Sample picture
 
Bir yanlışlık var burada oluşta... yaşananda... hata... O Asi mi, ne işi var bu anda... gözlerini açtığında ara ara beneklenen, ara ara bulanıklaşan görüsündeki yeşilimtırak dünya, onun değil. Kim... ne... nasıl... fırlattı onu buraya? Karabasanlar kara olur... bu yeşilin ne işi var kabusunda? Gözleri gücenik duygularına... yalan mı söylediğini sanıyor ona... bakınsın bir etrafına, görecek ki toprağında hala. Rüzgarını, güneşini, tarlaların yeşermesini, denize yakın olmayı, buradaki herşeyi nereye gitse özleyeceğini bildiği kendi dünyasında. Ama Demirsizlik çullandığında yaşamına, önüne katıp götürecekmiş meğer herşeyi, hiç bir şeyi geride bırakmazcasına... başka bir hayat şu andan itibaren onda...

Emrediyor bu yeni hayata... bir adım... bir adım daha... artık koşarcasına. Kuytusundan çıkarsınlar Asi’yi... rüzgarı hissettirsinler tekrar onda. Sahnelenen bir oyun olmalı ama kaçamıyor ne kadar hızlansada. Ayaklarının altında ezilen yapraklar kupkuru, gözlerini istila eden yaşlarsa ıslatıyor onu. Neden, bir başkasının hırıltılarıymış gibi göğsünde bu hastalıklı solukları duyuşu... oysa o genç ve hayat dolu. Yaşam yerine bu ölümvari boşluğu yeğleyiş niye... tezatlar gerçeklerinde. Daha azgın hakikatlerin onu yutmaya hazır bekliyor olduğunu anlayamadan... koştuktça koşuyor... ona acı veren bu adamdan... bu gerçekten... sanki kaçılabilirmiş gibi, kaçtıkça kaçıyor Asi, Demir’den.
İstediklerini vererek, çıkar yol göstererek, Ekrem’i kıskıvrak ediyor Demir. Ortamın yumuşadığını, tehlikenin geçtiğini gören Melek, sıyırarak kendini abisinin ardından hıçkırıklarla göğsüne kapanıyor. Demir’in kolu sarmalarken ona sığınan kardeşini, gözleri Asi’ye dönüyor... olması gereken yerde karaltısını göremiyor. Orada silahların ateşlenmeyişi merhametsiz gerçeği değiştirmiyor. Teselli arayan gururu, kartalını bu kez yüreksiz bırakıyor. Ayakta kalabilir mi Asi bu darbeden... Demir kalabildi ya!.. Asi’de kalabilir o yüzden. Asisizlikte çektiği azabın aynını çektirerek, bir başkasını koyarak aşkının yanına, kaybetmekten fazlasını tattırmaya kararlı ona. Öyleyse neden intikamını almış olmaktan mutlu olmayışı... neden bu aşka bencil sızı... neden bu kendi kendini azarlama ihtiyacı? Demir’i hasımsız bıraktığı bu yenilgide, geçmiyor... hala kanıyor yarası.

Ekrem silahını Demir’e veriyor. Ama daha bitmedi iş. Tekrar bir şey yaparsa polisi devreye sokmaktan çekinmeyeceğini, Zeynep ile konuştuktan sonra Ekrem’i arayacağını söylüyor Demir. Duyduklarından sonra Asi’de çoktan uzaklaşmış olmalı... şimdi Ekrem’i de gönderiyor yanlarından. Onun da daha fazla sorun çıkarmaya niyeti yok zaten, uslu uslu çıkarken kulübeden, bırakıyor iki kardeşi sorularla ardından.
Kulübede yalnız kalan Demir sarılıyor Melek’e... çelişkiler içinde. Kardeşine rahatlık verirken bedeniyle, Asi’yi paralayan acıyla yanlız bırakışının çaresizliğinde. Aptal, aptal çocuk... o kadar üzülüyorsan, neden yapıyorsun bunu Asi’ye. Yüzünü astıran o gölgeyi arayıp bulamayışın, neden atıyor seni bir pişmanlıktan ötekine. Sor bunu kendine! ... ... Gitmeliler artık buradan. Melek’ten ayrılıp, yere bıraktığı tüfeğe uzanıyor yavaştan... kardeşinin de kavrayamadıkları var yaşananlarda... niye öyle söyledi abisi... o kızla evlenmeyecek değil mi? Demir yanıtlamak istemiyor bunu, sonra konuşurlar nasılsa. Gitmek istemiyor ama Melek, cevap versin abisi ona... Asi’nin o kızla ilgili kaygıları olduğunu biliyor, sordu açıkça. Şimdi bir de bu nerelere koyacağını bilemediği sözü verdi abisi o kızın akrabasına... “Asi’ye bunu niye yapıyorsun? İnat mı yapıyorsun?”... Demir’in bakışları kalamıyor daha fazla kardeşinde, gözleri kucaklaşıyor o inatla kaçamakta. Sormaz mı, o da soruyor bu soruları ardı ardına, içinden durup durup gelen her feryatta. Melek devam ediyor onu zorlamaya... “Hak ediyor mu peki?”... Hantal bir çaba, ses veriyor buna ruhunda. ‘Benim hak ettiğim kadar hak ediyor o da!”... Gidebilirler mi artık... kalmak istemiyor bu darmadağanlıkta daha fazla.
Boş durmamış Zeynep, Asi’nin aksine Demir’in söylediğini yapmış, Arif’i bulmuş ve uyarmış. Kahya elinde tüfek, yanında adamları, düşmüş Bey’inin talimatlarının peşine. Ormanda karşılaştıkları Asi’nin yönlendirmesiyle de Demir’in serbest bıraktığı Ekrem ile karşılaşıyorlar orta yerde. Tüfekler doğrultuluyor anında, ellerini kaldırmış “Ateş etmeyin, silahsızım” diyen Ekrem’e. Kimseye birşey yapmaya niyeti yokmuş, söylemeye cürret edebiliyor bir de. Kıza ne yaptı?.. “Demir Bey nerede?” İnanmak güç Ekrem’in söylediklerine, inanmıyor zaten Arif’te... Derken, Demir ve Melek görünüyor kulübenin önünde. Gerçektende bırakmış bu soysuzu Demir Bey...silahlarını indirmelerini söylüyor ısrarla Ekrem’i çevreleyenlere. Arif tanır böylelerini, her an herşeyi yapabilirler, inanılır mı onun gibilerine ama mesele kapanmış patronu için, aralarında halletmişler sorunu herneyse.

Kozcuoğlu Çiftliği... Bu seneki mahsul çok iyi olmuş, güldürmüş yüzleri, İhsan ve oğlu keyifle yürüyorlar birlikte, sohbet ede ede. Asi’nin aracı görünüyor onların yürüyüp geldikleri girişte... duruyor onların yanına geldiğinde. İhsan şaşkınlık içinde son günlerdeki Asi’nin haline... eğilip arabanın açık penceresine soruyor, “Kızım ne oluyor sana? “ Nerede istediği dosya? Demir’le “halledin” dediği kaç gün oldu, hala getiremediler! Ne var bunun ardında... “Başka sorunlar çıktı” diyor Asi... aslında hepsi imzalandı ama ona veremediler yalnızca. İhsan’ın söyleyeceği pek bir şey yok bu durumda... elleri beline giderken çaresizlikle, kızı da arabasını park etmek için uzaklaşıyor gergince. Asi’nin bu aralar nesi var anlamıyor... sorumluluklarını ihmal eder oldu, ona çok mu yükleniyorlar acaba? Aslanca bir cevap geliyor bu soruya; Ali’nin işlerine mi koşsun, çiftliğin işlerine mi yetişsin, birde yeni bir iş vermiş İhsan kızına... Aslan için biri bile çok fazla... erkek haliyle tarla, dükkan arasında ne yapacağını şaşırmış durumda. Birde şu uyduken arsası işi sarılı başına, halledemedi üstelik daha.
Gergin bir bekleyiş sürüyor Demir’in çiftliğinde hala... kapıdaki araç homurtusuna hareketleniyor salonda bekleşen Süheyla ve Zeynep... geldiler sonunda. Komşu çiftliklerden birinin aracı almış onları yolda... bırakıyor çiftliklerinin kapısında. Melek’i iyi durumda gören teyze rahatlıyor rahatlamasına ama sıkı sıkı sarılırken kızına hesap da soruyor yeğenden öte oğluna... Neler oluyor, anlatacak mı artık Süheyla’ya? “Herkes iyi, sorun kalmadı, merak etme” diyor Demir ama sökmez böyle yaşananları üstü kapalı geçiştirme. Bir yabancı için kardeşi neden bunları yaşıyor, izah etmek zorunda. Demir ne zaman konuşur oldu ki konuşsun şimdi daha fazla. “Mesele kapandı teyze. Bir daha kimseye zarar vermeyecek. Herşeyi konuşup hallettik” diyor... mizacı elvermiyor daha fazlasına. Melek yorgun, yaşadıklarının ağırlığı hala onda... içeri girmek istiyor tabiatıyla. Süheyla eşlik ediyor kızına. Zeynep’inse yapabileceği bir şey yok. Ne söyledi Demir Bey abisine, neyi hallettiler böyle bir konuşmayla? Bekleyecek, izzah edilene kadar herşey ona.

Geride kalıyor Demir. Durup düşünecek vakti olmadı baş başa kalıp kendiyle, attığı umulmadık adımın getireceklerini ortaya dökemedi içinde biryerlerde. Hazırlıksız yöneldi, Asi’nin bir vakitler uyardığı o tehlikeye. Ali’ye inat Zeynep’i getirdi ilişkilerine. İlişki falan kalmadı ya artık, Asi evlilik sözü verdi zaten Ali’ye. Voltalıyor terası bir uçtan bir uca. Demir parmaklıkları görebiliyorum her yanında ama o etraflıca düşünmeye çalışıyor aklı sıra, özgür ruhuyla. Anlık bir manevraydı Zeynep ile evleneceğini söyleyişi Ekrem’e... çok başka yollar bulabilirdi kızın abisini alt etmek için, adamlarının da yetişeceğini biliyordu nasılsa. Fakat, Asi’yi kulübeyi dinler görmek kışkırttı Demir’i... eline fırsat geçince düşünmedi çok gerisini. Şimdi karar vermeli, bu oyunu sürdürmeli mi... sürdürmemeli mi? Kaybedecek neyi kaldı ki... Asi, Ali’yi kabul etmişken ne önemi var ki. Sonuna kadar götürecek bu oyunu, paramparça olmuş olsa da gururu, görünüşü kurtaracak, önemli olan şu an bu. Giriyor sonunda eve. İlk sözü Zeynep’e. Abisinin peşinde olduğunu dürüstçe söyleseydi, başka önlemler alabilirdi Demir’de... kardeşinin ne ilgisi var onun bu işleriyle. Zeynep böyle birşeyin olabileceğini düşünemediğini söylüyor ve merakla soruyor, nasıl bıraktı abisi kendini diye ama önce Melek ile ilgilenmesi gerek Demir’in... sonra konuşacak Zeynep’le.

Melek odasında... üstünü başını değiştirmiş, kendine gelmiş. Süheyla sıkıştırıyor onu sorularıyla. Konuşarak anlaşmışlar bu ne demekse! Madem bu kadar kolaydı, neden daha önce konuşulmadı... şimdi ne konuştu Demir o adamla? Demir’in odaya girişini görünce, bırakıp Melek’i Demir’e yöneltiyor sorularını bu defa da. Detlaylı anlatsın şu işi bir ona... Melek çok yoruldu, tartışmasınlar artık, atıyor kendini odadan da, evden de dışarıya. Zeynep’i falan görmek istemiyor, bahçenin dışındaki kütük sığınma yeri oluyor ona. Abisi ile başka nerede konuşabilir başbaşa. Nitekim gelip oturuyor Demir yanına... Kardeşinin kucağında kenetlenmiş ellerine geliyor onu anladığını hissettiren dokunuşları... ama Melek konuşmak da zorunda... anlaşılmak yetmiyor ana da. “Niye yaşıyoruz biz bunları? Zeynep’ı tanımıyorum bile ve onun yüzünden başımıza gelenleri bak? Belki çok iyi biridir bilmiyorum ama hayatımızı bu kadar etkilemesine nasıl izin veriyorsun? ”... dosdoğru sorular bunlar... ya cevaplar? “Kızmakta haklısın” desede yok daha açıklayıcı bir yanıtı Demir’in... Melek’se kendi başına gelen yüzünden değil, abisinin iyi niyetinin suistimal edilişine kızıyor. Ama Demir kimsenin kimseyi suistimal ettiğini düşünmüyor. Uzanıp yerden aldığı çerçöp ile ellerini oyalıyor... Zeynep’in olanlardan haberi bile yok, bunu abisine Demir teklif etti, Melek’de şahit buna, oradaydı. Olayları bildiği kadarıyla yorumlamaya çalışıyor Melek, onu kurtarmak için yaptığını düşünüyor bunu... ama böyle olmaz... Zeynep’in hayatını kurtarmak için kendi hayatını mahvedemez. Anlamsız bir yorum geliyor Demir’den... “Benim bir hayatım yok!” diyor çocukça... Hayatı yok mu? Nasıl yok? O, Asi’yi seviyor... Demir farkında değil mi, herkes onlara evlenecek gözüyle bakıyor... Nasıl bu kadar kolay vazgeçer, hiç anlamıyor. Demir’e göre ise, Melek hiç bir şey bilmiyor... “Vazgeçen ben değilim, o vazgeçti!”... İnsanın inanası gelmiyor, yanlış anlaşılmaların ve alınganlıkların onları sürüklediği bu noktaya. Kendini korumu güdüsü, dönüşüyor amansız bir düşmana. Ne kadar oyalar ödeşmeler yürekteki aşkı? Doldurur mu içte açılan boşluğu? Böylesi tehlikeli oyunlar, hep ters teper... çekileni katmerler, sadece acı saltanat sürmeye devam eder. Adalet bulmaya çalışıyorsa Asi-Demir aşkla böyle oynamakla, avutacak sanmak bu karşılıklı acıtışları, ne büyük hata. Gözü kara gururun acısıyla, Demir kararlı oyununda... “Asi ile bir geleceğim olmayacağına göre, kiminle olacağı farketmiyor!” diyebiliyor bu kazananı olmayan oyunda. Melek anlamıyor... anlayamıyor... çok saçma.

Soluğu atının yanında almış Asi... kalp çarpıntılarıyla kabul ettiği hediyesinin yelelerine uzanıyor eli... ama göremiyor artık bu muhteşem yaratığı kendininmiş gibi. Bu gün yaşadıklarını soğukkanlılıkla değerlendirmeye çalışıyor. Saman balyalarının üzerine çöküyor. Demir ile ilgili hissettiği bütün o olağanüstü duygular, şu anda ona acı çektiriyor. Onu hatırlamak istiyor... onunla yaşanmışlıklarını hatırlamak istiyor... olmuyor. Hiç bir şeyi geri getiremiyor. Demir onda olmayınca, uzandığı her anı, hiç yaşanmamış gibi siliniyor... önüne geçemediği bu kayıpları istemiyor. Ürküyor... Demir’i kaybetti zaten. Hatıralarını kaybetmekten de korkuyor. İhsan’ın sesi onu kendine getiriyor... “Ne yapıyorsun sen burada?”... neyi var anlatmayacak mı babasına? Biraz yalnız kalmak istediğini söylüyor Asi. Oturuyor İhsan’da onun yanına. Okadar iyi bilir ki yalnız kalmak istemenin ne demek olduğunu o da. Bazen insan kendini çaresiz hisseder. Hayatla baş edemez. Kızını iyi tanıyan İhsan için, Asi’nin tam da bu noktada olduğunu görmek hiç zor gelmez. Ama Asi’nin hayatla başedebileceğini de biliyor bu baba... ona hükmedebileceğini de biliyor. Yalnız kalmak çözüm getirmez... hatta işleri daha da karmaşık eder. Bir tek sevdikleriyle paylaşarak kurtulabilir Asi bu çaresizlikten... neden anlatmıyor o zaman? Asi’nin yüzü karardıkça kararıyor babasının konuşmasından. Ördüğü duvarların ardına saklanmak nasılda güvenli geliyor o an. İhsan Asi’yi bu hale getirebilecek tek bir kişi biliyor... “Demir’le mi ilgili?” diye soruyor. Demir’in çiftliğinde bir kızın yaşadığını biliniyor. Demek Asi, onu birilerinin incittiğini babasına bile söyleyemiyor. Giden birşeyler var hayatında ama Asi göz yaşı bile dökemiyor. Kaskatı kesilmişti elleri... uzanamamıştı Demir’i sarmalara... kaskatı yüreği de, gideni uğurlayacak göz yaşını bile akıtamıyor şu anda. “Nedeni gurur mu?.. Gurur bazen örseleyici bir duygudur Asi... sevgini, sevdiklerini, geleceğini yok edebilir.” İhsan bunu yaşadı... kızının da bunu yaşamasını istemiyor. Tek bir soru yeterdi... gururu yüzünden soramadı o soruyu Süheyla’ya... bu nelere mal oldu onlara... en iyi bilenlerden biri kızı da. Bazı şeyleri yeniden düşünmesi için söylüyor bunları İhsan... geriye dönüp baktığında, hayatını keşkelerle doldurmasını istemiyor onunda. Mermerden bir heykel gibi Asi’nin yüzü... acıda kalakalmış adeta. İnancını kökünden sarsan şeyler olurken hayatında, dehşete düşürüyor Demir’in ona bıraktığı yalnızlık. Çok geç herşey için... güven yerine kuşku tohumları ekmeye başladığından beri aşkın filizlendiği yüreğinde, o soru sorulamazdı zaten Demir’e. Hiç doğmayacak bir gün gibi Demir artık Asi’de... hiç yağmayacak yağmurlar gibi sevdiği... yeşili ne renk görecek artık, bilmiyor ki. Hem zaten kuşkuları gerçekmiş... onu da öğrendi... kulaklarıyla duymadı mı ‘o kız’ ile evleneceğini. İhsan’ın sarmalamasına bile tahammülü yok bedeninin... o yalnızlık kabul edemiyor baba bile olsa Demir’den başka birisini. Boşa çıkıyor İhsan’ın elleri. Kaçıyor Asi...

Sığınağında... salıncağında... can çekişiyor Asi orada. Taşıyamıyor daha fazla yazgısı bu aşkı. Başdöndüren hayallere sarmıyor, kimsesiz dünyalara sallıyor bu gece asi kızı. Yüreği ağır, yaraları derin... her aldığı nefes sonu sanki, Demir’in ölümcül o sözlerinden beri. Asi’de boğuluşu aratıyor çektiği susuzluğu... Hatırlamasın... hatırlamasın onu. Kasıldıkça kasılıyor iplerde elleri... yok... olmayacak bir daha Asi’de sevdiği... Demir salıncağıyla sözleşmiş gibi, ne kadar sallanırsa sallansın gelmiyor ne o, ne hayalleri geri. Kurtuluyor gözlerinden bir kaç damla yaş... inletiyor yeri, göğü, denizi... ama son bir vazife var yapması gereken.. bunu hemen yerine getirmeli. Demir’in kalbiyle, ruhuyla geleni, onda kalamaz artık. Geri götürmeli. Faydasız kalıyor İhsan’ın müdahalesi... bekleyemez yarına kadar bile... bu akşam atını iade etmeli.

Bir günah gibi rahatsız ediyor bu günü Demir’i. Geciktirdikçe geciktiriyor Zeynep ile olan konuşmasını. Önce e.min olmalı. Terasta hala düşünceler içindeyken, Asi’yi farkediyor... çiftliğe doğru geliyor. Neden binmemiş atına... arkasında yürütüyor? Bahçe kapısına giderek onu karşılıyor. “Atı geri getirdim.” Aykırı her türlü bir araya gelişe duyulanlar. Bir tarafa konsa bile bütün kurallar, “O bir hediye Asi. Sana verilmiş bir hediyeyi geri mi veriyorsun?”... ... Nasıl verebiliyor bu kadar büyük acıları Asi’ye? Akan o bir kaç damla da donmuş Asi’nin yüzünde... ölüm olsa bile kabul etmeyecek Demir’den geldiyse... karşısına dikilecek hep böyle... “Bana verildiğinden beri çok şey değişti. O artık benim olamaz. İkimizin birbirine verdiği hiç bir hediyeyi sahiplenemeyiz artık. Üstelik sen bir evlilik kararı vermişken.” Mümkün mü, Demir’in boyun eğmeyen prensesinin kaskatı duruşunda, dağılıp ufalanmadan atını verip gitmeyi, hayatının gurur meselesi yaptığını ve gücünün son kırıntılarını harcadığını, görmeyişi. Biliyor bu evlilik kararlarının kendi gibi onu da yıktığını. Gözleri dolu dolu ama yaşları akmayacak. Hala onu seviyor ama kurumla Ali’ye tutunacak. Ciddi edası, ağırbaşlı duruşu yalan... hep yalan... o Demir’i seviyor ama kendini asla bırakmayacak. “Kulübede söylediklerini duydum.” diyor Asi... Bu bir ümit mi? Şartlar öyle gerektirdi, tehlike içinde söylenmesi gereken sözlerdi demesi gerekiyor Demir’in şimdi... İstenen olmuyor oysa... Asi’nin yüzüne bakamasada söylerken, “Doğru duymuşsun” geliyor Demir’den cevap olarak. Asi’de esneyebilecek son noktada kristalleşiyor bu sözlerin etkisiyle... kaskatılıkla paramparçalanmışlık arasındaki o naif noktada Asi. Acımasız Demir... kısıtlamıyor kendini... üstüne üstüne gidiyor, kendi acısını onun yüzünde görmek, yetmiyor. Daha çok sorgu sual... daha çok arayışlar geliyor!..

“Neden bu kadar kızgınsın? Evlilik kararı alan sadece ben değilim. İkimizde biliyoruz. Sende güveneceğin birini buldun sonunda. Mutlu değil misin yoksa?”... Bir güç denemesi ise bu gösterecek Asi, Demir kadar güçlü olduğunu. Şahlanıyor gururu, iç debelenmelerini teslim ederek Demir’e, ödüllendirmeyecek onu... boyuneğmeyecek bir başkasını kendine tercih eden bu adama... “Çok mutluyum” diyor Demir’e... yüzünün acılar cümbüşüne aldırmadan dirilişinde. Bir tek ben sana eşidim bu dünyada diyor Demir’e, havaya kalkan o çeneyle... aşkta da yenilgimizde de. ‘Beni seç yada seçme...‘ Bakışları, sözleri, bedenleri sevişen bir mücadele içinde. Hayranlık ve inanmazlık içindeler sanki oyuncularıda Asi-Demir’e... Neden dinlemiyorlar bu iç seslerini... nedeni ne? Demir’in sözlerine devam etmesine müsade ediyorum... Bitirmek istiyorum bu eza anlarını her ikisi içinde... “O zaman mesele yok. İşlerin böyle sonuçlanması ikimiz içinde iyi oldu. Belki olanlar için sana teşekkür etmeliyim.” Asi, uzanıp Demir’in kolunu çekiyor atının dizginlerine... “İyi o zaman. Atı geri almanda bir mahsur kalmadı.”

Yüzündeki temkinli ifadeye rağmen gözleri kurşuni bir yanlızlığa dönmüş bu kızla aynı yıkımı paylaşıyor Demir. Yine de, kabul ediyor kalbini ve ruhunu geri Demir... “Tamam sen bilirsin!” Aşka zorla tutunulmuyor. Reddedilişini alıp uzaklaşmaya çalışıyor... Asi’ninde söyleyecek bir sözü yok artık, herşeyi geride bıraktı, Demir’de... ama hala son bir sesleniş duyuyor... “Biliyor musun?”... Geri dönüyor başı, yoksa son bir çaba mı? Fakat bu akşam Demir onu hep yanılttı. “Artık herhangi bir yabancıdan öte bir anlamın yok benim için. O kolyeyi çıkardığın gün her şey bitmişti. O gün vazgeçtim senden. Şimdi yolun açık olsun artık.”

Suçlu mu aranıyor... vazgeçmeler, dize gelmeler, bunların hesabı mı yapılıyor? Aşkın olmadığı yerde bir tek insanın gururu kalıyor. Kıran sözler, yüze vuruşlar insana aldatan bir rahatlama sağlıyor. Gözlerinden ruhlarına giden yol kapanınca acı onların soylu aracıları olarak kalıyor. Ayrı düşmüş aşkı başka hiç bir güç taşıyamıyor. İnançsızlığa yenik düşen aşk ne katlanılması güç bir ziyana dönüşüyor. Yaşatır mı böylesi bir kayıp diye soruyorum kendi kendime. Yaşatır kuşkusuz, çünkü onlar ölemeyecek kadar güçlüler de. İnatla direnebilirler aşka direndikleri gibi yenilgilerine de. Ne var ki, yaşar bu aşk da beraberlerinde... kabuk bağlaması mümkün olmayan bir yara yaşam boyu yüreklerinde... kalır onlarla birlikte. Sevgiye güvenilmeyeceği düşüncesi, şimdiden el atmışken yüreklerine, ömür boyu sürecek bir eksikliğe müstehaklar birlikte.

Hala gece... hala ay parlayabiliyor gökyüzünde. Üzerine ışıklarını vurdurduğu, Asi Nehrini besleyen derelerden biri olmalı bu... şırıl şırıl, kendi halinde. Derin vadinin eteklerinde, boy boy taş ve kayaların aralarından kolkola verip geçiyor akan su hoş bir telaşe ile Asi’nin ayaklarının dibinde... Demir’le yaşanmışlıkları da böyle böyle akmıştı Asi’yle... onu uyandıran bakışlarla, dokunuşlarla... tadışlarla akmıştı Demir’de Asi’nin üzerinde. Bu minicik telaşelerin parlaklığı vardı... sürekliliği vardı... ve en az bu minicik telaşelerin yakıştığı kadar bu dereye, yakışmıştı Demir’de Asi’ye... Kimi zaman da çağlamıştı, coşmuştu.... coşturmuştu Asi’yi de kendiyle birlikte. Bırakabilse kendini, hüküm sürse o anlar biraz daha kendinde keşke... oysa gitgide silikleşiyorlar şu anda herşey sürüklendikleri bu yerde. Bu gün karşı duramadığı bir dürtü onu Antigone’ye sürükledi... o taş blokların üzerinde, gözlerini kapayıp rüzgara bıraktı kendini... ve özgürce dinledi içindeki Demir’i. Ama çok geçmiş herşey için, besbelli. Anılar, ince bir sızı halinde akıyor şimdi bu suyla beraber. Demir... emaneti... aşkı... o altından çok evvel Asi’ye takıldı kaldı... Ne vazgeçebilmesi mümkündü, ne görmezden gelebilmesi bu aşkı. Tek yaşanmışı ömründe ve biliyor ki kalacak böylece. Evet, sözlerle takıldı... evet, Demir’in onu suçladığı gibi bir ara çıkarıp atıldı ama bir duygudan öbürüne sürüklenişlerde, hiç bir şey değişmedi Asi’de. İnsafa gelmez o duyguların hepsinde de Demir’e taptı Asi engellenemezce. Demir’i sevdi... önüne geçemedi o sahiplenen dürtünün Asi’ye yol gösterişine. Şimdi ise gerçeğe tahammül etmeli bu gece. Parmaklarının arasında zinciri ve altını... isteksizce ama genede, onu da geri vermeli nehre... o da kalamaz daha fazla Asi’de. Bırakıyor Demir’i nehre... bulduğu yere.
Sonunda İhsan buluyor kızını... aşkından vazgeçmiş bir Asi artık karşısındaki. Ona yardım etmek istiyor... Asi bu kadar üzgünken bir kenarda durup seyredebilir mi? Ne yapmaya çalışıyor, neden götürdü atı geri?... Daha kendine açıklayamamışken hiç birşeyi, “Artık herşey sona erdi baba.” diyor İhsan’a Asi. Babasının sakin sorusu ilişiyor kulaklarına,”İstiyor muydun?”... Dilinin ucunda bekleyen aceleci “Evet” o kadar sırtlanıp gelmiş ki bedeninin çektiği ızdırabı, “O zaman neden bu kadar acı çekiyorsun? “ diye soruyor babası. Saçları okşayan müşfik baba elinde yumuşuyor Asi’nin katılığı... zaten artık dayanacak gücü de kalmadı. Gitgide daha çok doluyor gözlerine yaşları... “Bilmiyorum! Çok ağrıma gidiyor baba...” diyerek önce kendine sağınıyor yine Asi... bir vakitler Demir’e teslim olan eli alnını buluyor, ama kendini yatıştıramıyor. Şimdiden delice özlemişken onu, herşey sönük kalıyor. “Aslında... bitmesini istemediğin için kızım” diyor İhsan... “Bu o kadar açık kı!.. Aranızda olanları ben bilemem. Malesef düzeltemem de. Keşke elimden bir şey gelse. Öz ağlamayınca göz ağlamaz derdi babaannem. Ağlamak ayıp değil kızım.” Kucaklanıyor, sıvazlanıyor, okşanıyor Asi. Baba bağrı aşka derman olur mu?.. Olmuyor, ne yazık ki!

Herkes yatmış... Demir atı ahıra yerleştirir yerleştirmez de salonda onu bekleyen Zeynep’in yanına dönmüş. Artık Demir için düşünecek bir şey kalmamış. Abisiyle konuştuğunu söylüyor ifadesiz bir yüzle... namus sözünden ve Zeynep’le evlenmesi karşılığında Galip’den alınan paradan bahsediyor. Ödeyceğini söyledi bu parayı Demir, Ekrem’e. Zeynep buralardan hemen gitmek istiyor aceleyle... ama dursun bakalım daha bitirmedi Demir... Meseleyi sadece parayla çözmek mümkün görünmüyor. Galip’in ondan ümidi tamamen kesmesi lazım. Bu da biriyle evlenirse olabilir gibi görünüyor. İyi’de Zeynep evlilikten kaçıyor, bu nasıl bir çözüm olabiliyor... hem bu kadar çabuk kim evlenir onunla... heralde, Demir’in ağzından çıkanları kulağı duymuyor. “Ben evlenirim!” diyen Demir Zeynep’i şaşırtıyor. Abisine de böyle söyledi zaten. Nişan yapacaklar. Birer yüzük takıp, göstermelik bu nişanla ailesini uzaklaştıracaklar. Onu kurtarmış olacaklar. Zeynep için büyük bir fedakarlık yaptığını da düşünsün istemiyor... bunu abisine önerirken, kendince başka nedenleri de vardı Demir’in. Hayatı tamamen değişecek bu ‘nişan’ ile ama bazı şeyleri geride bırakmak için bir fırsat bu Demir’e... “Aşık olduğum biri var. Benim için başka bir kadın, kesinlikle söz konusu olamaz” diyor Zeynep’e. “Çok mu üzdü seni?” diye sorduruyor kendisini üç gündür tanıyan bir yabancıya bu sözleriyle... Hiç Demir’lik bir durum değil ya bu, herneyse!.. İkisinin de işine yarayacak bir anlaşma gözüyle baksın suçluluk duymadan Zeynep bu işe. Zeynep hayaller kurmaya başlıyor bile oturduğu yerde... Galip diye biri olmayacak, abisi de... ailesi de onu rahat bırakacak böylece. Demir’in abisine vereceği parayı ise mutlaka ödeyecek geriye. Demir’se son detayları veriyor Zeynep’e... o bu anlaşmadan evdekilere söz etmeyecek. Zeynep’in ailesi de bunu kesinlikle bilmemeli. Yoksa başı beladan kurtulmaz. Demir’in de işine yaramaz. Herkes onları gerçek nişanlı olarak bilmeli. Bu aralarında sır olarak kalmalı...

Ne Asi’nin... ne Demir’in... uyku tutmayacak gözleri bu akşamlarında... huzur ne kadar uzak onlara. Tutundukları umut kalmadı... sabırsa tükendi yaşananlarla. Bir utanç mı duydukları... acılarını göstermelerine engel... inatla gururda gizlenen. Aşık oldular... bu mucizeyi tattılar... Şükretmeliler, bunu hiç tatmayanda var deyip, yollarına devam mı etmeliler? Hayatın öylece akıp gitmesine müsade mi edecekler? Belkide evlenecekler... onlarda çocuklarına... “Evlenirken sevmiyordum... zamanla oldu!” diyecekleri birilerini bulacaklar! Bununla mı yetinecekler? Yada hiç sevmeyecek... sevilmeyecekler.. Zor günler... Dar günler... Ah Balzac nerelerdesin... “Bir sevgili herşey değilse, hiçbir şeydir” diyen satırların nerede... duyur kendini bu sevgililere... Sadece aptallıktır yaptığınız, e.min söylesin daha açıkça, sen söyleyemesen bile. O mucize fazladır böyle aşıkları görmeyen gözlere.

Bu gecenin olanları da... bitmiyor ne hikmetse...
Cemal Ağa, Ali’yi ağırlıyor bu akşam evinin özelinde... arsa işinde bire on kazanacaklar birlikte. Bir tek şartı var Ali’nin ama... zamanı gelipte açıklamaya karar verene kadar o, bilmemeli ortak olduklarını hiç kimse. İnce hesapları var Ali’nin anlıyor Cemal Ağa. Sever böyle entrikalı işleri... Demir’i iki ateş arasında bırakmak, kurduğu kapanı daha da keyifli hale getiriyor onun içinde.
Neriman’sa varıyor Gonca’nın yeni mekanına... Ziya’nın baba evine. Damadı endişeyle ve kuşkuyla karşılıyor Neriman’ın gelişini. Haksız sayılmazda. Akşam otururken ilk tepkiler geliyor karısının ailesinden Neriman’ın ağzıyla... aniden Antep’e yerleşme kararına. Babasının vefatıyla böyle olması gerekti belki ama Gonca’yı da düşünmeli artık kararlarında. Çok farklı bir yerde yetişti Gonca ama çabuk uyum sağladığını düşünüyor Ziya onunda buna. Neriman’sa aynı fikirde değil... ne uyumundan bahsediyor Ziya... işini bırakınca ne olacak sonra? Ev işlerini zaten bilmez, hep okuldaydı, sonrada staja başladı, alışmak kolay mı buna? Gonca üzülüyor annesinin gelişiyle konunun hemen ortaya çıkışına... yarın konuşurlar bunları. Yorgundur şimdi annesi. Yatağı ise hazırlandı. Bir güzel dinlensin, sabaha etsinler bu sohbeti. Neriman’ın yatacağı odaya çekilişleriyle öğrenmeye çalışıyor anne kızının halini. Bir problemi yok Gonca’nın zamanla da alışır heralde. Farklı görüşlerini koruyor burada da anne...Ne fedakarlığın kıymetini bilir erkekler, ne de koca parası beklemeye alışılır. Kendini bilsin, işini bırakmasın, kocasını da bir an önce Antakya’ya dönmeye ikna etsin Gonca. Düğünde takılan altınları da veriyor bu arada kızına.

Sabah oluyor sonunda...

Akan su saklıyor kutsal emaneti koynunda... güzel bir kadındı o bu akşam, boynunu süsledi altın gece boyunca. Parlatmış daha da... güzelleştirmiş daha da... umutlarla yıkamış, bekliyor günün aydınlığında. Bir gecelik saltanatı... Demir’i sahiplenişi... narin ellerin ona uzanışıyla bitiyor... bu kız uzak duramaz emanetinden... onu geri istiyor daha şafakta. Yer, gök... nehir gülümsemez mi bütün bu olanlara? Hem gülümser, hem de anlar o asi kızı bütün ruhuyla.
İhsan not bırakıyor evden çıkmadan... Asi işe gitmeden dosyayla birlikte muhakkak gelsin kendisine. Tarlaya giderken Ökkeş’i de alıyor yanına bu arada... soruyor “Nasıl geçti yolculuk?”... Ökkes sırıtıyor bakmadan kahyalığına, meraklanmasın patronu, Neriman Hanım’ı sağ salim Gonca’ya kavuşturdu o da... Ökkeş yanında olunca gözü arkada kalmadı zaten İhsan’ın da.
Fatma Ana ve Defne gelene kadar, Asi sahip çıkıyor kahvaltıda Ceylan’a... Ceylan’ın vıdıvıdıları bitmiyor gitmek istediği müzik okulu hakkında... Akşam babasının başının etini yedi, karar vermeleri için bu konuda. Ama şimdi annesini özledi akşamdan sabaha... Asi, dayanamayıp soruyor, “Ne yapacak giderse yatılı okula?”... Masada konu Asi’nin geri götürdüğü atına geliyor sonunda... o hediyeyi niye geri verdi ki acaba? Hasta mıydı yoksa? Hiç anlamıyor bunu, duyuruyor da Defne ablasına.

Ali’de erkenci, gizli saklı işleri yoksa onu huzursuz mu etti. Daha çok heyecan belki. Bir tür oyun gibi!.. Sekreterinden alıyor bu arada bilgileri. Asi telefon etmiş, gecikeceğini bildirmiş... kurulacak fabrika için basasıyla konuşması gerekliymiş. Dün gelip onu bulamayan Melek Hanım’a ise yeni bir randevu verilmeliymiş. Onu tamamen unuttu Ali, çok ayıp oldu... ama bu gün ilgilenir ve halleder kendi.
Demir aile toplantısı yapmak için herkesi çiftliğe davet ediyor. Ama Defne gelemiyor Kerim’le, Neriman vekil tayin etmiş meğer yokluğunda onu, kızlara göz kulak olsun diye. Kahvaltı masası bahçeye hazırlanmış, Kerim’in gelmesiyle herkes tamamlanıyor. Demir uzatmıyor... konuşmak istediği konunun hepsi için önemli olduğunu söylüyor. Masanın etrafındakiler olacaklardan habersiz, sadece Melek seziyor. Gözleri şimdiden abisine onaysız bakıyor. Kısmen onları da etkileyecek, önemli bir karar verdi Demir... Zeynep ile nişanlanıyor. Sersemleten bu haberle afallanılıyor... Demir’e mi baksınlar... Zeynep’e mi... kimsenin bunu bilemediği bir an geliyor. Bu kararı önce ailesiyle paylaşmak istedi Demir. Yüzükleri bir ara takarlar ama bu andan sonra Zeynep’e nişanlısı gözüyle bakılmasını istiyor. Yaşanan şaşkınlık anları hala geride kalmadı... kimse henüz toparlanamadı... Süheyla ilk konuşabilen oluyor... “Bir dakika, bu ne demek böyle. Nereden çıktı bu ani nişan?” Melek işin aslını biliyor. Ama bilmediği şeylerde var... Asi gerçekten abisinden vazgeçti mi? Vazgeçiliş... istenmeyiş... nasıl abisinin bütün dengesini alt üst edebildi. Hiç tanımadığı biriyle nişan kararı almasına sebep olabildi... kendini unutabildi. Abisinin bu kadar özelini oradakilerle paylaşabilir mi?... “Çok saçma!..” diyor... bu Demir’in hayatı ve Demir’in kararı, müdahale etmek zor daha ötesine. Süheyla kendine geliyor yavaş yavaş...”Bu kararının dün olanlarla ilgisi var mı? Tehtit mi edildin? Baskı mı yapıldı? Söylesene ne oldu Demir?”... Böyle düşüneceklerini de tahmin ediyor elbet Demir... ama kimsenin baskısıyla böyle bir kararı almayacağını en başta ailesinin bilmesi gerekir. Yine de sorular karşısına dikiliyor Demir’in... çünkü yoksul bir çırpınış bile yok aşk adına Demir’in gözlerinde... bu kararı makul göstermeye çalışan bir eğilim içinde sadece... inandırıcı gelmiyor o nedenle söyledikleri kimseye. Bu çok ani bir karar, daha iki gündür tanışıyorlar, nasıl olacak bu iş... Leyla’da Aslan’da şaşırıyorlar... Kerim ise dayanamıyor, Demir’in yanında dönüp ‘nişanlısı’na laf söyleme cürretini gösteriyor, “Sana da bravo Zeynep Hanım! Üç günde ortalığı iyi karıştırdın, masallah!”... Olanlar herkesi alabildiğine zorluyor... Demir dostunu “Kerim!..” diye engellese de, Süheyla araya giriyor...”Evlilik teklifini kabul etmiş. Ne oluyor Zeynep?” Dönüp bu sefer o, Zeynep’ten cevap istiyor. Zeynep’i boşuna sıkıştırmasınlar... bu kararı Demir verdi o değil. Ve kararı kesin... tartışmak istemiyor, o ne yaptığını biliyor. Kerim ise geldiğinde beri ayakta... oturmaya fırsat bile bulamadı yaşadığı şokla... bu masada bir dakika daha kalmak istemediğini biliyor aynı zamanda... çekip gidiyor hırsla. Demir ona yetişmek için kalkarken... herkesin gözü Zeynep’e dönüyor yeniden... fakat sorulacak birşey de bırakmadı Demir giderken.

Demir seslenerek durduruyor dostunu bahçe kapısında... yüzündeki bedbaht ifade mi neden oluyor, Kerim’in kızgınlığını bırakıp bir tarafa, biniyor oluşuna Demir’in arabasına. Münakaşa demeye dilimin varmadığı, adeta bir monolog başlıyor ilk anda. “Daha dün tanıştığın biriyle nişanlanmaktan bahsediyorsun! Amacın ne senin? Ne yapmaya çalışıyorsun, aklını mı kaçırdın Demir?” Böyle bir direncin Kerim’den geleceği belliydi... o aşkı için Kerim’den yardım isteyendi... şimdi Kerim’i uzak tatabilir mi? “Bitti mi?” Bu kadarla kurtulabileceğini sanıyorsa yanılıyor Demir... Bitirmedi Kerim, daha başlamadı ki... Demir onlarla dalga mı geçiyor? Aklını mı yitirdi? Bile bile kendini harcamasına göz mü yummaları lazım? O Asi’ye aşık... ne yapıyor? Bunu söylerse anlayabilir belki Kerim... “Ben öyle olmasını istiyorum. Sana da kararıma saygı duymak düşer...” demesini hiç tınmıyor Kerim... çünkü bu ne sevgi, ne aşk... hiç bir şey değil Demir için... biliyor Kerim. Eğer Defne ile evlenirken onlara gösterdiği anlayışı göstereceğini umuyorsa, daha çok bekler Demir... “Ne saygısından söz ediyorsun sen? Ne yaptığını bilmeyen birine nasıl saygı gösterebilirim ki?” Ne oluyor ona... bu kadar tutarsızlığı görmedi Kerim daha! Geçen gün ona sadece yardım ettiğini söylüyordu... şimdi de kalkmış nişanlanmaktan bahsediyor? Fazla geliyor Demir’e yaşananlar... kendinin Kerim kadar bile konuşma özgürlüğü yoktu olanları kabul etmeye zorlanırken... şimdi dostunun söylediği herşeyin doğruluğuna rağmen, haksızca tartaklanan bir çocuk gibi hissediyor... Uysal olma gayretlerinin sonunu geldiğini biliyor... dudaklarını kıstırdığı dişleri acıtıyor... Allah kahretsin... bu bile dudaklarının başka dişlerin çekingen hapisliğine onu sürüklemeye yetiyor...

“Kerim yeter!.. Bu konuyu daha fazla uzatma artık.” ... müsamahasız zaten bedenindeki Asi’li hatıralar... her an Demir’i birşeyle karşılıyorlar. “Ayrıca Zeynep iyi bir kız.” Zeynep iyi bir kızmış... güldürüyor Kerim’i bu haber... kaç yüz tane iyi kız gördüler gelip geçen beraber... hangisiyle nişanlındı? Evlilik bundan fazlası için var. Demir yetti, taştı çoktan... ama asıl konuya gelmedi bile Kerim... “Asi ne olacak peki? Onun yüzüne nasıl bakacaksın bir daha?” Bakmak istemiyor... asla istemiyor Demir!.. Asi deyince gözlerine yerleşen horgörüyü nasıl farketmiyor Kerim? “ Birşeyler dönüyor ortada Demir... bu işin altında ne olduğunu anlatmanı bekliyorum.” Anlatacak bir şey yok. Birilerinin onu üzdüğünü... kırdığını... canını yaktığını... önce vazgeçenin Asi olduğunu, can dostuna bile söyleyemiyor Demir...

Ali kendini affettirmek için Melek’i çiftlikte ziyaret ediyor. İşler biraz yoğundu, o hengamede unutmuş randevularını. Asi ile tekne gezisine çıkmışlar... Melek duydu sekreterinden bunu. Bunalmıştı Ali, küçük bir kaçamak yapalım demişti ama Asi yine dosyaları önüne yığmış meğer... Melek teşekkür ediyor yine de, uğradı Ali diye... Ali’de ihmal etmezdi Melek’i... ama oldu bir kere. Açılan güller çok uzun ömürlü olmuyor Melek’in yüzünde... oyalanmadan izin istiyor Asi’yi bulmak için misafiri... önemli çünkü onun için Asi... hatta burada kalma sebebi... tıpkı abisi gibi. Tutmasın ozaman daha fazla Melek Ali’yi... beklemesin Asi.
Monologvari bir başka konuşma, ayçiçeği tarlasına babasına dosyayı vermek üzere giden Asi ve onu kendine getirmeye çalışan Defne arasında geçiyor. Asi’nin adımları neredeyse yarıyor toprağı... onlarda olup bitenin tamamı... öfkesi, kızgınlığı, ulaşılmazlığı... yetişilmezliği... çaresiz kabullenişi. “Demir’le hala konuşmadın değil mi? Anlaşıldı... Atını da geri vermişsin hakaret eder gibi... daha ne kadar sürecek bu durum Asi?” Niye kendisini dinlemiyor kardeşi anlamıyor ablası!.. Ali ile evlenmeyeceği belli... “Demir’e gidip seni kızdırmak istedim, o yüzden yalan söyledim desen ne olur?” ... Böyle bir şeyi asla söylemeyecek Asi. Defne anlamıyor Asi-Demir ilişkisini!.. Bu açıklık... onların ilişkilerinde hiç bir zaman olmadı ki. İlk andan beri filizlenmesine dur diyemedikleri aşka karşılık, birbirlerine koz vermemeye çalıştılar... Korkutucu boyuta varan bu sevgide, kendilerinden başka birini büyüttüler ve o oldular sonunda tamen içlerinde... Bu raddede sevmek intihar etmek gibi birşey belkide. Kendinden başka bir güce teslim olmak bütünüyle. Eğer güçler adil ve eşit değilse, ezer geçer sizi içinizde, oyuncak eder kendine.

Kendilerine Asi ve Demir kadar sahip kişilerde kabullenilmesi en zor şey belkide. Teslim olmak birine. Direnç belkide beynimizle sevgimiz arasında olup bitende. İçten içten bu sevgiye teslim oluş açığa çıktıkça, duvarlar örüp durulur dışarıya. Tek savunma orada. Açamaz kendini Asi’ Demir’e daha fazla. Taşıyor o da...”Artık üstüme gelme Defne!.. Onunla konuşmayacağım. Seninle de... Hiçkimseye söyleyecek hiç bir şeyim yok...” Defne uzatmasın daha fazla diye devam ediyor birde, “Zaten olay Demir’e yalan söylememden ibaret değil... Onun için ben artık bir yabancıyım.”... eğreti çardakda babası bekliyor onu ileride... bırakıyor ablasını geride.

Demir’in Kerim’le verdiği mücadelenin izleri hala gözlerinde, silememiş bile ama Ayçiçeği tarlasında çalışan İhsan Bey’i görünce, onu çağırdığı aklına geliyor ... uğramadan edemiyor, bu da halledilmesi gereken bir başka önemli mesele... Her türlü bağı koparıp bırakmalı geride... derhal hemde. Durduruyor arabayı ve iniyorlar Kerim’le birlikte. İhsan yarı yolda karşılıyor onları, tarlaların girişinde, Ökkeş Efendi de peşinde. Demir’e gelen “Merhaba” dan biraz daha fazlası veriliyor Kerim’e... belkide damat diye. “Ne var ne yok, Kerim? Şehirde durumlar nasıl?” Şehirde pek bir haber yok... Kerim’in eli yanıbaşındaki Demir’ın sırtını buluyor ... patpatlıyor... sürpriz haberler hep buradan çıkıyor!.. Hızla oluyor herşey yine Demir’in hayatında. Durup düşünüp karar vermek başka... ama uygulamak çok farklı tadlar bırakıyor onda. Kerim’in kinayeli sözlerinden kendine dönemeden, İhsan’ı duyuyor...”Vaktiniz var mı? Gelin hadi şurada biraz konuşalım.” diyerek tarlaların arasında dinlenmek için yapılmış minik çardağa yönlendiriyor onları. Ayçiçeği tarlasının diğer ucundan Asi ile Defne görünüyor yoldan... Asi’de hiç iz yok gibi dün akşamlarından. “Nihayet dosya geldi mi Asi?”diye sitemkar bir soru ile başlıyor İhsan... “Şu meşhur dosya gelmedi diye sana sitem ediyordum. Ama Asi’nin ihmali olduğunu ancak öğrendim” İçi titriyor Demir’in ona bakarken... neden mani olamıyor buna... Asi’ye serbest kalabilen bakışları yerinen bir sıkılganlıkta... güneş gördüğü bu kız, kumrallaşmış akşamlar artık hayatında... pişmanlıklarını saklıyor yere dönen gözlerinde, göz kapaklarının ardına. Asi ne kadar rahat görünüyor bunca olana... sesi her zamanki gibi, “Demir Bey tümünü onayladı. Hepsi dosyada var ” derken babasına. İhsan’ın “Siz üzerinde mutabıksanız mesele kalmadı” deyişi kendine geriyor Demir’i... Bu işi artık bitirmeli... “Aslında bu sözleşmeyi hiç imzalamamalıydım İhsan Bey... Daha önce size çok istekli olmadığımı söylemiştim. Bu ortaklıktan çekileceğim”... Asi beklemiyor bunu... daha önce hiç duymamıştı istekli olmadığını... Kerim konuşuyor hepsinin şaşkınlığı adına sanki... “Al işte... al sana yeni bir karar daha!.. Demir ve şaşırtıcı kararları!” Kerim... sen nasıl konuşuyorsun öyle? Merak etmesin Defne, ne demek istediğini çok iyi anladı Demir’de... Asi’nin gözleri yerde, Demir’inkiler dalmış gitmiş ufka bir yere, dudaklarını çiğner halde yine... herkes anlamış olabilir ama Kerim ne demek istiyor, anlamadı İhsan... soruyor gençlere... “Siz bozuştunuz mu çocuklar? Kerim ne demek istiyor anlayamadım.”... Hüseyin’in yokluğunu dolduruyor bu adam... gereksiz, endirekt sorular... can evlerinden vuruluyorlar. Ne kadar olabilir görünüyordu dün akşam bu plan... zaten bitmiş bir ilişkiyi koparıp atmaktı olan... ama öyle değil işte... ortaçağ işkenceleri az kalıyor şu an yaşadıklarının yanında Demir’e... daha bitmedi üstelik, ölümün geldiğini biliyor bu işkencelerin gerisinde...

“Ben anlatayım... hemen anlatayım İhsan Bey... Demir nişanlanıyormuş. Bizde az önce öğrendik, hazmetmeye çalışıyoruz”... Demir’in tokatı da böyle gelmişti, ilk öpücüğüde Asi’ye... habersizce. Savrulmuştu gurur ile aşk arasında biryerlerde... Sırtına saplanan bıçağa dönüyor şu an geriye savrulan gözlerinde Asi... Ne menem birşeymiş şu umut... tüketemedi bir türlü yüreğinde. Tutundu olmayan ihtimallere... bir umut, bir umut diye... herşey olabilirdi Demir’le. Asi’nin dayanacak gücü varsa, Demir’in de vardır... bir basamak daha çıksınlar gururlarında üste.

Katlanır Asi buna, aşka böyle varılacaksa. Bir mucizeydi aşk... bir mucizeydi Asi-Demir... tanrı müsade etmezdi ziyan etmelerine. Asi-Demir yönelirdi o yolun bir yerinde yine birbirlerine. Tıpkı Asi’nin, buraya geldiği ilk gün savruluşu gibi Demir’e... kaçılmazdı, vazgeçilmezdi bu kaderlerinde. Ama bu nişan kararı... bu kararın onu savurduğu yer... hiç bulunmadı burada daha önce. Öldüler belkide bu haberle oracıkta birlikte... başka açıklama yok çünkü kendini ve onu aynı mesafede gören görüsünde...
Şaka mı, ciddi mi olanlar?... Zeynep ile nişan kararı almış Demir... kendisi burada, buyursunlar sorsunlar!.. İhtiyaç var mı buna, yok elbet, Demir’in suskunluğu gerekli bütün açıklamayı oradakilere zaten yapıyor. “O zaman oğlum, bize seni tebrik etmekten başka birşey kalmıyor”... Demir’in daha fazla orada bulunmasının anlamı yok, İhsan Bey’e teşekkür edip ayrılıyor... İhsan’sa duyduklarıyla, kızının çaresizliğinin boyutlarını görüyor. Atını geri götürüşüne artık hak veriyor. Bitmiş gerçekten, isteyip istememek artık farketmiyor.

Bu sahneler henüz geride kalmadı devam ediyor ama benim durmam gerekiyor. Beni çok zorladıkları zaman hep yaptığım gibi... duruyorum... onlardan kopuyorum. Ekranda bıraktığım görüntüde kalmak istemiyorum. İçimde her duygularından biraz biraz var, ençoksa acılarını yazmakta zorlanıyorum. Bu sahnelerde ayrılık acılarını bir salgın gibi bana da bulaştırıyorlar. Kafamı dağıtmak için kafi gelmiyor farklı mekanlar... eski bölümlere göz atıyorum böyle zamanlarda azar azar. Uzuyorda uzuyor bu nedenle yorumlar... Bir dostun satırları buluyor beni başka acılarda... “Kolay okunur aşk analizleri çünkü herkesin yüregi yaşı kaç olursa olsun kanatlanıp uçmaya hazırdır... Ya ayrılık... Ayrılık ancak ... ... bu kadar içine sindire sindire okunabilirdi... ... Aşkın ayrıntılarını bulan sen ayrılığınkini de bulmuştun.” [1] diyor bana oradan. Bulduruluyorum aslında. Çoğu zaman unutup bunun bir kurgu olduğunu onların gözlerine dalıyorum. Kendimi... kendimizi bu kadar kaptırışımız... aradan onca zaman geçmesine ve sonu bilmemize rağmen hala benim üzüntüyle yazmam... hala bazılarımızın bu bölümleri seyredememesi... herşey oyuncuların etkisi. Dostum haklıydı... kolay okunduğu gibi kolay da oynanır aşk oyunları... hazırdır kanatlanıp uçmaya herkesin aşkla yüreği... ama ayrılığı oynamak... bu kadar gözlere sindire sindire oynamak... aşk ayrılığının ayrıntılarını onların da yüreklerinde bulduklarını düşündürüyor ve üzüyor beni gerçekte. Saksımda biten yabani otu koparmaya kıyamayan ben, kıyımlar görüyorum o gözlerde... O acıyı çektiklerini görüyorum şu yada bu nedenle, hayatlarının bir yerinde... Kurgunun acısı bitiyor başka acılar başlıyor e.minde. Zorluyor yazerken beni de ... ama yine de, durmak yok... “Yaratılışın büyük çemberinde yürüyün...” diyor Goethe oyuncularına bir yerde. Bu Asi-Demir çemberim mi diye düşündürüyor beni de... hepimizinde yaptığı istisnasız bu değil mi neredeyse... Ben oyuncu değilim ama yürüyorum onlarla birlikte çemberlerinde... Bu kadar soluklanma yeter diye düşünüp dönüyorum yazıma yine.
Kerim, Defne ve Asi çardakta kalıyor. Kafalarda sorular... Demir bunu nasıl yapar? Ali ise yine Asi’nin peşinde, uzaktan arabasını gören Defne, Asi’yi bu haliyle bırakmak istemiyor başbaşa Ali’yle. Ama Asi duymuyor ablasının söylediklerinin hiç birini. Canı bağışlanmış olsa bile, ruhu alınmış bir av bıraktı Demir geride. Ne bağlar var... ne de kafes çevresinde. Saçlarını darmadağan edip duran rüzgar buzdan bir örtüyü getirip yayıyor kat kat, her an biraz daha üzerine. Bu olmalı gittikçe donuklaşan gözlerine sebep, yoksa başka ne? Ne korunabiliyor ne kaçabiliyor... birinin kendisini almasını bekliyor sadece... Ali oluyor gelen de. Evraklar tamamsa, bir göz atayım demiş sözüm ona Ali’de... Pek tamam sayılmaz, Demir ortaklıktan çekildi, herşey yeniden başlayacak... ama bu bozmaz Ali’yi de... Biraz vakit kaybetti, o kadar... yoluna devem eder nasılsa kendince. Ofise gidiyor o, isterse Asi’de gelsin birlikte. Gidiyor Asi’de...

Zor kaçtı Asi’den... olanlardan... böyle uzaklaşmak, azapmış... çabuk gelmiyormuş ölüm bu yoldan. Bir cehennem sıcağı kabararak ciğerlerinden, yayılıyor damarlarına... bu ateş dörtbir yanında, tepeden tırnağa... Neden atları vururlar, anlıyor şu anında. Katlanılmaz bu acıya. E.min bir uzaklıkta, daha fazla devam edemeyeceğini anlayınca, durduruyor arabasını. Sarsılan araçtan güç bela atıyor kendini dışarı. Dışarıda da bu kavuran rüzgar! Neden yangınlar taşıyor içinde bu açık hava?.. Nefeslenmek için durdu oysa bağrı ateşlere tutuluyor hala. Değişmeyecek mi hiç bir şey onsuzlukta... yanacak mı hep böyle Demir... kaçamayacak mı asla? Doğrusu buysa, hep yanlış yapsın, gerçeği ise bulamadı hala.

Kolay geçmiyor gün Demir için. Aklında Asi... yaşamında sorunlar... bir taraftanda Uyduken işinde sıkışık zamanlar. Neyse ki , Aslan’ın peşinde olduğu arsalar hariç herşey yolunda. Aslan’ın arsa sahipleriyle görüşmesi gecikti, Leyla farkında. Bu çok büyük bir iş ve Aslan ciddiye almış görünmüyor yeterli oranda. Hızla çözmesi gereken bu işi ihmal ediyor gibi hissediyor ve paylaştı bu kaygılarını da Leyla, Süheyla’yla... ama annenin koruyucu kanatları altında Aslan bu yaşında. Müdahale edilsin istemiyor Süheyla, hele yetkilerinin elinden alınmasına hiç müsade etmiyor, nasıl öğrenebilir ki işi başka yolla. Tanımıyor oğlunu daha. Demir’de sıkıştırıyor Leyla’yı bu konuda... Konuşmalar sürerken Leyla, Kerim, Demir toplantı masasının etrafında, Ekrem geliyor çağırdığı gibi büroya. Kısa bir tanıştırma... “Ekrem... Zeynep’ın abisi” ... gerek yok başkaca bir detaya. İzin istiyor Kerim ve Leyla’dan... yalnız bırakabilirler mi onları birkaç dakikalığına. Ekrem hala ayakta... Demir oturur durumda toplantı masasında... Sandalyesinin arkasına asılmış ceketinin iç cebinden çıkardığı bir çek sayfasını dolduruyor aynı anda. “Eğer Zeynep isterse, nişana birkaç akrabanız gelebilir” ... O allahın emri... haber ederler nasıl olsa!. Parasını aldı Ekrem var mı başka bir şey? Silahını istiyor, pişkin bir ifade ile... Onu da Demir’e hediye ettiğini farzetsin, Demir’in verdiği çekle istediği kadar alır nasıl olsa. Ekrem’in gözleri çek üzerindeki rakamlarda geziniyor... memnun, Demir’e dönüyor... “Bizim kız iyi yere tezgah açmış” deyişi çileden çıkarıyor Demir’i bir anda, fırlıyor ayağa... “Bana bak... haddini aşma. Alacağını aldın, çık git şimdi!”... Zeynep yoksulluğa bağlıyor başına gelenleri... gerçekçi bir değerlendirme mi? Abisinden görülüyor ailenin iç yüzü. Oldukları gibi oldukları için onunla da, Demir paşa suçlamasın kimseleri... Bu adamın bir evvelki pazarlığı Galip’leydi. Ekrem için hiç bir şey değşimedi, sadece şu anda Demir karşısında ki. Demir, dikkat etmeliydi bu aileyi kendine ne kadar yakınlaştırdığına. Hırsını çıkarmaya hakkı yok hiç masa üzerindeki kağıtlarda... Ekrem’in de umurundaydı sanki, odadan çıkana kadar aynı kalıyor yüzümdeki çirkin gülümsemesi... fikri değişmedi. Hele bir evlensinler görür kayınbraderini ara ara belki !!!...

Asi geldiklerini farketmiyor bile, Ali arabasını parkettiğinde şirketin önüne... o kadar dalmış bir yerlere. İşe geldi ama aklını veremiyor bir türlü Ali’ni söylediklerine. Ali, aynı şeyi üçüncü kez anlatıyor, anlamıyor... kafaca orada olsa anlayacak önündeki kağıtlara bakmakla, gerek kalmayacak Ali’ye. Toplamalı kendi... masadaki kağıtları çekiyor önüne... “Bir daha bakayım!”... Ali müdahale ediyor Asi’nin bu hallerine... “Sen iyi değlisin... gel benimle...” Uzanıyor Asi’nin eline... o elde Demir yok... çekebiliyor kendine... “Sadece biraz nefes almanı istiyorum. Canını sıkacak tek bir soru sormayacağım, merak etme”... ... Neresi burası diye düşünüyorum Ali’nin Asi’yi getirdiği yere... uzaklarda gördüğüm kayalarla ilgileniyorum, ileri geri gidip gelip onların bölümlerinde, Demir’in, Asi’yi atının ölümünden sonra konuşmak için getirdiği yer olabilir mi diye soruyorum kendime? Ben bilmiyorum ama çoktan yapıldı bu bölgenin tahlili, belkide. Aslında bu oyalanmalarıma Asi sebep... biraz sonra söyleyeceklerine varmak istemiyorum çünkü. Zaafla sığındığı bu anlara onu yakıştıramıyorum bir türlü. Buna ihtiyacı yoktu, hiç olmadı... biliyorum. Dikine bakmalıydı o yine... bu bir yenilgiyse, erdem gibi taşımalıydı onu bile üstünde... Asi’nin de Demir’in de onları hiç bir şartta koruyamayacaklarını bildikleri sığınaklara kaçışları ters düşüyor içlerindeki güçle. ‘Mutsuzluğunu denize bırakıp, kurtulmayı denesin, bıraksın dalgalar uzaklara götürsün...’ Ali, ne suyu bilir ne toprağı... ne de dalgaların gücünü Asi’de... bırakabilseydi onu mutsuz eden şeyleri çekincesizce denize, o dalgalar uzaklaştırırdı zaten mutsuzluğu Asi’de... sorun bunun gerçekleşmeyişinde... “Bu çok uzun sürebilir”diyor Asi... ama hiç olmayacak bir şeyi söylüyor Ali’ye. “Kalbi senin için çarpmayan biriyle evlenir miydin? Aşksız bir evlilik olabilir mi Ali?”... “Birinin aşkı çok büyükse, ikisine de yetebilir...”, tarif ettiği sakat bir ilişki. Nedir yetebilecek olan?

Sorguluyoruz aşkta üçünçü kişileri... “sonsuz seçenekler belki daha katlanılır gelebilirdi, üçünçü kişi var olduğunda” derken, ben... Asi-Demir’deki aşkı bile bir ‘yetmezlik hali’ görürken ve ‘daha... daha’ derken, ben... nedir evlilikte yeterli olabilen? Sıradan bir ilişkiye bile müsade etmez insan tabiatı, elini tuttuğun kişinin kalbi bir başkası için atarken. Katıksız olması gereken tek şey hayatta belki... evlilikte güven. Hatta kendinden çok ‘O’na olan güven. ... ... Ali, Asi teklifini kabul ediyor eğer hala istersen.

Neye güveniyor bu genç adam... niye gülüyor ki? Asi’nin yüzündekiler, yıkılmış hayallerin yankıları değil mi? Bu bir başarı mı ki? Geride kalmış, ortada bile olmayan bir ilişkiydi, üçünçü kişi bile değildi Sühelya... yıllar sonra... şu anda... ‘bilme’nin İhsan-Neriman çiftine yaşattığı eziyeti, daha baştan yaşamaya ve yaşatmaya başlayacak hiç kuşku yok ki Ali... Mutluluk böyle gelir mi ?

Acı... ama gerçek de burada gizli... seven tekrar sever ama aşk, geri dönüşü olmayan bir zirvedir... kimselere yer yoktur orada ... sadece ama sadece o iki kişi. Gerçekçi olmaya devam gerekli aynı acımasızlıkla belki. Yalnızlığa mahkum mu etmeli kendini aşkı tatmış kişi... İç elvermiyor böylesine... ömürlere yazık değil mi? Sevgiye razıysak... huzurlu bir yaşam neden cazip gelmesin ki? Fakat acılar yürekte yığın yığınken, insan kendine zaman vermeli... sürat tehlikeli... mucizelere çaba da gerekli.

Leyla’dan kurtulamıyor bir türlü Aslan. Zorlayıp duruyor onu arsalar konusunda, bir insanın üstüne gidilmez ki bu kadar da. Yolu üstünde bir arazi sahibi var hazırda, uğruyor oralardayken Aslan da. Ev sahibini bulamıyor ama evde... Uydukent’ın yanındaki arsalara talip varmış, ona gitmişler Bekir’de... Hacıemmi de meğer... Canını sıkıyor alacağı arsalarla ilgili bu haber... bir kahve yaptırıyor kendine... bekleyecek orada, dönerler nasılsa evlerine.

Aslan’dan haber çıkmayışı su yüzüne çıkarıyor arsa sorununu.... Anlamıyor Demir, Leyla nasıl kontrol etmez Aslan’ı... bu işi ona emanet etti halbuki. Leyla aslında hep istim üzerindeydi. Aslan’a arsaları hatırlatıp durdu. Aslan’sa, halledeceğim dedi, söz verdi. Bu şirkette yeterince önemli bir hissesi var... ve bu yetki de ona hep birlikte verildi. Leyla’nın onu zorlayabileceği sınır belli, üstelik Süheyla’dan bile neredeyse bu konuda azar işitti. Şimdi de sıra Demir’de gibi... Aslan’a belli yetkiler verilmiş olabilir, yine de tüm bunları denetlemek Leyla’nın göreviydi. Hatta bu şehre ilk geldiğinde bu alanda çalışmayı ve işleri koordine etmeyi Leyla istedi. Bu kadar önemli bir şeyi nasıl takip etmez... anlamıyor ki? Başarıya odaklanır ve öyle çalışır Leyla... özverili çalışır. Haketmediğini düşünüyor Aslan’ın onu aşağıya çekişini... yüzündeki ifaden bu konuda Demir’den de azar işitiyor oluşundan çok rahatsız olduğu belli. Evet, Leyla istedi bu işi... ama o zaman ortaya birden bire çıkıpta hisse alacak bir akrabadan habersizdi... Kerim, her ikisine de hak veriyor ama sorunu böyle çözemeyeceklerini biliyor... sakinleşsinler istiyor. Üstelik Demir çok gergin görünüyor... Demir’in son sözleri ise hepimizi düşündürüyor... Bir sürü anlaşmanın altına imza attılar, eğer iş planladıkları gibi gitmezse çok zor durumda kalacaklar. Bir yabancı olsa çoktan müdahale edilecek bir zafiyet... ortalığı karıştırıyor. En başta yapılması gereken yapılıyor. Aslanı bir tarafa koyup arsa sahiplerini Kerim ve Leyla arıyor. Başka müşteriler çıkmış, arsalar birer birer satılmış... neler olduğu anlaşılmasada çok elden yapılan bu alımlarda tahmin etmesi güç bir isim sırıtıyor arada... Cemal Ağa...

Aslan’ın boşa çıkıyor bekleyişinde umutları... Başka müşteriler çıkmış, tarlalar onlara satılmış. “Erken davransaydın!” diyen arsa sahipleri attırıyor Aslan’ın tepesinin tasını... Ne kadar önemli sözler verilmiş olması? Hepsi Cemal Ağa’ya bir şekilde karınlarından bağlı... onun sözü daha ağır bastı. Çıkıyor yine ortaya Aslan’ın bıcağı...

Ertesi gün bir şey değiştirmemiş Gaziantep’te olanlara... Neriman ısrarlarını arttırıyor kızının burada yaşadığı hayata daha yakından tanık oldukça... bu evden bir an evvel çıkmalı Gonca... Goca ise Ziya’yı sevdiğini, içinde bebeklerini büyütürken, kocasını terk etmeyeceğini söylüyor ona. Ziya köşe bucak kaçarken ondan, hapları içip ölüyordu neredeyse Gonca, bu ne sevgiymiş böyle!.. Binbirtürlü olumsuz senaryo yazılıveriyor ilk çocuk ağlamalarında kaçıp içmeye giden koca profilinde. Kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmeli Gonca... o kendini önemsemezse, önemsemez hiç kimse. Azıcık kulak versin Gonca, annesine. ... ... İşler bitince bir kahve molası alınıyor bahçede. Gonca’nın hamile ebliseleri konuları, bu arada İhsan arıyor kızını... ama telefona istemiyor Neriman’ı... Eli gitti telefonuna daha öncede ama aramadı karısını, anlamaya çalışıyor onun yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacını. Ökkeşten öğrendi sağ salim vardığını, şimdi de bilgi almaya çalışıyor arayıp kızını. Neriman’ın tavrına karşılık veriyor onunda tavrı. Neriman bu işten hiç hoşlanmadı, geldiğinden beri şu telefonu çalmadı. Alışverişten dönen Ziya kulak misafiri oluyor, istemeden duyuyor onları. “Belkide insan aynanın karşısına geçip, şöyle uzun boylu bir bakmalı. ... Herşeyi olduğu gibi gösteren bir ayna var mı?”
Fatma Ana’nın çığlıklarıyla neye uğradıklarını şaşırıyor Kozcuoğlu Çiftliğinin sakinleri... yetişsinler, belada oğlunun başı... Karakoldan haber vermişler, nedeni belli değil ama nezarete almışlar Aslan’ı. Defne, Fatma Ana’yı sakinleştirmeye çalışırken, İhsan ve Ökkeş harekete geçiyor hemen. Ne işler karıştırdı yine bu deli oğlan, gidip öğrensinler.

Demir’in etrafında hiç evrak bırakmamalı bu gün. Ekrem’e kızgınlığıyla toplantı masasındaki kağıtları dağıttığı yetmiyor, yerlere fırlatıyor hırsla bu sefer de çalışma masasındaki evrakları... Anlamamak mümkün değil onun bu halini görüpte, haber onlara da ulaştı. Sanki bilerek yapıyor bunları Aslan adeta. Ne bekliyordular ki başka. “Aslan’dan da ancak bu beklenirdi. Bu yaptığı sadece Cemal Ağa’nın işine yaradı. Sersem!.. Onunla işbirliği yapsa ancak bu kadar başarılı olurdu” Cemal Ağa’yı ilk gördüğü anda bile sevmemişti zaten Demir. Hayatında ahlaklı bir iş yapmamış ki... Aslan’da ekmeğine yağ sürdü. Bravo ona... O yaşlı tilkiden bunun acısını çıkaracak Demir ama...

Cemal Ağa ise insanı olduğu gibi gösteren bir aynanın karşısında, tebrik ediyor kendini ve gülüyor başarısına. Aslan adam olacak da... görecek o da. Bir teşekkür madalyası vermeyi bile düşünüyor Aslan Kozcuoğlu’na, işlerini kolaylaştırdı ya... Kulübe gitsinler bu akşam, haberler çoktan duyulmuştur, bilgiler şimdi orada... Ali Bey’i de çağıracak... en iyi fikirler hep Cemal Ağa’da, bu yeni yetmeler onun için kolay lokma.

Haber gerçekten de ışık hızıyla duyuluyor her yanda... Ziya, Neriman’ı uygun bir iş bulmaya çalıştığı konusunda ikna etmeye çalışırken varıyor Aslan’ın birini bıcakladığı, oralara da. İhsan bu telaşe yüzünden demek ki bunca zamandır onu aramadı!.. Hemen gitsin... ona ihtiyacı vardır, bırakmasın bu durumda yalnız kocasını.... bavulunu toplamasına da yardım etsin kızı.

Bu gün Demir hangi tarafından kalktı... haberi yok ama bilindik bilinmedik bütün belalar başına toplandı. Galip salıverilmiş... geçmiş olsun olmasına da... hesap soruyor Ekrem’e... doğru mu duydukları. “Yapacak bir şey yok şu saatten sonra” diyor Ekrem. Kız başkasına sevdalı. Oturdu konuştu adamla Ekrem... evlenecekler. Onun da parasını eksiksiz verecekler. Galip’in de gururu yaralı... derdi para mı? Savuruyor gerisin geri Ekrem’in ona sürdüğü tomarı... önce Demir bir hesap versin, konuşurlar sonra Ekrem ile işin bu kısmını... yeri değil burası. Ekrem’in hiç aklına gelmiyor uyarmak, Galip’in peşinde olduğunu haber vermek, kardeşiyle evleneceği o adamı.

Asi ve Ali geri dönüyorlar çiftliğe... yol boyu tarlalar Asi’nin gözleri önünde. Sıra sıra yaşanmışlıkları Demir’le. Yüzündeki manasız ifade hiç bozulmuyor geçip giderken görüntüler gözlerinin önünde. Herşey önemini yitirmiş... güç bu kadar yanlışı hazmetmek... bırakmış kendini tamemen gidişe. Üşüyor bir şekilde. Eksik bir şekilde. Tepkisiz herşeye. Çıkmaz bir yol gittikleri, bağladı kendini bir tek sözle. İçindeki, öfke, kızgınlık, kıskançlık nerede? Onları bile hissedemiyor artık neredeyse. Nereye gittiler böyle? Aşkını gömdüğü o yere belkide... yüreğinin en diplerine, her türlü duygu da aşkıyla beraber o derinliklerde... oraya fırlatıp atmak yetmeyecek ama gömmeli de... ondan gelen sızıyı duymamak için belkide. Ölmemek için direniyor hala çünkü içinde. Sessiz bir yolculuk bu Ali ile.

Çiftliğin önüne geldiklerinde iniyorlar arabadan birlikte... tek söz yok Asi’nin verecek Ali’ye... verdi zaten değil mi onu geride... ama Ali’nin söyleyecekleri var Asi’ye... Bu şansı verdi ya kendine, çok mutlu edecek Asi’yi, görecekler birlikte. Asi’nin ifadesinde donduruyorum görüntüyü... Bıraktım geleceği, şu anı görmekten aciz Ali... geldiğinden beridir bir azap şehrini inşa ediyor yaptıklarıyla Asi’nin gözlerinde. Onların geldiğini farkeden Defne... koşarak çıkıyor yanlarına... Aslan’ın nezarete gittiği haberini veriyor kardeşine... unutuluyor Ali yada tercih ediliyor böylesi... bırakılıyor geride. Defne ile şehre gitsinler ve öğrensinler ne olmuş diye. Hoşlanmıyorum söz verdiği adamı bırakıp giderken onda gördüklerimden ben de.

Demir hala ofisinde... biraz sakinleşmiş gibi... elleri ceplerinde... dışarıya bakıyor görüntüde... kapalı tüllerin arkasından neyi ne kadar görebiliyorsa? İşsel sorunlarla başetmekte bile güçlük çektiğini hissediyor böyle yalnız olunca. Daha önce de yalnızdı... hep böyleydi Demir... bir başına. Asi tutup çekti onu derin izlerinin içinden giderken kendi yolunda. ‘Bak’ dedi ‘aşk var’... ‘ben’ varım burada. ‘Çık o izlerden kendi izlerimizi yaratalım hayatımızda.’ İnandı ona Demir... güvendi ona Demir... çıktı açığa. Şimdi geri dönecek izi de kalmadı... aşk kapadı üzerini geçmişin bile... herşeyi darmadağan etti hayatında. Eskisi gibi olmayacak, biliyor... ama Asisiz bir yaşamda ayakta kalmayı öğrenmeli artık o da. Kerim bölüyor düşüncelerini... Karakoldan geliyor... iyi haberler getirmiyor. Aslan bir süre daha içeride kalacak. Bıçakladığı adama çok bir şey olmamış olsa bile geçmiş vukuatları incelendiğinde durum aleyhine. Çok dert itmiyor bu konuyu Demir... Aslan bir şekilde halledilir. Asıl Cemal Ağa’nın niye böyle birşey yaptığını bulmalılar. Biliyor ki, o, bu kadar yüklü parayı saçmaz bir anda. Yapmaz bunu, en azından kendi parasıyla. Biri var arkasında... kullanmıştır birini yine Cemal Ağa... Bu kim? Onu bulsunlar... düğüm çözülecek orada.

Bitmek bilmeyen bu günde... Melek’de bir dönüm noktasında. Ali’nin onu ziyaretinde, Asi’ye ilgisini kendi ağzından duyduğundan beri katlanılmaz oldu onun için de yaşam... biletini ayarladı, Paris’e gidiyor. Böyle yaşamak istemiyor. Hep ona ait olmayan bir parçayla yaşadı Melek... sallıyor kolunu... o sanki başka birin uzvu. İyileşip iyileşmeyeceğini bilmek istiyor artık. Sakatlığının gölgesinde geçiyor hayatı. Onu görüyor tek sorunu. Sevilecek biri olsa bile acınacak biri gibi oluyor ona herkesin yaklaşımı. Değişmeli bu... yada bilmeli Melek sonunu. Evin kadınlarının tek yapabildiği ise seyirci olmak... Melek bu kadar kararlıyken, ellerinden gelen sadece bu... bavulunu toplamasına yardım ediyor ve geçiriyorlar onu.

Akşam yavaş yavaş çöküyor şehre...

Kerim, şehre gelmekte olan karısına telefon ederek boşuna karakola gitmemelerini söylüyor. Kendileri Kulübe gidiyorlar, kızları da oraya yönlendiriyor. Kulüp Cemal Ağa’nın tahmin ettiği gibi, Aslan’ın bıçaklama haberiyle çalkalanıyor. Ama içeride fazla uzun tutmayacaklarmış, bu gün yarın bırakacaklarmış, bu bilgi daha o oturur oturmaz kendisine veriliyor... Kerim de Kulüpte. Yapılan dedikoduları dinlemekte... Asi ve Defne giriyor içeriye. Onların geldiğini görünce, uyarıyor dedeyi de... “Kızlar Aslan’ın senin yüzünden birini bıçakladığını bilmiyorlar!”... ona göre... işine bile geliyor böyle olması... memnun yine Cemal Dede... torunlarını öperek karşılarken söyleniyor birde... “Şu Aslan’ın yaptığına bak... deli çocuk... ilahi yani...” o melek sanki!.. Kerim, buranın fazla kalabalık olduğunu söylerek kızları başka bir yerde yemek üzere götürmeye çalışıyor... dedikodulara mani olamayacağını biliyor. Dede öpülüp vedalaşılırken, Demir’in salona girdiği görülüyor... tereddütsüz yürüyor. Çıkmak üzere olan Asi, Defne ve Kerim’in yanından geçiyor ama sanki onları hiç görmüyor. Hedefine kilitlenmiş... masada oturan Cemal Ağa’nın önünde dikiliyor. “Bu yaptığınız şimdi doğru mu Cemal Ağa?” diye soruşuna... pişkince soruyla karşılık veriyor Cemal Ağa, “Ne yapmışız?... O arsayı Demir’lerin istediğini biliyordu. Arkalarından iş çevirmek ticaret mi şimdi? Ne yazık ki bazılarına göre öyle diyorum içimden. Hatta... Cemal Ağa’yı haklı bulanlar olacaktır... bu, para kazanma fırsatlarını görmektir ve kabul görür hayatta. Emeğe saygı, ticaret etiği gibi konularda birbirine zıt düşüncelerine örnekler geride bıraktık... bizim için sürpriz değil bu konudaki görüş ayrılıkları da... Zaten ticareti onlardan öğrenecek değil Cemal Ağa... yetmiş senedir bu topraklarda. Geri dönüyor Kerim’ler Demir ve Cemal Ağa arasında başlayan ağız dalaşına... Kerim durdurmaya çalışıyor onu... “Demir bu işi böyle halledemeyiz. Oturup konuşsak.”... Hayır... böyle halledecekler. Anladığı dille. “Seneler sana birşey kazandırmamış Cemal Ağa... bu senin yaptığın köylü kurnazlığı.” Asi dayanamıyor daha fazla... “Demir... söylediklerine dikkat et!”... sevgililik bir yana... insan olarak birbirine güvenleri şu anda masada... “Dedenin yaptığı bu işi onaylıyor musun?” diye soruyor Demir ona... bu kadar mı yanıldı Asi hakkında!.. “Ne olduğunu bilmiyorum. Ama dedem ile böyle konuşamazsın”... bilse kimin yanında olurdu merak ediyor Demir o anda... Cemal Ağa durur mu... kalkıyor ayağa, dursun bakalım torunu, bu onunla Demir arasında. Cemal Ağa şehre geldiğinden beri dize getiremedi bu oğlanı oyunlarıyla. Pes etmedi Demir ahlaklı görmediği yollara, kurallara, ortaklıklara. Şimdi de etmeyecek... “Atacağın adımlara dikkat et Cemal Ağa. Kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Bunun bedeli ağır olur” diyor onu tanıdığı kadarıyla... çarpık oyunlarından biriyle daha ona ulaşmaya çalıştığının farkında. Cemal Ağa’nın davetiyle çağrılan Ali görünüyor tam bu sırada. “Ne oluyor burada? Herkes niye bu kadar gergin?”... Tesadüf değil Ali’nin burada oluşu... Demir şüphelenmişmiydi bu dayanışmadan, duymuştu birlikte iş yapma isteklerini onlardan... ama biliyor artık kendiymiş gibi ... Ali, Cemal Ağa’nın yanındaki. “Şimdi durum daha net. Aradıığımız kişinin kim olduğunu anlamış olduk.” Asi’ye dönüyor gözleri... İş... altına imza atılan sözleşmeler... zor duruma düşmeler... hiç bir şey şu anda umurunda değil sanki... o bir çift gözün ihaneti kadar etmiyor hiç biri. Sevmişlerdi birbirlerini.

Cemal Ağa oturmaya davet ediyor gelen misafirini... ama Asi’nin hala görülmemiş bir hesabı var, ne demek istiyor Demir öğrenmeli. Gösteri bitti... yerleşiyor herkes yerine geri. Kerim Defne’yi alıp çıkıyor, peşine de farkettirmeden Asi. Kulübün kapısında yakalıyor Demir’i takip eden ablasını ve eniştesini... bir kol hareketiyle arkada kalmaya zorluyor onları ve kovalıyor neredeyse Demir’i... sesleniyor... “Dedemden ne istiyorsun?”... Demir onun seslenişiyle durup geriye döner ve kendine yetişmesini beklerken... bambaşka görüntüler geçiyor benim de gözlerimin önünden... ama bunlar hatırlanmıyor olmalı onlar öfkeyle birbirlerini bulurken... kızgınlıklarıyla çok meşguller... “Sor!.. Anlatsın nedenini... tabi anlatabilirse? İşte her zamanki Cemal Ağa üçkağıtları”... İkiletmiyor Demir Asi’nin sorusunu, veriyor hemen cevabını... ama Demir’den duymak istiyor Asi... “Sen niye anlatmıyorsun?” Demir ne zaman anlattı ki ona dedesinin cambazlıklarını... hep üstünü örtmeye çalıştı. İhsana garaziyle yan çiftliği ona satıp komşu yapışından tutta Romen alıcıyla pazarlığına kadar herşeyi torununa açıklamaktan sakındı... enerji işinde onunla ortak olma çabasında da buzdağının üstünü bilir Asi, kendiyle ilgili yönünü bilir... altı hala Cemal Ağa ile kendinde saklı... Ama deniyor yine de kısaca olanı anlatmayı... “Uydukent için almak istediğimiz arsaları, sahiplerinden hızla satın almış. Bunu bizi zor durumda bırakmak için yaptı”... Böyle iki cümleyle anlatıldığında ve geriden gelenlerden habersiz olunca... o kadar da garip gelmiyor Asi’ye bu arsa alımı... “Dedem her zaman arsa alır satar... kendine göre hesapları vardır. Neden herşeyin altında ille de kötülük arıyorsun?”... Olanları bilse, kimin yanında olacağını sorgulamıştı Demir kendi kendine içeride... öğrendi işte. “Ne de güzel savunuyorsun işine gelince... Tamam... öyle olsun Asi Hanım. Zaten sana açıklayanda kabahat”...

Asi’ye göre bambaşka nedenler var olanların ardında... Birden babasıyla iş anlaşmasını fes etti. Gözünün önünde dedesini tehtit ediyor. Ne demek oluyor bunlar? Onu reddettiği için mi yaşanıyor yoksa olanlar?... Şu anda Asi-Demir onlara ne kadar uzak.. iradeleri bütün kuvvetiyle savaşırken birbirleriyle Demir’in elleri ceplerinde... Asi ise ona bir adımla yanaşan Demir’in etkisine kendini germekte. Gece basmış iyice... Kapkaranlık gözlere bakıyor Asi Demir’de... “Artık hiç bir şey umurumda değil” diyor Demir... değil gerçektende, yakıp yıkmak, ezip geçmek istiyor Demir... gördüğü belki bir tek bu, bu gecede. İş anlaşmasını, İhsan’ı kırmamak için kabul etmiş olmasına rağmen Ali ile evlenecek olan Asi ile birlikte işe devam etmesi mümkün değildi... Cemal Ağa ile sürtüşmesi ise çok gerilerden gelen bir şeydi...
Asi’nin bu olanları kendine yüklemesi, onu kaybettiği için hıncını ailesinden çıkardığını düşünen tepeden bakışı... hiç tanımadığını gösteriyor Demir’i... “Kendini fazla önemsiyorsun. Çok fazla kibirlisin. Ama gurur ve kibir farklı şeylerdir. Kibir sana gururdan daha fazla zarar verir”... Mağrur prenses değil artık karşısındaki. Zaten ona artık Ali değdi... Değersiz bir şey gibi bırakıyor onu geri.
“Tüfeğim olsa onu şu anda vurabilirdim” diyor Kulübün kapısında bekleyen ablasına Asi... Gıkı çıkmazdı Demir’in de... Asi’nin elinden gelecek ölüm korkutmazdı onu... beklerdi... acıları dinerdi. Defne’nin Demir’le ne konuştukları konusundaki sorularını duymuyor bile... zaten onu Ali gerçeğiyle vurduğunu bilmez gibi... bu günki Asi verişi itiraf ediyor Defne’ye... “Ali’ye bu gün evet dedim... teklifini kabul ettim”... Nee?.. Defne’nin bu haberi yetiştireceğini biliyor Demir’e... giriyor içeriye... kendisini bekleyen Ali’ye. Defne’nin hakikatten de ilk yaptığı telefonuna sarılarak Demir’i aramak... Nerede?.. Hemen onlara gelebilir mi? Söyleyeceği çok önemli bir şey var Demir’e. Demir’inse canı çok sıkkın. Biraz dolaşacak, daha sonra gelmeye çalışacak Defne’lere. ... ... Onu gündüzden beri takip eden Galip ise adım adım peşinde. ... ... Asi ise ilgisiz gelip oturduğu masada konuşulanlara. Aklı hala Demir’le yapmış olduğu dalaşta. Biraz çıkıp hava almayı önerince Ali, kabul ediyorAsi... Ali’nin onu hava almak için çıkardığı yer ise Demirli. O balkona Demir’i aramak için çıkışı daha dün gibi... adımlarını ona atıyor... orada bekliyor kendini. Ali bir ara kaybolduğunu farketmiş... Demir’in peşine gittiğini biliyor sanki. Asi bunaldığı için dışarı çıktığını söylese bile innanması zor... daha şimdiden kuşku kemiriyor içini... “O sana uygun biri değil Asi... Onun için boşu boşuna kendini üzüyorsun. Sana onu unutturacağım göreceksin!” Herşey ama herşey daha kötüye gidiyor... Ali’yi kabul ettiğinden beri yaşadığı işkence, Demirsizliğin bile ötesine geçti... onsuzluğun acısını bile yalnız yaşayamıyor, bu bile elinden alındı sanki... neden bunu yaptı Asi... neden Ali’yi kabul etti? Biliyor, öfke değildi... peki neydi? Demir’in nişan kararını duymak dengesini yerle bir etmişti. Onun karşısında kendisininde yalnız olmadığını hissetmek istemişti... ama Ali yanındayken daha güçsüz şimdi. Daha zayıf şimdi. Söylediği yalanlar arttıkça... Asi’yi o da tanımıyor... nasıl böyle bir karar verdi... Beline uzanan dokunuş neyin nesi? Bu Demir değil ki? Zor frenliyor bedeninin bu temasa irkilişini... Ali’nin gözlerinde gördüğü şeyin karşılığını asla veremeyecek... ona da haksızlık etti. Asi’yi eve bırakabilir mi Ali... derhal gitmeli.

Aslan’ın bıçaklama olayına karıştığını duyan Süheyla ise soluğu karakolda alıyor. İhsan’ı buluyor... ne yapacaklar soruyor. Aslan da öyle bir bıçak çekme cesareti var ki bu ana babasın gözlerinde korku olarak yer buluyor. Yapılacak bir şey yok. Aslan’ın bırakılması umuluyor. Emniyet Müdürlüğü’nün önünde sancılı bir bekleyiş başlıyor. Haberi alan Neriman şehre döndüğünde kocasını bulduğu yer orası oluyor. Neler oldu?... Neden sadece İhsan ve Süheyla orada... Fatma nerede? Annesi nerede bu çocuğun... neden o da yok burada? Hali iyi değlimiş... getirmemişler... evde, Ökkeş onunla beraber. İhsan işlemler için bir polis tarafından çağrılınca Süheyla ve Neriman kalıyor başbaşa. Neriman rahatsız, ne tarafa dönse onu görüyor olmaktan artık. Süheyla ise oğlu için burada, söylemekten çekinmiyor da... bu tarafa bakarsa tabiki onu görecek... hem de her defasında. Fakat sadece bugünden bahsetmiyor Neriman, İhsan’a yakın olmaya çalıştığının farkında, kocasının etrafında dolanmaktan vazgeçsin artık Süheyla’da. İhsan’la onun ortak bir çocuklarının olması umurunda değil... kendisinin de paylaştığı dört çocuğu ve bir ömrü var İhsan’la... Fatma değil bu Neriman, çözülüp dağılmayacak Aslan’ın gerçek annesinin kendisi olduğunu hatırlatışıyla. Onlar her akşam eksiksiz oturmaya devam edecekler sofralarına. Kimse mani olamayacak buna.

Aslan çıkıyor o gece nezaretten... öfkesi geçmemiş... kimselere görünmeden kayboluyor adeta. Bulamıyor İhsan ve Süheyla onu serbet bırakıldığında. Bir telefon geliyor sadece Süheyla’ya “biraz dolaşmak istiyorum’”diyor ona.

Kerimlerin evi... kahvaltı sahnesiyle bizlerde iz bırakan o balkon, bu akşam, bir başka unutulmaza ev sahibi. Demir çok fazla dolaşamamış olmalı... belki Defne yine arayıp ısrar etti... işi şansa bırakmak istemedi... e.min olsa öyle yapardı sanki. Demir’in klasik hali, elleri ceplerinde, sırtı dönük bize. Defne ise kenarda kavuşturmuş kollarını göğsüne... Kerim sözü almış, günün ve gecenin olanları toparlar gibi karısına ve Demir’e... “Ali’nin bu arsa işine niye bulaştığı belli. Asi’nin sana aşık olduğunu biliyor. Cemal Ağa’ya sırtını vermiş. Aklı sıra dengeleri bozacak”... Dışarıdan bakılınca mantıklı bir açıklama gibi ama tek bir gerçek değiştiriyor baştan sona herşeyi... Demir’in sabah anlatacak bir şeyi yoktu açıklama bekleyen Kerim’e ama şimdi artık söylenmeli. “O istediğini elde etti çoktan Kerim. Senin bilmediğin şeyler var”... kaydı ayaklarının altından yeşerdiği toprak, anlamsız daha fazla saklamak. “Demir... seninde bilmediğin şeyler var” diyerek araya giriyor Defne... döndürüyor bu sözlerle Demir’i kendine. Bu yüzden gelmesini istedi... madem Asi ona gerçekleri söyleyemiyor, kendisi söylemeli. Defne’nin yüz ifadesi... bir uyaran gibi Demir’i... bir şeyler geliyor bunun ardında... kestiremese bile ne olabileceğini deli gibi düşünceler üşüyor beynine... Asi’nin söyleyemediği, ne olabilir ki. Biliyor zaten en kötü gerçeği. “Asi Ali’nin evlenme teklifini bugün kabul etti. Ve bence sırf sana inat olsun diye yaptı” ... yumruk yemiş bir boksör gibi sersemletiyor Defne’nin sözler Demir’i... adımları Defne’ye değil... o gerçeğe sanki... Doğru mu duydu söylenenleri... “Bugün mü?”... güçlük çekiyor sıralamakta olanları... “O zaten kabul etmemiş miydi?”... “Hayır... senin nişan kararından sonra kabul etti. İnadına yaptı anlasana... seni severken başkasına nasıl evet diyebilirdi ki?” İlla bir başkasından duyması mı gerekliydi... bunu niye o farketmedi... gözünü ne kör etti... Gurur mu yoksa kıskançlık mı Asi’yi suçladığı gibi? Ama bu basit gerçek yaşama döndürüyor Demir’i... bütün o zamanlar boyunca Asi hep kendinindi... Şahmaran’ı kırarken... atını geri verirken... ondan vazgeçtiğini söylerken... hep ama hep Demir’leydi... ta ki onu son incitişine kadar... nişanlandıığını ona duyurana kadar. Gözlerinin önündeydi ölüm... ona Asi’yle birlikte baktılar. Gerçekler gelmeye devam ediyor Defne ile... durmuyor yaşananlar. Belki aşkını sınamak istiyordu Asi... ne yapmak istiyordu bilmiyor Defne. Aksine, biliyor Demir... sınanıyordu aşk... sınanıyordu Demir. Tehlikeli bir oyundu Asi’nin ki de, Demir’in tercihi gibi... ama arada yanlış anlaşılmalar vardı ve o evlenmek üzere olsa bile durmamalıydı Demir... yılmamalıydı Demir. Durum artık çok daha vahim... gerçekte bir evlenme sözü var ama bu durdurmayacak Demir’i... o, durduracak Asi’yi. ... Açmıyor telefonunu sevdiği... hemen onu bulup yüz yüze konuşacak... Defne anlatır şaşkınlıkla onları izleyen Kerim’e neler olup bittiğini.

Çiftliğe dönüyor Demir... yağmur başlamış kırsalda... böyle bir bereketle geldi gerçekleri de ona... dolu dizgin, hepsi bir anda... Asi’nin sevgisi yağmur gibi onda. Daha farklı olamazdı sanki, tabiat ananın bağışı bu onlara. ... ... Bu yağmurların Asi’de farkında. Ali’nin onu çiftliğe bırakışından beri ortalığın sakinliğine inat bir fırtına ruhunda. Artıkça artan bir şeyler yüreğinde. Yağmuru hissediş miydi bu... kalkıp cama vuran damlalara yanaşıyor... Demir’i aramak o akışlarda, bir parça rahatlatıyor. Acaba şimdi ne yapıyor? ... ... Altını kabul etmemeliydi geri verildiğinde Demir... atını da kabul etmemeliydi... bilmiyor, bunu nasıl göremedi. Asi’ye onunla gitmeli... herşey aslında o gecede gizli...

Asi’nin gözlerindeki tek şeydi sevgisiydi, Demir’in baştan sona izlediği... ve sözlerindeydi kimin evlilik sözü verdiği. Kalbini ve ruhunu ait olduğu yere geri götürecek şimdi... yağmur engel değil, akıtacak Asi’ye Demir’i. Atı barınağından çıkarıp biniyor ama evin girişinde bir hareketlenme dikkatini çekiyor... Aslan’ı farkediyor. Elindeki bir tüfek mi? Bu deli çocuk ne yapıyor? Derhal attan inip barınağa geri sokuyor... başını belaya sokmasın yine diye, Aslan’ın peşine düşüyor. Aklındaki binbir türlü soru... Aslan’ı yolda kaybetme korkusu... ıssız yollarda onları takip eden araca dikkat etmesini engelliyor. Galip hala Demir’in peşinde... hatta artık ensesinde soluyor. Aslanın aracı şehire dönüyor... Cemal Ağa’nın kapısında duruyor. Demir’in arabasının farları Ağa’nın çıkmaz yolunda Aslan’ın arabasını aydınlatırken, Aslan kendinisi takip edenlerden habersiz görünüyor. Elinde tüfek, bir tekmeyle parmaklıklı kapıyı açıp içeri giriyor...

Demir’de peşinden takip ediyor... Yağmur sesi her şeyi bastırmış olmalı... bu delice gürültüleri almış içine... Cemal Ağa evine gelen davetsiz misafirlerden habersiz, yatak odasında bir yere gitmek için hazırlanıyor. Sarmaşık ortalarda görünmüyor. Galip görüntüye geliyor... nereden bulduysa onun da elinde bir tüfek... hapisten çıkan bu adam, yabancı bir şehirde bu silahı nasıl ediniveriyor? Konağın kapı girişindeki, ışıkları hala yanan araçlara şöyle bir bakınıyor... eve girmek yerine hemen yandaki binanın aralığında gözden kayboluyor. Aslan’ı kolundan kavramış dışarı çıkaran Demir ona bu kadar yaklaşmış Galip’i farkedebilir miydi... bilemiyorum, herşey sanki kılpayı ile oluyor. Demir’in Aslan’a bağırışı duyuluyor...”Git buradan, gözüm görmesin seni...” Aslan’ı arabasına doğru savururken, elindeki tüfeği alıyor ve koşarak konağın merdivenlerini tırmanıyor.
Cemal Ağa’nın yatak odasının avluya açılan kapısının kanatları hızla iki yana savruluyor... dizden aşağı koyu renk pantalonlu bir görüntü tek bir karede ışık hızıyla geçerken yağmurdan ıslanmış ayakkabılar parlıyor. Aşınmış mermer basamak bir adımda çıkılıyor.. tüller uçuşuyor... içeriye bir anda serin hava doluyor. Gelen çoktan içeri girmiş... ardından kapının kanatları sağa sola çarpıyor. Cemal Ağa şaşkın... geleni tanıyor, “Ne yaptığını sanıyorsun sen ha? Bırak o elindekini!..” Silah tek el ateşleniyor. Cemal Ağa yakın mesafeden karnına aldığı kurşunla yatağının üzerine devriliyor. Eli acıyla yaraya gidiyor... bu mesafeden atılan kurşun girdiği dokuyu, saplandığı organı ve çevresini parçalamış olmalı... dışa kanadığından çok daha fazlası içeride oluyor. Yaşlı adam, avucuna gelen sıcak ıslaklığı, aniden hissetmeye başladığı bu feci acıyı durdurmak istercesine yarayı ovuşturuyor. Son anları artık... aklından neler geçiyor? Onun gülemediği bir oyun çevriliyor. Dışarıda yağmur, gök gürültüsü, şimşek... kıyametler koparırken, silah sesi arada kaynıyor. Katil yerde bıraktığı ayak izlerini umursamadan Cemal Ağa’ya yaklaşıyor. Son nefeslerinde onu seyretmek içini rahatlatıyor... Tıslıyor... Pis moruk...
Asi ısrarla çalan telefonlarına bakmıyor... kimin aradığını hiç merak etmiyor... bir tek şeyle ilgileniyor. Dışarıda yağmur yağıyor. Demir’in dünyası bu... yağmur adamı... gökgürültüleriyle, şimşekleriyle... sağanaklarıyla ulaşamayacağı yüksekliklerde yaşıyor. Kalmasın gökyüzünde... bitirsin mesafeleri, yıldırımlara dönsün, toprağı bulsun istiyor. E.min onlara herşeyin yakıştığını söylüyor... itiraz ediyor... bu mesafe onlara asla yakışmıyor. Bu deli damlalar haberci... Demir ona geliyor... gözlerini, aklını, ruhunu sağanaktan alamıyor.

Delice yağan yağmurda araba hızla ilerliyor... silecekler cama, farlar yola zor yetişiyor... Gök boşalmış... Demir’i şaşırtmıyor. Kendi de böyle ayrıcalıklı bir ortaya çıkış yaşıyor. İçinde olup bitene tabiat ses veriyor. Yıllar gibi yaşadı anları Demir Asi’sizlikte... onunla ıslanmak ve kavuran o duygudan kurtulmak mümkün değil sağanaklar haricinde. Su perisi... mağrur prensesi... aşkı... çılgınlık olduğunu bile bile, yağmur duasında olsa yine... Demir dileğini gerçekleştirse... toprağa yağmur değiyor, o da Asi’ye değse. Islansalar birlikte... saçlarını, dudaklarını, tenini ürpertse... Demir’le ıslanmış gelişlerini hissediyor dudaklarının içinde... yağmurların anlamını değiştiren o anı unutamıyor asla kendi de. Üşüyor mu o kendini çekince... çekmeyecek Demir’i, onda bırakacak... mesafeleri bitirecek bu gece. Yağmuru olmak istiyordu... olacak... ona yağmak istiyordu... yağacak... yağmurların mühürlediği o iki dudak, birbirini bulacak. Açsın gözlerini sevdiği... gerçeklerinde de hayallerinde de Demir gördüğü... Sormasın bu an gerçek mi... sormasın onlar sevgili mi... sormasın kim kimindi... Asi Demir’in, Demir Asi’nin bu yağmurlar yağdığı müddetçe... ‘Seni seviyorum’ diyen o dudaklara doymadı... içecek o ırmakları yine.

Siyah-Beyaz yağıyor yağmurlar bu gece... siyah beyaz olmak istiyor Demir için Asi’de. Gerçekler... hayaller karıştı yine birbirine. Altını gibi atı da... Takıldı kaldı onda... geri verilmesi, değiştirmedi içindeki sevgiyi... hala onunla. Sevdiğinin ruhu ve kalbi, her zamanki gibi Asi’yi taşırıyor kanatlarında... yüreklendiriyor... bulmalılar aşkını da. Eksik kalacaklar yoksa. Denizlere bırakamadı... yağmurlara bırakacak söylemek istediklerini... Bu gece, beyazlar giyindi... Beyazına yağmurların yağdığını ‘gör’sün diye sevdiği. Karanlığına dolan beyaza kaysın ve kalsın onda gözleri. Alamasın Asi’den Demir’i. ...Tüllerini açtı... saçlarını topladı... kara dalgalarının tutamlarını göğsünün üzerinden aldı... herşeyi gerilere attı... incileriyle çırılçıplak... kendini Demir’e bıraktı. Bilir, su ona ne kadar yakışır... bilir, Demir yerine ona dokunan yağmurlarla sevişir... yüzünden, boynundan damlaları Demir yudumlasın diye akıtır... bilir, ister istenir. O güneş... ama bu gecenin ay’ıdır... Gece’nın karanlığı sarar gibi mehtabı, siyah siyah gelsin Demir ona... sarsın beyazı. Siyah-Beyaz’ı tamamlasın aşkları. Yenildiler, teslim alsın yağmur onları... Tek bir diyeceği var, “Demirrrr”... “Demirr”... onu duymalı...

Asi penceresinde... sağanak yağmur camından geçemez içeriye... Neden gelmiyor Demir... tek bir damla düşmüyor mu yoksa onun tenine bu gece... yutkunuşları düğüm düğüm içinde... Yalpalayan bir erkek figürü giriyor görüntüye... Çardağın beyaz ferforjelerine kapkaranlık bir gölge... kaçmamış... dövüşmüş... ölümle yüz yüze duruyor şimdisinde. Ya dirilecek ya can verecek bu gece. Delice bir dürtüyle geldi buraya... bir an düşünmedi bile ya orada olmazsa. Düşünmeyecek de... Feneri yok gecenin... Asi’nin odasından süzülen ışık fener bu geceye... Bir karaltı bekliyor orada... percerede... Yüzünün yarısına vuran aydınlık bile yeterli ondaki hayreti anlamaya... duyuyor mu sessiz yakarışlarını kapısına gelmiş bu adamın... ‘gel... ‘gel’ diye hiç böyle seslenmedi Demir Asi’ye. Islağıma gel... kalbime gel... ruhuma gel... gel yeterki diye. Kayboluyor penceredeki görüntü... Apaydınlık bir hüzme bırakıyor gerisinde... Gelecek mi ona? Geldiğinde ne söyleyecek... ne söyleyebilir... bata çıka çamurlara, soruyor aşkına... Hiç düşünmedi bunları... dönüp dönüp durdu yol boyu onda hatırları... bilmiyor ne yapacağını... nedir doğru başlangıç noktası... ama onunla konuşmalı...kolundan tutup sürükleyecek eğer onu dinlemez ise... kaçıracak geceye ve bırakmayacak onu ikna edene kadar kendine... Voltası karışıyor saatlerdir süren yağmurla gelen çamura ... düşüncelerini toplamalı... onu kazanmalı... çok şeyi yapabilirken o aynı anda, neden düşünemiyor tek bir şeyi şu anda....

Bir karaltı çıkıyor evin köşesinden... koşar adım ona gelen... Duraklatıyor bu görüntü Demir’i... nedir Asi’nin hali... o hiç böyle gelmez Demir’e ki... Çamurlardan koşup geliyor ona sevdiği... kollarını açmış geliyor... Demir ona bir kaç adım atana kadar, Asi kendini ona fırlatıyor... Eller, kollar, bedenler birbirine karışıyor. Söze gerek yok... Demir yetiyor... gelmesi yetiyor. Böylesi bir kucaklaşma... bu ihtiyaçla birbirini bulma... dudaklarından daha fazla yoruyor. Ağırlığını hissediyor üstünde Asi’nin Demir... ona gelene kadar ıslanmış teninin yer yer soğmuşluğuna rağmen sımsıcak bir Asi sokuluyor sakıncasızca bedenine... Asi her yerinde. Göğüsleri inip kalkıyor heyecan körüklerinde aynı ritimle... boynuna dolanmış kolları, kasıklarına dayanmış karnı... bacaklarına yaslanmış bacakları ... bedeninde, kavuran sıcak yerine can veren bir sızı. Sarılışındaki kuvvet, boynuna gömülen başı...ıslak saçlarında özgürce dolaşan parmakları... birbirlerine akan acıları... Bazen sağa sola deviren, bazen kaldırıp bedenine abandıran eşi görülmemiş okşayışlarları... bu bedenlerin tadılışı... soluksuz bırakıyor yağmur adamı.

Geleceğini hissetti Demir’in Asi... yok dahası... Onun karaltısını gördüğünde, deliriyor sandı... bir an yok... bir an siyah siyah oradaydı... Düşünecek ne bir an, ne de olay vardı. Biliyor ki Demir onun için oradaydı. Asi kanatlandı... Sığınış mı?... Alış mı?. Aşk ikisini de aynı ayna yaşamaktı. Sıkı sıkı hissediyor kollarını sevdiğinin heryerinde... Demir hiç bu kadar güçlü sıkmadı onu ellerinde... Farkında değil bile onu soluksuz bıraktığının, mücadele edemeyeceği bir fiziki güç bu onun bedeninde... Korkutmuyor Asi’yi... ürkütmüyor Asi’yi... kendi yumuşaklığını hissediyor sertliğinde... kolaycacık ayaklarını yerden kesiveren, onu taşıyan gücünde.
Katılan soluklarında hapsedesi var Asi’yi bedenine... soluklarıyla başladı herşey... yaşadılar birbirlerinde. Nasıl katlanırdı onu kaybetmeye... . inanamıyor bu geri dönüşe. Kaybettiğini sanırken onu... içinden bir yerlerden çıkıp geldi işte... yağmurla doğdular yeniden bu gece... Uzaklaştırıp onu biraz kendinden bakıyor gördüklerine... suskun yine... Kıskanmıyor ıslanmışlıkları... bunlar onun ıslatmışlıkları. Saçlarını sıvazlayan ellerine dolanıyor teller yer yer... onu okşayışlarını hissediyor kendi yüzünde... Asi’de onu çözmek istiyor böyle böyle... soluk soluk... dokunuş dokunuş... ıslak ıslak... her yerinde... ‘Asi’den çekip aldığımdan beri seni bu soluksuzluk hiç gitmedi... bizimle.’

Çok ıslandılar... ama bu an değiyor herşeye... sarıldıkları yaşam... sarıldıkları aşk... sarıldıkları gerçek, birlikte... Susuzluğun yenilmez şövalyesi... suskun demir kabuğunun içinde... mağrur prensesi elini veriyor kendine... aşk için birlikte dövüştüler yeldeğirmenleriyle... kazandılar işte... “Gel benimle. Sana anlatacaklarım var!” diyor Demir sevdiğine... gidiyor Asi onunla bu gece.

[1] Balbadem, 10 mart 2009