Sample picture
 
Masallara inanmaz Asi... ihtiyacı olmamış masallara... küçüklüğünden beri bizzat dokunduğu tabiat...renkler, kokular, toprağın bereketi... yağmur hayatında. Masaldan daha masalsı bir dünya örülmüş etrafında. İzi belirsiz ama gözlerini kapatıp her soluklandığında... içine dolan havayla doğanın masalını yaşar kendi dünyasında. Gerçek bir masalın parçası olacağının farkında değil henüz, bu yaşında.

Efsane aşklara inanmaz Asi... yanyana olacağı... dokunabileceği... sesini duyabileceği birini ister... Geç kaldı ama... yapabileceği de pek bir şey yok bu saatten sonra... kabına sığmaz Asi-Demir, efsane çoktan başladı onlar adına... Bir efsane olacağının farkında değil... ona acıyla birlikte gelen aşkı duraksamadan kucaklayacak, bu yaşında.

Bırakıp Demir’i bir anlığına, dalıyor gözleri bir boşlukta onun resmettiği bu masala. Zamanın kendisiyle birlikte durduğu bir andan bahsediyor bu adam... hep onunla yan yana... sadece o anda kaldıkları bir yerden bahsediyor.... doğada erkeği böylesi tutkuyla... cürretkarca... ilk defa tanıyor... ilk defa istiyor.

Sabah ayazını... doğanın ona sürekli yaşattığı bu masalı... derince, nefessiz kalmışçasına soluklanıyor... Demir’in dudaklarından gerçekler dökülüyor...

“Durduramayız değil mi?”

Asi’de masalı değil, gerçeğini istiyor... “Hayır... zamanı durduramayız!”...

İyiliği ve güzelliği bulmuş bir bankta oturken yan yana... gün doğmaz mı... doğar elbette... gönderir aydınlığını bu iki gence.

Mahmut’un cenazesi İskenderundan kaldırılıyor. Kerim ve kardeşi Leyla da geliyorlar haberi alır almaz. Kerim’i görür görmez hakkını teslim ediyor arkadaşının Demir... “İyi ki geldin”... ya ne yapacaktı Kerim. Ortamın uygunsuzluğu umurunda değil... haksızlığını dobra dobra kabul ediyor Demir. Onlar kardeş... onlar dargın kalamaz... ne kadar doğru söylüyor Kerim.

Cenazeye katılanları geçirip Asi’nin yanına geliyor Demir...farkında zor bir durum onun için... Hatır için kalktı geldi cenazeye... onlara destek olmaya... soruyor, “İyi misin?” O iyi... Asi’nin endişesi ise kendisi. Bu o kadar sesinde ki... o kadar gözlerinde ki... gördüklerinden, bu basit konuşmadan rahatsız gibi Kerim’in kardeşi. Bu arada görüntüye giriyor Cemal Ağa’nın tarifeli seferi... Antakya – İskenderun eşrafı buradayken eksik olur mu hiç Cemal Ağa... O ’da katılıyor cenazeye... torunu Asi’yi alırken Demir ile de görüşmek istediğini bildiriyor... mümkünse hemen.

Garipsiyorum, cenazenin kalktığı daha bir kaç saat olmuşken, mal beyanı yapıyor oluşunu avukatın aile efradına... böyle mi oluyor bazılarının hayatında. Benim için önemli olan ise artık Demir’in ellerine geçmiş olan eniştenin tesbihi... Akik mi bu?.. Dünyevi başarının simgesi bu organik yuvarlaklıklarda... Mahmut’un maddi varlıklarını sıralarken avukat bir bir onlara... Süheyla’da ve evlat gibi sevdiği yeğenlerinde bulduğu huzur dolu yılları bırakıyor asıl Demir’e Mahmut... Zaten paha biçilmezlerini çoktan teslim etti, kendi ağzıyla ona... Süheyla bir yanında... Melek bir yanında.

İskenderun limanı olmalı... bir çeşit balıkçı barınağı... Demir katılıyor Cemal Ağa ve Asi’ye... yemek yedikleri balıkçı teknesinden bozma restorana. Demir acılı şimdi... görmez gözü dünya nimetlerini ama Asi’ye bakmayı, onu görmeyi ihmal etmiyor her nasılsa. Neredeyse zorlukla alıyor gözlerini ondan, Cemal Ağa konuştukça. Mahmut’un da bir kaçakçı olduğunu... ardından tefecilik yaptığını ve Demir’inse sonraları onu bu riskli işlerden uzaklaştırarak bir iş adamı yaptığını öğreniyoruz bu sırada. Kendi de pek çok farklı işin peşinde... mesela bir enerji yatırımı yapmak için arazi almak üzere bu şehirde. Haberi yok Asi’nin bundan... nereden bilsin. İlgilenmiyor bile. Ama işlerin rengi değişiyor Demir için... Cemal Ağa’nın, almayı düşündüğü arazileri çoktan aldığı ve Demir’e satmaya da niyeti olmadığı anlaşılıyor. Bir misilleme gibi... bu pazarlıkta Asi’nin yeri... sen misin Asi’yi çalıştıran bir işçi gibi... Demir’in başı hiç kımıldamıyor ama gözler bir anda Asi’ye kayıyor... derhal Cemal Ağa’ya geri dönüyor. Senetler yok Arazi var ortada... Demir’in değil ama Cemal Ağa’nın kuralları var bu pazarlıkta... mecburiyetler cirit atıyor Cemal Ağa’nın ortaklığında. Kuralları böyle zorlamayla öğrenir mi Demir Bey?.. En iyi atışını yapıyor Cemal Ağa!.. Bu işten hiç hoşlanmıyor olduğunu derhal anlasak da, Cemal Ağa’ya pabuç bırakacak gibi görünmüyor Demir daha o anda.

Cemal Ağa, torununu çiftliğe bırakırken planlarını, Demir’e ortaklık teklifini ve nedenlerini açıklıyor İhsan’a... Ona bir haber gelmeden Asi Demir’e gitmeyecek... dede diretiyor bu konuda. Bu sefer, İhsan da aynı kanıda... “Bekle Asi...” diyor babası da.

İskenderun’da ise her iş havada... Süheyla çoktan bırakmış ölümü mezarlıkta, bir doğumun peşine salmış adamını... fellik fellik onu doğurtan Emine Ebe’yi aratmakta. Mahmut’un ölüm döşeğinde söylediği, bebeğinin yaşıyor alabileceği ile ilgili sözleri, lav gibi damarlarında akmakta. Kerim ise İstanbulda’ki bazı pürüzleri temizlemiş... soruyor işler nasıl buralarda... aklı, yakından ilgilendiği Enerji yatırımında. Bir karar vermiş değil Demir... işler karıştı o tarafta. Melek ise Demir ile Kerim’in buralardaki işlerinden rahatsız... hep böyle ayrı mı olacaklar, onu sorgulamakta. Bu arada köprü için aranmışlar... o hatırlanıyor işler böyle peş peşe sıralandıkça... Restorasyon tamamlanmış... bekleniyorlar açılışa. Süheyla geliyor bu konuşmalara... o köprünün açışılı var ya... Süheyla’da katılacak o açılışa. Demir genellikle sezer söylenenleri... ama göremiyor bu isteğin ardında saklı olanı. Süheyla’nın bunca direnişine karşı... Demir’i ve Melek’i Antakya’dan uzak tutmaya çalışması... ardından da hepsi için önemli bu köprünün açılışına katılışı. Fakkediyor ki, hatırlanmışlıklar kendinden daha hızlı buluyor teyzesi Süheyla’yı.

Asi giriyor görüntüye... Ağılda çalışıyorlar bir işçi ile birlikte... koyunlar yine her yerde. Defne geliyor yanına... merakla soruyor Kerim’i...üzgün gibi miydi? Asi’nin aklı ise Leyla’da... o da soruyor merakla ablasına... “Bu Leyla... nasıl biri?”... ama asıl tanışan o... onun anlatması lazım aslında... “Demir’le aralarında bir şey var gibiydi!..” diyerek ilk defa bu kadar açıktan belli ediyor Demir’e ilgisini. Defne’nin ısrarla Demir ile geçen yolculuğunu soruşuna verecek cevabı yok Asi’nin. Allahtan İhsan yetişiyor imdadına. Tarlalar sürülecek... ellerindeki para ise mazota ancak yetecek, kiralık değil kendi külüstür traktörleriyle idare edilecek. Her şey hallolur ama Asi babasının onu dışlamasına dayanamaz... bir tek ona... bir tek onu üzmeye katlanamaz. Ama İhsan’da farkında ki Asi omuzlarında ‘baba yükü’nü taşıyor... ona yakınlığında... o da ateşi kucaklıyor... o da kaybediyor... Hayatının en güzel çağlarında Asi... başka türlü bir hayat istemiyor ama İhsan keşke küçük serçesine geniş kartal kanatları verebilseydi... buna hayıflanıyor.

Demir giriyor görüntüye... Kerim yanında. Kararı ne Kerim’in... dönecek mi İstanbul’a. Fakat gitse bile bir ayağı burada olacak... Demir, kararlı bu konuda. İhtiyacı var çatışacak bir dosta buralarda. Anlaşalım kardeş kardeş demiyor da... çatışalım diyor... bak sen şuna... biliyor gibi, kavga etmeyi seviyor aslında. Kerim’in elli Demir’in omuzuna yerleşirken çitler yıkılıyor iki arkadaş arasında.

Bir kez daha o araba görüntüde... Süheyla içinde... ilk durak köprü... nehir akarken altlarından acele etmeden, gözler hala geçmişte... kimsenin bulup getiremeyeceği... kimseninin can veremeyeceği birtanecik ablasında. “Bu Asi nehri” derken akan suya... nefret var her bir soluğunda... ama minnet de aynı zamanda... Demir ve Melek onda hala... kıyamadı kuruyasıca Asi nehri bile onlara. Çiftlik yoluna girdiklerindeyse... Asi’de bu resmin bir parçası oluyor... görünüyor en keyifli hallerinden birinde... büyük ihtimal elleriyle sağdığı, güğüm dolusu sütü uzatıyor bir köylüye... selamlarla birlikte, tembihlerde geliyor, kaynatarak içmeli evdekiler, taze taze. “Şu kız” diyor bu seferde Süheyla... “... çitin ordaki... bir an baktığımda... başındaki yazması... edası... duruşu... bana rahmetli anneni anımsattı”... Mümkün mü Demir’in bu yoruma tepkisiz kalması... hayal meyal hatırladığı anneye benziyormuş meğer, sınırlarını zorlayan bu çiftçi kızı. Bu sözleri Sühayla’nın ağzından duyduğumda ilk aklıma gelen, yaşlıların... “Gelin kayınvalde toprağından olur” iddiası. Ana toprağından bir kıza mı sevdalanıyor Demir... bu neyin iması?

Gece Antakya’ya çökerken, haberler ağızdan ağıza yayılıyor olmalı... nereden duyduysa Ökkeş Efendi, bilgi veriyor... Süheyla’nın gelişini bildiriyor İhsan’a... yerleşiyor mu ne buralara? Yemek yenmiş olmalı yan çiftlikte de ... Süheyla dar atmış kendini açık havaya. Elinde mürdüm rengi, çevresi oyalı bir yazma... dalmış yine anılara. Demir tanıyor teyzesini... biliyor karmaşalar ruhunda. Yanına oturduğunda onu rahatlatmaya çalışan bir gülümseme beliriyor dudaklarında ama böylesi anlarda yetmez gülücükler, soğuktur insanın ruhu nasılda. Birşeyler taşmak için bekler boğazımızda... Süheyla’da anılarını artık daha fazla içinde tutamadığı bir anında. Hatırlananlar gittikçe bulandırıyor bu günlerini... Demir’in gözlerini. Anneyle birlikte o suda yaşanan can pazarında... suyla boğuşmalarında... kurtuluşlarında... hatıralara ilave bir görüntü geliyor artık konuşmaya... gencecik karnı burnunda bir kız giriveriyor aralarına. Demir pürdikkat Süheyla’da. Henüz Mahmutla tanışmamış olan Süheyla’nın karnındaki bebek ne oldu?.. Demir bilmiyor... bilemez de... acı olan ise Süheyla’da bihaber ona.

Cemal Ağa beklemeye dayanamayıp daha fazla arıyor Demir’i tam da bu sırada. Gerçi Demir çoktan verdi vereceği kararı... Enerji ortaklığına onu zorlayışına bir ‘hayır’ ile karşılık veriyor kolayca. Ne ortaklık var ne de Asi ile ilgili konabilecek kurallar. Bir an evvel söylemeli Cemal Ağa... torunu Asi, dönsün işinin başına. Ne çok vazgeçiş yaşayacağız... kaybolmuş gitmiş onların arasında bu sahip çıkışlar... biz irdeledikçe nefes alıyor bu yaşanmışlıklar. Vazgeçmiyor işte Demir Asi’den... bertaraf ediyor Ağa’nın manevrasını, vazgeçme pahasına büyük bir projeden. Köprünün açılışına davet etmeyi unutmuyor Ağa’yı da... hürmetleri en derinden.

Köprünün yaşanmışlıklarında bir güzellik bu yaz... balonlar... süslemeler... açılan şemsiyelerin altına kuruluyor masalar. Kerim ise özellikle elden vermek istemiş olmalı açılış davetiyesini...İhsan Bey’i sorsa da dili, gözleri aranıyor Defneyi açıktan. ... “Senin için buradayım ben...” çıkıveriyor Kerimden. Ama nazlı kızlar... yüz gelmiyor o gün için Kerim’e Defne’den.

Asi’ye, dedesinden bir telefon geliyor...o iş olmamış, çalışmaya devam etmesi gerekiyor. Demir istese gelip herşeylerini alır... ama hayır... onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Şalı sırtında... eller göğsünde... gözler kararlı... Demir’in çiftliğine yollanıyor. Demirse ellinde bir kupa sıcak çay... gözleri iki çiftilk arasındaki patikada... resmen Asi’yi bekliyor. Yol gözlemek neymiş... bu kız ona öğretiyor. Beklediğini de belli ediyor hani... saklamıyor. Asi’nin geldiğini gördüğünde aşağı, onun yanına inmeye bile tenezzül etmiyor. Bir insanın yüreği böylesine çarparken o kırıcı sözleri nereden bulup ta söyleyebiliyor. “Asi hanım... böyle çalışmak nerede görülmüş... ne yaptığın belli değil... bir gün varsın bir gün yoksun... kafana esince bırakıp gidiyorsun”... E.min’e bıraksalar bu sözleri bambaşka yorumlar... böbürlenen sözlerine rağmen Asi’yi süzen gözlerinde gördüğüm hayıflanma apaçık orada dururken, Demir’in ağzından çıkanları kim duyar. Mecburiyetleri bir darbağazda bırakırken Asi’yi... babasının senetlerini çalışarak ödeyecek ve bitirecek... buna mecbur. Ne kendi üzerine yapılan pazarlıktan... ne de Demir’in onun patronu olmasından hoşlanır... Asi aslında mecburiyetler olmadan... orada... onunla... yanyana olmak ister. Bu eşitsizlikte... gururu içten içten onu hırpalar.

Asi’nin daha fazla orada kalmasının manası yok... Demir’in onu süzen gözlerini ardında bırakıp işe başmak üzere ayrılırken... aklına geliyor birden. Tarlalar sürülmeye başlanacaktı Demir’in çiftliğinde, makinelerin gelmesi gerekiyordu, ama gecikmiş. Demir soruyor... “Neden gecikmiş?”... Patronu habersiz olan bitenden... medet umuyor ona mecbur bir işçiden.. Demir’in makinaları kiraladığı Cemal Ağa’nın hışmından olabilir mi bu gecikme?... Asi’nin yüzüne vuran tebessüm sadece o anlık bir zafer... Demir’in yüzünde gördüğü ne olduğu belirsiz dalgalanma, yüreğine su serpse de bir müddetliğine... makinelerin peşine düşüyor Asi, yine de. Arif Kahya’dan görüş alıyorlar birlikte... hassas olan bu makina işinde, herkes sırasını bekler... o da aynı fikirde, zor makina kiralamak bu saatte. Sırası gelene makine göndermeyen Ağa’ya ise ne yapılacağını kimse söyleyemez. Bu nasıl bir gelenek böyle! Demir anlamakta güçlük çekiyor... yapabileceği bir şey de yok... tarlalar onun kaygıları arasında sonuncu bile değil... bırakıyor herşeyi olduğu gibi Asi’ye. Asi’ninse gözleri sürekli yerde... bu sevimsiz durumdan kendini sorumlu tutuyor... dolaylı olsa bile. Demir ile dedesi arasındaki sürtüşme getirdi koydu bu problemi önlerine. Demir’se kısa bir göz gezdirip Asi’ye dönmek üzereyken kendi işlerine.... ama Asi durduruyor onu sözleriyle.“Toprakla uğraşıyorsanız şayet... bilmeniz gereken yüzlerce yıllık gelenekler var Demir Bey”... Demir anlıyorki, dersler bitmemiş... son sürat devam etmekte. Öğrenmişti zaten ama bir kez daha gündeme geliyor ‘rızasız çekilen çitler”... Su’dan bahsediyor ardından Asi... ‘akan su’ herkesindir, hakka saygı gösterirler... ve bir şey daha... eğer birinin makineleri kiralanıyorsa... paramla kiraladım demeyip işini bölüştüğü için müteşekkir olacaksın paylaşana... böyle öğrettiler onlara.

Demir’in sessizliğinde yaşadıkları dikkatimi çekiyor... Asi’nin satır aralarına sıkıştırdıklarını mı görüyor... Film içinde film oynanıyor. ‘Toprakla uğraşıyorsun... benimle uğraşıyorsun’ diyor, Asi... ‘...bana çitler çekemezsin rızam olmadan. Akışını hissediyorum... bana verebildiğin kadarına razı olup, kabul edeceğim seni... yüreğimi hızlandıran meğer, sudan... ve çok haklıydın... paranla sahip olamazdın bana... müteşekkir olmalısın bakışlarını sakladığın o karalığa... hiç bir servet alamazdı onlardan başka beni sana.’ Düşünecek çok şey veriyor Asi ona.

Çiftliğin önündeki pergola... sıklıkla kullanılıyor artık. Demir ve Kerim yine orada... önlerinde ince belli bardaklar, bir taraftanda demli çaylar yudumlanıyor dosyaların sayfaları arasında. Asi’nin sesiyle dikkati dağılıyor Demir’in... dönüyor ondan yana. Kerim’de farkında... Demir gözlerini alamıyor bu kızdan... soruyor onu deşmek adına. “Ne o... yine kavga mı var?..” Yooo kavga falan yok... düşündürdükleri var yalnızca. Uğraşmamalı Kerim, Demir’le... Bu kıza ilgisi yüzünden akarken, söyledikleri hiç inandırıcı olamıyor Kerim nezdinde. Yanlarına geliyor asker adımlarıyla Asi ve doğrudan soruna parmak basıyor yine... “Çevreden iş makinası bulmak imkansız... bu tarlalar mutlaka sürülecek, başka yolu yok.” Biliyor ki, Demir ilgisiz ‘ekin’ işine... ama Asi müsade edemez onca emeğin heba edilmesine. Demir ona soruyor bu kez de “Peki ne yapalım... ne öneriyorsun?” Çiftçilerin, cezaya konan Demir’e bıyık altından gülmeleri görmezden gelinmeli, ve sıraya tekrardan girilmeli, ekinler söz konusuyken. Asi dedesini de iyi tanır, Demir’in parası dedesinin cebine girmeden uyku tutmayacak onu zaten. Bir olur geliyor bu fikre Demir’in başından... eğilen... Ona kalsa parmağını kımıldatmaz Cemal Ağa’ya minnet edip tekrar sıraya girmek için, ama Asi’yi reddedemiyor... Onun toprağa bağlılığını anlayamasada... biliyor. Demir, onun için... emek verdiği ekini için... hiç yapmayacağı bir şeyi yapıyor. Oysa değer bilmiyor Asi... Dedesinin kızgınlığına hak verdiğini ilave etmeden sözlerine, ayrılmıyor. Demir’in isyan eden başı keskince kısa bir dönüş yapıyor... ‘yok artık’ diyor. Ondan keyifli bir gülümseme beklerken bir de azar işitiyor.... bu kızla nasıl başa çıkacak, bilmiyor. Asi’nin yanından ayrılmasıyla vücudu gevşiyor... ona ancak yutkunmak düşüyor. Bu kız hiç kıymet bilmiyor. Diğer taraftansa, onun dik başlılığında... inadında... nasıl da hayat buluyor... onunla giriştiği bu dalaşmalardan nasıl keyif alıyor. Bu anıların her biri hassasiyetle bir yerlere yerleşiyor. Sevgili bedene böyle böyle sahip çıkıyor, içten fethediyor. Demir’e böyle davranabilen bir başka kul daha yok... Asi kendini Demir’in ‘çalışanı’ görsede, bu ağrına gitsede... Kerim Asi’nin yerinin farklı olduğunu biliyor. Demir’in içi sıcacık o an, yumuşacık... heryerinde Asi dolaşıyor. Tek kelime ettirmiyor dostuna Demir... söyleyeceklerini duymaya hazır değil daha... fakat gülmesine de mani olamıyor.

Süheyla köy köy ebenin izini sürüyor... Asi’nin, İhsan’ın borçlarını kapatmak için Demir’in çiftliğinde çalıştığı lafları, İhsan’ın arkadaşlarından onun kulağına kadar geliyor.

Açılış günü gelip çatmış... iş günü Asi için erken başlıyor. Ayaza rağmen incecik giyinmiş Asi... üşüyor. Arif Kahya ile laflarken, ayazı... donmuşluğu... erken bastıran bu senenin kışını, Asi’nin elleri kollarını ısıtmaya çalışıyor... Arif ise Asi’ye ceketini vermeyi teklif ediyor. Onu mu izliyordu yine Demir... elinde bir kupa sıcak çay ile onun yanına geliyor. “Al iç şunu... üşümüşsun...”... Asi tereddüt ediyor... tereddütünün arkasındaki, Demir’in bu samimi davranışının Asi’deki şaşkınlığı. O çay, Asi’yi, dudaklarına ulaşmadan ısıtmaya başlıyor. Oysa Demir yanlış anlıyor... tereddütünü farklı yorumluyor...”Daha bir yudum bile almadım... al... için ısınır biraz”... Asi iki eliyle kavrarken kupayı... birbirine değmemeye çalışıyor parmaklar... Arif Kahya beliriyor geride, elinde ceketiyle... Asi, üzerinde kahyanın ceketi... dalga geçiyor kendiyle... “Tamam... çok yakıştığının farkındayım”... yüzündeki o gülüşe yakışamayacak bir şey düşünemiyorum bile. O siyah pırtı... Asi-Demir’i böylesi güldürdüğü müddetçe, hep kalabilir onun üstünde. Ama kalamaz değil mi... göreceğiz bunu ilerde. Başka ceketlere sarınacak Asi... başka kupalara uzanacak elleri... ama bu sahnede, sık sık dondurduğum karelerine damgasını vuran yüz dolusu gülüşler olmayacak ileride... Terasa çıkan Süheyla ise gençlerimin yüzlerindeki gülümsemeyi bile donduruyor bende. Hiç memnun değil Asi’nin bu çiftlikte çalışıyor oluşuna... Melek’in ona Kerim’le gönderdiği şala sarınırken ceket yerine Asi... görüyor Süheyla’yı. Demir’in ve çevresindekilerin ilgisiyle ısınan yüreğini soğutuyor tekrar, teyzenin durgun selamı.

Köprü dünden hazırlandı açılışa... bugün de davetliler geliyor akın akın buraya. İdari erkan... iş adamları... çevre sakinleri... herkes burada... Demir’in gözleri Asi’yi aranıyor o kalabalıkta. Uzaklaşsa da bakışları ara ara birbirinden, gözgöze geliyorlar çok gecikmeden. Demir köprüyü tamir etmekle artık geçmiş ile tamamlanmamış bir işi kalmadığını mı düşünüyor. Bir dönüm noktasıydı bu köprü onun hayatında... bir kez daha mı buna aday görünüyor? Geçmişi peşine geldiği bu topraklarda... çocukluğunun, hatıralarının yanısıra, ummadığı şeyler buluyor. Ona karşı hissettiklerini tahlil etmekte zorlandığı bir kız hayatına girdi bu topraklarda... Demir’e gözlerini kaçırmadan bakıyor. Bu kalabalığın içinde, yalnız olmadığını hissetmek için Demir’de ısrarla onu aranıyor. Aşk böyle bir şey diye düşünüyorum Asi’ye odaklanmış Demir’e bakarken... iş... arkadaşlar... günlük yaşam... veya özel anlar farketmiyor... insan ‘aşk’ı her daim üstünde taşıyor. Benliğimize bir aksesuar gibi takılıyor... doğal... bizi saran... yaptığımız her şeye yansıyan... sıradan anları bile olağanüstü kılan. “Bütün gün kafamda onunla dolaşıyorum” diyecek Demir ilerde... bizlerse asla düşünemeyeceğiz Asi-Demir’i başka başka yerlerde... bu, zamanla birbirine işlenmişlikle, onlar hep birbirinde.

Bu küçük eski köprünün, güzel anılara geçit olması dileğiyle kesiliyor kurdele. Dolanıyor misafirler köprü üstünde, kokteyl bahane. Gündeme geliyor bir kez daha Asi’nin Demir’in çiftliğinde çalışıyor oluşu. Demir kendini yererek ‘anlamayız’ diye, Asi’nin tecrubelerinden yararlandıklarını söylüyor, herkese. Yine de rahatsız İhsan... arkadaşı Bülent’in teklif ettiği ortaklık önerisinden güç alarak, Asi’yi satın almaya çalışıyor geriye. Asi, Demir’in kölesi değil... onun gözünden bile sakındığı sevdası olmak üzere... İhsan, Demir’i Asi’ye bakarken bir görebilse. Ama geçmişin yanlışları keyfini çıkarıyor İhsanda... korkuları kör etmiş onu... görmüyor gözü hiç birşeyi, kızını bu genç adamın pençelerinden kurtarmaktan başka. Hiç inanmıyorum, Demir’in “Neden olmasın!”... demesine karşın, Asi’yi pazarlık konusu yapmaya açık olduğuna. Ama onu elinden almak isteyenlere karşı durmak ve ondan asla vazgeçemeyeceğini de saklamak zorunda. Astronomik bir değer biçiyor Demir, Asi’li yıllara. Biliyor ki, İhsan darda ve kesinlikle veremez bu bedeli ona. Yanılıyor oysa... bir “Pekala” ile kapatıyor pazarlığı İhsan... parayla dayanacak Demir’in kapısına. Kızı özgür olacak bundan sonra. Kendinden e.min Demir’in yüz ifadesi çözülüyor bir anda... bir korku kaplıyor her yanını nasılda... gerçekten verebilir mi Asi için bu parayı bu baba. Ya verirse?!?.. Ya Asi giderse?!?.. Aniden birileri çekip alıyor adeta Asi’yi Demir’den daha o anda... Asi’yi ilk kaybetme korkusu bu onda. Bu korku aklını başına getirecek Demir’in... kaybetmekten korktuğu bir kızın olduğunu görecek böylelikle hayatında. Kıskıvrak yakalanacak bu duyguya...

İhsan ve Cemal Ağa köprünün biraz uzağında oturmuş... sohbet ediyorlar... konu ne olabilir... İhsan’ın düşmanının, o geçsin diye temizleyip pakladığı köprü, elbette... Asi ise onları yalnız bulunca geliyor peşlerine, hala traktörlerin derdinde... Demir’in ekinleri olması değiştirmiyor yapılması gerekeni... Asi inatla iş üzerinde. Dedesinden bilgi almaya çalışıyor traktörler gelecek mi gelmeyecek mi diye. Cemal Ağa ise hala pazarlığının izinde... Asi’ye soruyor, sen karar ver diye. Gayet açık, Asi, borçlarını ödemek için çalışıyor o çiftlikte... inançlarına ters bir şey yapamaz, kim olursa olsun, bile bile zarara sokamaz. Asi’de farkında ki Cemal Ağa oyun oynuyor Demir’le... “Yoksa bu durum seni eğlendiriyor mu?..”... soruyor dedesine... Cemal Ağa da teşhisi koyuyor... “Buyur bakalım!”... “Bu kızda sana çekti...” söylendikten sonra İhsan’ın yüzüne, “Bu da keçi” diyor dönüp Asi’ye...

Dönüyor üçlü köprü başına... Demir yanaşıyor onlara... hayırlı olsun dileklerinin arasına sıkıştırıveriyor Cemal Ağa... “Sıranı beklersen göndereceğim araçları... tarlalarını süreceksin... Asi arada olmasa giremezdin bile o listeye ama neyse!”... Demir’inse tek bir lafı bile yok bu sözlere... al da başına çal traktörlerini, umurumda bile değil dercesine, bir hoşçakalın bile demeden diğerlerine, dönüyor Asi’ye... “Gidiyor muyuz Asi... randövumuza geç kalıyoruz!”... Asi’nin, mimarla buluşacaklarını izzah etme çabalarını kesip dedesi... gönderiyor işinin başına Asi’yi... İstanbul’lu patron işte... bu kadar usul biliyor... Dedesinin ve babasının yanından Asi’yi çekip alıyor... arabasına bindirip götürüyor.

Köprü açılışının sonunda Kerim ve Melek, Neriman Hanım ve kızları eve, kahve içmeye davet ediyor... Israra hiç gerek yok, Neriman Hanım yine hiç önünü arkasını düşünmeden daveti kabul ediyor. Süheyla Hanım ile sohbet etme fırsatını kaçırmak istemiyor. Oysa ki Süheyla evde değil, sonunda bulduğu ebeye gitmek üzere açılıştan ayrılıyor. O gün Kozcuoğlu çiftlikte iki doğum gerçekleştiğini, ölen bebekle kendi bebeğinin değiştirildiğini öğreniyor. Süheyla gözyaşyarı içinde... ama çiftlikte Defne’nin yüzünde gülücükler açıyor. Kerim ile tekrar yakınlaşıyor... ilk öpücüğünü yaşıyor.

Şehirde ise Asi ve Demir, bir proje üzerinde görüş alışverişinde bulunmak üzere mimarla bir araya geliyor. Mimar rahat konuşabilecekleri bir masa ayarlamaya çalışırken, Asi tanıdıklara rastlıyor... bu onu rahatsız ediyor... Yüz ifadesi değişiyor... burası küçük yer... adım atmaları tanıdık birilerine rastlamalarına kafi geliyor. Demir farkında onun gerildiğinin, soruyor... “Huzursuz oldun sen... şehirde benimle görünmek rahatsız mı etti seni”... Asi suçlarcasına söyleniyor... istediği oldu işte Demir Bey’in... herkes onu Demir’in yanında gördü. Demir anlamlandıramıyor... soruyor... Asi ne demek istiyor. Bu açık değil mi... Demir önce açılışta... ardından şehirde... yani dünya aleme, Asi’nin onun yanında çalıştığını gösteriyor. Bu aklımdan bile geçmedi diyor Demir. Bu doğru... onun tek kaygısı tehtid gördüğü İhsan Bey’den ve Cemal Ağa’dan uzaklaştırmaktı Asi’yi... bencilce... olabildiğince... sahiplenmek istedi Asi’yi. Üstelik mimar ile olan randevuları da gerçekti. Asi’yi inandırması çok zor ama bu gerçeğe. Demir sadece bir çalışanıyla iş görüşmesine geldi... gizlenecek hiç bir şey yok... herşey açık ve net. Anlamadığı ise Asi’nin onunla görünmekten mi yoksa onunla çalışmaktan mı rahatsız olduğu. Oysa, hiç bir şey açık ve net değil Asi’nin gözleriyle bakıldığında... Demir’in çalışanı olduğu ise palavra. Bu gönüllü bir çalışma değil, işçisi yaptı Asi’yi, zorla... babasının tefecide el değiştiren senetleri karşılığında. Bir sürü soru var Asi’nin kafasında. Neden yapıyor bunu Demir, mesela? Ne alıp veremediği var onlarla?.. Anlıyor mu Demir onu?.. Asi ona bu kadar yakınken e.min olamıyorum bir türlü. Demir’in gözleri farklı şeyleri görür, kulakları farklı sesleri duyar gibi. Asi olanca gücüyle kendi bakış açısını ona anlatmaya çalışırken Demir’in aklında başka şeyler varmış gibi. O sorularımıza yanıt veremeden... mimar yetişiyor imdadına., ne yazık ki.

Teknolojinin... çağın... bugünün koşullarının enine boyuna gözetilerek hazırlandığı bir proje masanın üzerinde. Önlerinde birer fincan kahve... Demir ve Asi yanyana oturmuşlar... eller kimi zaman bileklere... kimi zaman dirseklere varana kadar masanın üzerinde. Hissettiğim o ki... Demir, aklını veremiyor... dikkati... aklı fikri, yanında oturan Asi’de. Bu sahnedeki Asi-Demir görselleriyle forumda arkadaşların hazırladığı çalışmalara kayıyorum... duygularımı bulandırıyor herşey. Fiziki benzerliklerinin, davranışsal ikizliklerinin... yanyanalıklarında birbirlerini tamamlayışlarının ve daha pek çok şeyin dikkatimi dağıtmasına mani olamıyorum. Masanın üzerinde yayılmış projede rastlaşıveren ellerin yakınlığı dikkatimi çekiveriyor bir başka görüntülerinde. Tutarsız mesajlar geliyor velhasıl e.min’e... Asi’den yüksek dozda değil belki, çünkü O, bu sefer de mimara kendisini ilgilendiren şeyleri, önceliklerini anlatabilmenin derdinde... ama Demir kesinlikle benim gibi... arar ara verebiliyor kendini oradakilere, hissediyorum bu kopukluğu bütün hücrelerimde.

Demir’in elleri sürekli yüzünde neredeyse... kendi gözlemlerimin doğruluğuna inanıp yine Demir’in ellerine odaklanıyorum. Biliyorum ki Demir’in açığa vuramadıklarını elleri söyler... ruhuna ayna gözlerini bizden kaçırabildiğinde, elleri diyeceğini der... ellerini takip ediyorum. Nerelere konulacağını bilemez halde dolaşırken Demir’in eli yüzünde... bastırılmış ‘telaş’ı hisseddiyorum. Demir’in bütününde hissettiğim huzursuzluğun nedenini, İhsan ile yaptığı konuşmasına bağlıyorum. Asi ‘garanti’ değil, gittikçe bu berraklaşıyor Demir’de... uzun yıllar var sanırken onunla önünde, bir anda uzaklaşabilir Demir’den babasının hamlesiyle. Bu düşüncenin olurluğu yüreğinde itibar gördükçe... Asi’yle bulduğu huzuru bozduğunu... onu karıştığını hissediyorum. Onu izlerken ara ara... ışık hızıyla başka diyarlara kayıyor... Asi’yi kaybetme korkusu içten içten onu yoklarken, önem verdiği bu proje bile cazibesine kaybediyor... yeterince ilgi görmüyor... telaşı hissediyorum Demir’de, ellerinde...

Asi’nin aradığı şey ise, sorumlu olduğu hayvanların sağlıklı bir şekilde yaşatılmaları sadece... e.min değil, Demir ve mimarın bu projeyi doğru kişiyle paylaşıp paylaşılmadığından... ilgisiz bütün bu yükselen mimari trentlere. Demir bunun çoktan farkında... ama memnun projeden genel anlamda. Dönüş yolunda modernize ettiği bir çiftliği örnek göstermek istiyor mimar Demir’e... Demir içinse Asi’nin fikri önemli... o daha iyi bilir... ne düşünüyor acaba Asi bu yapı için. Asi mimar değil ama neyin ne işe yaradığını çok iyi biliyor. “Bakıyorum ve görüyorum” diyor... bir anda beynimde flaşlar çakıyor. Buradan mı asılı kalmış bende... bilmez miyim... uzmanlar bu konuda her ikiside, ortak paydalarının en etkilisi belkide, gözlerinde bitiriyorlar işi, gerisi geliyor kendince. Pusula şaşmaz bir doğruya dönüyor hep... gösteriyor Asi-Demir’i her ama her seferinde. Birbirlerine bakıpta titretmedikleri tek bir sahne yok bu dizide. Dönerlerken arabaya, mimarı bırakıp geri, Asi’nin saçlarını toplayan bant kayarak düşürüyor yere. Farkında değil Asi... ama Demir onunla ilgili her şeye hassas... eğilip alıyor doğalca yerdeki eşarbı... üstelik bu Asi’nin ardını ikinci toplayışı... Asi’nin saçlarına dolanmış olan kumaş parçası onun ellerine dolanıyor bu seferde... bir parça Asi Demir’in ellerinde. Eşarbı almak için oyalandığından kalıyor biraz geride. Gördüğünü unutmaz Asi, oysa

-Bazen...
diyor Demir... bekliyor onu Asi... ne hissediyor o seslenişte... bilebilir mi peşisıra gelecekleri... ama duruyor işte. Demir kapatıyor aralarındaki mesafeyi... yanıbaşına kadar geliyor ve gözlerini dikiyor gözlerine...

-Görünenin ardındakine de bakman lazım...

Gözlerinin ardındakine bakmaya çalışıyorum, diyor gözleri Demir’in... sözlerinin ardındakilere bakmaya çalışıyorum. Sana böyle yakınken hissettiklerime... sende ki Demir’e... bende ki Asi’ye... birbirimize yaptıklarımıza... birbirimizde yaşadıklarımıza... çılgınca sana dokunma, sana sahip olma ihtiyacıma... Herşeyi söylememi... herşeyi göstermemi bekleme... yapamam... tuhaf şeyler oluyor bana... ya sana!

Yaptıklarının ardındakine bakmaya çalışıyorum diyor gözleri Asi’nin... bakışların bana bambaşka şeyler söylerken... beni zorlayışına... bunu neden yaptığına... neden daha açık olamadığına. Sana böyle yakınken hissettiklerim var ya... korkutuyor beni... çok korkutuyor. Hani gözlerin, bende ki Demir’i görüyor ya... kontrolsüzce büyüyorsun bende...mani olamıyorum sana...

Gözleri, Asi’nin gözlerinden dudaklarına... ardından elindeki eşarba kayıyor Demir’in... sessizce yönlendiriyor onu da kendindeki Asi parçasına... Görünen orada... bir kez daha görünenin ardındakine bakmalı Asi... hatta dokunmalı ona. Yavaşça kaldırıyor elini Asi... uzanıyor Demir’deki Asi parçasına... eşarbını alırken onun elinden, utangaç, ürkek dokunuşlarını adıyor bu adama. Hiç bir şeyi istemedi Demir, avucuna sokulan bu elden gelen dokunuşlar kadar, hayatında. Asi’nin gözleri alev alev... Demir’in eridiği sıcaklığa ulaşıyorlar o anda.

Emine ebeden dönen Süheyla görüyor, yolda Asi-Demir’i... içinde Kozcuoğlularına yıllanmış öfkesi... değiştirilen bebeğinin acısı... taşıyor geçmişinin yeni öğrendikleri. Hesap soruyor... “Senin bu kızla ne işin var?”... şaşırıyor Demir... sakinleşmeye davet ediyor teyzeyi... Süheyla’nın ise duyması mümkün değil hiç bir şeyi. Onun bu tarz konuşmasına alışık değil Demir... tanıyamıyor şu an teyzesini. Süheyla Demir’e çıkışır gibi belki ama Asi’ye açıklıyor aslında gerçekleri. Onların Kozcuoğluları ile hiç bir samimiyetleri olamaz... kimi zaman hep düşman kalmanın hükmünü yine geçmiş verir... onarılan köprülerle... yeni kurulan ilişkilerle, geçmişi yeniden yazamaz Demir... Kozcuoğlularıyla aralarındaki düşmanlığı unutamaz Demir.

Ruhunun gerçekleri onu iki farklı yöne çekiştirirken, teyzesinin sözleri, Demir’i kesif bir çaresizlikle kaplıyor. Hayatında ilk defa tattığı bu ürkek heyecan daha dolu dizgin değilken bile titretirken onu... geçmişin karanlığı olanca ağırlığıyla üstüne çöküyor. Henüz vakıf olmadığı yaşanmışlıklar... bu saf sevgiyi ‘günah’a döndürüyor. Demir, iki karşı konulmaz ateş... aşk ve intikam... arasında kalıyor.

Biraz evvel ürkekçe dokunan parmaklar, sertçe kolundan kavrayıp onu kendine döndürene kadar, Asi’nin varlığını unutuyor... İntikam, söyleyeceğini söylemiş, sırtını dönmüş ona giderken... alev alev aşk yetişiyor... hesap soruyor.

-Nedir bu düşmanlık... kimsiniz siz. Demir... buraya neden geldin?

Akıl erdiremiyor... yürek yettiremiyor bu ateşlere... hiç bir şeyi bilmiyor artık Demir... yere dönüyor bakışları... veda ediyor cesaret edebildiği hayallerine, gerçeklerine dönüyor Demir.
6. Bölüm
Kapsamlı Fragman