Asi, İhsan’dan öğreniyor ki, Demir çok hasta... teşhis konalı epeyi olmuş... tedavinin gidişatına bağlı olarak, muhtemelen bir kaç ay daha İstanbul’da kalacakmış. Hastalığının gizli tutulmasını, özellikle Asi’ye duyurulmamasını herkesten rica etmiş. Asi’nin kafasındaki cevapsız sorular tek tek yanıtlanıyor kendiliğinden... Demek bu yüzden İstanbul’a gitti... bu yüzden Asya’ya babası olduğunu söylemedi... bu yüzden onlara gelecekle ilgili hiç bir şey vaat etmedi... edemedi. Meğer Asi’yi ve Asya’yı bir hayal kırıklığından korumak için çabalıyormuş... sadece ve sadece onları düşünüyormuş... onları kendinden öne koyacak kadar çok ama çok seviyormuş...
Rüzgara verdiği yüzünde geziniyor saçları hırçınca... ara ara çarpıp, bu anı hatırlatıyor, ‘farket’ diyor ona... ‘farket’.. bu da senin unutmayacağın anlardan biri olacak hayatında... Ne yazık ki her şey güzellikle anılmıyor, gerçekle, acıyla yüzlenişlerimiz de farkettiğimiz ve unutamadığımız ‘an’lardan oluyor hayatımızda... Hayıflanıyor Asi... keşke Demir ona herşeyi anlatabilseydi. Ama Demir öyle biri ki, bunu hayatları boyunca hiç yapamayacak... Değişen tek şey, Asi’nin her geçen gün Demir’ini biraz daha tanıyıp, onun bilmecelerini çözmekte ki hızı ve ustalaşması olacak... Asi Demir’e vardıkça, Asi Demir’i bildikçe... bu günki kadar savunmasız olmayacak. Demir ise Asi’nin yanında özgürce Demir olmanın tadını çıkacak. O suskun kaldıkça, Asi’nin kayıran yüreği, onun adına kendiyle konuşacak... Asi derhal, İstanbul’a , Demir’in yanına dönmeye karar veriyor... toprakdan hasadı kaldırdıklarında Demir’ini de ayağa kaldırmış olacak, buna kararlı... Aşklarının hasadını ise Asi ile birlikte her sene Demir yapacak. Dramatik olaylar yaşanıyor bütün bu acının yanında Antakya’da... Defne’nin Kerim’e ‘evet’ deyişiyle ve geceyi onunla geçirişiyle, çok yönlü hayal kırıklıkları yaşayan Zafer, Kerim’i kaçırarak ve ona eziyet ederek, fikrini değiştirmeyi düşünüyor sevdiğinin... ama nafile... polisler peşinde... onlar olmasa bile, kendi vicdanı ve Defne aşkı yüreğinde... sıkıştırıldıkları mayın tarlasında Canımsın, canını teslim edip Kerim’e güvenlice... gönderiyor onları geriye.. hayatına son veriyor seçimiyle... Bir tarafta Ziya-Gonca... öbür tarafta Ökkeş... Çiftlikte Aslan... hastanede Defne...herkes öğreniyor sonunda... Demir hasta. Ceylansa bambaşka havada... Annesinden aşırdığı üçbeş kuruşla kaçmaya kalkıyor İstanbul’a... Aynı gün geldiği İstanbul’a uçmak için, tekrar havaalanında olan Asi, kaçma hazırlığı içinde ki kardeşine rastlıyor bu arada... Ne boş Ceylan’ın başkaldırışı... ne manasız... hayatta o kadar beklenmedik şeyler oluyor ki... tahmin bile imkansız... ama hiç bir şey zorla yaptırılmaz... ister gider... ister kalır insan... bu büyümenin başladığı noktadır. Aslan nasıl yaptıysa yapmış İstanbul’da... Asya’ya bulmuş iki sıkışık arasında bir hediye... elinde dolanıyor onunla gittiği her yerde... Kozcuoğlu ahalisi, bahçedeki kameriyede... moraller bozuk ama gayret ediyorlar hiç birşey belli etmemeye. Bende merakla bekliyorum bu neymiş böyle diye... uzunluğuna bakarsak, şöyle şatafatlı bir uçurtma bekliyorum, süzdüreceği Asya’nın göklerde... O da ne?.. Bir sihirli değnek çıkıyor paketten, uçurtma yerine... Yok artık!.. Daha neler!.. “e.min” diyorum kendi kendime... Allahtan başka bir şey isteseymişsin, Demir için sihirli değnek yerine... fakat yön şaşırmış dileğin değnek gitmiş farklı bir yere, acemisin ne de olsa bu işlerde... Hay allah... Ama... durun bir dakika... bu değnek Demir’in eline geçse hayatta inanıp sihrine, sallamazdı onu bir kez bile... Amaaaa biliyorum ki, Asya yürekten inanacak e.min gibi değneğin sihrine... onu her sallayışında kendi yüreğini koyacak içine... dilediği her şeyde bir başkasına iyilik olacak... Eeee ne de olsa , minik bir Demir o da... Çok sevdim... çok sevdim bu değneği... Sihirler getirecek Asya’nın gerçeklerine... Elinde sihirli değneği... bu minik peri inanılmaz yakışıyor Peri Merdivenimize... İstanbul... Hastane... karantina odası... ilaçlar... yanlarında çerçeveler içinde resimler... denizin tuzu, sahilin kumu... hala çekildikleri günün güneşi üzerlerinde, gülen yüzler. Demir’in tedavisi başlamış... Bu soğuk süreci hatıralarla, sevdiklerinin gülücükleriyle ısıtmaya çalışmış Demir... ama fayda etmemiş. Geride bırakmak, vazgeçmek zorunda olduğu şeyler daha fazla incitir olmuş. Bir sevdiğim aklıma geliyor Demir resimlere baktıkça... güç alsın, kendini yalnız hissetmesin diye bavuluna koyduğum resimlere bakabilmesi için aylar geçmesi gerkektiğini söylüyor bana, seneler sonra... çünkü ‘dayanamazdım’ diyor... ‘dayanamazdım her gözümü açtığımda karşımda geride bıraktıklarımı bulmaya’... İçim cız ediyor bu hatırlamayla... Demir nasıl dayanıyor buna... en ihtiyacı olduğunda sevdikleri yok yanında. O da kaçırmış bakışlarını resimlerden sonunda... gözleri pikenin beyazında... hangi hatırada... hangi kaygıda... hiç durmaz düşünceler, üşüşüyor başına. İnci uğruyor Antakya’ya gitmeden... sorular sırayla... ‘nasıl hissediyor... steril ortam mı rahatsız ediyor... ya halsizlik, yorgunluk...’ Fena hissetmiyor Demir, biraz halsiz biraz yorgun, hepsine katlanabilir, ama katlanamadığı başka... Bu hoş olmayan görüntüye, gelenler nasıl katlanacak, aklı onda... Demir bu aralar sadece kendini düşünmeli... İnci’de gitmek zorunda... İşlerini halledip dönecek, öyle söylüyor arkadaşına... Ama Demir ‘dönme’ diyor ona da... idare eder... o Demir ya. İnci ısrarcı, hafta sonları gelir gider, içi rahat etmez yoksa... İnci’nin ara sıra, zayıf bir tebessümün ise o anda yüzünü ziyaretine itiraz etmiyor Demir. Bir dost yüzü görmek hiç fena fikir değil, seyrek de olsa... Daha evvel söylememişti ama seviniyor onu tanıdığına... Asi İnciye telefon ederek, acilen konuşmak istediğini söylemiş belli ki... otelde buluşuyorlar. İnci dönmek zorunda olduğu için hiç uzatmadan konuya giriyor Asi... Demir’in hasta olduğunu öğrendiğini söylüyor ve Demir’e yaklaşımının nasıl olması gerektiği konusunda fikir alıyor İnci’den. İnci’nin yüzünde arkadaşını e.min ellere bırakmanın rahatlığı, Asi’nin yüzünde sonuna kadar sevdiğinin yanında olma kararlılığı... Akşam... Demir hastane yatağında... başucundaki telefon çaldığında beklemiyor olmalı Asi’yi... kayıtsızca uzanıyor telefonuna... kimin aradığını görünce çatılıyor kaşları... kocaman bir soru işareti... soluksuz mu ne, seslenirken ona...‘Asi ?” Bozuntuya vermek istemiyor ama bu sefer Asi çok dişli... “Demir seni görebilir miyim?”... her şey sil baştan anlıyor ki... “Gitmedin mi sen?”... gitmemiş Asi... Demir işi yokuşa sürüyor... “Biraz zor Asi!”... Asi peşini bırakmamaya kararlı, kısacık da olsa görüşmek istiyor... Demir’in işleri olduğunu, zaman bulamayabileceğini söylemesi, taktik değiştirtiyor Asi’ye... İnci ile karşılaştığını söyleyiveriyor... Aksi şeytan, bütün gayretlerine rağmen, karşılaştırmış İnci ile Asi’yi, duracağı yeri bilmiyor... benzi atıyor, doğruluveriyor yatağında Demir... bir başına bırakamaz bu bilgiyle, Asi’yi... öğrenmeli, neyi, ne kadar biliyor sevdiği?... Hastanede olduğunu öğrenmiş Asi... Demir’in dudaklarından beli belirsiz kapırdanmalar... önce kendi ne mi bu aldatmacalar... “Önemli bir şey değil” diyor Demir... “kontrole geldim...“ Bakar mısınız... ayak üstü yalan söylemede, her ikisi de uzman kesildi son günlerde. Asi devam ediyor... “O da öyle söyledi... ama merak ettim. Seni görmek istiyorum...” Anlıyor ki caymıyor Asi... önemli bir şeyi olmadığını, teyzesinin ısrarıyla check-up’a geldiğini söylüyor, Demir... hafiften de gülebiliyor... Asi’nin sesini duymak nasılda keyiflendiriyor... nasılda atılgan ve umursamaz yapıyor... bir parça rahatlamış... bir parça heyecanlı... ama o da bitaraf bu istekte... nasıl ağır basıyor, görme isteği Asi’yi... “Buraya gelebilir misin?”... Asi fırlayıveriyor, eğreti iliştiği koltuğun kenarından... “Hastaneye mi?”... Boy veriyorlar yavaş yavaş derin sularda... Asi Demir’in hastane ortamına sızmayı başarırken, Demir böyle bir ortamda Asi ile konuşmayı kabuleniyor... Birkaç saat sonra Asi hastaneye geliyor... Demir’i görüyoruz odasında, yeşil hastane önlüğünü çıkartmış, kendi kıyafetlerini giymiş... Asi telefon ederek haber veriyor ona geldiğini... Demir’in isteği, kendini kafetaryada beklemesi... ama Asi tartışmıyor bile bu konuda... “Olmaz, yanına geliyorum.”Apar topar çıkıyor odasından. Koridorda karşılaşıyorlar... bayılıyor sevdiğinin onunla olmak için bu çırpınışına... bu ifade nasılda yüzünün her bir yanında... Asi gelmiş... ona gelmiş... herşeye rağmen gelmiş... Demir yürek eriyor bu kavrayışla... gözleri yumuşacık, saçlarını savurarak ona doğru gelen aşkında... “Demirrr”... bu nasıl bir sesleniş... varsa yoksa Demir... sanki diğer bütün sesler almış başını gitmiş... Dünya olmuş Demirrr... Onu bir anda karşısında bulmanın etkisinden kurtuluyor Asi... “Dur... Dur orada...” elini kaldırıp bir set koyunca uzaktan aralarına, duruyor Demir... bir anda gözler alıngan... kırılgan... bir anda dünya kara bir zindan... Daha fazla yaklaşmaması, odasından çıkmaması, ortalıkta böyle dolaşmaması lazım... “Hemen dön odana”... Nasıl tahmin edemedi Demir daha ilk anda ... görüyor ki sevdiği de artık onunla birlikte bu karanlıkta. -O odaya girersem... -Sakın böyle söyleme... -Burada kalacağım... seninle... -Olmaz... -İçerde sana dokunamam, sarılamam, seni doya doya koklayamam ... içerde hepsi yasak Demir’in gözlerinden önce... gözyaşları sesinde... ikililer, bakışlar, çifte manalar yağıyor üstüme üstüme... defalarca dinliyorum kör... seyrediyorum sağır... inandırmak için kendimi ki, e.min bu algıda yanlış... ama değişmiyor gerçek, kıpırdamıyor bile bir milim algım... kabulleniyorum içeriyi - dışarıyı ağır ağır. Bir dansa tutuşuyorlar o koridorda... onlarda yavaş... onlarda ağır... Asi tekrarlıyor “Hemen odana dönmen lazım”... Demir sevdiğinin yanağındaki tek bir öpücüğe hayatını riske atmaya, ateşten gömleği giymeye hazır... Ama müsade edemez Asi... başı boş bırakamaz Demir’ini, O kendine lazım... “Olmaz...Bunu sana yapamam... Beni seviyorsan odana dön”... Yanağından süzülen iki damla yaşa kayıyor gözüm... biri Asi... dudaklarına takılı kalanı ise Demir... Bilmiyor muyuz... aşkı Asi’de bulan Demir’e bundan ötesi yok... Bu pes edişle dansları ve hayatları düzüne akmaya başlıyor artık ... onlar bir ya, bir arada ya... Demir Asi’yi seviyor, çok ama çok seviyor ya... O, Asi’siz yapamaz, Asi bunu da biliyor ya... hiç ayrılmayacaklar... kaçışlar da, bırakmalar da artık koruma altında... Asi’ Demir’in yürek sesi, söylediği her şeyde Demir kendini buluyor, duyuyor ya... bu pes ediş ikisini bir kılıyor... karışmışlıkları tamamlanıyor o hastane koridorunda. -Sen benim yaşama sebebimsin...Herşeye katlanabilirim artık... Demir hala deli yağmur... yağıyor... yağdıkça yağıyor... Asi hala bereketli toprak... düşen her damlayı içine çekiyor... çekiyor. Onlar böyleyken dünya yavaş dönüyor. Ten temasına ihtiyacı var mı onların sevişmek için... yok... hiç bir zaman olmadı... Fiziki yakınlıkları belki de Asi-Demir mucizesinin en önemsiz yanı... bakışları öylesine kendilerini vaat ediyorken birbirlerine, cam üstünde takip edilen bir dudak temasında yaşanıyor en özgün karışmaları. O gece sevdiği gözlerinin önünde uyuyakalıyor Asi’nin... Uykuyla işi olmayan Demir’i... tüketiyor ilaçlar... yoruyor... O bitkin. Teslim olmadan gücünü bile bile yok eden ilaçlara, göz kapaklarının altından Asi’yi sabitleyişine bakıyorum kederle... Demir zayıf... Demir güçsüz... Demir muhtaç şu anda... Asi’nin buğulu görüntüsü camda... donduruyorum.... bu sefer de nedir diye düşünüyorum Asi’nin gözündeki Demir’in yeri?.. Bir dirhem eksildimi onun sevgisi?.. Tam tersi, sevdiğinin bütününe ulaşmanın bir yolu bu türlüsü... Aylar evvel hayal ettiğim bir görüntüydü; Gece ... Asi yıkıntılarda... Demir şehirde, otelde... her ikisininde ciğerlerinde derin soluklar... ne düşünüyorlar... bu bölüm sıkça yaptığım gibi görüntülerini donduruyorum ... düşüncelerini okumaya çalışıyorum... Asi’nin ve Demir’in dalmış gözlerinde gördüğüm bu gün mü? Hayır. Peki ya yarın? O da gelecek ama şu an değil . Öyleyse nedir? Onların ki gibi bir sevda da... birbirlerini kaybetmenin eşiğine geldiklerinde, sadece bugün ve yarın’a sahip oldukları değil... aşklarını düne’e de taşıyabileceklerini farketmeleridir... Asi ve Demir’in tamamına, bütününe sahip olmalarıdır... Görmüyor musunuz? Asi, masal okuduğu çocuğun sıcaklığı hala göğsünde... eli Demir’in sol kaşının üzerindeki yarada bu akşam... hafif hafif okşuyor... Duyuyor musunuz? Soruyor... “nasıl oldu bu?” Demir tıpkı ona yemek hazırlıdığı akşam olduğu gibi keyifle anlatıyor... nasıl arkadışını korumaya çalışırken yaralandığını.... nasıl canının yandığını... daha küçücük bir çocuk olmasına rağmen nasıl ağlamadığını... yanında kimse olmadığı için bu yarayla kendisinin uğraşmak zorunda kaldığını... Bakın, bakın... Asi gözünde bir damla yaş, ensesinden kavrayarak çekiyor Demir’i kendine ... yaranın üzerinde gezdirip dudaklarını okşar gibi öpüyor izi... soruyor ... “geçti mi”. (48.bölüm / 29 Aralık 08) O hastanede... sevdiğine atılan bir başka derin kesikte Asi’nin dudakları bu akşam... Onun camdaki aksine baş koyuyor... kıvrılıyor sakince yatan Demir’e... Yarının dünlerini yaşıyorlar Asi-Demir birlikte... Akça pakça beyazlara... aydınlık bir güne... kendini uykuda bekleyen Demir’ine uyanıyor Asi... önce farketmiyor nerede olduğunu ama sonra hemen kendine geliyor... gözleri cama gidiyor. Demir daha iyi görünüyor bu sabah... daha dinç... Asi’yi sabah uyur bulduk, ama gece boyunca ne kadar uyuyabildi, allah bilir. Belli ki planlar yapmış ... hayaller kurmuş... Günaydınlaşmalarından sonra hemen söyleyiveriyor Demir’e düşündüklerini... kaybedilecek bir ‘an’ bile yok... “Demir... artık Asya’ya babası olduğunu söylemeliyiz.”... Demir’in dudaklar açılıyor yine... ne zaman hoşlanmadığı bir şey gelse önüne böyle... Asi’yi kırmak istemiyor ama şu aralar hiç sırası olmadığını düşünüyor, sağlıklıyken söyleyemedi... şimdi bu haydeyken nasıl söyler. Asi kolay kolay geri adım atmaz... hastalık veya Demir’in inadı, hele bunu hiç başaramaz... Canı yanlış düşünüyor... o kadar e.min ki onun iyileşeceğinden, ilerde “geçti” bitti diyeceklerinden... Zaten Asya daha küçücük bir çocuk, tek istediği ise babasını tanımak... bunun için fazla bile bekledi. Demir’in de kaygıları bu nedenle işte... bunca beklenmişliğe, Asya’nın karşısına hasta bir baba olarak çıkmakta... Üstelik ya iyileşemezse, ya her şey daha kötü olursa... Bu şartlarda bile Asya hakediyor ona ‘baba’ deme şansının verilmesini... Demir değil miydi, yaşanan ‘an’lar önemlidir diyen... bu tek bir ‘an’ bile olsa Demir de Asya da yaşamalı çekinmeden. Ümitler mi sızıveriyor yüreğine Demir’in ne?.. Gözlerinde gördüğüm parıltı... dudaklarında göremediğim tebessüm yerine. Şu an hayal bile edemeyeceği şeyler söylüyor sevdiği... Asya’nın ona ‘baba’ demesi... evet, evet, bunu hayal bile etmemeli... hele Asi... Asi’si... kızının annesi nasıl göze alabiliyor böyle bir şeyi... Can evinden vuruyor sevdiğinin sorusu... “Benim yerimde sen olsaydın ne yapardın.”... Asi’nin hayatının tehtit altında olduğu... bu şartlarda onu kızından mahrum ettiği ... Demir düşünebilir mi böyle bir şeyi... bir an bile bekletmezdi, Asi ile kızını bir araya getirmeyi... Şimdi çok daha iyi anlıyor Asi’yi... Ne varki bu kabulleniş bitirmiyor sorunları... Nasıl söyleyecekler?.. Asya hayal kırıklığı yaşarsa, bununla başa çıkamaz, dayanamaz... Ama Asi kararlı... yeterki istesinler... her şeyin üstesinden gelirler... Asi Antakya’ya gidiyor... ama en kısa zamanda geri gelecek... hemde kızlarıyla birlikte dönecek. Yanında kimseleri istemeyen Demir sabırsız... “Bir an önce gel”... Gülen gözlerinde sevdiğinin önce... ardından, dudağındaki tebessümde gözler... ah o gözler... sevdiğine de bulaştırmış artık... Asi’de de konuşuyor o yemyeşil derinlikler... Cam da buluşan alınlarında hayallerine sızıyor ve fısıldıyor Asi’ye... “Sana tekrar ‘gel’ diyebilmek çok güzel”... Asya sihirli değneğiyle bir sürü işler başarmış... Ceylan Teyzesinin aklını başına devrişip, Defne Teyzesinin ise gözlerini açmış... Beklemek istemediklerini farkeden Defne ve Kerim’e gün içinde Yıldırım Nikah kıyılmış... İkinci gecesini hastanede yalnız geçiren Demir’e kadar bu görüntüler ulaşmış... Bir zamanlar Asi ile yuva edindikleri bu mekanda, sevdiklerinin görüntülerinde gözleri... Kerim’in ”Darısı başına, kardeşim”in de yüreği... görüntü Asi’ye ulaşınca, Demir ekrandaki görüntüyü, ben onu donduruyorum... bakıyorum... hatırlıyorum yine; ... peşpeşe giriyorlar konağın avlusuna... Demir içeri girmeyi bile bekleyemiyor... sesleniyor karısına “Asi”... yine o baş çevriliyor geriye doğru... saçlar yine savruluyor... bütün bu güzellikleri görmekten çok uzak o an Demir... israf ediyor bu anları... belki O da hayatlarını benim yaptığım gibi ara ara durdurup donmuş karelerde kendilerine, aşklarına, sahip oldukları ama ıskaladıkları, yok saydıkları güzelliklere bakmalı...(52.bölüm/ 8 Şubat 09) Benim yüreğimde pişmanlıklar kayıplarına, e.minim onunda öyle... zaman öyle kıymetli bir şey ki... yok istendiğinde... ve harcadılar tecrubesizce... Dile kolay... beş sene... Hep biraz durmalılar hayatta ve düşünmeliler sakince... şu an kızına ve kendine Asi’nin yaşatmayı çalıştığı o ‘an’dan kaç tane bıraktılar geride... habersizce... Ama ne yapalım, böyle öğrenilecekse kıymet, demek ki değermiş demeli o beş seneye. Demir gözü laptopunda, kulağı telefonda ve tabi kaçınılmaz ilaçlarıyla geçirirken... Asi, Asya’ya gerçekleri bir masal ile anlatmaya karar veriyor... Hemen hazırlıklara başlıyor... Teknenin, Asya’nın yalıdaki odasının videolarını çekiyor, Kerim’den aldığı materyallerle de masalını destekleyecek bir görsel hazırlıyor kendine...... hikayesinin içinde Asya’nın kendiliğinden bulacağı gerçekleri bir araya getiriyor Asi. Hazırlıkları bitince geliyorlar İstanbul’a kızıyla. Babasını görme umuduyla geldiği bu şehirden hiç hoşlanmıyor Asya... onun sevdiği hiç bir şey yok buralarda... Hastaneye gitmelerine anlam veremiyor önce, ardından da Defne Teyzesini ve Kerim’i orada bulmak da şaşırtıyor Asya’yı... ama onun için hazırlanılan surpriz film keyfini yerine getiriyor biraz... Hafifce karartılmış odada... Asi başlıyor masalını anlatmaya... Sadece kızına değil, bu masal sevdiğine de aynı zamanda... Denize açılan ama dalgalardan, fırtınalardan bir türlü sevdiği kızına ulaşamayan bir baba’nın masalı yansıyor duvara... Görüntülerin içine serpiştirilmiş odadan parçalar giriyor önce... ardından bir tekne... “Demir’in teknesi mi bu?”... kaçırmıyor bu detayı Asya... Demir’in yüreği nasıl dayanacak bu çarpıntıya... Derken nikah görüntülerinin yakın çekiminde... şaşkınlıkla farkediyor Demir’i Asya.... “Aaaaa bu Demir ama... babam o mu yani? ... “Evet... Demir senin baban”... Bitiriyorlar Asi ve Asya, beş senedir kurdukları hayalleri orada ve o anda... Bundan sonra gerçek babası Asya’nın yanında... Yavaşça kucaklayıp Asya’yı Asi yanaşıyor, Demir’in karantina odasını ayıran cama... stor kalkınca aradan... Demir’ i görüyor Asya... İlk etapta sıkı sıkı sarılıyor anneye... bir parça mahcubiyet onda, çokca korku Demir’in yüreğinde... kızının merhabasına cevap ancak gözlerinde... Asya hasret ‘baba’ diyebilmeye... hiç nazlanmadan soruyor... “Artık sana ‘baba’ mı diyeceğim”... “Eğer istersen... İster misin?” İster... Asya... istemez mi? Onlara kızmak yerine kendine kızıyor dudak büküp...”Sen hep denizdeydin... ama ben babam olduğunu anlamadım”... -Kızım... canım kızım... güzel kızım benim... Baba-kız kendi mutluluklarında kayıp... benim gözüm Asi’de... Bu anı Demir’e ve kızına yaşatan Asi’nin gücünde... sevgisinde... kendi ailesi için verdiği mücadelede... Demir’in ölesiye korktuğu bu karşılaşma kalıveriyor geride... Asya başlıyor isteklerini sıralamaya bile... “Babamın kucağına gideceğim”... Asi anlatıyor makul bir dille... o hasta, doktor amcalar yanına girmeyin dedi, onlarda söz dinliyorlar, girmiyorlar içeriye... sıyrılıp annesinin kucağından yere, babasına doğru dönüyor... hala içgüdüsel el uzatmalar ona... elleri ‘beni kucağına al’ dercesine uzanıyor Demir’e ara ara... Neyse ki... Asya getirmiş, sihirli değneğini yanında... sallıyor tüylü maviş şeyi, sihrini saçıyor babasına... “ hokus pokus babam iyilişsin... babam hep gülsün... sihirler hep gerçek olsun”... böyle içten böyle saf bir dileğe, sihirler bile itaat eder sessizce... O an odada yaşananlar aslında ‘sihir’ değil de ne? Demir’de inanmıyor muydu eskiden, saçlardan hokus pokusla çıkan yüzüklere... hatta böylece kendini verdi Asi’ye... Ayrılmak istemiyor babasının yanından, biraz daha kalmak istiyor orada Asya... ama babasının dinlenmesi lazım... yine gelirler... Hiç biri beklemiyor cama gelecek o muhteşem öpücüğü... Asi’den gözlerine kadar işleyen, yüz dolusu bir gülümseme... Demir ise Asya akran bir çocuk... beş parmağı dudaklarında, en kocaman öpücüğü topluyor kuvvetlice... sallayarak elini gönderiyor sevinçle sevdiklerine... Asi ve Asya giderken onun gözlerinde inanmazlık... yaşananlara duyulan inanmazlık... yine inanmazlık ve inanamamazlık sadece... bütün bunlar gerçek mi... oldular mı hakikatten diye. Önemli işleri var yapılacak... Demir’in yanından çıkar çıkmaz kan örneği aldırmak için, soluğu laboratuvar da alıyor Asi... Asya ile... Otel... Anne – Kız ... Asya babasının yerini boş bırakmış yatakta, yatıyor annesinin üstünde... gerçek anlamda üstü üste... Hiç bir şey değişmiyor değil mi, evladın bağra basıldığı o ilk anlardan, ne kadar zaman geçse de... Asya’nın yarınlarını, hayaller değil, gerçekler şekillendiriyor artık, gece yatmadan evvel annesiyle paylaştığı sohbetinde... babası ve denizi kapanan gözlerinde. Diğer tarafta Demir... özenle çizdiği karakalem bir ağaç ev peşinde... yavaş yavaş kağıtlar girmeye başlamış hayat hikayelerine yine... ama o habersiz yarından, hayallerini resmediyor geceye... canıda tutuyor olacak yaşamlarına yön verecek bir kağıt parçasını, çok yakında... ellerinde... |