gidiyor... sohbete başlıyor... Her taşın altından çıkan bu adam, sanki Antakya’da başka yer kalmamış gibi, bu kez de onun gizli yerinde okuma dersleri veriyor. Onun gelişini delice bekleyen Demir ise Asi onları farkedene kadar gözlerini esir ediyor... bir kez daha bakmaz... inatla başını onlardan yana çevirmiyor. Bilmez mi... orada neler olup bitiyor, Hüseyin bütün malumatı Asi’ye veriyor... Hatta insiyatifi ele alıp Hüseyin, Asi ablasını yanlarına davet ediyor... Gelmez... gitmesi gerek Asi’nin... O zaman Demir abiyi çağırsın Hüseyin... o gelsin... Yok, bakmıyor Demir abi... Yoksa Asi ile Demir küsler mi? Ne olacak işte... keçi... Demir Asi’nin peşinde... işler kalıyor Kerim’e... Bir araştırma yapmaya karar vemişlerdi... öylesine soruyor iş görüşmesi yaptığı adamlara, bir toplantı bitiminde... Çiftliğe ilaç lazım, karşılarındaki dükkan, zirai ilaç satıyor... oradan mı almalılar... ne derler bu işe? Kerim’i irkiltiyor gelen uyarı... onun gibi adamın işi olmaz Bülent Beyle... Cemal Ağa Ankara’dan dönmüş... tanışıyor sonunda konuğuyla... ama hiç hoşlanmıyor onun fellik fellik toprakları dolaşıp, ortak tapuları kurcalamasından... Ne yapacak bu adamla akşam boyunca... konuğunu davet ediveriyor Nerimanlar’a... İlgisini çekmeye çalışıyor, başka akrabalara, başka alanlara... Neriman’in kızlarına... Şu Cemal Ağa’nın işine bak...Böyle pat diye arayıp, akşam misafirliğe geliyoruz denir mi... Neriman telaşeye düşüyor... kızları sayıyor birbir... gelsinlerde bir işin ucundan tutsunlar ama hiç biri yok ortada. Süheyla ise köy köy dolaşıp, Kozcuoğlu kayıtlarındaki ölü bebeğin mezarını bulmaya çalışıyor. İğneyle kuyu kazımaktan beter bir iş bu... ama Süheyla oğlunun mezarını bulmaya kararlı, bu işin ucunu bırakmıyor. Asi... durmamış gitmiş... ‘gizli’ tepede okuma dersi bitmiş... Hüseyin yine Demir abisinin kuytusunda... eski sokaklardan evine yollanmakta... Çok da biliyor, çok da konuşuyor ya... ahkam kesmiş babasına... Demir abisi iyi öğretiyor, çoban olmayacak işte, mühendis olacak... Bu en olmadık anda... bir şey dürtüyor beni, donduruyorum onların karesini... güneş gibi o puslu sokağa doğan sarı ev... hemen hizasında vişne rengi, artık çürüğe dönmüş boyalı duvar sadece görüntünün perspektifinde değil... gerçekte de sürüklüyor beni geri... yoksa ileri mi... artık bende karıştırır oldum... onlar zamana ne yaptılarsa... tarifi mümkün olmayan bir noktaya çektiler, durduğum yerin, zamanın... neresi olduğunu bilemeyecek hale getirdiler beni. Gözüm bir adam ve bir çocuk görüyor yanyana ama bir kız ağlıyor orada, duyuyorum... bir erkek gözleri dolu dolu seyrediyor onu, görüyorum... kırık dökük sesler derinimde... sonunu getiremiyorum... -O sendin... geldin Asi... biliyorum... ............. ............................ -O lanet adamı çok özlemiştim... o olmadan yaşayamıyordum... ..... -Bana sadece acı veriyorsun... ................. -Uykularımda bile sana geliyordum... ........ -Seviyor musun... özledin mi... istiyor musun?.. Onlar... onların sesleri... sonradan yaşanacaklar... dokunacaklar... birbirlerine savrulacaklar... o sokak arasına, neler neler bırakacaklar.... İçimi burkan cumbalı görüntüde... cumbanın kırık pencereleri aynı kalmış bir tek çerçeve aynı yerinde değil, yer yer dökülmüş sıva bir de... her neredeyse... zaman hep böyle mi kalacak bizim için... bir gün gerçekte de gidip... o cumbayı kendi gözlerimizle gördüğümüzde ne yaşayacağımızı düşünmek bile istemiyorum... oraya giderek bu aşka dair herşeyi yaşama isteğini gerçekleştiren dostları, çok iyi anlıyorum. Yazamasalar bile anılarını paylaşırken, tıpkı onlar gibi, kimi zaman acıyı, kimi zaman sevgiyi, kimi zaman ayrılığı hissederek o duvarlara dokunduklarını, görür gibi biliyorum. Bunu yapmaya gücümün yeteceğini sanmıyorum. Onlarla ilgili önüme çıkan her detaydan sakınıyor olmaktan... önce bunun bir mucize olmadığına kendimi inandırıp... kandırıp... sonra pişman olmaktan korkuyorum. Hayal etmiyorum bunu, başıma geldi, ondan biliyorum... Geçmişi... geleceği... zamanı... o her neredeyse, olduğu yere bırakıp, şu ana... Demir ve Hüseyin’e geri dönüyorum... Hüseyin soruyor... “Sen niye Asi ablaya küsmüşsun... Asi ablamda sana küsmüş..?”... soruyor Demir...”O mu söyledi?”... yooo Hüseyin anladı... Demir Abi’si.. eğilip kulağına sırlar fısıldamıyor onunla ilgili... gizli yerlerindeydiler ama dönüp bakmadı bile ona geri. Asi Ablası ise kızgınlığını sakınıyor Demir abisinden... kayıtsız kalıyor... hiç konuşmuyorlar bile... anlamazmı Hüseyin bütün bunlardan. Asi dönüyor çiftliğe aynı yoldan... ne yüzünü görüyorum ne de bir detay seçebiliyorum ondan... arkasından vuran , batmak üzere olan güneş... yok ediyor herşeyi... Demir’de yok... gitmişler sanki o yüz vermeyince. Adımları keyifsiz atılıyor... elindeki sopası yere keyfsiz dokunuyor... köprü inşaatı da bitti, Asi bu akşamın son ‘Demir bakışını’ hayallerinde yaşıyor. Akşam çöküyor şehre... kırsala... Asi’ye... Demir’e... Melek sürekli evde olmaktan bunalmış, ne yapar bu yaşta bir genç kız çiftlikte yalnız başına...... omuzuna aldığı şal havalanmak için çiftliğin kapısında... büyük ihtimal de abiyi bekliyor... konuşabildiği bir tek o var hayatında. Tanıdık olmayan bir araç geliyor, yanıbaşında duruyor, içinden bir adam çıkıyor. Kenan kaybetmiş yolunu... akşam yemeğine davetli ya... Kozcuoğlu çiftliği diye onlara geliyor... hiç sorup soruşturmadan tutuşturuveriyor getirdiği çiçeği, Neriman Hanımın ortanca kızı sandığı Melek’in eline... Yalnış geldi ama, aradığı çiftlik ileride. Ayaküstü sohbet edip biraz, uzaklaşıyor ardından. Demir görüyor onları... Melek ne yapıyor orada... kim yanındaki adam?.. Bildiği kadarını aktarıyor Melek abisine... Cemal Ağa’nın uzaktan akrabasıymış bu adam. Demir’in kafasında düşünceler dönüp duruyor... kardeşinin yanında gördüğünde de hoşlanmadı bu durumdan... şimdi birde Asi’nin evine yollanıyor bu adam... dert etmeli mi acaba, yoksa çok mu işgillenir oldu herşeyden. Daha o bunu tam kafasında oturtamadan Arif geliyor, çiftliğe dönmüş patronuna danışacağı şeyler var ... soruyor, ikinci parti aşı geldi, ilaçlar geldiğinde haberim olsun demişti, çağırsalar mı Asi Hanım’ı... ... .... Melek... o adam... önemini yitiriyor bir anda... kafasındaki ‘Asi’ dudaklarına düşüyor bu akşam, Arif’in istediği izinde. Bir anda hevesleniyor Demir... “Gelerim dediyse... çağırman lazım...”... Arif bıyık altından nasıl da gülüyor Demir’in haline... Demir’inse birşeyi görecek... gördüyse bile umursayacak hali yok... ışıldıyor gözleri... ne yapıp ne edip bir bahaneyle aşı yapılırken ağılda olmalı... Akşam eve davet edilen misafir yüzünden buluşamıyor Kerim ve Defne... yine de bir şansını denemek istiyor Kerim... çiftliğin önüne kadar geliyor, hiç değilse bir kaç dakikalığına onu görebilse... ama mümkün değil... Neriman kesinlikle izin vermiyor... üstelik Kerim elinde telefon Defne’yle konuşurken yakalanıyor çiftlik ahalisine... Bir anda yüzüne kapanan telefon Defne’yi üzse de, İhsan ve Ökkeş’e akşamın eğlencisini veriyor Kerim... daha çok bekleyecek Kozcuoğluların kapısının önünde. Neriman’ın yemeği başarılı geçiyor... topraklarını soruşturan bu misafir yüzünden keyfi kaçık olan Cemal Ağa dışında herkes halinden son derece memnun görünüyor... leziz yemekler... aile ortamı... daha ne ister ki Kenan. Doğan çiftliğinde ise sakin bir ortam yine... iki kardeş başbaşa. Arif bildirmek için geliyor... Asi Hanım’a ilaçların geldiğini söyledi, O da ilgilenirim dedi... Demir için yeterli değil bu bilgi ... soruyor... “Gelecek mi... gelmeyecek mi?” Sadece ilgilenirim demiş... düşün ki bulasın Asi ne yapacak şimdi!.. Kerim giriyor bu arada salona kös kös... suratı beş karış. Demir ‘de şaşırıyor Melek’de... beklemiyorlardı onu... boş bulunup soruyor Demir bir de... “Seni beklemiyorduk!”... Geldi işte Kerim... olamaz mı?.. Olur tabi de... sen şu işin aslını söyle bakayım diyor Demir... ona bir göz işaretiyle... Kozcuoğlularına Almanya’dan gereksiz bir akraba gelmiş... o nedenle Defne’yle buluşmaları mümkün olmamış. Bu yeni haber değil Melek ve Demir için... yolu kaybetmişti onlara geldi, bahsedilen misafir... “Elinde bir çiçek damat gibi dolanıyordu...”... yüreğine indirecek Melek Kerim’in... yavaş yavaş söylesin... ama bildiği, duyduğu bir şey varsa hemen söylesin. Yok tabi ki... kapı ağzında bir yabancıyla birkaç dakikada ne konuşulur. Süheyla katılıyor bu esnada onlara... konu değişiyor yan çiftiğe gelen misafirden Melek’in boş boş çiftlikte oturuyor oluşuna...teyzede yanlız bırakıyor onu ... abisi de yok... ne yapsın yalnız başına. Kozcuoğluları cıvıl cıvıl... neden onların çiftlik öyle değil... Bir düşünme molası daha veriyor bu basit sözler bana... Evi dişi kuş yapar demiyorlar boşuna... Neriman’ı sevelim sevmeyelim farketmez, ama İhsan’a duyduğu aşkla çocuklar doğurmuş... dört duvarı cıvıl cıvıl yuva yapmış ailesine eğrisiyle doğrusuyla... Süheyla genç yaşta kırılmışlığıyla, yaşanamamış aşkıyla eksik... hiç bir zaman o cıvıltıyı kendine taşıyamamış ki çevresine taşıyabilsin. Kol kanat germek yeğenlerine, onları delice sevmek yetmemiş yuvasını neşelendirmeye... aşkın bizi saran o heyecanından yoksun yaşamış ve yaşatmış çevresini senelerce. Hiç oturmayacaklar bir tutamda aşkı koyabildiği... “Şöyle güzel bir sofra”ya... 71 bölüm boyunca, farketmiyor acıda veya mutlulukta... Melek’in hissettiği o cıvıl cıvıllık, hep Kozcuoğluları’nda. Doğan Çiftiğinin terası... Kerim’i görüyoruz gergin, elini yumruk yapmış ağzında. Demir serbestçe uzanmış, başını ahşap sezlongun yastığına dayamış... bırakmış kendini tamamen, eziyor minderleri günün yorgunluğuyla. Arkadaşının sıkıntısının farkında... dayanamayıp takılıyor... “Sen bu gece zor uyursun”... ama uyumasını öneriyor yine de... belki rüyasında Defneyi görür. Demir dalga geçmeye devam ediyor... Kerim’in mutlaka sevgilisini görmek zorunda oluşunu anlamıyor görünüyor... öneriyor... Defne’nin penceresinin altında serenat yapsın... Gidip dolaşşın biraz Kerim, duramaz bu sinirli oralarda... Durmuyor Demir’de hala arkadaşına takılmaya devam ediyor inatla... ıslık çalsın bari, hiç bir şey aklına gelmiyorsa... Başı yine minderi buluyor Demir’in... Kerim’in peşi sıra söylenirken hala, gözleri kapanıyor. O kadar keyifsiz ki Kerim, arkadaşına ses bile veremiyor. Demir, yüzünde hala eğlenir bir gülümseme, gözlerini açıyor... Asi orada... görüyor. Uyumaya ihtiyacı yok onu görmek için... onun yüzündeki her çizgiyi o kadar net biliyor... Her bakışı... her hayal edilen dokunuşu... şaşırtıyor. Gözlerini kırpıyor ona doğru eğilişine, inanmakta güçlük çekiyor... bu olamaz... gerçek gibi hayalleri bile. Asi’nin saçlarının, yanaklarına, dudaklarına değdiğini hissediyor... Asi ona yaklaştıkça, gözlerini bu açıya göre ayarlıyor... sevdiği, onu gülümseten yüz kaslarını gevşetiyor... eğlence bitiyor Demir’de tatlı bir sızı başlıyor. Demir bir başına, bu dokunuşlarda... o gece... Asi’yle yalnız kalmayı hayal ediyor. Kozcuoğlularında misafirler geçiriliyor... neşeli vedalaşmalardan sonra herkes geceyi sonlandırmak üzere eve giriyor... Asi hariç... Asi’nin gecesi henüz yeni başlıyor... Bihaber, ruhu bir adamla beraber... kendi düşlerine yollanıyor. Sarılmış yine salıncağın ipleri... özgürlüğe doğru açılıyor... Özgür artık Asi’de, Demir’i istediği gibi hayal ediyor... onu en sevdiği o haliyle, ama gözlerinde apaçık bir aşkla görüyor. Bu kadarla da kalmıyor, hayal gerçekle kahramanca çarpışıyor... gidebildiğince cesaretini sınıyor. Sevdiği hayallerinde de çekingen ama Asi’nin... çiftliğini bahane ediyor, ‘bana gel’ diyemiyor... Özledi onu Asi... gözünü açar açmaz onu bulmayı... ellerinden onu yudumlamayı... yanmayı özledi şimdiden. Demir’de eksik hissediyor Asi’siz kendini, tıpkı Asi’nin Demir’sizliğindeki gibi... dahasını, ilerisini düşünemese bile... itiraf ediyor hayalleri... “Sensiz hiç bir yerin anlamı yok artık... Çok özlerim gelmezsen...”... Memnuniyet, sevinç... aşk... dönüşümler içinde Asi’nin gözlerinde. Yüzünde Demir’e göstermekten çekinmediği bir mutluluk... gülümsüyor aşkla sevdiğine. Bırakmasına müsade etmemiş Demir onun... izin falan sormadan gelmiş bak düşlerine... ‘bitti’ demesi yeterli değil Asi’nin... Demir çoktan yerleşmiş Asi’ye... düşlerinde başköşede. İrkiltmiyor omuzuna dokunan parmaklar... yavaşça geriye dönen bakışlarında ne görmeyi umduğunu biliyor... şu anda Demir’le yapayalnız olmak istiyor. Hayallerin kime ne zararı var... ama Asi gerçeğini istiyor... o kadar istiyor ki... yeni çıkan aya dönen yüzünde gerçek, hayal birbirine karışıyor... kapanan gözlerinde Demir’in hayalinin belirmediğine o akşam e.min’i Asi bile inandıramıyor... Dili ne denli babası ile ilgili hayaller dilediğini de söylese sonradan, yürek o ayı gördüğünde aklına gelende kalıyor... hiç bir söz yüreğin dileğinin, Asi’nin gözlerindeki Demir’in ötesine bir şey taşıyamıyor. Asi, Demir’le hayaller kura dursun... İhsan onun kapısına dayanıyor... Kozcuoğlu çiftliğinin bu akşamki son konuğu olan Bülent’in getirdiği parayla... gecenin bir vakti olmasına aldırış etmeden, soluğu Demir’de alıyor ... Ailelerin arasındaki husumet düşünülecek olursa... garipsemiyorum Demir’in yüzündeki şaşkın ifadeyi... birde üstelik, sevdiği kızın babası. Ama asıl ilgimi çekiyor hürmetkar ses tonuyla, nezaketli söylemi... düşmanını içeriye buyur etmesi.... Pek garip olurdu İhsan’ın bunu kabul etmesi... İhsan’ınsa vakti yok, sabrı yok nezakete... borcunu verecek, söyleyeceğini söyleyecek ve gidecek... yakın ilişkiler kurmak istemiyor, komşu olarak bile Demir’le... Senetler yine bu bölümde, İhsan’ın da dilinde... Demir, yırtıp atabilir ikinci kağıt parçasını da... Hiç çekinmiyor, karşılığını bile almadan onca varlığı bu genç adama aktarmaya... Demir’e güveniyor mu demek oluyor bu... verdiği onca acıya rağmen, nasıl e.min olabiliyor, Demir herkese davranır hakça. Demir’e uzanan el dostluk eli değil... para dolusu bir çanta. Bu bir oyun.... İhsan farkında... üstelik seyirci kaldı baba olarak bu oyuna... alet etmesin kızını Demir, hıncına... sana güveniyorum, paranı al... kızımı rahat bırak... sözümü kulak ardına atma diyor ödün vermez tavrıyla. Bu değil Demir’in istediği... o kızı değiş tokuş edebileceği bir şey yok hayatında... pazarlığa açık değil yüreğindeki... şartlar Demir için de değişti. Ama uzak ve yakın geçmişin getirdikleriyle, dönüp arkasına bile bakmıyor İhsan, yararsız Demir’in ona seslenişi... Demir düşünmeye fırsat bulduğunda endişe de duyacak... nereden buldu İhsan bu parayı. Gecenin karanlığı... kayboluyor yavaş yavaş ufkun kızılıyla... gün doğuyor yine bu topraklara... Hava aydınlanmış çoktan... Demir uyumaz bu saatlere kadar ama bu gece istisna... hatta işçiler başlamış çalışmaya... ama alışık olunmayan bir hareketlenme var, sesler ulaşıyor Demir’in kulaklarına, kalkıp merakla bakıyor dışarıya... Sevinç’i görüyor... tanımadığı bir kadın yanında. Giyinip iniyor yanlarına. Sevinç izzah ediyor, Asi herşeyi ayarlamış, güvendiği bir veteriner yollamış... Sevinç’in de yardımıyla aşılamayı yapacaklarmış. Soğuk teşekkür sözleri gidiyor Sevinç’in eliyle Asi’ye... anlıyor ki Asi kararlı kendini uzak tutmaya Demir’e. İşler durmuyor... Arif haber veriyor, Demir Bey bekleniyor, toplantı yapacağı misafirleri geldi çoktan çiftliğe. Toplantısını bile çiftliğe aldırmıştı Demir, görebilmek için onu aşı yapmaya çiftliğe geldiğinde. Omuzları düşük, aklında Asi, moralsiz ve isteksiz başlıyor Demir güne. Kozcuoğlu çiftliğinde, kadınlarda hummalı bir telaşe... yünler çırpılıyor yorgan yapmak üzere, onca yer dururken koca çiftlikte, salonun tam orta yerinde... Kızların diplomaları umurunda değil Neriman’ın... onları evlendirme derdinde. Şehirde Kerim koştura koştura yetişiyor bir toplantıya Demir yerine. Yolda konuşuyorlar gelen kişiyle... bir ricası üzerine araştırma yapılmış, İhsan Bey’in borç aradığına dair bir söylendi yok, ama sıkça görüştüğü Bülent Bey, serbest bölgede iş yapıyor ve kaçakla ilgili büyük işlere girmiş diye söylentiler dolaşıyor... hatta Emniyet onu gözlüyor... Kerim’in bu duyduklarıyla tadı kaçıyor. Cemal Ağa’nın konağında ise Kenan yayılmış salona, iş yapıyor, laptop önünde... bir taraftanda laflıyor kendisine ikram edilen kahve eşliğinde... ögreniyor madamdan şehirdeki konaklarını satmak zorunda kaldılar, İhsan’ın işleri kötü gitti bu sene. Asi ise her zamanki gibi toprağında iş derdinde... eski traktör, zorlanmaya gelemiyor duruveriyor toprağı sürerken orta yerde... kontak direniyor Asi’nin tekrar tekrar denemesine... Demir’in toplantısı bitmiş, şehre gitmek üzere, yolda Asi’yi farkediyor... uçsuz bucaksız tarlada, sebatla mücadele ediyor sevdiği, eski püskü traktörle... Duruyor ve seyrediyor Asi’yi... ona traktör kullanmayı öğreten eller hayat veremiyor bu sefer çiftliklerinin emektar traktörüne... her denemede sessiz kalıyor, ses vermiyor hiç bir denemeye. Ökkeş Efendiye haber salıyor sonunda Asi, yanındaki işçisiyle... Orada beklemesinin de anlamı yok, traktörün tekrar işlemesi biraz zaman alacak heralde. Diğer işlerine bakmak üzere başlıyor yürümeye... Demir’in arabası hareketleniyor Asi’yi yolda kaşılamak üzere... Aklında bozuk traktörü, Asi farketmiyor yolda görene kadar onu. Alt tarafı bir adam hiç bir farkı yok diğerlerinden... ama etafındayken o, Asi’nin beti benzi kesiliyor istemeden. Gözgöze gelmemişlercesine bir anlığına, hiç görmemişçesine onu, yürümeye devam ediyor... Demir arabadan çıkıp ona sesleniyor... teklifi açık ve net... “Traktör çalışmıyorsa benimkilerden yollayabilirim”. Demir onun yardımını hevesle kabul etti... hatta bunun için yol gözledi ama Asi’nin burnu Kaf dağında, tereddüt etmeden Demir’in yardımı çeviriyor geri... Sormadan da duramıyor ama, yoksa iki çiftlik arasında dayanışma mı başladı. Demir’in onun ardından seslenişindeki stratejisi tutuyor, belli... sorularıyla yanında alıkoymayı başarıyor Asi’yi... Dayanışma olsa Demir’in hayvanlarıyla ilgilenirdi, Asi... ama ilgilenmedi, daha bir gün önce onların başlarında beklerken, yaşasınlar diye çabalarken, bir anda sevgisi bitmiş gibi... Demir... nasıl da açığa çıkarıyorsun... nasıl da belli ediyorsun sevgini... ve hala durduramıyorsun değil mi kendini... soruyorsun... “Ne oldu... sevgin birden bitti mi?”... konuşmaları devam edip gidiyor... araya ‘önemsemeler’ giriyor... ‘birini göndermeler’ giriyor... oysa Demir illaki Asi’yi... bir tek Asi’yi istiyor. Ama Asi oralı değil... dönüp tekrar gitmeye yelteniyor... bir kez işe yaradı Demir’in taktiği, bir kez daha deniyor.... yine onun peşi sıra sesleniyor, bu sefer Asi’nin kendi sözlerine şahitlik ettiriyor... “Başladığı işi yarım bırakıp gitmez Asi...” ... ama işte gidiyor. Birini sevmek onu her yönüyle tanımayı da beraberinde getiriyor... bu zaman alıyor, ama Demir iyi bir gözlemci... kısa zamanda yakalamış Asi’nin püf noktalarını... doğru noktaya üflediği anlaşılıyor. Asi hışımla dönüyor. “Aşı yapıldı mı? Yapıldı... Niye uzatıyorsun bu meseleyi?”... Bütün konuşma boyunca konu koyunlar gibi ama onlar kendilerinden bahsediyor. “Beni yarım bırakmandan bahsediyorum” diyemiyor Demir... dillendiremiyor hala... aşkı mı bu... sevgi mi... tutku mu?... Biz bile hala Asi-Demir’i çözememişken, yıllar boyunca, anlıyorum onları, Asi-Demir ne... bilmiyorlar daha. Bu herneyse, bunu yarım bırakıp gidebildiğinden bahsediyorum, diyemiyor Demir. Duymazdan geliyor bu imayı Asi... yoluna dönüyor. Demir artık sözleriyle onu tutamaz biliyor... Asi ona kayıtsız kalmayı kafasına koymuş... dinlemiyor. Onu arabasıyla takip etmeye başlıyor... Ara ara baksada onun yanına kadar sokulan arabasına, Asi umursamazca yürümeye devam ediyor. Ne bekliyor ki Demir... Asi’nin dönüp ona, ‘Beni gideceğim yere bırak’ diyeceğini mi sanıyor. Böyle olmayacak, anlaşıldı... zorbaya iş düşüyor. Bir manevrayla arabasını Asi’nin önünü kırıyor... resmen yol kesiyor... Asi’yi durdurur mu bu, çimenlik alandan yoluna devam ediyor. Belki yine ona seslenmesini bekliyor ama bunun için geç kalındı... o nokta çoktan aşıldı. Belinden onu sertçe kavrayıp geri döndüren parmaklara hazırlıksız yakalanıyor Asi. Ne yapıyor Demir... delirdi mi?... Eeee çok da akıllı işi değil gibi... Arabasına binmesini istiyor Demir... konuşmaları gerek... şimdi de o, Asi’yi duymuyor, umursamıyor... “Bıraksana beni... Tamam konuşuruz ama böyle olmaz!” lar söylendikleriyle kalıyor... Onun ellerinden kurtulma çabalarını Demir her seferinde boşa çıkarıyor... o el o beli her seferinde kararlılıkla yakalıyor... “Başka türlü olmuyorsa böyle olacak... önce arabaya geç...” ... Ona bağırıp çağırsın istiyordu... bağırıyor işte Asi. Hırçınlıkla... hesap soran dokunuşlarla elleri Demir’i bulsun istiyordu... buluyor onun için çarpan yüreği bedeninde ve kuvvetlice göğsünden itiyor işte Asi. Gözleriyle hırpalıyor Demir’i, kararıyla sarsıyor... zorbalığına rağmen kendi isteğiyle Demir’in arabasına biniyor Asi... Konuşmak mı istiyor, Demir... “Kabul ” ediyor Asi... çünkü Demir’i deli gibi seviyor bu keçi. Arızalı traktörün başına geliyor İhsan ve Ökkeş... Ökkeş traktörle ilgilenirken, İhsan aranıyor... nereye gitmiş olabilir Asi... bakınırken etrafa, uzaktan uzağa şahit oluyor... Demir Asi’yi arabasına zorla bindiriyor... Ökkeş’in çalıştırmayı başardığı külüstürle düşüyorlar peşlerine ama bu araçla onlara yetişmek mümkün değil, kestirmeden dere kenarına gitmeye karar veriyorlar... Asi-Demir oraya gitmiş olabilirler. Sakin sulara mı vardılar, yatışmış gibi öfkeleri. Hiç bir şey sormuyor Asi... Demir’in de bir şey söylemeye yok gibi niyeti... alıp başını gidiyor, yanında Asi. Asi belki tahmin edebiliyor güzergahdan, nereye gidebileceklerini... biz ilk kez görüyoruz hırçın denizin Asi’yi geriye döndürdüğü yeri. Hüseyin’e hak vermemek elde değil, her yeri biliyor Demir, onlardan iyi. Yalçın kayaları oymuş deniz... rüzgar... zaman... Asi-Demir’i ağırlıyor şu an. Bir yan dik yamaç ... kabarıp duran dalgalar diğer yan... Rüzgar dağıtıyor Asi’nin saçlarını... Yer yer alıp taşıyor denizi, yüzlerine yüzlerine savuruyor, soğuk... tuzlu çiseyi. Bu serpintiler mi kendine getiriyor Demir’i... yoksa Asi’nin yeni sessizliği mi?... Birden ne oldu ona... öyle davranmaya, Asi’yi zorlamaya hakkı yoktu... yaptığından pişman. Ama Demir’i dinlemesi için başka bir yol da bulamadı... dinliyor o zaman Asi. Hava o kadar kapalı değil... ufukta gördüğüm gri-mavi gök mü... ne yaratıyor bu dalgaları... bu rüzgarı... Hırçın deniz bulmuş onların ayaklarının altını... Akıtmış yer yer sularını... alışkın izler, hiç yadırgamıyor ara ara gelip onlara ulaşmaya çalışan dalgaları. Demir başlıyor anlatmaya... kendine tarafsız bakamadığının farkında, hele içinde haklılığına inandığı bir öfke var ki, birikmiş yıllarca...Antakya’ya ilk geldiğinde, bildiği bir Demir vardı içinde... az çok tanırdı onu... “O Demir yine öfkeliydi... ama neye üzüldüğünü, neye sevindiğini bilirdi... “ Asi’nin gözleriyse kendi tanıdığı Demir’de o anda. Sevinen bir Demir görmedi hiç o... kendiyle olduğu bir kaç anı dışında. Düğüm düğüm olmuş yüreğini ona açmaya... onunla birlikte açmaya çalışıyor sanki “...kötü bir adam olmadığını... başkalarının hayatıyla oynayacak biri olmadığını bilirdi”... şimdi onu tanıyamıyor Demir... Öfkenin pençesinde oyuncak oldu sanki... Duramıyor Asi’nin yanında daha fazla... durursa ona da zarar verecekmiş hissiyle mesafe koyuyor sevdiği kızla arasına... Bir türlü geçmeyen kızgınlığını aklısıra uzağa taşıyor Asi’den. Sanki başka birinden bahsediyor Demir... kim bu... ne bu... aslında Demir’in kendi kendiyle hesaplaştığı, itirafında bile , kızgınlığını körükleyen, bir bilebilsem! Asi onun ruhunda yaşadığı kargaşaların farkında... çok düşündü, onu düşündü, onun için düşündü... yerinde olsa Demir kadar serinkanlı olabilir miydi?.. Annesini almış olsa o nehre düşman olabilir miydi?.. O sevdiği birini hiç kaybetmedi... nasıl bir his bilmiyor... çok zor olmalı... anlayabiliyor. Demir suskun... onun yerine cevabı dalgalar veriyor... kocaman bir tanesi önlerinde patlıyor. “Bu öfkeyle yaşayamaz... olanları unutmasa bile artık kabul etmesi lazım...” çok geç anlamış olsada, bunu biliyor Demir... Konuşulup bitirilmesi gerekenler, sorulup cevaplandırılması gerekenler... geçmişin bilinmezleri çözülmemiş... Sessizlikle beslenmiş... suskunlukta beslenmiş... unutulmasına izin verilmeyen bu öfke, nasıl altı yaşında bir çocuğun olabilir. Görmez mi... görüyor...Teyzesinin kendi kaderinden, kendi öfkesinden yaptığı kalenin duvarları Demir’i dört bir yandan kuşatmış, içine hapsediyor. Tanımadığı, bu Demir’dir işte... Demir’e yabancı bir tutsak yüreğinde... tutsaklığıyla öfkeli... bilmedikleriyle öfkeli... Demir bu tutsağın ona yaptırdıklarından yorgun... Biliyor ki bu tutsağı öfkeye aç ve çıplak, sevgiye açık tutmalı... Geçmişin gölgesinde bir ömür yaşamak istemiyor... Artık bu defteri kapatmalı... En önemli yanı ise ‘nasıl’ı... Bu öfkeyle başlattığı şeyler ona şimdi ayakbağı... öylece bırakamaz, insanların hayatlarıyla oynadı. Ne pahasına bilmiyor henüz... ciddi kaygıları var bu konuda, ama bir şekilde İhsan ikinci senedi ödedi. Çok sevdiği kızını geçmişe kurban vermek istemedi... elinden geleni yaptı. Demir susuyor bu noktada... devam etmiyor daha fazla... ama soruları artık içindeki tutsağa... “Sen ne yaptın sevdiğin için...onu geçmişe kurban vermemek için... neredeyse atına uzandığın gibi hırçınca ona uzanmak istedin. Almak istediğinden başka bir şey düşünmedin, çünkü onu deli gibi istedin. Ama kıl payıyla kıyıdan döndük işte birlikte, seni zamanında farkettim. Demir biliyor ki aşkı, sevgiyi yeni yeni tanıyor... böyle aşık olmamış, böyle sevmemiş hiç... ‘nasıl’ını bilmiyor. Aşk kendiliğinden geldi onlara... istekle olmaz, bir mucizedir. Sevmekse öğrenilen bir şeydir... öğreniyor Demir... Asi’yle değişiyor Demir. Elleri ceplerinde öylece dururken Asi’nin karşısında... kayıp onun bakışlarında. Ondan duymadı daha sevgi sözcükleri... ama nasıl da hissediyor Demir’i sevdiğini... Asi’ye uzanmak istiyor, uzanamaz şu anda... öpmek istiyor, öpemez şu anda. Rüzgar yardım ediyor ona... bir tutam saçını alıp dolaştırıyor Asi’nin dudaklarında... yüreğinin çırpınışlarını taşıyan dalgalar sesleniyorlar ona... “Seviyor bu adam seni çılgınca.” Asi biliyor... sessiz sevdiğinin dokunuşları, o an dudaklarında. Gecenin yaklaşan rengiymiş gördüğüm ufukta... gri-mavi, karanlığa dönüyor... rüzgar diniyor, dalgalar duruluyor kıyılara çöken akşamla. Asi-Demir geride bırakmışlar acıları... anlayışlar yanyana, adımların uyumunda... Huzursuz ama Demir... eksik var hala yaşadıklarında... içindeki dürtüler daha fazla duramıyor, çıkıveriyorlar Asi’ye ani bir dönüş ile ortaya... Nasıl bekliyormuş Demir’in bu seslenişini “Asi...” heyecandan kalbi duracak konuşursa... O dalgalar gibi engellenemez Demir, o rüzgar gibi bakışları dolanıyor Asi’nin dudaklarında. “Yardım et” diyor “...bana...”... yardım et... dudaklarını hissetmek istiyorum dudaklarımda. “Değişmeli bir şeyler” hayatımızda... sana dokunmazsam öleceğim şuracıkta... Asi nasıl yardım etsin... ölüyor olsa bile kımıldatamaz kendini... kalbi durmak üzere çarpıntılarda. Rüzgarda yok... ne yardım ediyor onlara... bağı çözülen dizleri belki... sallanıyorlar aşkla... Denizin kokusunu bastıran bir aşk var buram buram havada... Nefesleri sıcacık... o delice çarpan yüreklerin yanıbaşından çıkıp gelmiş... dudaklarından evvel yüreklerini öpüştürüyorlar aralarında. Tadını çıkarıyorlar bu yakınlığın ama korkuyla... ürperiyorlar... yaşayacaklarını hissetmenin korkusu mu bu onlarda... İlk defa Asi’ye bu denli yakın Demir... onu isediğini defalarca belli etti... ama hiç bu noktaya gelmedi... şu anda yaşadıklarını tahmin bile edebilmesi mümkün değildi. Biliyor, bu Asi için bir ilk... sanki kendisi için değil mi?.. Belki bu noktada asılı kalmalı Demir... ızdırap ile zevk arasında... hep o uzaklıkta, hep yüreğini Asi beklentisiyle böyle çarptırmalı... o hayal, o dudaklar çoktan müptelası etti Demir’i... ama Asi’ye yazık... ona gerçeği yaşatmalı... Demir’i tattırmalı. İlk defa Demir’e bu denli yakın Asi... Demir’in onu hırpaladığını sanırdı... nasıl yanılmış... hiç dokunulmuyor olmasına rağmen asıl şu anda hırpalanıyor. Bugün tutup ittiği o göğse delice uzanmak istiyor... söz geçiripte laf dinletemediği elleri karıncalanıyor... parmaklarının hayallerini kurduğu bu adamın kısacık saçlarına uzanmak hayatının gayesi oluyor... bu nasıl bir şey, gittikçe ona yaslandığını hissediyor... yüreği “Hadi Demir...” deyip duruyor... sana daha fazla yardım edemem... ısdırabıma son ver, bana Demir’i tattır...kalbim duruyor. Bir balıkçı... bir sesleniş ile her şey yarım kalıyor. Asi ve Demir... başka tatlara davet alıyor... Her ikisininde gözlerinde hayal kırıklığı... bu anı kaçırmış olmanın hüznü... ama aynı zamanda bu noktaya gelebilmiş olmanın hazzı... balıkçıya yöneliyorlarken, Demir’in elleri yine kendi kendilerine söyleniyor. Dere kenarında bulamadıkları Asi-Demir’i, köprüde aranıyor İhsan... gözler araştırıyor köprü çevresini... ama orada da yoklar... başka bir şey düşünmek zorundalar... bu böyle olmayacak... Demir’in çiftliğine dayanıyor bu akşamda İhsan... artık hava kararmış... iyice telaşeleniyor İhsan. Çiftliğe geldiğini düşünmüşlerdi... Demir’le... ama Asi orada da yok... Melek uzaklaşıp terastakilerden Demir’i arıyor cepten... Kamera Asi-Demir’e tekrar döndüğünde, balıklarını yemiş görünüyorlar... Asi balık için Demir’e teşekkür ediyor... ağızlarındaki lezzeti bilemiyorum ama o öpücüğün tadı yaşanmışçasına gözlerde kalmış... o görülüyor. “Hayat ne garip, bir anda insanın duyguları nasıl değişebiliyor”... Demir cehennemi yaşıyordu onsuz... bak şimdi bulutların üzerinde dolaşıyor. Balıklarını ağızlarına götüren her dokunuşta... parmakları, kalakalmış o öpücüğü tazelemiş birbirleri adına... dudakların duyarlılığı artmış gibi görünüyor daha da. Asi’nin gözlerine çektiği engel yok artık... Demir hayallerin de ötesinde Asi’yi görebiliyor. Asi, “Belkide arada bir buralara kaçman gerekiyor” derken gözlerini mi kastediyor... Demir zaten sığınmış o limana, hiç bir yere gitmeye niyetlenmiyor. Telefonunun bile çaldığından habersiz... onunlayken kalbinin ritim bozukluklarına alışmış olmalı... yine öyle bir şey sanıyor. Ama değil... düpe düz telefon çalıyor. Melek arıyor. İhsan Bey, onların çiftliğine gelmiş, Asi’yi arıyor. Demir’in telefonuna cevap verdiği , Asi’nin Demir’in kendiyle ilgilenmediğini sandığı bir an bu an...o kadar alelade, o kadar olağan... Her ikisininde gözleri başka başka yerlerde. Demir kardeşine cevap verirken, Asi’de bir hayal yaşanıyor. Bitmesin istenen o anlar... içte biryerlere depolanıyor... saklanıyor. Öyle bir rüya aleminde Asi... Demir’le, Demir’in katılmadığı bu anını yaşıyor. Birini böylesi hissetmek, yakınlığında ötesinde bir şey... tekil bir şeylerler de gizli aşkda diye bana düşündürüyor... ‘O’nun dahi katılamadığı kadar özel... sesi kulaklarında... dokunuşlarının eksiğini dolduran saçları yüzünde... öyle bir yerde işte... duruyor yüz yüze bu hayalle. Demir’i yaşadığı en güzel hayallerinden birinde... yakalanıyor bakışları Asi’ye kayan Demir’e. Ama Demir’in yüzünde bir endişe... duyduklarıyla, kaçırıyor kendini görebileceği bu fırsatı, Asi’de...“Asi yanımda “ deyişiyle Asi dikkat kesiliyor Demir’e... İzzah ediyor Demir... “Baban... senin için endişelenmiş. Bizim çiftilkteymiş...”... Asi şaşkın sormak gafletinde bulunuyor...”Neden ki?” ... konuşmuyorlar yine... bakışarak anlaşıyorlar... söylenecek ne varsa söylüyorlar birbirlerine... İhsan’ın endişelerini, Süheyla dillendirecek sonradan, onlar yerine.... Dönüş yolunda Asi arıyor babasını telefonla... kızının sesini duymak sadece, yetiyor İhsana... bütün sinirleri gevşiyor, bu rahatlamayla... kapanıyor telefon Asi’nin suratına... Bu kadar endişelendiğine göre görmüş olmalı babası onları... Demir dayanamayıp, paylaşıyor Asi’yle bu kaygısını... soruyor...”Gelip onunla konuşmamı ister misin...?” Demir kıyamaz ona... istemez Asi’nin bu sorunu yalnız başına göğüslemesini ama Demir’in İhsan ile konuşması için uygun bir zaman değil bu... şu anda ne Demir anlatabilir, ne babası anlar, olan biteni. Demir Asi’yi bırakıp çiftliğe, dönüyor geriye... İhsan’da varmış binaların ana girişine... becerebilse, Demir’i arabadan çıkarıp, ayaklarının altına alacak şöyle bir güzelce... Ama Asi sapasağlam, bekliyor işte onu ilerde... ona yöneliyor korkuyla keskinleşmiş öfkesi... soruyor “Neredesin sen?”... ama daha bu sözler bitmeden, sarılıyor kızına, onu karşısında böyle gerebiliyor ya... İkna olduktan sonra Asi emniyette ve yanında, söyleniyor ve soruyor aynı zamanda... neden Asi’yi arabasına zorla bindirdi... neden yaptı bunu. Oysa sadece konuşmak istiyordu Demir... ne biçim bir konuşmaymış bu... doğruyuda buluveriyor baba içgüdüleri... “Bir zorba gibi!”... Asi savunuyor Demir’i... kendi onun gözlerinin içine baka baka söyleyebilir ama kimselere söyletmez... zorba değil sevdiği. Biliyor ki Asi direnince ona, öfkelendi... azgın deniz gibi sevdiği... dalgalarını da bilir, sükünetini de Asi... Bu günde pek çok şey öğrendi sevdiğiyle ilgili... o daha küçücükken öfke aşılamışlar, geçmişin yükünü omuzuna yüklemişler, kendince Asi’den özür dilemek istedi. Yürek adamı İhsan’da... o genç adam şaşırtıyor kendisini... Asi’nin sözlerinde affetmese bile, anlamaya çalışıyor Demir’i. Demir sıkkın... daha salondan içeri tam girmemişken durduruyor teyzesinden gelebilecek her hangi bir tepkiyi... “Sakın bir şey söyleme teyze...... İhsan Bey, şimdi Asi’yi sorguya çekiyordur... hesap soruyordur... bundan da ben sorumluyum.” Oturma bile oturamıyor... huzursuzca gözleri yan çiftlikte olanları görmeye çalışıyor... Asi sıkıntıdayken o rahat edebilir mi... edemiyor. İhsan’ın aşırı tepkisine Süheyla açıklama getiriyor... İhsan çok korkuyor... “Korkuyor mu?”... Süheyla’nın başına gelenin, kendi kızının da başına gelmesinden çok korkuyor... Demir’in yüzü bu açıklamayla yere dönüyor... allak bullak oluyor... çene kasları geriliyor. Haksız mı İhsan korkusunda... intikam yeminleriyle geldi Demir, bu topraklara. Bir can alındı Kozcuoğlularından bir can vermede sıra... geçmiş böyle işlememiş miydi... İhsan haklı kızı adına korkmakta. Demir’in midesi bulanıyor bu düşünceyle... Asi’yi istiyor oluşu, bunun doğal sonucu, nasıl çirkin bir hale geliyor böyle bakıldığında... Asi... onun asi sevgilisi... bakmaya doyamadığı Asi’ye... böyle bir şeyi yapabileceği nasıl düşünülebilir... Demir bunları anlayamaz... anlaması da beklenemez... isyan ediyor bu anlayışa. O, Asi’nin saçının teline zarar vermez... veremez... Rüzgarlara emanet eder sevdiğini o... solar asi çiçeği diye, dokunuşlarını bile esirger. Acılar çekildi gerilerde... yıprandılar birlikte... ama eski hikayeler bitmeli artık... Demir usandı yaşamaktan geçmişte. Ertesi gün, ilgilendiği eski su depolarının ve çevrenin fotoğraflarını çekmek için Kenan geliyor çiftliğe... ilk Asi’ye rastlıyor avluda, Asi unutmuş Kenan’ın geleceğini... karşılıyor onu şaşkınlıkla. Kenan, resimler çekip duruyor etrafta... Neriman Hanım’a teşekkür etmek için salona çıkarken, önden gönderiyor Asi’yi... onun da resimlerini çekiyor merdiven başında... daha çekilecek çok resim var ama... İhsan Bey’den izin alıyorlar, kızlar ve Kenan, çıkıyorlar Antakya kırsalını fotoğraflamaya. Demir ve Kerim ise ofiste... Kerim bilgi veriyor Demir’e... İhsan Bey’in görüştüğü Bülent Bey, büyük partiler halinde kaçakçılığa girmiş söylentileri dolaşıyor şehirde... poliste peşinde. İhsan ve Bülent’in birlikte iş yaptıklarına dair bir bilgi yok ama geçen akşam Bülent’i gördü Kerim, Defneyi aranmak için çiftliğe gitiğinde. Bu haber düşüdürüyor Demir’i... o akşamdı İhsana’ın elinde para çantasıyla kapısına dayandığı... canı sıkılıyor bu tesadüfe. Kozcuoğlu kızları, dolaştırıyor Kenan’ı... her yerde resimler çekiliyor, bir su deposu iyiden iyiye incelemeye alınıyor... bu arada onlar gibi etrafı gezen Melek’e rastlanıyor... o da aralarına davet ediliyor... cıvıl cıvıl bu gurup, top oynayan işçileri görüp onlara katılmaya kara veriyor. Çoluk çocuk top oynarken, iki ciddi iş adamı işten eve dönüyor... Kerim sürekli Defne’yi arıyor ama cevap yok... işlerden fırsat bulamadı, dün gece zar zor bir mesaj atabildi... kızmış olmalı sevdiği, telefonu açmıyor. Hiç şikayet etme diyor içinden Demir... sevgilim kızdığında benim çok hoşuma gidiyor... Kerim’in dikkatini... çayırda top oynayan guruba yaklaşan ‘bizimkiler’ çekiyor... Demir’i durduruyor. Arabayı emniyetle şarampole çeken Demir, Kerim’i indiriyor... O ise top koşturmak falan istemiyor... Samimiyetle konuşan Asi ve Kenan’a odaklanıyor... Sadece Kerim değil, bu akrabadan o da nefret ettiğini hissediyor. Ne hakkı var Asi’ye dokunmaya... hele Asi... nasıl güler Kenan denen o adama... Gözleri fener gibi çakıp çakıp duruyor... Kenan’a bir uyarı gönderiyor, “o elini sevgilimin sırtından hemen çek diyor”... Biraz evvel Asi’nin kızgınlığını mı aklından geçirmişti Demir... gözleriyle şu an örnekliyor. Asi’nin gülen gözlerine aldanıyor... kızgın, en az onun kadar sevdiği de... Neden Asi’nin yanına gelmiyor... tenezzül mü etmiyor, yoksa Asi’yi mi görmek istemiyor... Oynadıkları, yakantopta can kazanan Asi... işte bir fırsat yakalıyor... attığı top herkesi aşarak Demir’in arabasını buluyor... Aracında somurtup bekleyen Demir’e, ‘sen misin bana gelmeyen, ben seni arabanın içinde bile yakabilirim’ diyor. Demir nasıl şaşkın... asla böyle bir şey beklemiyor... Olur şey değil... Asi ona attığı bu topla ne demek istiyor, böyle çocukça oyunlarla geçirecek vakti yok onun, tek istediği hep yanında olmak... bu delice isteğin olmasıda mümkün görünmüyor. Topu tekerlekleriyle çiğneyerek çiftliğe dönüyor. Cevriye, Demir’in çiftliğine gelip kurtulduğunu sanıyorsa... yanılıyor. Aslan onu orada da buluyor. Süheyla’nın son anda müdahalesi ile Aslan’ın elinden kurtuluyor. Ama kalamaz artık burada... burası bir çiftlik... hiç bir şey göründüğü gibi değil... Cevriye’yi Aslan’dan kurtarmak için Süheyla’da onu evine göndermekten başka çare bulamıyor. Antakya’da ertesi gün Cevriyesiz başlıyor... Melek’in kahvaltıdaki portakal suyunu başka hizmetliler sıkıyor... Demir Kerim’e o akşamki konser sırasında ikinci senedi geri vereceğini bildiriyor. Kerim ise onu Bülent Bey konusunda bir kez daha uyarıyor... zaten Demir’i de endişelendiren bu, İhsan Bey’in senedi ödeyebilmek için tehlikeli yollara sapmış olmasından korkuyor... bu nedenle kendini bir kez daha bunu İhsan Bey’e sormak zorunda hissediyor. Akşam ki konser önemli bir etkinlik olmalı... bunun için iki çiftliğin de kadınları kuaföre gidiyor... Acımasız sohbetlerde, Süheyla inceden inceden taşlanıyor... Cemal Ağa ise bilgi peşinde... bilgi güçtür, gücün derdinde. Adamları sayesinde öğreniyor ki, polis Bülen’i yakalamak üzere. Damadı olacak o adam ise... hiç bir şeyden habersiz... şarkı dinlemeye gitmiş konsere. Akşam olmuş... hummalı hazırlıklar bitmiş... herkes konsere gelmiş. Melek’in kızlarla birlikte olmaktan ne kadar hoşlandığını bilen Süheyla, onun Defneler’le birlikte oturmasına müsade ediyor. Yanlarında iki koltuk boş... sahiplerini bekliyor. Demir ve Kerim ancak konser başladıktan sonra gelebiliyor. Abilerinin gecikeceğini Süheyla’dan öğrenen Melek, onları kolluyor... Salona girdiklerinde el sallayarak onları kendilerine doğru yönlendiriyor... Asi ve Defne’nin başı, Melek’in kime el salladığını görmek üzere aynı anda yana dönüyor... Kerim hiç tereddüt etmeden gelip Defne’nin yanına oturuyor... günlerdir görüşemediler... ama işte emeline kavuşuyor, Defne ile konser boyunca yan yana oturacak olmanın keyfiyle, sırıtıyor. Demir ise her zamanki ciddiyetini koruyor... yerlerine yerleşirken gözleri etrafı aranır gibi, ama kimde duracağını biliyor. O gözlerde çevrilmiş Demir’e... bu bakışı bekliyor. Bu kaçamak bakışlarda ne kadar yaşanabilir ki... mevzu Asi-Demir olunca iş değişiyor... Sanki ona toplar atıp, kendine kışkırtan Asi değilmiş gibi uslu uslu oturuyor. Asi için konser Demir’in gelişiyle duyulmaz oluyor... bütün duyuları iki koltuk ötesine oturduğundan beri sadece Demir’i algılıyor... Bir salon dolusu insanının arasında en zoru istiyor... Ona bakmadan duramıyor. Demir ise zaten onun için burada... gözleri ara ara ona baktığında can atıyor yine onunla karşılaşmaya... Konser en nihayet bitiyor... Demir konuşmayı palanlamıştı bu akşam, tam önünde oturan İhsan buna imkan veriyor. Konserin bitimiyle ayaklanan seyirciler yavaşça salonu terkederken, Demir İhsan ile konuşma fırsatı buluyor. Senet yanında, İhsan isterse verebilir ama bir kez daha düşünmek isterse, parayı geri iade edebilir de... içinden bir ses, bu borcun Asi’nin yanında çalışması karşılığında ödenmesinin daha hayırlı olacağını söylüyor... İhsan işte buna tepki gösteriyor... Demir değil miydi, zorla Asi’yi arabasına sürükleyen, bırakır mı kızını bu adama... burada herkesin içinde senedi almak istemiyor... ertesi gün İhsan’a göndermesini buyuruyor. Demir bir kez daha denedi, ama başarılı olamadı, Asi’yi kaybediyor... mağrur İhsan Bey’i kararından döndürmek mümkün olmuyor. Asi habersiz Demir ile babasının neler konuştuğundan... onun arkasından geçip gidiyor. Sadece Demir değil, İhsan ile konuşmak isteyen bu akşam... Kenan da sıra bekliyor... yavaşça dağılmakta olan kalabalığın içinde, hemen onların arkasından gelen, Demir bu konuşmaya kulak misafiri oluyor... Kenan “kızınızı gördüğünden beri bunu düşünüyorum” demesiyle, Demir dikkat kesiliyor. Kenan’ın söylediği her söz gittikçe Demir’in daha ilgisini çekiyor... hatta açık açık onları dinlemeye başlıyor... konunun Asi ile ilgili olduğunu duyduğunda, peşi sıra gelecekleri tahmin etmesi pek de güç olmuyor... bütünüyle algılaması için kulaklarıyla duymaya ihtiyacı yok ama tam da bunu yapıyor... bu adam ellerini Asi’ye uzatmaya devam ediyor. Niyeti ciddi, İhsan’ın izni olursa, Asi’yi daha sık görmek istediğini söylüyor. İhsan huzursuz duyduklarından, ama böylesi direkt ve açıkça gelen bir teklife aynı açıklıkla yaklaşan bir baba olmaya çalışıyor... onun “Asi kabul ederse, görüşmenizde bir sakınca yok” demesiyle, Demir soğuyor. Bu kadar basit mi Asi’ye uzanmak... gidip babasından öylece görüşme iznini almak. İhsan Bey bu yaklaşıma ne kadar yumuşak, ya Asi nasıl davranacak... Gözlerinin önünden geçen binbir görüntüde Asi... soğuk, sıcak, öfkeli... hissettiği yakınlık, sevgiyle uzanmaya çalıştığı yüreği daha anca anca alıştı bu kıza... anca anca kabullendi... zamana ihtiyacı var onunla... ama baksana uzanıveriyor yabancı eller ona. Bedeni, gözleri görmeden biliyor Asi’yi... dönüp geri bakmaktan alıkoyamıyor kendini. Asi...Asi ne diyecek bu yakınlaşmaya... fal tutuyor Asi’nin o anki davranışlarında... bir gülücük beliriveriyor Asi’nin dudaklarında... bu gün de gülüyordu Kenan’la... yoksa bu bir şeyin işareti mi... gülecek mi Asi bir yabancıya. |
9. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|