Asi’nin gözlerindeki parlaklığa... canlılığa... yaşama karşın... Demir’de bir ölüm sessizliği... ona bakan gözleri, Asi’yi değil... geçmişi görüyor gibi... Aşkın hesap soruşları, yerini... Asi’nin annesini andıran edasında, geçmişin hesabına bırakıyor... ”Hatırla... buraya neden geldin” diyor gibi...
Demir kaçırıyor bakışlarını... duymak istemiyor bu soruşları. Oysa olası mı sıyrılmak geçmişten... Yaşanmışlıklar, biriken yıllarla uzaklaşsada bizden ulaşamayacağımız kadar... geride kalmaz bir türlü. Suya atılan bir taşmışçasına... uzanılamaz derinliklere varsada... halkaları büyüyerek devam eder seneler boyunca... sonlanmaz, ta ki bir başka olmuşlukla, bir güçlü dalga dur diyene kadar ona, özgürce hüküm sürer yaşantımızda. Bu iki dalga birbirini kırdığında... yer sallanır, gök gürler... deniz kabarır fırtınalarla... girdaplarla... dağ gibi dalgalarla. Böyle bir kırılmaya tanık oluyoruz şu anda. Bunca zamandır bir öfkeyle yaşadı Demir... bu öfkeyle geldi buraya... eğer Asi, hala soruyorsa!.. “Nedir bu öfke... nedir bu düşmanlık” diye... bilmeli ki yeni değil bu öfke... çocukluğundan beri var... bu şehirden beri var... hem de onu tekrar buraya getirecek kadar. O Asi’ye dönüyor... Asi ise dönüp bakmalı ailesine... Onun öfkesinin temelinde Kozcuoğluları var... Demir’de bir pandomim sanatçısı oynarmışçasına... yüzünün bir yanı beyaz... bir yanı kara... siyah beyazı karalarcasına. Ne işi var onun aşkla... ne işi var duygularla... geçmişini kurtarmayı başaramamış, kaskatı kalmış o ellerin... ne haddine uzanmak, aşka... iliklerine kadar işlemişken öfke geçmişin hesaplaşmalarında... su ve ateş bu sefer de karşı karşıya. Suyun etkisi hissediliyor yavaş yavaş ateşte... Asi’nin sesi de gözleri de sönüyor, onun sözlerinin etkisiyle... ailesi ne yapmış olabilir ki Demir’e. Dönüp bakmasının bir faydası yok ailesine... hele babası... onun tanıdığı babası, mümkün değil, düşmanlık yaratacak bir şey yapması... birilerine adaletsiz davranması. Ama şaşırtıyor ve şüpheye düşürüyor Demir’in kendinden e.min havası. Asi’nin masalları dökülüyor Demir’in dudaklarından... toprağı, ekini... hayvanları... Gerçeği mi istemişti Asi bir kaç gün önce... işte gerçek... Asi masallarından uzaklaşıp gerçeğe bakmalı... belki o zaman dünyayı, insanları görebilir daha farklı. Asi’nin ve Demir’in kafasındaki adalet kavramları birbirinden çok farklı. Bir yanlışlık var bu işte... olmalı... Asi onu durdurmalı... böyle yarım yamalak bilgiyle Asi’yi bırakamaz... bırakmamalı. Asi hiç bir şey bilmiyor onun anlattıklarıyla ilgili ama seziyor yanlışlığı... Uzaklaşmak için ondan ve herşeyden hareketleniyor Demir... Gözleriyle başlıyor Asi’den ayrılışı.... Asi’nin ona ne yaptığını bilmezce uzanışı... Demir’in poplin gömleğinin müsaade ettiği Asi’nin parmakları, buluyor onun karnını... durduruyor bu adamı. Dokunulmak tabudur Demir için, öğreneceğiz dizi boyunca bunları ama Asi’nin dokunuşları... farklı. Çok mu erken deşifre etmek için... çok mu erken dikkat çekmek için... ama her ikiside seyrediyor Asi’nin Demir’deki temasını. Demir’i sarsıyor ... Asi’yi şaşırtıyor... bu temas ve ardında yaşadıkları. Ezip geçemez mi Demir o parmakları... ne şiddette olabilir ki bu kızın onda kelebekleri uçuran üstünlüğü... Kalakalıyor ama Demir... bu parmaklar sanki çitlerinden daha güçlü. “Bana anlatmayı denesen!” diyor Asi... ama mümkün mü?.. Demir sessiz, Asi huzursuz dönüş yolunda... O arabada.. dokunuş mesafesinde uçurumlar sığdırmışlar aralarına... Yolda inmek istiyor Asi... ama Demir çiftliğin kapısına kadar bırakacak onu... manasız Asi’nin eve yürüyüşü... hava kararacak... bu saatte olmaz... merak eder Demir onu... Merak... merak... bu kadarını açık edebiliyor Demir ancak... Geliyorlar sonunda çiftliğe... Asi hemen gidip babasıyla konuşacak... ama Demir bilmeli ki bu suskunluğu, deli ediyor insanı. Neden anlatmıyor... neden bu kadar kapalı... Babası hakkında yanıldığını söylediği noktada anlıyoruz ki duymadığından değil Asi’yi cevapsız bırakışı... istemeyişinden anlatmayı. Takılan vitesle savruluyor araç geriye... geçmişe. Faydası yok seslenmenin Demir’e... hoşlanmak da mümkün değil... nereye gittiğini bilmekte. Araç sert bir firenle, silkelenerek duruyor köprü üzerinde... hatıraları olduğundan bahsetti Demir burada sabah saatlerinde... ama biliriz, hatıralarında neşeli çığılıklar saklı değil... acılar gizlenmekte. Bir an bile tereddüt etmiyor Demir çıkıp Asi’yi de köprünün kenarına kadar itelemekte, bu iteleyişine ‘gel’ini yerleştirmekte. Kendine iteliyor Demir Asi’yi... geçmişine iteliyor... şu anda kendinin bile hatırlamaktan ürktüğü geçmişe... çocuk Demir’e iteliyor bu kızı. Hissedeceğim Demir’in Asi’yi içgüdüsel yönlendirmesini çocuk Demir’e. Ara ara çekerek onu kendindeki tam büyümemişliğe, şefkatli dokunuşların eksikliğini hissettiği derin yalnızlığında kabullenecek onu. Hatta bazen tıpkı şu an olduğu gibi ondan bir adım öteye... “Neden anlatmıyorsun... neden konuşmuyorsun!” mu dedi az önce... anlatmak mümkün değil yaşadıklarını... yaşamak lazım onunla birlikte. Asi hazır mı bu yüzleşmeye... hazır mı onun yaşadıklarını dinlemeye... güçlü olduğumuzu sandığımız şeyler bazen hazırlıksız yakalar bizi, iki taş arasında bir dal gelincikmişçesine. Asi’nin ve Demir’in köprü üzerinde birlikteliğinde durduruyorum görüntümü... yaşadıkları çalkantılara rağmen ne kadar güçlü olduklarını düşünüyorum birlikte... ne Demir, ne Asi asla olmayacaklar Emine kadar çaresiz... birbirlerine sahipler artık... öfkelerinde, nefretlerinde... aşklarında... Asi-Demir’de. Asi’nin gözleri dolanıyor geçmişte, bilemiyor nereye bakacağını... gidip geliyor heryerde... duruyor sonunda Demir’de. Demir bir komutla yönlendiriyor onu... “Şimdi suya bak... sesi yükseliyor Demir’in bağırıyor resmen Asi’ye... “Baakk!”... Asi görebilir mi nehrindeki Demir’i... tersine akan Asi’nin ondaki can alıcı karanlığını... iki Asi arasında gidip gelirken... geçmişle bu gün arasında gidip gelirken O, nehrinin suları mı sıçramış Demir’in gözlerine... o ıslaklık ne? -Annem tam durduğun yerden.. kendini suya bıraktı. Küçük kızını sımsıkı kucağında tutmuş, oğlunun parmaklarını ellerine kenetlemişti. ‘korkma’ dedi bana... hep birlikte Asi’nin sularına gömüldük biz burda. Sadece annem değil... aslında bu suda... üçümüz birden öldük. Karıştırma demek gelse de içimden ‘üçümüz’ü bu karanlığa... duraksamadan devam ediyorum. Kalmamalıyız bu karanlıkta... çıksın istiyorum Demir bir an evvel, yanındaki bu kızın aydınlığına. Anlaması mümkün değil böyle bir vazgeçisi Asi’nin... sormadan duramıyor bu çocuğa... “Neden yaptı bunu?”... Çünkü çaresizdi bu anne... çocuklarını alıp suya atlayacak kadar çaresizdi... Korkuyor Demir de, Asi’de, gelecek sorudan. Gözleri buluyor birbirini... “Onu bu kadar üzen... bu kadar çaresiz bırakan neydi Demir?”... bunun muhatabı İhsan’a yönlendiriyor artık Demir, Asi’yi... “Bu sorunun cevabını, babana soracaksın Asi...” Neriman’ın Doğan çiftliğini ziyareti... buz gibi yapıyor Süheyla’yı. Evinde bulmaktan hiç hoşlanmıyor onu ve kızlarını. İhsan’ın karısının rahat tavırları, onun soğukluğunu ve ilgisiz tavırlarını anlamamazlığa gelişi... taşırıyor Süheyla’yı... Kovmaktan beter ediyor, zaten öfkesi burnunda olduğu bu aileyi... Asi aranıyor çiftliğe döner dönmez İhsan’ı... babası, bu aralar herşeyi ihmal ettiği gibi, atını da ihmal ettiğini düşünüyor. Asi’nin yokluğunda, atıyla ilgileniyor. Ama ihmal etmez atını, o Asi’nin bir parçası... beraber büyüdüler... hem Oryontes bilir Asi’yi... ondan vazgeçemeyeceğini. Ama ihsan haklı... daha önemli şeyler var Asi’nin bu aralar geçen kafasından... mesela Demir Doğan... alıp veremediği nedir Kozcuoğlularıyla bu adamın? Neden onlarla uğraşıyor... geçmişte birşeyler olmuş... onları suçluyor!... Bütün aileyi, özellikle de İhsan’ı... Bir anneyi, çaresiz bırakıp intihara sürükleyen, ne olabilir?.. Biliyor mu bu nedeni babası? İhsan’da iki ateş arasında.... Demir Dağan’ı tanımaz çok ama tahmin eder ki kızıyla paylaşacak kadar yakınına gelmiş olmalı, böylesi bir özeli. Bu tehlikeli... Diğer taraftan da farkeder ki, geçmişine sakladığı bu pişmanlığı artık saklayamaz fısıltılarda, yüksek sesle konuşmalı. Neriman’ın onları akşam yemeğine çağırışıyla bölünüyor konuşmaları... yemek beklemez, soğur sonra. Ama yemek sıcacık olsa da buz gibi sofra... konu gelince ziyaret edilen yeni komşuya. İhsan şikayetçi... niye dinlemiyor bu evde kimse onu. Sadece Asi değil sorusu olan İhsan’a, Neriman’ında bir tane var, bekliyor sırada... Süheyla Hanımlarla ilgili bilmedikleri bir şey mı var yoksa... kocasına sormasını istiyor, onların kimlerden olduğunu, Süheyla’da. İhsan saklar mı hiç bilmeleri gereken bir şey varsa. Ama konuşmak istemiyor artık bu masada Süheyla’yı daha fazla. Doğan Çiftliğinde de daha sıcak değil yemek masası... bacak kadar Melek bile farkında, yerleri gökleri kapladı, Süheyla’nın Neriman’a kabalığı... Arkadaş kabul ettiği Kozcuoğlularının genç kızları bile nasıl baktılar... Süheyla’dan korktular. Demir’se hayatı önündeki yemeğe bağlıymışçasına gözlerini dikmiş, tabağındakileri bitirmek gayretinde. Asla bakmıyor Teyzeye... gözlerine. Gündüz ki Teyze-Yeğen çekimesini, bilemez ki koysun nerelere? Süheyla’da farkında anlaşılmaz soğukluğunun, sığdırmaya çalışıyor bu halini yorgunluğa. Melek’in ricasıyla yüzünü bulan gülümseme, soluveriyor Demir’in yorumuyla... “Köprüleri tamir etmek yerine yıkabilseydik... belki daha mutlu olurdu bu sofra!” Yemek sonrası Demir ve Süheyla’nın terasta bir araya gelişlerinde asıl dökülüyor taşlar ortaya... Süheyla’nın onunla konuşmak isteyişini bu gün ki karşılaşmalarından sonra kuşkuyla karşılasada... teyzenin bu tavrıyla hiç bir şeyi çözemeyeceklerine inansa da... Demir farkında, bir orta yol bulup, konuşmalılar onunla. O kadar az konuştular ki onlar... taşıyamayacakları kadar ağır yükler omuzlarında... sesleri çıkmaz oldu. Şimdi sırasıdır ama konuşmanın... tam zamanıdır aslında. ‘Sır’... farklı iki ağızdan geceye saçılıyor bu akşam... Süheyla’dan suya... İhsan’dan toprağa... yüklerini boşaltıyorlar, daha fazla yükler bindiriyorlar Asi-Demir’in omuzlarına... Bir ara susmak daha evlaymış, keşke taşımamayı başarabilselerdi sorunlarını onlara, diye düşünüyorum. Ama biliyorum ki büyümenin bir parçası bu da. Kendileri istediler öğrenmeyi... gerçeğin sorumluluğunu üstlenmeyi... acıtsada illaki gerçeği bilmeyi. Emine’nin hırsızlıkla suçlanışı... babasının emriyle İhsan’ın onları çiftlikten kovuşu... çocuklarıyla ve kardeşiyle ortada kalışına katlanamayıp Emine’nin intihar edişi, dökülüyor ortalara. Bu gecenin itiraflarında da var ‘bir adım öte’si... Süheyla’nın acısında bir de ‘bebek’ gizli... Asi’nin öğrenemediği bu gerçek çatıyor Demir’in kaşlarını... o yıkılası çiftlikte hamile kaldı, genç bile olmayan, daha çocuk yaşta Süheyla... Demir’de hatırlıyor bunu hayal meyal... Dinlerken, onyedi yaşında, kadersiz bir bebeği doğurmak zorunda kalan teyzesini... görüyor ki Süheyla’da annesi kadar çaresizdi... ‘ölsün’ dualarıyla karında büyütülen, doğumdan sonra öldü denilip, kucağından zorla alınıp götürülen bir bebek var, sessizliklerine gömdükleri yıllarda. Daha fazla duramıyor Demir Süheyla’nın yanında... daha fazla tutamıyor güç vermek için ellerini... uzaklaşıyor sormak zorunda oluduğu sorudan... ama kaçamaz artık. Göz gözeyken onunla, yapamayacak olduğunu bilsede, öğrenişin ardı da gelmeli bu akşam... Yıllarca Demir bu soruyu teyzesine sormadı... soramadı... kimdi ona bunu yapan... İhsan Kozcuoğlu’mu? Gecenin karanlığı yetmiyor Demir’e... gözünün nurunu kapatıyor sıkı sıkıya, değebilecek her ışığa... aydınlıkla karanlığın arasındaki o korkutan sınırda. Süheyla’nın dudaklarında ‘İhsan’ sözcüğü... sıkıştırıyor göğsüne dünyasını. Olanca gücüyle sarılıyor içindeki Asi’ye... ne olur fırlatılıp atılmasın O, tek bir sözcükle... böylesi bir ulaşılmazlığı, böylesi bir çaresizliği kaldıramaz Demir, kaldırmak istemiyor, daha ne kadar mücadele edecek geçmişten gelenlerle... ‘Hayır... o değildi.’ Teyzenin gözünde hala yaşlar... ama Demir bir nebze olsun rahatlar... Açtığı gözkapaklarının ardında sorular ama Asi hala onun... bundan güç alarak kızgınlıkla sorar... “O zaman kim?”... Önemli değil kim olduğu... çocuğu yaşıyor... mühim olan bu.. Öğrendiği gerçeklerden... Yusuf dedesinin insafsızlğına kurban olmuş bu kadından, kaçamaz Asi bu gece... Orada olmalı... babası yapamadı, ama o yapmalı... seneler sonra bile olsa, onun çaresizliğini paylaşmalı. Köprünün ona ulaştırdığı fısıltıların arasından onun sesini seçip çıkarmalı... onu huzura kavuşturmalı, bu akşam yalnız bırakmamalı. Gök gürlüyor gerçeklerle beraber... temizlemek istercesine geçmişi, düşüyor kocaman kocaman taneleriyle yere... nereden çıktı bu yağmur demiyorum hiç... bekliyorum bende ümitsizce. Yağmur toprağa varmaya, toprak yağmurla ıslanmaya, onlar birbirine sokulmaya, muhtaç bu gece. Asi’nin yağmurda vakurla yürüyüşünü görüp durabilir mi Demir... bir mıknatıs gibi çeker bu karışım Demir’i kendine. Neden burada Asi... ne işi var yağmurda... köprüde... gecesinde. O gün Demir’in onu itekleyip durmasını istediği yerde kendiliğinden... iki suliet karışıyor görüşünde... Annesinin son adımlarının durduğu yerde, Asi’nin gözleri yağmurla hızını almış nehirde. Demir’se gözlerini alamıyor ondan... kurtulmuş, biraz evvel sıkı sıkı sarmalanmışlığından, ıslanıyor Demir’le. Asi’nin duymaya çalıştığı fısıltılar yok bu gece Köprü’de... ona yaklaşan kararlı adımlar var sadece... Bu adamı kendine getirebilecek kuvvette miydi, sadece isteklerinin gücüyle sizce... Evet, evet... tanrı duyar ruhda esen fırtınaları... gerçekte olanları.. Herşeyden fazla, Asi’nin Demir’e... Demir’in Asi’ye ihtiyacı... Sebepsiz değil yağmurun bardaktan boşanırcasına toprağa koşması. Demir tükendi artık onu böyle görmekten... tükendi yağmurla ıslanmışlığında hayal etmekten... geçmişe rağmen onu bir düşman gibi görememekten. Kaybetmekten ama aynı zamanda da alışmaktan delice korkar hale geldiği, bu kızla nasıl baş edeceğini bilememekten... Her yeni gün, ondan uzaklaşması için onlarca sebep üretirken... ondan vazgeçemeyişinden... Onunla ilgili hissettiklerinin herşeye baskın gelmesinden... bu mantıksızlıktan... bu elden birşey gelmeyişden. Asi ile yaşadığı gel-gitlerden... herşeyden... Asi biliyor, ne annesini geri getirmek mümkün ne de bir söz var Demir’i teselli edebilecek... ama artık geçmişten kurtulmalı. Hatta bunu annesi için yapmalı... annesi Demir’in mutlu olmasını çok isterdi. Böyle nasıl mutlu olabilir... mümkün değil ki. Asi’nin ağzında duyduğum her ‘mutluluk’ lafı ürpertiyor beni. Biliyorum ki annesi yok orada Asi var... Asi’nin onu mutlu etmek... mutlu görmek isteği var. Anlıyor olduğunu düşünsede Asi... bilmez çok sevdiği birini kaybetmenin gözlere oturttuğu hüzünlü rengi... Kabil mi Demir’in geçmişten kurtulması... yada affetmesi Kozcuoğlularının yaptıklarını. Mukayese edilebilir mi bir canla... İhsan’ın mecburiyetleri. Hiç şaşırmıyor Demir, Asi’nin var gücüyle babasını savunuşunu. Çok iyi biliyor ki Asi’nin babasına hayranlığı, gözünü öyle bir karartır ki... farkına varmaz olan bitenin... koşulsuzca ardında durur babasının. Sadece Asi mi gözü kararan... Demir’de aynı durumda değil mi... onunda gözü öfkesiyle kara... öfkesiyle çakmak çakmak değil mi? Ne yatıştırır Demir’deki bu öfkeyi... Kozcuoğluları’ndan birinin Asi’ye atlalaması mı?.. O zaman ödeşilir mi?.. Can almaya gelmedi Demir... nasıl ödeşir vererek nehre başka bir canı. Gözlerinde böyle bir olasılığın karanlığı... yerinden bile kımıldayamıyor. Asi kararlı... kenara kadar gidip onarılan köprünün yan duvarına adım atıyor... yağmur süzülürken üstünden, aklından neler geçiyor?.. Kendini nehre atacak çaresizlik sınırlarında değil... bunu neden yapıyor. Kendinin değil... Demir’in sınırlarını zorluyor. Onu tehlikede görmek... Demir’i panikletiyor. Kolundan tutup Asi’yi can havliyle kendine çekiyor... Asi’nin Demir’e gelişi... suya kavuşurcasına... sırılsıklamlıklarında kaybolurcasına... Tenleri üşümüşlüklerinin farkında değil onlar böyleyken ama titremeleri karışırcasına. Kucaklaşmaları, çekingen çekingen olmasına ama birbirlerini aranan çenelerine boyunlarını sunarcasına... yuvasına kavurşurmuşçasına... senelerdir oralardaymışçasına. Tehlike geçmiş ama Demir Asi’yi bırakmaz istemez gibi... Asi Demir’de işte, gerçek gibi. Yanağında hissetiği Asi’nin ıslak saçları... burnuna dolan Demir’le ıslanmış toprak kokusu, Asi’den gibi. Tek bir şey var akıllarında artık... geçmiş unutulmuş... Asi Demir’in olmuş gibi. Asi bilmiyor “Ne istiyorsun... peki... gözleri öperken bir gözlerini bir dudaklarını, Demir’den bir itiraf geliyor... dua gibi. -Seni kaybetmek istemiyorum... Gece başka yüklerde bırakmış bu topraklara... yağan yağmurla... akıp gelen çerçöple, tıka basa dolmuş bütün kanallar... İhsan’ınkiyle beraber, çevre tarlaları da basmak üzere biriken sular. Ama bu suyun önü açılırsa, Demir Bey’in tarlalarını su basar. İhsan ile Asi, kimseye zarara uğratmayacak bir çözüm bulmalılar. İki çiftliğin adamları... hep beraber hareket ederlerse... bu işin altından kalkarlar. Demir’de alışkanlık olmuş artık... terasa çıkıyor her kahvaltı sonrası... Güneşi arıyor, günü arıyor, Asi’yi arıyor gözleri... bu günde farklı değil... elinde kupası... terasta yine, belki üşür yine Asi... ısıtır onu kupası. Ama yok görünürde bu kız... hemen aranıp bulunmalı. Tam bu sırada, koşarak gelen bir işçi, yetiştiriyor Asi Hanım’ın haberini... kim varsa çiftlikte kopup gelmeli, kazmalar küreklerle, çiftliğin batı sınırı hedefleri. Utandırıyor Demir’i Asi hakkındaki düşünceleri... o gelmedi sanırken, çoktan çalışmaya başlamış bile... gece yağmur bastırdı diye, çıkmış sabah teftişine, hazır adamlarını koşmaya işlere. Demir yetişiyor çiftliğin adamlarıyla, Asi’nin yanına... onca insanın arasında yine birbirini buluyor gözleri ilk bakışta. Dün akşamki gibi soluksuz Asi, onu kendine çektiğindeki gibi nefessiz Demir... bu yaşanmışlıklarda, senelere bedel anlarda, ona takılı kalan gözlerinde Demir, Asi’yi yeniden sahipleniyor. Hummalı çalışma son sürat sürüyor... Demir, İhsan’ın ortak bir düşünceyle hareket edişine, teşekkürle karşılık veriyor. Çok vakit yok oyalanmaya, Asi onun eline bir kürek tutuşturuyor ve emir veriyor... “Sizde buyrun!”... Bu kız onu şaşırtmaya devam ediyor... artık çalışmaya gelmez dediği her seferinde Demir yanılıyor. Kozcuoğluları verdiği sözü tutar... öğrendiklerine birde yardımlaşma ruhu ekleniyor... Asi-Demir yan yana... kürek sallarken bu toprağa, suyun verdiği zararı en aza indirmenin yollarını arayıp bulma çabasında... kürek tutmayı başaran bir el daha katılıyor bu topraklara. Kanal açılıyor, dert atlatılıyor sonunda... herkes dönüyor olağanına. İhsan soluğu evde alıyor ama izin çıkmıyor Neriman’dan onun çamurlu ayaklarına... Baba oturtuluyor dışarıda... temiz ayakkabılar getirilecek hemen ona... gecikince karısı ayakları donuyor ama. Kerim giriyor bu arada avluya... iki dirhem bir çekirdek... üstelik ayağında ayakkabılarıyla. İzin istiyor bu babadan, şehre inebilirler mi birkaç saatliğine kızıyla. Bir homurtu geliyor İhsan’dan onaysızca... ne demesi beklenebilir kızını almaya gelmiş bir delikanlıya... yüzüne baka baka al git kızımı diyemez ya. İzin ceylanla birlikte veriliyor onlara. Asi’de dönmüş işinin başına... Doğan Çiftliğinin gündelik işlerine. Ama çamur içinde o da... çok da doğal bu, sabahlarını düşününce. Üstünü başını toparlamalı, ayaklarından çamuru sıyırmalı... akibetine uğramamak için babasının, eve dönmeden temizlenmeye gider nehre... Demir ve Hüseyin oturmuşlar bu yeşil mabette... Hüseyin’in elinde bir kitap, Demir’in elinde çakıyla soymaya çalıştğı bir dal... her ikisi de mücadele eder ellerindekiyle... İlk önce Hüseyin farkeder, kıyıya gelen Asi’yi... haber verir Demir’e... “Aaaa Asi Abla da gelmiş... bak”... bakmaz mı Demir... başka bir şey görmez gözleri yeşillikte... Onu her gördüğünde hatırlayacak mı kucaklayışını Asi’yi, hayatı bundan ibaretmişçesine... sızlayacak mı böyle. Asi’nin onları farketmediği belli... bakmalı Demir bu işin hemen çaresine... Dibinde oturan Hüseyin’e sesleniyor yüksek sesle... ki duysun Asi onları... gelsin Demir’e tesadüfmüşçesine. Bu işe yarıyor, Asi onu duyuyor, yanlarına geliyor, nasıl iş bu böyle, her taşın altından Demir çıkıyor. Hüseyin adeta onların doğal çöpçtanı... farketmeden Demir abisine yardım ediyor. Onun göya kulağına fısıldadığı sözcükleri, Asi Ablasına tekrar ediyor. “Biz senin gizli yerine geliyor muyuz? Burası da bizimkisi...”... Asi dönüp arkasını gitmeye davranıyor... Demir hazır değil bu kadar çabuk onu göndermeye... biraz daha kalsın istiyor... ardından sesleniyor... “Yanağında çamur var!”... Durduruyor gerçektende bu sözler onu... dönüp Demir’e... sesleniyor geriye... “Toprak senin... su senin... arazini su basmasın diye çamura bulanan da benim”... Gerçekten öyle mi?.. Toprak da... su da Demir’in mi?.. Bu karışmışlık Asi’nin yanağında dün akşamdan kalmışlık değil mi? Kıyısına kadar varılmış ama kondurulamamış bir öpücüğün izi gibi! Asi’nin kızgınlığı, Demir’in o öpücüğü kendi dudaklarıyla vermeyişi olabilir mi? Demir’in bakışlarında duruyor e.min’in görseli... gülümseyemiyor bile... Demir Asi’yi baştan ayağa çamura bular gibi. Kerim boşluyor işleri bir parça... bütün talimatlarını Asistanlarına geçiyor, Demir’in incelemesi gereken dosyaları gönderiyor hatta ona Adana’daki toplantıyı bile hatırlatmayı ihmal etmiyor ama daha önemli işleri var onun... Defne bugün onunla. Yanlarına katılan Ceylan sürekli vızıldasa da, bertaraf etmeyi biliyor bu küçük kardeşi, Kerim... uygunca önerilen bir kaç rock cd parasıyla... O gün şehre inen Süheyla Cemal Ağa ile rastlaşıyor yolda... Cemal Ağa’nın niyeti Süheyla’nın derdine çare bulmak... geçmiş defterler açılacaksa, hele de dert Kozcuoğlularındansa, iş zor. Çok iyi bilir o geçmişin acılarını nasıl çıkaracağını,şöyle bir oturup sohbet etseler ya... Süheyla yanaşmıyor onunla konuşmaya... ama Cemal Ağa’nın yakalayacağı başkaları var bu sabah... küçük Ceylan neden dolanıyor şehirde yalnız başına. Demir, Adana’daki toplantının ardına, bir başka pazarlığı sıkıştırıyor... İlgisiz gibi görünsede çiftliğin işlerine, aslında değil öyle... Hayatını kolaylaştırmak için Asi’nin kendi çiftliğinde, kafa yoruyor yapabileceklerine. Görüyor ki, onlar tarla sürmek için beklerken sıra, traktörler dizi dizi burada. Cemal Ağa’nın keyifini beklemek yerine hükmü geçiyor paraya... o kara belaya. Hiç önemli değil traktörlerin sadece bir ay çalışıp bütün sene yatacak olmaları, daha fazla üzülmemeli Asi. Hemen anlaşıp bitiriyor işi... traktörler derhal gönderilmeli çiftliğe. İlk yaptığı iş Asi’yi arayıp haber vermeye çalışmak... göremesede onu sesini duyacak bu bahane ile... Adana-Antakya yolunda onun sesi olacak hayallerinde. Ama ulaşamıyor ona... Asi şöyle bir bakmak için gece basmadan önce... atının sırtında, tarlalarda yine. Hep yapar bunu, birlikte olmak içinde iyi bir fırsat Orontes’le. İkinci araması da cevapsız kalıyor Demir’in... ”Hanımefendiyi ara ki bulasın”... Demir’in hayal kırıklığı... boşluğa söylenen sözlerinde. Süheyla’nın sabırsızlığı artıyor gittikçe... Cemal Ağa’nın sözlerini düşünmüş olmalı, gün boyu, evire çevire... Cemal Ağa’nın cebine mesaj atıyor... ertesi gün görüşebilirler eğer teklifi hala geçerliyse. Diğer taraftanda İhsan’ların çiftliğinden geldiğini bildiği Cevriye’yi kullanıyor... cahil, hanımının sözünden çıkamayacak olan bir işçi kızı, hırsızlığa yönlendiriyor. Bu davranış ona hiç ama hiç yakışmıyor. Cevriye o akşam eski görünümlü... doğum-ölümlerin tutulduğu defterleri İhsan’ın çalışma odasından çalıyor. Aslan’a yakalansada tam kaçarken, arkadaşına geldiği yalanıyla, paçayı kurtarıyor. Demir ertesi sabah Asi’yi çiftliğin kapısında bekliyor... teras falan kesmiyor artık... yollara düşüyor... Hayal meyal görüntüleri ekranımda donuyor. Demir elleri ceplerinde, çiftliğin kapısı önünde, Asi’yi bekliyor... Asi ona doğru yürüyor. Her buluşma ayarlanmış olmak zorunda değil... onların ki hep böyle oluyor... Bu durum Asi’yi de şaşırtıyor... “Günaydın... Bölye sabah vakti burada ne yapıyorsunuz?”.. Bu günaydınlaşma... bu gündelik selamlaşmadaki uzlaşı beni çarpıyor... çok nadir sahip olabildikleri huzur anlarında, minik molalarda ekranım ara ara duruyor. Traktörleri bekliyor, Demir. Bakın işte konvoy, çiftliğin yoluna giriyor. Asi’nin yüzündeki gülümsemeyi gözleriyle görmeye değirmiş dün akşam onu bulamamasındaki hayal kırıklğı, Demir’in diye düşünüyorum... e.min o çarpık gülümsemede kendini kaybediyor. Hani muzur çocuklar olur... birbirine ilgi duyan arkadaşlarının isimlerini duvarlara yazar ya... benimde aynı şeyleri yapasım... her yere “Asi Demir’i seviyor”... “Demir Asi için ölüyor” yazasım... iki çiftliğin duvarlarını bu sözlerle bezeyesim geliyor. Bir anlık durgunluğumda, bir ses fısıldıyor... “Zahmet etme, yer gök deniz zaten hep bunu yapıyor.” Traktörler ellerinin altında... sorun bitti... Asi’de memnundur artık... diye düşünüyor Demir... Elleri dünya çiçeğine... ne vahşisine, ne seradakine... değmemiş henüz... onun yerine kırmızı kırmızı traktörler veriyor gönlündekine. Geçmiş onun için hala çözülmesi gereken bir sorun, biliyor... ama her şeyle başa çıkabilir Demir. Kozcuoğlu çiftliğinde dramlar yaşandı geride... izleri hala üzerlerinde ama bunların doğrudan bir ilgisi yok Asi’yle... teyid etti bunu dün akşam doğrudan sorarak İhsan’ı Teyzesine. Hesap sormaksa soracak geçmişten... ama Asi... Asi... o farklı işte... şimdi gözleriyle sadece ama bütün ruhuyla sahip olacak ona gün geldiğinde. Asi mutlu... Demir’den ona ulaşan sıcacık ilginin bilincinde... Geçen gece yaşanan sağanaklar kaldı geride... söyleyecekleri çok şey olsada hala birbirlerine... söylenmesi gereken... açıklanması gereken bazı şeyler artık gün yüzünde. Demir affedemesede biliyor ki geçmişteki hatalar İhsan’ın gençliğiydi, zayıflığıydı, Yusuf Ağa’nın adaletsizliği ise, ölmüş bir Ağa’nın acımasızlıkları olarak kalmalı geçmişte. Asi biliyor ki Demir yaralı bir geçmişle geldi ellerine... tanıyor artık onu iki gün evvelinden daha derinde. Bugünki... öylesine konuşmaları gösteriyor ki... işler yolunda gidecek... Asi-Demir’de. Demir’in tereddütleri var yinede, çiftliğe traktör almakla, oraların yazılmamış kurallarını çiğnemek konusunda. Takmamalı kafayı ama bu kadar bu karallara... Demir ne yaparsa yapsın hata edemez Asi konusunda. İş başa düşüyor... Traktörleri götürmek Asi-Demir’e kalıyor... “Ha araba... ha traktör” diyor Demir ve traktörün direksiyonuna oturuyor... ama el fireninin yerini bile bilmiyor. Asi “Direksiyonun hemen altında el fireni var onu indirin” diyerek yol göstermeye çalışıyor ama bu basit mekanizma karşısında Demir’in çaresizliğini farkediyor... bir hamlede onun yanına çıkıyor... bir taraftanda “Biraz kenara çekilir misiniz” diyerek onun üzerinden abanıp, doğalca Demir’i yanındaki el firenine ulaşıyor... Asi el firenini boşlamakta... Demir içindeki çılgınlığa dur demekte zorlanıyor... Asi ona bu kadar yakınken zaten zor düşünüyor. Onu avucunun içinde hapsedercesine, Asi’nin firendeki eline uzanıyor... utangaç el... utangaç beden ondan kaçıveriyor. Ama çok uzaklaşamıyor. Demir’e direktifler vermeye devam ediyor. Bu oyunda çok yeni Demir... çok acemi... Asi’nin yönlendirmelerine hiç itiraz etmiyor. Mühendis çıkmış bu adam, sonunda, kontağı açmayı başarıyor... yüzünde büyük bir marifet yapmışçasına Asi’ye dönüyor ve onda kalıyor. Çok iyi biliyorum ki marifet kontağı açmakta değil... Asi’yi öyle dizinin dibinde tutmakta... bunu çok uzun boylu sürdüremiyor olsa da şu an mutluluktan uçuyor. İlerlemek için takılan viteste araç geriye doğru hareketlenmeye başlıyor... burada da mı diyesim geliyor... böylesi bir anda bile dizinin tersineliğinin sanki altı çiziliyor... Ama Asi orada... Demir’in yanında... araç nihayet ilerlliyor. Bu yeni oyuncağında.. bu aşk oyununda Asi’nin yönlendirmelerine hiç itiraz etmiyor Demir. Tek sorunu onu bırakıp bir hamlede, kalması geride... oysa, Demir onu yanıbaşında istiyor... asi değil keçi bu kız... ele avuca sığmazlığı, Demiri deli ediyor. Asi-Demir yol ala dursun son sürat kendi izlerinde... İhsan’ı görüyoruz Kozcuoğlu çiftliğinde. Ökkeş Efendiyi çağırtıp yanına, konuşuyor onunla. Dün akşam biri girmiş odasına, çalınmış bazı defterler, alınmış olmalılar doğum-ölüm yazılı olanları bulmak adına. Ama yalnış deflerler kayıp... nedenini de öğreniyor sahne kayınca Süheyla’ya... Cevriye okuma yazma bilmediğinden en eski gördüğü defterleri kapıp çıkmış yanlışlıkla. İhsan haber gönderiyor Ökkeş ile ... buluşmak istiyor Süheyla Hanım’la... ne soracağı varsa sorabilir doğrudan ona... eski defterleri de bir zahmet geri göndersin onunla. Süheyla ile Cemal Ağa buluşuyorlar şehirde... Cemal Ağa biliyor... kendine ait birşeyler arıyor Süheyla buralarda. Süheyla tanımaz onu ama, Cemal Ağa bilir herşeyi Antakya’da. Gerçi bilmez, nerededir... kimdir aradığı Süheyla’nın ama bir yol göseterebilir ona. İhsan, Demir’in elindeki ipotek senetleri yüzünden darda... Süheyla ümüğünü sıkabilir Kozcuoğlularının bu senetler vasıtasıyla... Traktörler sağ salim varmış tarlaya... ekime hazırlanmak için toprak sürülmeye başlanıyor, Asi başlarında. Demir’in toprakları uçsuz bucaksız görünüyor bu anlarda, tek bir engel yok Asi’nin ekin yeşertmesi için oralarda. Debdebeli güzelliklere değdi Demir’in gözleri hayatında... ama atının üzerinde Demir’in bomboş topraklarını ekime hazırlayan bu kızın görüntüsü... onun bu dünyada gördüğü en güzel manzara... Demir acemi duygularında, yüreğinin fısıltılarını duymada ama inanmakta güçlük çeksede güveniyor artık, Asi’nin yeşertebileceği çok şey var onda. Sabahları bile çifter çifter doğruyor ne zamandır... gün ile birlikte Asi’yi görmek umuduyla... Güneşi... günü... iyiliğin güzelliğin üzerine birlikte doğurdukları sabah şimdiymişçesine taze, yaşıyor o sabahı hala. Bu günde güneş doğmuş bütün ihtişamıyla... Demir Asi’yi seyrederken, dudaklarında görkemli bir tebessüm, gözlerinde hayranlıkla, onun ardından ağaçlara ancak yeten sabah güneşine takılıyorum. Yapraklarla engellenen ışıklarıyla, herşeye gücüm yetmez mi diyor doğan gün... iyiliğe güzelliğe ulaşamayacağım yerler de var... ısımı hissetseler bile ışıklarım varamaz oralara... Oralarda karanlık... oralarda geçmiş... oralarda kötülük saklanmakta. Süheyla, Cemal Ağa’nın söyledikleriyle dağılmış durumda, Asi’yi tarlalarda bırakmış, çiftliğe dönmekte olan Demir’e rastlıyor yolda... Belli ki kötü bir şey olmuş, bu apaçık Süheyla’da. İhsan’ı yok edebileceği senetler varken ne bekliyor Demir daha. İhsan o senetleri ödeyemeden yok edilmeli.. çiftliği elinden alınmalı... ama önce çocuğuna ne yaptıklarını anlatmalı... Seneler, adaletsiz geçmiş, kayıpları... sıkıştırıyor Süheyla’yı... belki bir parça rahatlar böylelikle... yeğeni bunu yapmalı. Süheyla’nın acısına yakından tanıklık eden Demir, anlayışla karşılamaya çalışıyor onun hezeyanlarını. Kendi sakinliğinde rahatlatmaya çalışıyor bu kadını. Demir’in zorbalığı sadece kendine... senetler konusu yürüyecek usulünce. Ama usüllerle kaybedecek vakti yok Teyze’nin... “İşi hemen bitir”... talimat veriyor Demir’e. Vakit kaybetmediğini göstermek, onu rahatlatmak için, zaten tahsilata başladığını söylüyor Demir... Asi’nin atı karşılığında... Kozcuoğlulları senetlerin birini geri aldılar bile... İhsan ile arkadaşı Bülent’in ilişkisi... dikkatini çekiyor Aslan’ın... Affına sığınarak patronun, söylemeye cesaret ediyor ki... o adamın parası temiz değil, kirli işler çevriliyor... bu kadarla da kalmıyor, uyarıyor... “Dikkatli olun”... Bülent, İhsan’ın bin yıllık arkadaşı... Aslan’ın ağzından çıkanı kulağı duymalı... Gerçi böyle diyor ama içine de bir kurt düşüyor... pek ihtimal vermesede, Ökkeşten araştırma yapmasını istiyor... Asi’ye gidiyor Demir... onunla hemen konuşması lazım... Asi farkında değil mi, gözleri hep yerde Demir’in... dikine dikine... ta gözlerinin içine bakamaz artık o Asi’nin... Hangisi için ‘gizli yer’lerindeler... bilemiyor e.min. Demir’in saklanma ihtiyacı... daha fazla sanki şu an için. Onu dinliyor Asi... bir sorun mu var? Sorun senetler... süre uzadıkça çıkan beklenmedik olaylar. Bir an evvel bir ödeme yapması lazım Asi’nin... ama nasıl... ödeme yapabilecek durumda olsa zaten yaparlardı... Yol yok!.. Hiç yolu yok sansada var aslında bir yol... ama bu yol karanlıktır... bu yol kötüdür... asıl kötü olan insandır o yolda... gözleri kötülüğü görüyor olmanın utancında... çeviremez bu kıza... Başı eğik isteyeceğinden... yüreğini aydınlatan bu kızın dünyasını karartacak birazdan... farkında. Acıyor... acıtacak onu da... Atını istiyor Demir Asiden, bu duygularla. Atı... hep onun sandığı... Asi yarısı... canı... o anda Demir’de artık... Asi’nin yüzünden okunuyor şaşkınlığı... biliyor Demir ona sahip olmak istiyor... ama bu değil onu kendinin yapmanın doğru yolu! Neler oluyor?.. Demir’in gözlerinde sevinç görmüyor... başarı görmüyor... nasıl bir çareden bahsediyor?.. Tanımayı başardığı Demir’i görmüyor şu an Asi... en değerli şeyinin atı olduğunu bildiği halde... ondan bunu isteyebiliyor. Israr ediyor... hatta ilk senet yanında... o beyaz kağıt parçası... Demir’in elleriyle, aralarına giriyor. Bir can karşılığında Asi’nin eli, o kağıt parçasına uzanıyor... düşünürse vazgeçecek biliyor. Hışımla çekip alıyor. Kim daha yalnız... kim daha fazla acıyor? Demir Asi’den kaçıyor. Asi’nin atını ilk senet karşılığında Demir’e verecek olmasına çiftlikte kimselerin inanası gelmiyor... buda nereden çıktı... Asi onu nasıl bir başkasına verir... anlaşılmıyor. Demir’in ‘bir başkası’ olmadığını daha kimse bilmiyor. Asi... ailesi Demir’e düşman olmasın, ona kötü gözle bakmasın diye... Demir için yalan söylüyor. Atını vermeyi kendisinin teklif ettiğini söylüyor. Demir onu böylesine incitirken bile... yüreği bir tercih yapmak zorunda kaldığında... Demir’i seçiyor... Birbirleri için vazgeçtikleri şeyler... birbirleri için göze alabilecekleri şeyler... daha ilk günlerinden sınır tanımıyor. Demirrr... Demirrr.... seslenişi ulaşıyor Demir’e... dörtnala Asi’yi, karşılıyor yavaş adımlar... “O, artık senin” dediğinde duruyorlar. Canyoldaşına parasıyla sahip oldu Asi’nin... canyoldaşına sevgisiyle sahip oldu aslında... ondaki Demir atını istiyorsa, bir nedeni olmalı... acısa bile emanet edebilir bu Asi parçasını ona... gözlerini kapatıp bırakıyor kendini böylece Demir’e... Ama parayla değil sevgiyle yaşar o... sarfedilen sevgi sözcüklerinde, duran bedende yutkunuşlar Demir’de... Asi’yi istiyor... Asi’nin sevgisini istiyor... ama engellenemeyen şeyler nasılda onları uzaklaştırıyor. Onu yine görebileceksin, biliyorsun değil mi diyor... bakmaya cesaret edebildiği anlarda Demir’in gözleri... o senin atın... güven bana... hep yanında olacaksın... hiç yalnız bırakmayacaksın onu... benim olacağın ana kadar sadece, ben bakacağım ona senin adına. Bu kadar üzülme... dayananam buna. Gösteremez... ama bilir bunu Asi’nin ruhu... Acısında... bir başka söz verdiğini göremesede... seni seviyorum diyor Asi, Demir’e... bunu sana her zaman göstereceğim... soluduğum her nefeste. Ellerine vermeye gücü yetmez... ama Asi’yi bırakıyor o akşam Demir’e. Demir’in can acıtması yetmiyor ama teyzeye... sorguluyor Demir’i... Kozcuoğlularının işine yarayan bu kolay çözümü... nedenini sormalı Demir, kendine... Demir’in Orontes’e uzanan ellerindeki şefkat... başını teskin edercesine okşayan dokunuşlar ulaşamıyor sahibine... Yapayalnız bir gece... Asi... Demir... Orontes... yapayalnızlar bu gecede. Oryontes yaşayamaz böyle... yalnızlık barınamaz sevgide... bu geceyi birlikte sonlandırmalılar bir şekilde... Orontes’e düşer vazife. Sevgiye ulaşmak isteyen ruhlara vurulabilir mi kilitler... hayır... hayır... isyan eder. Orontes’de özgür hissediyor kendini sevgiye gitmekte... kırıp kilitleri... ulaşmaya çalışıyor Asi’ye... fakat çitler engel önünde... geçirmiyor onu daha ileriye. Orontes’i takip ediyor kendi atıyla Demir... takılıp tökezleyen at çitlerin dibinde... Kaybedecek tek bir saniye yok bile... erişmeli derhal Asi’ye. Aasi... Aaasi.... seslenişi ulaşıyor Asi’ye... dörtnala Demir’i karşılıyor koşar adımlar. Nasıl anında onun sesinde... nasıl kimseyi umursamadan olduğu haliyle Demir’de... unutmuş onu üzdüğünü... onu incittiğini... acıttığını... herşey ona seslenişinde... isminde... “Demirr”... Çok önemli bir şey var... hemen gitmeleri gerek... Yalvarıyor İhsan’a... “Ne olur izin verin... onu götürmem gerek.”... Çok önemli bir sorun var... atı... atının ona ihtiyacı var. Hiç tereddüt etmeden Asi Demir’in terkisinde... elleriyle sıkı sıkı tutunuyor Demir’in beline... dörtnala dönüyorlar Orontese... Bekleyemiyor Asi Demir’in tam olarak durmasını bile... atıyor gibi kendine yere... koşar adımlarla bu sefer ulaşıyor canı gibi yerde yatan sevdiğine... Aslında tek bir bakış yetiyor Asi’ye... ama inanmak istemez elleri... inanmak istemez gözleri... Sıvazlayan dokunuşları o ipek dokuyu, rastlasa tutunacak... lakin bulamaz... Orontes’in kırık ayağı... taşıyamaz küçükcük bile olsa bir umudu.... Soruyor Demir’e... “Ne istedin ondan?”... ama cevapsız bu soru... Asi’nin saçları... yelelerine karışıyor atının... dalga dalga... geride bıraktıkları seneleri yayıyor üşüyen atının üstüne... onda esen rüzgarlarını hissediyor şu anda esemiyorken bile... O rüzgarları... Demir’de hisseti Asi ile birlikte... o da dokundu bu güçlü bedene... o da çok sevdi... çok sevdi hemde... Daha birkaç saat önce okşadığı o baş şimdi yerde. Asi inanamaz söylenenlere... “Sen sevdiklerine bunu mu yaparsın!”... Birtanesini kurtaracak bu acıdan... ısıtacak onu kendi elleriyle... hırsla uzanıyor, onlara yetişmiş Arif’teki tüfeğe... Asi’yi bu halde görmek... ölümden beter... hele onun kendi elleriyle atının canını almasına müsade etmek... düşünülemez. Bu Demir’in diyeti... Orontes... Demir... Asi... sonlandırıyorlar birlikte geceyi... Silah patlıyor... Asi, güveninin üzerine çökerken... o ormanda iki bedenden... Asi’den... Demir’den... yalnızlıklarına inat... birbirine sarılan iki çığlık yükseliyor... Canıııımmm... Canıımmmm.... |
7. Bölüm
Kapsamlı Fragman |
|