Dudakları aşağı sarkmış.. gözleri hala öfkeli belki ama Asi ucuz atlatıyor şu anki fırtınayı... İşçiler dağılıp, babasıyla yalnız kalınca mandrada... geliyor İhsan’dan bu komşu ile ilgili ilk uyarı. Bu konuyu konuşarak çözeceğine, çitleri yıkmak da nerden çıktı... çok yanlış yaptı Asi. Kızı haklarını koruduğunu düşünsede, komşunun çitlerini yerle bir etmek ayrı bir mesele. Asi de farkında yanlış yaptığının ama olmuş bir kere. İhsan’sa pek hoşlanmıyor O delikanlıdan... dikkatli olunmalı... o delikanlıdan uzak durulmalı...

Diğer tarafta Demir’i görüyorum Asi kıyısında... Asi’yi mi şikayet ediyor içten içten adaşına. Başım sallanıyor hafiften... “Hayır” diyorum ... alışık kaderinde böylesi kıyılara... aksi akışlara... Ona, dünya ile arasına çitler çektirten... gücünü... dayanıklılığını aldığı... yıkmayı başaramayan her darbenin varoluşunu kuvvetlendirdiği öylesi yaşanmışlıklar, değil mi? Çocukluğundan beri öğrene geldiği tek yol bu, değil mi? Demir de biliyor sorunlarıyla başa çıkmayı, basit bir şey bu... yontuverir yüreğinden bu vahşi filizi... işte hepsi bu! Yapacaklarını bir bir elindeki dalda mı deniyor... küçük parçalara bölüp bölüp hırsla... elinde kalanı da Asi’ye geri fırlatabileceğini mi sanıyor? Ahh bu fark dahi etmeden yaptığı hareket beni nasılda ışık hızıyla geleceğe fırlatıyor. İlerilerde bir yerlerde Asi’de hırsını elindeki bir zavallı çiçekten çıkarıyor. Asi-Demir benzeşikliklerinin ne kadar derinlere indiğini gösteriyor. İkiz mi doğmuş bu ruhlar... tutundukları ne çok şey aynı... ne çok şey birbirini tamamlıyor. Fakat Demir çok ama çok yanılıyor... Kısılmış olsada gözleri artık... güneş ışığı çoktan ulaşmış o derinliklere... yüreğine... e.min görüyor. İtiraz edermişçesine bana... gördüklerime... kalkıp ayağa ellerini ceplerine sokuyor...

Bu arada, Neriman’ın evde esişi, İhsan’ın çıkışmasını mumla aratıyor... Asi’nin yaptığı kabalığa mı kızsın, Kerim’le iyi bir ilişki kurmakta olan Defne’nin hayatıyla oynayışına mı? Marifetinden memnun mu Asi ... dik başlılığı nelere yol açıyor?

Olan bitenin ardındaki gerçeği Kerim ortaya çıkarıyor... Asi’ye çitleri yıktıran öfkenin ardında Demir’in arazisinde işlemiş olduğu mahsulün Romen alıcıya yok pahasına satışının yattığı anlaşılıyor. Cemal Ağa fiyatı kırmış, Romen müşteri de mahsulü ondan satın almış... anlaşılmayan ise Cemal Ağa’nın neden böyle bir şey yaptığı. Demir ürünü emeği geçene bırakmıştı halbuki, yani Asi’ye ama Cemal Ağa, Alicengiz oyunlarıyla herkesi birbirine katıyor.

Demir, Cemal Ağa’yı kahvede... nargilesinin başında buluyor. Lafı hiç dolandırmıyor... soruyor... “Sayenizde torununuz durumu yanlış anladı... ürününe el koyduğumu sanıp, çitleri yıkıp geçmiş...” Gevrek bir gülüş geliyor Cemal Ağa’dan... pek seviniyor bunu duyduğuna... has torunu Asi’nin sağı solu belli olmuyor. Asi’yi ona anlatan Cemal Ağa’yı dinlerken... neredeyse ‘çitlerin yıkıldığına memnun Demir’ diyeceğim geliyor... mantığına ters ama Asi ile ilgili her şey hala ruhuna dokunmaya devam ediyor... Çocukken de böyleydi Asi...cesurdu, korkusuzdu, kendine güvenli... burnu hep böyle havada... Donuyor görüntüm işte bu anda... Demir’in Cemal ağadan kaçırdığı gözlerinde, atı üstünde Asi’nin görüntüsü canlanıyor. İyi ki soluklanıyor Cemal Ağa, nargilesinin dumanında... farketmeden izin veriyor Demir’in kendine gelmesine bu arada. Cemal Ağa içini döküyor damadıyla ilgili, daha yeni tanıdığı bu genç adama ama Demir konuyu tekrar çekiyor kendi sorununa... o senenin hasadına. O gün düşmanlıkların günü belli ki... bu sözcük dökülüveriyor Cemal Ağa’nın ağzından da. Demir hassas bu söze... sanki İhsana’a bir tek kendisi ‘düşman’ olabilir, onun intikam vakti, kimse karışmamalı buna... Cemal Ağa devam ediyor... kızını, torunlarını canı kadar sever, o başka... bileydi eğer en has torunu bu kadar uğraştı bu mahsül adına... çekilirdi bir kenara ama damadı olacak o adamın tırnağı kadar bile değeri yok, garezi var Cemal Ağa’nın... derdi İhsan’la.. Nasıl nahoş bir davet kokuyor bu konuşma?.. Demir farketmez mi satır aralarını... hayatında üç kez gördüğü bu adam düşmanlıkta işbirliği teklif ediyor ona, açıkça. E.minim çılgınca düşünüyor o anda... çiftliğin aniden ona satışının altında da aynı sebep yattığına. Sapmaz hiç endirekt yollara... çok iyi anladı onu ya... cevap veriyor aynı açıklıkla...

-İntikam almak bu ufak tefek oyunlardan çok daha incelikli bir iştir... intikam intikamdır tek başında alındığında.

Demir büroya uğramıyor o gün bir daha... atıyla gezintiye çıkıyor yeni yeni tanıdığı bu topraklarda... tapusunda ‘Demir Doğan’ yazması yetmez...her bir taşına nalları değmezse atının, onun olmayacakmış gibi bu topraklar aslında. Bir benzeşiklik daha ... sonraları çok yakından tanıyacağımız Asi’nin yapısıyla... sahip olmak onlar için dokunmak tamamına. ‘Benim’ diyebilecekleri şeyler ‘onların’ olmalı bir uçtan bir uca. Asi ise üzgün... çitleri yıktığına değil, öfkesiyle berbat etti herşeyi, ona... Eğer herkes mutlu olacaksa gidip özür dileyebilir... Demir’in karşısına bu nedenle çıkmayı göze alabilir.

Çiftliklerinden çıkıyorlar Asi de, Demir de... atları üstünde... sağlı sollu geçiriyor ağaçlar onları... zorlu bir çarpışma beklemekte her ikisini de... Demir önde... Asi peşinde. Demir yorduğunu düşünmüş olmalı atını... Asi kıyısında oğlunu dinlendiriyor. Yemlenmesine müsade ederken onun, eğeri düzelterek vakit geçiriyor. Bu molada Asi Demir’i yakalıyor. Tırıs atı görüntüye giriyor... ardından yavaşlıyor... Demir beklemiyor onu görmeyi... eli hala atının böğründe, eğer kayışları üzerinde...gözleri henüz toprak yolda olan Asi’ye takılıyor... Asi ona mı geliyor? Bu gelişe sezgileri doğru mu işliyor? Ona olmalı... muhakkak ona... doğru seziyor olsun ne olur... bu geliş nasıl gururunu okşuyor. Asi atını, yoldan nehir kıyısına inen toprak rampaya, Demir’e doğru vuruyor.... neredeyse atının bile ayakları geri geri gidiyor... Demir hala oralı değil gibi... Asi ise kaçmak istiyor.

Onu her görüşünde, ardına bakmadan kaçan Asi’nin kendi ayakları ile Demir’e gelişi... herşeyi bitiriyor. Demir biliyor... Asi kendisinden özür dilemek için geliyor... Ama onun öylece gelip, özür dileyip gitmesine müsade edemez... onu sonuna kadar zorlamadan rahat edemez. Ağzını açmasına bile vakit bırakmadan başlıyor...

-Baştan söyleyelim burada yıkılacak çit arama. Çit falan yok. Saldıracağın her hangi bir şey de yok. Sizin adetleriniz konusunda ilk dersimi aldım. İkinci ders için mi geldin yoksa?

Sen varsın ya, yeter ona... başınıza geleceklerden haberin yok lakin gururunu bile geride bırakacağı bir mücadele olacaksın bu kız için, sana geldi toprağın-suya kavuştuğu o kıyıya. Demir’in ayaklar açılmış iki yana... meydan okurmuşçasına... Asi’nin başı öne eğik... atından destek almaya çalışmakta. Sessizce bekliyor Demir onu... söyleyeceklerini. Asi güç toplayıp kaldırıyor başını...

-Ben aslında buraya... ben aslında...

Asi’nin sesinin tonu... kekeler konuşması... sözcük seçimindeki beceriksizliği... nasılda gösteriyor, yaptığına, inanmadığı bir şeyi. Demir zaten farkında. Yürüyor Asi’ye doğru, atını bırakıp nehir kıyısında. Mühürlüyor lafını Asi’nin ağzına...

-Sen aslında... belkide o muhteşem gururunu bırakıp... insan gibi özür dilemeye gelmişsindir!

Yaklaşıyor iyice ona... şu anda Asi’yi hala tahtında oturtan atıyla aynı hizada. Biliyor, zor durumda... özür dilemek ondan, ölümden daha beter bir ceza. Sesinin tonu değişiyor... özeline dokunuyor bir anda...

-Ama o gözlerin...

O gözler için neler söylüyor sesi esasında... kalakaldığım anlardan biri daha... Takılmış bir plak gibi, bu sözleri dinliyorum Demir’den... Asi’nin gözlerine yüklediği anlamdan... o gözleri ne kadar iyi tanıdığından... o gözlerden aldığı mesajların her zaman yerini bulduğundan... şu anki ruh halini apaçık o güzlerden okuduğundan...

-O kadar çok zehir saçıyor ki... bakışların o kadar öfke dolu ki... bunu nasıl yapacaksın merak ediyorum?

Bu adamın haklı olması da öfkelendiriyor Asi’yi... öfkesini bu kadar rahat okuması da... onu bu kadar iyi tanıması da... Asi zorla tersine akıtılabilir mi... ne kadar çaba harcasa da taşıveriyor bendinden, dönüyor mecrasına. Onun haklı olduğunu itiraf etmek bile daha evla ruhuna aykırı bu bağışlanmaya. Gözleri dönüyor ona. Gözlerinin içine... taa içine bakmalı bunu söylerken... bunu yapıyor o da... bakıyor çekinmeden... ve itiraf ediyor...

-Haklısın... bu imkansız!

Demir biliyor... nasıl oluyor da onu bu kadar iyi tanıyabiliyor... birbirlerine bakarken, gözlerine düşenlerde ne görüyor. Hiç şaşırmıyor... içten içe de onun özür dilemeyişinden mennun mu kalıyor? Onunla zıtlaşmaktan hoşlanıyor... hem de nasıl keyif alıyor. Hele şimdi onun düşmanının kızı olduğunu öğrendi ya... onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya niyetleniyor. Onu tahtında ezik bırakan Demir’in dudaklarında haz dolu bir gülümseme iyice yayılırken, ayrılmak üzere atını harekete geçiren

Asi’nin kırbacı Demir’in yanağını buluyor...

Kırbacın havayı yaran ıslığına, Demir’in acıya tepkisi, Asi’nin iç çekişi karışıyor... Bu darbeyle kontrollü dünyaları yerle bir olurken, doğal mizaçları ortaya çıkıveriyor.

Her ikisininde gözleri inanmazlık içinde, şaşkınlık içinde birbirini buluyor... hiç düşünmeden geliyor sözcükler Asi’ye... “İstemeden oldu”... gözlerinde pişmanlık olan bitene... onun canını acıttı, bunu nasıl yaptı?.. Bir hamlede kolundan tutup çekiveriyor Demir onu yere... kendine. Şu andan itibaren geçmek mümkün değil artık bu hırçın akışın önüne... durmalarının imkanı yok. Herşey saçılıyor orta yere... Bu, öfke bile olsa... bu, kızgınlık bile olsa... en doğal halleriyle birbirlerinin karşılarındalar artık... bir yabancıya olabilecek o mesafenin ardına sığınamazlar bundan böyle.

-İstemeden olmadı bu... içinden geçen bana vurmaktı... biliyorum.
-Evet, içimden geçen buydu.
-İnsan gibi konuşalım mı artık? Ama önce özür dileyeceksin.

Silkeliyor Asi, Demir’in elini hışımla... gözler şaşkınlıklarını bırakıp dönüyor yavaşça bir ateş parçasına...

-Asla...
-Öyle mi?
-Evet, öyle...
Demir... bir göz kırpışta buluveriyor kendini başka bir dünyada... ne yanağının acısı kalıyor... ne öfkesi bu düşmana. Karşısına, hizasına çekmekle doğru bir şey yapmadı galiba bu kızı... baksanıza... Asi öfkeyle söyleniyor ama Demir’in algıları aklını bulandırıyor yine nasılda... iki dünya arasında gelgitler yaşatıyor bu kız ona. Bu adam, sınırlarda yaşıyor o anda. Bıraksalar dudaklarında, gözlerinde bir ömür geçirebileceği bu kızın ağzından çıkan öfkeli sözlerle besleniyor ateşi... Asi’nin dudaklarında bir an için gözleri... kendi dudaklarında hissediyor bu dudakların hiddetini... Gözü açık gördüğü bu hayallerde... bu öpülmüşlükte Demir, alev alev yanıyor. Karşılık vermeli... Demir’de onu öpmeli... oysa ona erişmek varken bastırıyor kendi... Bir zorba içinden... aralayıp yüreği... göstermeye başlıyor Demir’in yüz ifadesinde kendini... iyi bakın başka yok... bu Zorba’nın e.min’deki tek görseli.

Asi... Demir’in suskunluğunu... içine daldığı alemi farketmiyor... anlamıyor... anlasa korkardı... anlasa susardı... anlasa... hiç tereddüt etmez, okşarcasına o zorbayı Demir’de... öperdi şefkale. ... ... Çünkü bunu yapabilecek güçte.Varlığıyla Demir’i süreklediği nokta inanılmaz... buna Asi bile karşı koyamaz. Koyamıyor zaten ama yabancı bu dünyaya... ruhunun çalkantıları öfkesinde dışarı vuruyor onun da... bir başka hırçın yürek atıyor anda da. Hiç olmadığı... hiç kimseye olmadığı kadar... kaba... saldırgan davranıyor... taşkınlıklar onun da içini kasıp kavuruyor.

-Hem sen buraların yeni sahibiymiş gibi davranmayı ne çabuk öğrendin. Kimsin sen... kim olduğunu sanıyorsun... ama paranız bu kadarına yeter Demir Bey... Bana söz geçiremezsin!... Şimdi o çitlerini yeniden yaptır... yaptır ki benimde yıkacak yeni çitlerim olsun... görgüsüz...

Demir’in tokadı Asi’yi buluyor...

Nefret etmek istediği bu kız, çoktan yerle bir etmiş çitlerini... bu tokatla, çit üzerine çit çekiyor Demir. Ne var ki çektiği yeni çitlerle aslında Asi’yi kendine hapsediyor Demir. Öpüş o tokatla, her ikisi içinde... öyle gurur kırıcı ki! Ne yapacak Asi... ne yapacak Demir?

Göğsünde çarpan deli yüreğini de... Asi’yi de susturuyor Demir. Daha tokadının savurduğu saçlar Asi’nin göğsüne inmeden bir ağrı iniyor Demir’in göğsüne... birkaç gün evvel elleriyle kavradığı bu yüz savrulurken öteye, Demir’in çıkıp bedeninden bütün ruhuyla uzandığını görüyorum Asi’ye, gözlerimle görmüşçesine... Bu sarmalanmadan... hissettiklerinden... onun tokadından, yüreğine yığılan bu duygu karmaşasından şaşkın yere iniyor gözleri Asi’nin... Tutku, şiddete dönmüş... ne beklediği... ne de doğrusu bu... gururunu sarsan bir duygu... affedilmez bir şey.... inanmazlıkla yanağını buluyor eli... yaşadığı gerçek mi... Gözler dönüyor en nihayet Demir’e... bunu nasıl yaptın sen? Zorba gitmiş çoktan... bir çocuk karşısında kocaman... suçlu... ona dahi bakamayan... yerinden kıpırdayamayan... kendi kendine konuşan...

-Bunu nasıl yaptım ben ?

Asi’nin yanağında kötü bir kızarık... Neriman müdahale ediyor Asi’nin beresine... Asi’nin atı kafa atmış... iyiki beteri olmamış... ne olacak işte at bu... huysuzlanmış. Belli ki Asi ailesine bir masal anlatmış. Darbeden şişmesin diye, buzla tedbir alınmış. Bu arada Defne giriyor odaya... yanakları al al sıkıntıyla... gözler Asi’de, çaresiz, yeltenmiyor bile yardıma... ne diyeceğini bilemez durumda. Bakışıyorlar abla kardeş aralarında...
Akşamın karanlığı Antakya’ya ... yaptığının yanlışı Demir’e çökmüş... baş ağrıları içinde... alışık değil bir şeyin ardından pişman olmaya... hele ki böyle bir olaya. Gömülmüş gibi çiftliğin terasındaki koltuğa ama gözler hala Asi kıyısında... tekrar tekrar o tokadı yaşamakta. Bir an... tek bir an yetti... nasıl yaptı bunu ona. Gözlerini her kapatışında, Asi’yi karşısında ona bakarken bulmadığı tek bir an yok, nasıl oluyorsa! Kerim çıkıyor evden, iki bardak viski elinde. Öneriyor... “İç şunu ... belki faydası olur”. Demir biliyor ki hiç bir şeyin faydası olmaz... bu yaptığını alkol falan unutturamaz... Hala şaşırıyor kendine... nasıl bu hale geldi... nasıl bu kadar kontrolden çıktı, diye. Bir darbe geliyor koltuğun koluna Demir’den, kalkıyor hışımla... Gerçi o da taşıyor bu günün yaralarını suratında ama... biliyor ki çök öfkeli olmasına rağmen Asi, vurmak istemedi, kazayla geldi kırbaç darbesi ona. Demir tahtında ezik şu anda. Kerim öneriyor “O zaman git özür dile.” Zaten bunu yapması lazım ama özür dilemez Demir... bu Asi’nin eline koz vermek olur. Kerim’de en az onun kadar şaşkın... “Ne kozuymuş bu? Vallahi ne demek istediğini hiç anlamadım Demir. Hayatında ilk kez bir kızı tokat atıyorsun. Bu kadar sarsılıyorsun.” Bu sarsıntı hala sürüyor Demir’de... bunu arkadaşının ağzından duymak bir kez daha taşırıyor Demir’i... sinirleniyor... çıkışıyor adeta Kerime’de...

-Özür dilemem dedim... Benim için ne düşündüğü umurumda değil Kerim... Yaptıkları için önce o gelip özür dileyecek... yıktığı çitler için... küstah tavrı için... beni çileden çıkardığı için. Belki o zaman düşünürüm
-Neler oluyor Demir... Seni hiç böyle görmedim!

İstersen biz söyleyelim Kerim... aşık oluyor dostun. Gözleri karanlığa dalmış, terasın demirlerine dayanmış bir aşık var karşında... aşk ele geçiriyor onu sinsince... “Aşık oluyor Demir”.

Çok değil biraz uzatka... Kozcuoğlu çiftlikte, Cemal Ağa ziyaret ediyor torunları ama asıl amacı başka... yayılmışlar terastaki hasır koltuklara... sohbetleri arasında asıl konuyu getirveriyor ortaya... nerden öğrendiyse öğrendi... yüzlüyor İhsan’ı... nasıl da ellerinde kalan tek evi ipotek ettirebildi. Demir Bey’i, beyefendiliğini, servetini öven konuşmalarda tuz biber oluyor konuşmalara. Gider ayak kapı ağzında...Demir’i, Asi’ye.yakıştırması ise.. artık iyice çileden çıkarıyor İhsan’ı... “Demir, Asi’nin değil layiği...”

Komşu çiftlikte ise, Romen Alıcı davet edilmiş gündüzden eve... uğrasında konuşsunlar şu mahsul konusunu akşam bir daha diye. Yapılan hata telafi edilmeli... Kozcuoğlu mahsulünü satmalı kendisi. Hatta arada bir fark olursa Demir halledecek, cebinden ödeyecek, alıcı merak etmemeli. Romen alıcı şaşkın şaşkın bakıyor... anlaması mümkün değil... o bir tüccar... belli ki Demir iyilik etmeye çalışıyor Kozcuoğlularına ama nedeni ne ki? Demir haksızlığın her zaman karşısında... ama tek neden bu mu ki? Romen alıcıyada gerçekleri biz mi söylesek ki?

Asi ve Defne yatma hazırlığında... yatak odalarında. Asi bağdaş kurmuş yatağında... Defne ayna karşısında, saçlarını fırçalayıp dolarken işaret parmağına, geziyor Kerim hayalleriyle bulutlarda... Asi’nin durgunluğunu farkediyor... farkedilmeyecek gibi değil ki. Anne ve babalarının çiftliğin ipoteği için yaptıkları tartışma ulaşıp onlara, kesiyor sohbetlerini tam bu sırada. Neriman haklı... ama babaları da... suç mu istemek kavrulmayı kendi yağında. Babalarının kimseye boyun eğmemesi... onuruyla ayakta durması herşeyden önemli... biliyorlar. Konu tekrar dönüyor kaldığı yere... şu at kazasını konuşmak yarar mı işe. Yaramaz... Asi’de biliyor Defne’de. Asi kimselere anlatmayı istemez gündüz olanları... Demir’in tokadını. Ama Kerim yetişmiş çoktan Defneye. Defnenin bu olan biteni bilmişliği açık ettiriyor herşeyi Asi’ye... “Bana tokat atmaya hiç hakkı yoktu Defne. Babam bize bir fiske bile vurmadı... o adam kim oluyor... Bu ne cürret ya?” Cürret etmek fiiline takılıyorum burada.

Neden cürret... neden bu sözcük seçimi... eş anlamlılarına bakıyorum bir çırpıda... cesaret etmek, kafa tutmak, meydan okumak düşüveriyor ekranıma... Bunlar bir tokada eşlenmeyecek şeyler...bir tokadı yermeyecek sözcükler... Bu kafa tutuşa, onun öfkesinin eşidi karşısında... gerçek ve merakla bir kışkırtma... farkında bile olunmayan bir deşme güdüsü açıkta. Asi bunun mu farkında. Onun tahammülünün çok ilerisine geçti bir anda. Nasılsa bir şey yapamaz bana... Zaten söylüyordu... söz geçiremez ona. Yoksa o tokat için kendine mi biraz da kabahat bulmakta... doğru tespit edemedi Demir’in sınırını, aştı çokça. Sadece sözleriyle değil... asıl... ruhuna dokunuşlarıyla. Bu tokat nasıl kabullenilir... bu tokada tek karşılık göz göze gelmek midir? Anlıyor gibi mi Demir’i yoksa!

Ertesi gün... işe gitmeden Demir’in ilk durağı köprü. Denetliyor olan biteni... Bu arada görüyor ki nehirde oynuyor Hüseyin. Söz tutulmuş... Demir Abi’si kırmızı kırmızı kolluklar almış. Hüseyin’se yüzmeye çalışıyor, eyliyor kendini yine suda. Demir oyalanmadan gidip kıyıya, çocuğun yanına, ilgileniyor onunla. Köprünün onarımını kontrol etmesi kadar önemli bu konuda... Artık o kolluklardan tekini çıkarmasını öğütlüyor Demir... zamanıdır... suya alışması için bir aşama daha. Gerçi korkuyor Hüseyin... ama doğru olan yapılmalı... üstelik güveniyor çocuksal bir içgüdüyle Demir Abi’sine Hüseyin... “Batsam bile sen kurtarırsın” diyor. Demir abisiyle olunca, her an bir şey öğreniyor bu küçük oğlan... Demir’se önce kendisine güvenmesini öğütlüyor kaşla göz arasında, sonra başkasına. Ne kadar basit ama elzem bir hayat felsefesine temel atıyor o çocuğun kafasında. Ne Hüseyin anlıyor, ne biz o anda... altetmek değil ama suyla başedebilmek bir dönüm noktası... hayatla başetmeğe eşdeğer Demir’in hayatında.

Yüzme dersi bitmiş... Hüseyin giyinmiş, Demir Abi’sinin kolları altında... bir taraftan yürüyor bir taraftan sohbet ediyorlar hayat hakkında... İsterse bu abi gibi köprüler bile yapabileceğini öğreniyor Hüseyin... köyünün çok ötesine doğru açılıveriyor ufku bir anda. Bu abi ona inanıyor ya... kendi de bunu yapabileceğine inanacak yavaşça. Köprü üzerinde konuşurlarken onlar... Asi jipi ile dayanıyor inşaat nedeniyle kapatılmış köprü girişine... hareketli hareretli konuşuyor işçilerden biriyle... “Lütfen yolu açın... Kestirme yolu kullanmam lazım, çok acil bir durum var!”... derdini anlatmaya çalışıyor Asi... ama nafile... açamıyorlar yolu, emir böyle. Demir durur mu... müdahale ediyor, yanlarına geliyor. Asi’de Demir’de birbirlerine bakmıyor... “Ne oldu? Sorun nedir?.. diye sorsada işçisine dayanamayıp sonunda dönüyor Asi’ye... “Çok acilse açalım, işinizi halledin!”... Durum acil... gurur meselesi yapılmayacak kadar da önemli... “Ablam ile Kerim yürüyüşteyken, Kerim’in ayağı tilki kapanına sıkışmış. Sanırım durumu kötü.” Demir’in başı kalkıyor havaya... arkadaşının adını duyunca. Konuşmaları devam ediyor... anlaşılıyor ki kazazedeler, Reyhanlı’nın arka tarafında bir yerlerde Asi’yi bekliyor. ...“Hemen gidelim”... Demir’de davranıyor arabasına doğru, onu takip etmeye.... ama Asi müdahale ediyor, “İsterseniz... benim arabama gelin...” Demir resmen şaşkın şaşkın bakıyor ona... gözleri Asi’nin inatla yola bakan suratında... ardından kayıyor yere, düşünceli bir şekilde... o tokattan sonra ilk karşılaşmaları, kolay mı arabulmaları... “...yani sizin aracınızın o bölgeye girmesi zor.” İşte arabasına çağırıyor bu asi kız onu... ayrı tutuyor belli ki kendisininkiyle başkalarının sorunlarını... acil bir durum söz konusu. Demir, Asi’nin jipine biniyor... işçiler yolu bir emir ile açıyor.

Engebeli Reyhanlı’ya giden toprak yol... yer yer taşlar... yer yer derin çukurlar... Jip bir sağa bir sola sarsılarak ilerlerken konuşuyor zorunlu olarak bizim gençler. Demir biliyor elbet Tilki Kapanı ne... ama şehir yaşanmışlığında bu hiç akla gelmeyecek bir kaza... yoksa buralarda normal mi ne? “Şanssızlık diyelim” diyor Asi... içinden de ilave ediyor “...tıpkı sizinle karşılaşmam gibi.”... Demir’in gözleriyse tam tersini söylüyor... Kerim’e bir borcu var şimdi... gidip koskoca arazide tilki kapanına tutuldu... onları kurtarmak da Asi ile Demir’e kısmet oldu. Dünkü mücadeleden izler kalmışsa bile geriye... Defne ile Kerim’e yetişmenin endişeyle aşılıveriyor aradaki engeller... Demir’in yanağında, kırmızı bir çizgi yukarıdan aşağıya, manidarca... Asi’nin dikkatinin o yaraya kaymaması imkansız ara ara. Demir ise görmüyor tokadından bir iz geriye bu kızda ama onun asıl avucu yanıyor hala... dünü hatırlatmakta. Yoğun yağmurların taşları yola yaydığı bir yokuşta kaydırıyor arabayı Asi... arazi vitesi devrede olsada ikinci kez geriye kayıyor araba... Yola ilk çıkışlarında teklif etmişti Demir aslında ama şimdi direnmekte mana görmüyor Asi... Demir geçebilir direksiyona engebeli yolda. “Sen bu tarafa gel diyerek kalkıyor oturduğu yerden Demir... yer açıyor ayaklanarak aklı sıra ona kendi koltuğunda... Asi’de boşaltıyor sürücü koltuğunu... süzülmeye çalışıyor yolcu koltuğuna... ama ne kadar da büyük olsa araba, mani olamıyorlar yakınlaşmalarına... ... kare kare ilerliyorum bu anlarında... Haddi, hududu olmayan fırtınalar yaşatıyor tabiatları, onların birbirlerine her yakınlaşmalarında. Buna rağmen, Demir’in beyefendiliğini okuyorum gözlerinin yere bakışında... Asi’nin gözleri ise Demir’de... o kadar yakın ki şu an ona... hanımefendi olmak, istediği en son şey... gözleri merakla dolanıyor erkeğin yüzünün detaylarında... mükafatlandırarak gözlerini onun dudaklarında... yan koltuğa yerleşiyor sonunda.

Demir direksiyonda... yol çok berbat, Asi kemerini taksa.. Demir bir de onunla uğraşmasa. Onlar bir aradayken sakin durabilirler mi? Asla!!!... “Güzeelll... bir aferini hak ettin... ” diyor Demir, Asi’nin onun sözünü dinleyip, emniyet kemerini takışına... Cemal Ağa’nın en has torunu, İhsan Bey’in de en gözde kızı o... ama görmüyor mu... bu topraklarla, bu toprakların kızı Asi ile yıkılmaz duvarlar var arasında... Dayanamayıp konuyu getiriyor bir gün evvel yaşananlara... “Dün olanlar hiç hoş değildi Asi... illa dost olmamız gerekmiyor... ama ikimizde sakin olabilirdik... şimdiki gibi mesela...” Asi konuşmak istemiyor bu konuyu ... kesiyor Demir’in sözünü... “Çabuk gitmek için gaza basmak gerikiyor... gecikiyoruz...”

Kerim bir ağaca sırtını dayamış... ayağındaki kapan çıkarılmış... Defnenin saçlarındaki minik bandana yaranın etrafına dolanmış. Bekliyorlar... Kerim, Asi’nin gecikmişliğini sorun etmiyor Defne kadar. Acısı olsa bile umurunda değil, Defne ile başbaşa geçirecekleri her an buna değer. Bileğini öpüyor Defne’nin... sonrasında ise gözlerde alınıp veriliyor birbirlerine ilk açık mesajlar.

Jip homurtular arasında yolun başından görünüyor... yanlarına kadar gelip, duruyor. Asi ve Demir’in birlikte gelmeleri derhal dikkat çekiyor... hemen iyi şeyler umuluyor. Bu ormanlık alan bir anda ne kadar kalabalık bir yer oluyor. ‘İyimisin’ler... ‘nasıl oldu da birlikte geldiniz’ler arasında ekip yola koyuluyor. Acil’de çekilen rontgende Kerim’in ayağının kırık olduğu görülüyor... açık kırık değil ama yine de Kerim için kötü bir durum. Aman ameliyat falan demesin doktor da, alçıyla koltuk değneğine razı olunuyor... Demir yatıştırmaya çalışıyor arkadaşını... “Benim İngiltere’deki durum işte... iki haftada çıkarıyorlar alçıyı”... ‘Hııııhhhh’ diyor içinden Asi... çenesi kayıyor sinirle yana.. beyimize ülkemiz dar gelmiş, yetmemiş... İngiltere’yi de fethetmiş... keşke gittiği gibi kalsa, buralara hiç gelmeseymiş. Ukala şey işte ne olacak... böyle burnu havada olmayı onlardan mı öğrenmiş... Bu arada Demir’in yüzündeki berelenme dikkatini çekiyor doktorun... soruyor “Siz de yaralanmışsınız?” Demir’in gözleri Asi’yi arıyor bu soruyla... her ne kadar müsebbibi bu asi kız olsada ... kabullendiğini itiraf ediyor “Bir kaza diyelim...” Kerim müdahale ediyor muzipçe, bu haliyle bile... onun kazasıyla hiç ilgisi yok... bunu da belirtelim. Demir’in gözler olanları şaka konusu yapan arkadaşına dönüyor artık... Hiç hoşlanmaz ona böyle takılınmasından... zaten yapan Kerim olmasa yerini bulurdu karşılık çoktan.

Dörtlü çıkışa doğru ilerlerken hastane koridorunda, Kerim tekerlekli sandalyede, ayağı alçıda... erken konuşuyor... “Bu meseleden ucuz kurtulduk”... Oysa Aslan’dan kaza haberini alan İhsan... gecikmeden peşlerine düşüyor, tam çıkışta onları yakalıyor. Yüz ifadesinden belli ki bu işten hiç hoşlanmıyor. Herkesde garip bir durgunluk... normalde yaşanmaması gereken bir suskunluk... Defne izzah etmeye çalışıyor olan biteni... ama İhsan donuk. Kızlarının bu adamlarla beraber olmalarını istemiyor. Asi giriyor araya... laf çeviriyor... ama bu tip işlerde usta değil... söyledikleri sırıtıyor nasılda. Daha fazla uzatmaya gerek yok... misafirler kendi başlarının çaresine bakabilirler artık... kızları alıp İhsan çiftliğe dönüyor. Yavan bir geçmiş olsun’un dışında ... ne önden bir ‘merhaba’ ne sonrasında bir ‘hoşçakalın’... delikanlılar öylece ortada bırakılıyor. Demir bu ‘yok sayılma’dan hiç hoşlanmıyor. İhsan’dan gelen bu tavır onu olmak istediğinden çok uzak bir yerde tutuyor. Bu mesafeli duruşa tepkisini de beden diliyle çok iyi ifade ediyor.

Elbette bilemez ki... o ve arkadaşı her fırsatta aslında İhsan’ın önüne çıkıyor ve adamı hayatından bezdiriyor. Ahırda Aslan’ın ağzından duyduğu, Demir Doğan’ın gözünün Asi’de olduğu laflarından hiç hoşlanmıyor, İhsan. Eve geldiğinde de Defne’nin kırık ayağı için ‘geçmiş olsun’a gideceği Kerim’e paça çorbaları yapıldığını öğrenmek se onu sabrının sonuna getiriyor ve resti çekiyor... Defne “o adamla görünmeyecek ... ne Asi... ne o, Demir Doğan’ın çiftliğine adım atmayacak, onlardan uzak durulacak.” Neriman’ın Demir ve Kerim hakkındaki olumlu yaklaşımı ise konulan yasağı kaldıramayacak.

İhsan ağızdan ağıza yayılan söylentilerin farkında... bu nedenle Romanyalı mahsullerini almak için kendisini aradığında satmıyor ekini ona. Demir Doğan’ın jestine anlam vermek mümkün değil, iki yakalarını bir araya getiremeseler bile... kabul etmesi mümkün değil onun çiftliğinden tek bir yaprak bile uçup konsun kendi çiftliğine.

Demir İstanbul’a uçuyor ertesi gün... evine... günü birliğine... kardeşi, teyzesi ve hasta enişte, bekliyorlar Demir’i hasretle. Demir’in İstanbul seyehati, teyzesiyle Antakya’daki girişim ve yatırımları nedeniyle çekişmeli geçiyor... Hasta eniştenin Demir şerefine sofraya gelmesi bile neşelendiremiyor masalarını... Demir köprüyü restore ettirişi düşüveriyor Süheyla’nın yüreğine. Süheyla Demir’i etkileyerek gelişmeleri durdurabileceğini sanıyor. Demir evinde bunlarla uğraşa dursun, o yokken Antakya’daki çiftliğinde sorunlar başgösteriyor. Atlardan biri zor bir doğuma giriyor... şehirdeki veterinere ulaşılamayınca telaşla Asi’den yardım istiyor kahya Sevinç aracılığıyla. “Asi Hanım bakabilir mi acaba?..” Babası gitmeyin dedi... hem de Demir Bey ile karşılaşmak istemiyor Asi ama o bir veteriner... konu hayvanlarsa önemini kaybediyor diğer şeyler. Asi, Demir’in çiftliğine gidiyor... doğumu gerçekleştiriyor... kısrak da tayda iyiler... Asi’den sıkı sıkı tembih geliyor, e.min olmalı... taya iyi bakılmalı, antibiyotiği unutulmamalı. Ardından da sorularını sıralanıyor... “Demir Bey burada değil miydi... gitti miii??..” Asi’de yine burukluk... yine hayal kırıklığı... Demir’siz çiftliğin ıssızlığı... Aslında bunları yazarken haksızlık ediyorum bu güne... yüreğine vurulurmuşçasına demir zincirlerle kapanacak o çiftlik ileride. Bununla mukayese edildiğinde... hiç bir şey yaşamıyormuş Asi diye düşünüyorum... bir ümidi var mış hiç değilse. “Ne zaman dönecek...?” Orasını ne bilsin kahya... bu kahya sonrakine benzemeyecek... Demir’le ve Demir’in işleriyle üstünkörü ilgilenecek.

Cemal Ağa’nın konağında o akşam bütün aile... daha avluda dedeyle selamlaşıp öpüşürken torunlar... Demir ve Kerim beliriyor kapı girişinde. Demir davet nedeniyle, ayağının tozuyla gelmiş istanbul’dan... havaalanından eve bile uğramadan. Yüzündeki gülümseme duralıyor, adımları yavaşlıyor, avludaki gurubu görünce... diğerlerinin bir önemi yok bence... İhsan’ı ara ara iğnelemek harika olabilirdi ama gece boyunca Asi ile birlikte olmak... aynı havayı solumak... ne yalan söyleyelim düşündürüyor beni de. İkilemler içinde olduğunu görüyorum Demir’in. Bir tarafta intikamı, öfkesi bu aileye ama diğer taraftanda dengede tutmakta zorlandığı ruhsal karmaşa... kargaşa. Ne yardan ne serden geçiyor gibi. Daha o gün, intikam yeminleri etti... ama fırsat yakaladığında da fısıldamaktan alıkoyamıyor kendini “Nasılsınız?”... Asi.. Tahmininden iyi... Kinayeli bu yanıtta aslında gerçek mi gizli? Onu gördüğü için gerçekten iyi hissetmek, iyi mi? İçlerinde olup bitenlere söz geçiremiyorlar... tanıdıkları Asi ve Demir değil bunlar.... Masa başında açıklıyor Cemal Ağa gecenin ehemmiyetini... Sorun; Kozcuoğlu ve Doğan çiftlikleri arasındaki dargınlık, kafasını kurcalıyor Ağa’nın... bir çare arayıp bulmalı, komşuları ağız tadıyla bir masanın etrafında buluşturup, barıştırmalı. Çiftlik komşuları birbirine kırgın durmamalı... Hem Demir’i... hem İhsan’nı huzursuz ediyor Cemal Ağa’nın bu sözleri...yaşlı adamda buluşuyor aniden ikisinde gözleri... Cemal Ağa’yı tanımıyor yakından Demir... yöre insanına da pek alışık değil. İhsan ‘dan geliyor ilkten “Dargınlık falan yok”... ardından Demir alıyor sözü... “Bir yalnış anlama sadece... kendimizde halledebilirdik.” Ama Cemal Ağa el atmış işte bu işe de. Hep birlikte buyuruyorlar sofraya...

Kerim Defne ile yanyana... ama Demir Asi’nin karşısına yerleşiyor. Bu yerleşmede.... gözler buluşuyor!.. İnsanlar gözlerini hazırlarlar mı bir bakışmaya... Asi ve Demir hazırlıyor... O bakışmanının olacağını bilen bir hazırlık sonrası buluyor gözleri birbirini. Görmek nedir... bakmak nedir... onlar göz gözeyken olan nedir? Gözleri birbirini bulduğunda görerek alıyor ve bakarak veriyorlar aynı anda... sadece birbirine açıldıkları bu görme kanalında, saklanacakları hiç bir yer yok birbirlerinden.... böylesi birbirinde olduklarında ‘biliyor’ olacaklar, birbirlerinden kaçamayacaklar asla. Asi ve Demir... apaçık o kanalın iki ucunda... savunmasızca.

Bu bir meleke... herkese açılmayan... açıldığında kapanması mümkün olamayan... görmeye başladığınızda durdurulamayan... istemsizce ustalaşılan. Ustalaşacak onlar da birbirini görmede... hissetmede... bilinçlerinden evvel bilinçaltları hassaslaşacak birbirlerine... çoktan başladı bile gözlerinde... Bu olağanüstü ‘görü’... Parmaklarından, saçlarından... alınlarından, dudaklarından ... yayılacak tenlerine... her yerlerine... bütünlerinde, bedenleriyle görür olacaklar birbirlerini en nihayetinde. Bu ‘doğal’ noktaya geldiklerinde işte yer, gök, deniz nasıl ki karışmış haldeyse birbirine... öylesi başdöndüren bir ‘karışmışlık’ içinde olacak Asi ve Demir’de... kabullenecek Asi ve Demir bu karışmışlığı yine gözlerinde. Onlar bu haldeyken, ruhlarımızı kamaştıran bir ışık saçıyor olacaklar bize de... mani olamayacağız onları görmemize...farklı kılacak onları bu ‘görü’ bizim gözümüzde... Onları bu özellikleriyle görmeye alışan bizler görmeyi başaramayacağız onları başka hiç bir şekilde. Bu düşüncelerle, bu hislerle seyretmedim onları elbette ilk bölümlerde... Asi-Demir’i ilk günden yazmaya başlasaydım kesinlikle bunlar olmayacaktı yazdıklarım, şu anda onların olduğu gibi pek çok şeye “hazır ama hazırlıksız”, toz duman bakışlarda yol bulmaya çalışıyor olacaktım... anlamlandıramayacaktım. Ama kader işte... tıpkı onların hayatındaki her şeyde olduğu gibi terse işliyor Asi-Demir sayfalar... Onlar geçmişle uğraşa dursunlar... bu anlarına... bu günlerine... geleceklerinden geliyor e.min yorumlar...

Bir tıkla dönüyorum onlara geri... yemekler yenmiş... sıra ev baklavasına gelmiş... Yüzü gülmeyen Damat ve Asi bundan çokça yemeliymiş.... belki tatları yerine gelirmiş. Cevabı bütün detaylarıyla biliyor olmasına rağmen aslında, öylesine soruyor Cemal Ağa... “Muhterem babanız anneniz... nerede onlar?... İstanbul’da mı yaşarlar?” Yemek boyunca ne bulup konuştular... kestiremiyorum bile... İhsan’ın ağzını bıçaklar açmamış görünüyor, Asi kendi gayretiyle etmemiştir tek bir kelime... Demir de öyle. Kerim ve Defne ise yanyana olabilmenin verdiği keyifte. Neriman ve Cemal Ağa sürüklemiş olabilir konuşmayı ... sudan sabundan şeylerle. O nedenle heralde ki Demir biraz şaşırıyor ve huzursuz oluyor kendisine yöneltilen bu soruyla. Gerçekleri söyleyip hiç bilgi vermemekte maharetli Demir... “İstanbul’da teyzem ve kızkardeşim var ... birde eniştem.”... sesinin tonu değişiyor “Annem ben çok küçükken öldü”. O bunu söylerken... gözleri karşısında oturan... bu kayıba sebep adama kayıyor hafiften. İhsan suspus bütün bunlar olurken.

Masanın başında yiyip içmek iyide... kahvesini şöyle rahatça otururken içmeli insan. Cemal Ağa, beyleri davet ediyor ayrı bir köşeye... iş konuşmaya... Asi’yi de çağırıyor katılması için onlara... bir anlatsın bakalım torunu, ne olacak şu susuzluk konusu. Cemal Ağa damadını sağ, kıymetli misafirin sol yanına almış.... Kahveler gelmiş... yudumlanıyor... artık bu işkencenin bitmesine az kalmış. Ama Cemal Ağa her zaman sever ortalığı karıştıran sürprizleri... baklayı çıkarıveriyor ağzından... Antakya’nın küçük bir yer oluşuyla başlayıp, her şeyin akşama kalmaz duyulduğundan geliştirerek konuyu... ortaya koyuveriyor İhsan’ın tefeciden almış olduğunu parayı. Bir tek Cemal Ağa biliyor ne yaptığını... misafirlerin hepsi kendilerince bir şaşkınlık içinde... Dilin kemiği yok ama bu yaşta Cemal Ağa’nın hala ulu orta konuşuyor oluşu... çok sıkıcı. Terkediyor İhsan ve ailesi konağı.

Ne geride bırakılan üçyüzyıl... ne yedi ceddin emeği, alınteri... yetmiyor bu kara bulutları dağıtmaya Kozcuoğlu topraklarında. Hiç bir ‘ah’ sözde kalmaz... babalardan oğullara devrolan ‘ah’ larla dibe vuruyor soydaki son halka.

Ertesi gün şehirde hayat erken başlıyor... Asi gecikmeden yollara düşüyor... parayı nereden bulacak bilinmez ama babasının borcunu kapatmak için harekete geçiyor ve soluğu tefecide alıyor. Ne var ki işler umduğu gibi gitmiyor... babasının senetlerinin başkasına devredildiğini öğreniyor. Asi şaşırıyor... Akşamdan sabaha bu iş nasıl oluyor... kim alıyor. Tefeci sanki matah bir şey miş gibi açıklıyor... “Yakında alacaklınız kapınıza dayanır. Sizde tanışmış olursunuz”... bu işler hep böyle mi oluyor?

Gün herkes için belirsizliklerle başlamıyor... Belediyenin yapacağı toplu sünnet düğününde... erkekliğe adım atacak çocukların yürekleri heyecanla çarpıyor. O sene sünnet olacak çocuklar, duraklardan süslenmiş römorka alınıp, şehrin etrafında gezmeye çıkarılıyor. Asi, soru işaretleri kafasında evine geri dönerken bu konvoya rastlıyor... Hüseyin’de konvoyda... erkek olma yolunda... Bir başka çocuk koşarak geliyor konvoya katılmak üzere yoldan aşağıya... peşinde anne ve babası. Tanıdık artık onları, Demir’in çocukluk evinde oturanları... Derken Demir görüntüye giriyor....önce onları ev sahibi yaptı... şimdi de çocuklarına kirve oluyor. “Allah tuttuğunu altın etsin... ne muradın varsa versin” diyor minnetle Arif Efendi... Vermedi mi, diye gülüyorum içten içten? Murat, Demir’de zaten ve altın tutuyor olacak elleri.... hem madden hem manen.

Caner’i konvoya bindirmeye gelen Demir’in yüzündeki gülümseme yatışıyor Asi’yi görünce... hem o hem ben çok meşguluz. Demir bir taraftan laf yetiştiriyor Arif’e ama gözler gidip gelip çocukların yanında gördüğü Asi’de. Bense kafamda dolaşan Demir – Murat – Altın üçlüsü içinde bir tarafatan da gözlüyorum Demir’i... mimiklerini. Önce sünnet çocuğuyla ilgilenmesi gerekir oysa o gözlerini alamıyor Asi’den. Ama bağışlıyorum onu... Asi bugün aldığı tatsız havadislere rağmen ışıl ışıl... kim kendine mani olabilir... kim gözlerini ondan alabilir!.. Hüseyin çocukça bir hevesle Asi’den istiyor kirvesi olmasını...ama kadınlar kirve olmaz ki... Babası adına sözler veriyor Asi... Hüseyin’i kıramaz... onu kirvesiz bırakamaz. “Öyleyse yarın hepimiz sünnette görüşüyoruz!” diyor Demir... Asi’nin ışıltısı dönüyor Demir’e doğru... bu gün Demir’in doğru taraftan kalktığı bir gün olmalı. Ama çok uzun sürmeyecek şansı. Konvoy hareket edip, ortalık sakinleştikten sonra birlikte yürümeye başlıyorlar. Demir teyit etmek istercesine soruyor tekrar... “Düğüne gelecek misin?” Evet... gelecek. Bir suskunluk anı. Demir bir müddettir ondan kendine akan ışıltının etkisiyle soruveriyor... eve gidiyorsa bırakabilir onu... ama kolay mı bu... O şansı kötü kullandı bir kez, onu tekrar arabasına alabilmesi için uğraşacak eni konu. Asi’nin yüzünde kocaman bir gülümseme hala, sakınmıyor cevabı... “Yol ağzına mı?”... Demir ... ah Demir... Asi’yi hafife almak gibi bir gaflete düşme sakın. Sen de farkındasın ya... dudaklarını sıkı sıkı kapayıp kendine kızışın var ya... biliyorum sen de pişmansın. Asi hiç bir şeyi unutmaz... o koca çuvalla yolun ortasında onu bırakışın... şimdi seni bu yol ayırımında yalnız bırakışını karşılamaz. “Asiii!” diye onun ardından bakmanın pek faydası olmaz...
Ertesi sabah sakin çiftlik ... sakin doğa... erken bir saat olmalı... güneş henüz başlamış heryeri ısıtmaya. Asi, atını çıkarmış avluya... tımar ediyor... Asi mi, atı mı... kim bu tımardan daha çok keyif alıyor?.. Aslan’ın yanlarına gelişiyle bölünüyor Asi’nin dikkati... hele söyledikleri... irkiltiyor Asi’yi. Tefecinin yanında çalışan bir arkadaşından öğrenmiş... İhsan’ın senetlerini alan, Demir’miş. Kaşağıyı tutan elleri kalakalıyor önce... farkında olmadan ardından, hırçınlaşıyor darbeler atının üstünde... Bu da ne böyle?.. Yabandan gelen bu adam ne istiyor onlardan... önce topraklarını aldı... şimdi de gözü evlerinde mi... ne? Korku görüyorum Asi’nin gözlerinde... o adama karşı hissettiği her neyse... ürkütüyor artık onu. Bütün bunlar tesadüf olamayacak kadar üst üste.

İhsan’ın Neriman’a kırgınlığı Defne’sinin elleriyle yaptığı sabah kahvesinin köpüğü gibi gidiveriyor bir yudumda. O da biliyor Neriman’ın, akşam tefeci konusunda ki feveranında, onun için üzülüşü saklı aslında. Bizde bilmiyor muyuz... ‘korku’ neler yaptırıyor insana. Masanın etrafında toplanan ailesine... kızlarının babasının da kahvaltıya katılışıyla... Neriman için bitiyor herşey... kalıyor dün gecede. Yüzünde gülücükler, seker adımlarla... geçiyor kocasının karşısındaki yerine. Tam aile yemeğe başlayacakken... misafirler geliyor, Asi’ye. Hani dün kirvesi olmasını istedi ya Hüseyin... sünnetten kaçmış... düşünmüşler ki , belki sığınmıştır Asi Ablasının evine.

Hüseyin koşarak giriyor görüşümüze... belli ki eğlenceli bulmamış sünneti... kaçmış... alnında ter tanecikleri... nefes nefese. Bildik yerlere sığınacak, neresi olabilir bu... huzur bulduğu, onu eğleyen suların kıyısı, Asi nehri elbette. Köprüdeki gelişmeleri yakınen takip eden Demir orada yine... farkediyor Hüseyin’i ... üşenmiyor ... yanına gelip ilgileniyor bu sefer de. “Hüseyin... ne işin var burada?”... Efeleniyor Hüseyin... “... bu sünnet işi olmaz ya...” Demir abisi yatıştıracak korkularını... önce onun kendini ifade etmesine müsade edecek ardından sırlar paylaşacaklar erkekçe. Bu sırdaşlık bağlayacak Hüseyin’i şehirden gelen bu abiye...

Asi zaten doğa çocuğu... onun etrafına duyarlılığını anlamakta güçlük çekmiyorum. İçindeki güdüleri... ilgi alanları ve babasının desteğiyle, doğduğundan bugüne beslenmiş olmalı doğanın zincirleme etkilerine. Ama Demir’i şehir yaşanmışlığı içinde... çevresine ve olup bitene bukadar duyarlı kılan ne olabilir... bu ilginç işte. Nasıl olmuşta, kayıpları, kaçışları, korkuları öfkesini beslemiş olsa bile, acımasızlığa dönüşmemiş... duyarlılığında, adına aykırı bir insan yetişmiş. Canı gönülden ilgileniyor herşeyle. ‘Aman sende’cilik yaptğı tek bir şey görmeyeceğiz... hiç bir zaman... hiç bir yerde. Bu köylü çocuktan tutunda... sevdiğine.

Asi-Demir’de gördüğüm bu idealist yapı belkide beni çeken şeylerin başında geliyor bu karakterlere... bu diziye. Gönülsüzce terketmek zorunda kaldığımız topraklarda, izlerimizin üzerinden yürüyor birileri, adımlarını uyduruyor bizimkilere. Geçip gittiğimiz... geride kaldığını sandığımız şeyler hala yerli yerinde. Ve sahipleniyor birileri... biz yorulmuşken alıyor bayrağı eline... herşey o kadar boşa değildi... hala boş değil belkide.
Asi ve annesi bir koldan... baba bir koldan arıyorlar Hüseyin’i şehir sokaklarında. Onu Demir abisinin yanında gören Asi ne yapacağını bilemez durumda. Aklında sabahtan beri dönüp duran senetler ve Demir... ama şu anda Hüseyin ile ilgilenmek zorunda. Cevap bile vermiyor Demir’in ona bakışlarına. Elleri dizlerinde eğilip herkesi nasıl endişelendirdiğini anlatıyor kaçmaktan medet uman çocuğa. Korkularımız olabilir ama ‘kaçmak’ hiç bir zaman çözüm değil buna... hele geride onlar adına üzülecek, meraklanacak birileri varsa. Demir dayanamıyor, Asi’nin Hüseyin’i sıkıştırışına... müdahale ediyor... Anne’ye gibi ama Asi’ye aslında... “İkna etmek biraz zaman aldı ama uzun uzun konuştuk... sizde gitmeyin üstüne fazla”... Hüseyin ve annesi uzaklaşırken yanlarından, herşeyin tatlıya bağlanmış olması, rahatlatıyor Asi’yi... gevşiyor bir anlığına. Ama söylenmeden duramıyor, karşılaştıklarından bu yana ilk defa göz göze gelip Demir’le... “Keşke düşünceli davranıp, daha önceden haber verseydiniz”. Haklı Asi... ama bu şehirde çocuğundan büyüğüne... herkesin isyankar bir karakteri var galiba. ‘Haklısın’ dememek için Demir’e... tek söz etmeden gidiyor Asi’de.
Gece... Belediye’nin sünnet eğlencesi... eskisiyle yenisiyle orada ahali... sünnet çocuklarını ziyaret edenler yerleşiyor masalara, bekliyorlar müziği. Hokkabaz elinde defiyle... eğlendirmekten çok bastırmaya çalışıyor gibi ağlayan çocukların sesini. İhsan , şehrin ileri gelenlerine katılırken, Kozcuoğlu kadınları çevreliyor bir başka masayı. Demir ve Kerim ise yalnızlar.... Gidip bir ‘merhaba’ bile diyemiyor Defne... babaları sakinleşene kadar kızlar dikkatli olmalı... Demir Beylerle mesafeli durulmalı. Kerim’in ayağı alçıda değil belki ama koltuk değneksiz adım atamıyor daha... Müzik başlıyor biryerlerde, hafiften duyuluyor gitar nağmeleri... çiftler kalkıyor dansa... Keşke Kerim’de defneyi dansa kaldırabilse, bir güzel dönseler ortada... oysa bu ayakla... uzaktan uzağa süzmek zorunda. Cemal ağayı görüyoruz... belli ki marifetlerinden birini daha gösterecek... davet ediyor güzel torununu... Asi’yi dansa. Dedesinin yeri başka Asi’de... biliyor ki babaanesinin ismini taşıyan kendisinin yeride bir başka onda. Cemal ağa, Avrupada yetişmişçesine döktürüyor dans pistinde maharetini torunuyla. Delikanlıların oturduğu masaya kayıyor görüntü... Demir’in gözler açıkça dans eden Asi’de... Kerim’in kolunu tutuşuyla dağılıyor dikkati... rica ediyor arkadaşı... “Defne’yi dansa kaldırır mısın... benim adıma...arkadaşımın ayağı arızalı, onun yerine benimle idare eder misin demeyi de unutma.” Kırmıyor ricasını Kerim’in Demir... kaldırıyor Defneyi dansa. O pistte neler dönüyor... sadece çiftler mi acaba! Cemal Ağa, Defne’yi çağırırken kendisiyle dansa, kendi elleriyle bırakıyor Asi’yi... yakışırdığı bu damat adayına, kısa bir müddet sonra.

Dünyayı bir tek ben mi yavaş algılıyorum böyle zamanlarda... İlk ten temasları... Demir’in Asi’yi ilk belinden kavradığı an gibi unutulmaz bu anda. Demir... ona doğru aldığı o bir kaç adımda... gözleriyle el koyuyor Asi’ye daha o uzaklıkta. Ne çok ve ne özel şekillerde belli etmiş ilgisini ona. Bir kadının bu ilgiyi hissetmemesi mümkün mü... değil! Asi’de bu bir çeşit ‘ele geçirilme’ duygusunun tesiri altında... ama aynı zamanda alıkoymuş Demir’i kendinde acımasızca... geri tepen bir tutsak etme, adeta. Asi hep kaçtı ondan ama bu kez müsade ediyor kendine ve Demir’e... yerleşiyorlar birbirlerine... Demir’in eli, Asi’nin ince bluzunu sıyırıp geçiyor ve kenetliyor onu belinden kendine... duyup duymadıklarından e.min değilim... müzik mi çalıyor oralarda bir yerde?.. Onlar tenlerinin yarattığı bir kainatta yaşıyorlar dokunur haldeyken birbirlerine... bu dokunuş hiç değişmiyor... parmak uçlarında olabiliyor veya Demir’in yakan eli Asi’nin belinde... ya da bütün bedenleri birbirinde... İlk günden beri böyle... en baştan beri böyle.

Demir’in kolunu sıvazlayarak omuzunu bulurken bir eli, ganimetini yoklayan bir komutan edasında, Asi. Demir ise nasıl kana kana kabulleniyor bu teması... onun omuzuna tutunan parmaklarını... avucunda yanan avuçları... ısrarla kendinden kaçsa bile... bu bakışları. Gece serin mi... onlar sıcak mı... alınan her nefeste yağmur yağar mı... Kim tutsak, neye tutsak... görünmezken, gölgelerinin birbirine düştüğü bu yakınlıkta... Gecenin... dansın ve onun sıcağında... bir taze koku yükseliyor Asi’nin bedeninden Demir’e... bunu alıyorum. Toprak kokar, su kokar o... ama bu gece... asi bir çiçek kokusu ulaşıyor Demir’e, bunu biliyorum. Bakışlarından başka artakalan hiç bir şey yok... o an herşeyiyle Asi, Demir’de. Onları da istiyor cürretkarca... dayatıyor gözleriyle... ‘Yüzüme bak... yüzüme bak dedim sana’... bu nasıl bir davet... bu nasıl bir zorlama. Bağlayıcı bu kıskaçta... asi bakışlar pes edip, dönüyor ona. Demir’in beklediği bu... Asi onda böyleyken, intikam kimin umurunda... güzel bir şeyler söylemek istiyor ona...

-Güzel dansediyorsun
-Sende atacağın adımları iyi biliyorsun

Demir anında farkediyor... bu bir dans değil sadece... Asi’nin gelişinin ardında birşeyler yatıyor aslında... kesinlikle tetikte olmak zorunda. Hiç özel bir şey değil gibi görünsede bu arada... Demir’in adımlarına dolanan Asi’nin etekleri nasıl erotik bir görüntü veriyor kameraya. Figürlerde buluşan hareketlerin uyumunu ve seriliğini hayran hayran seyrediyorum bir müddet. Bu dizinin enteresan mesajlarından biri daha seyredenine. Baksanıza giysilerinin bile kendince bir performansı var... Ben mi yanılıyorum... sizlerde hissediyor musunuz... o giysilerde birbirlerine dokunmak, dolanmak... yakınlaşmak istiyor gibiler... sevişiyorlar Asi-Demir adına adeta. Nazla savruluyor o bordoluk fümeye... Demir’e her savruluşta... dizlerinin bağını çözüyor dolanan o yumuşak kavrayış ve bırakışlarda...

-Seninle konuşmak istiyordum... dans fırsat oldu. Kafamı meşgul eden bir şey var ve yanıtını almam gerekiyor.

Kendi rızanla asla gelmezdin değil mi, çoktan anladı Demir zaten. Ama senin kendi meşguliyetini fırsat bilip işte Demir’de... tekrar tekrar senin ona savurulmana sebep olacak bu dans pistinde.

-Ben mi meşgul ediyorum kafanı yoksa...
-Çok zekisin... nereden bildin
-Güzeeell... öyleyse benden özellikle kaçtığını düşünmeyeceğim artık...

Demir bilmez mi gerçekleri... özellike ondan kaçtığını... uzak kaldığını. Asi’nin yanıtı... gözlerini ondan kaçırmasında saklı. Nasıl da iyi tanıyor onu... beklemek istemiyor Asi bu kadarını... Yalan söyleyemez... gözlerine söz geçiremez... Ya bu adamın onu bu kadar kısa zamanda bu kadar iyi tahlil edebilmesine ne demeli... Etmemeli... edemez.

Onu dinliyor Demir...
Asi soruyor... “Babamın senetlerini tefeciden sen mi aldın.”...
Bunu tahmin etmiş olabilir mi Demir... ama gözleri onda ya Asi’nin... herşeyle başedebilir...
“Evet ben aldım.”
Düşmanlığı bile adil.
Para umurunda değil... bir ‘çaresizliği’ satın aldı tefeciden o senetlerde Demir...
Çareyi... çaresizliği öğretecek bu kıza...
Lakin, intikam ile aşk kıskacında, kendi de sınanıyor ‘çaresizlik’te farketmeden Demir...
Her ikisi içinde ‘zor’un peşinde Demir.

Çıkmazlarını çözmek, topraklarını kurtarmak, cesareti varsa eğer, Asi’nin elinde... çiftliğinde çalışmasını istiyor Demir...

Asi, anlıyor ki, babasından değil, ondan bir şey istiyor Demir.
Dürüstlük istiyorsa... katıksız bir dürüstlükle... işçisi olmasını teklif ediyor ona Demir...
Dansları kızıştırken geceyi, Asi’nin kendisiyle ilgili kurduğu hayalleri donduruyor pistin ortasında tek bir sözle Demir.
     
3. Bölüm
Kapsamlı Fragman