Asi’nin bir Kozcuoğlu olduğunu öğrenen Haydar, sıkmakta olduğu gelininin elini aniden bırakıyor... yersiz, kaba davranışı... herkesi geriyor... tepkilerini, duygularını pervasızca dile getirmeye alışık Neriman Hanım, Haydar’ı hem ayıplıyor hem de neredeyse azarlıyor... Böyle önemli bir tanışmayı nikah merasimi ile çakıştıran Demir ise, muhtemelen anlamıştır hatasını ama gecikmiş bir sezgi artık bu... dilinin döndüğünce anlatmaya çalışıyor... her şeyin babası için çok yeni olduğunu... kalabalığa alışık olmayışını – ki burada söylemek istediği herhalde, senelerdir farklı bir kültürde ve standartta yaşayan babasının, toplum kurallarına uygun tutum ve davranışlara alışık olmadığıdır – herkese yabancı olduğunu... rica ediyor... mazur görün!... Demir’in gözleri karısına dönüyor... gururlu karısı için bu kabalığa muhatap olmanın ne kadar güç olduğunun farkında... O kişi, bir başkası olsa, Asi ağzının payını vermekte gecikmez... bunu biliyor... Asi’nin kendisi için sustuğunun farkında... nasıl çetin bir mücadele bu... eziyor Demir’i...
Bu arada, Ali yardımcısı sayesinde teşhis ettiği tetikçinin ortalığı karıştıracağını anlıyor... savcıyı uyarıyor... zaten oteli sarmış olan sivil görevliler elinde dürbünlü silahıyla tetikçiyi kıskıvrak yakalıyorlar... Demir ve diğerleri her şey olup bittikten sonra, savcının yanlarına gelip haber vermesiyle öğreniyorlar atlatılan tehlikeyi... ilk tahminler, hedefin Haydar olduğu yolunda... bütün olumsuz duygularına karşın Demir teşekkür etmekte gecikmiyor... bir can borçları var artık Ali’ye... Demir, salonun sakin bir köşesine çekilen Asi’nin yanına geliyor... göz gözeler... paylaşılması, çözülmesi gereken nice şey var ama zaman yoksunular... ne yazık ki burada birbirlerine bakışlarını yakın plandan göremiyoruz... ama o kadar tanıdığız ki artık Demir’in ve Asi’nin beden dillerine... hareketlerdeki özürü... pişmanlığı... üzüntüyü ve affedişi... kavramak zor olmuyor... Demir yaklaşırken Asi’ye, sol kolu gayriihtiyari karısının dirseğine uzanıyor, bedeni hafif bir eğilişle karısına doğru meylediyor... onun gelişiyle var yok arası bir hareketlenme de Asi’de... bu kadar kırgınken bile nasıl zarif bir karşılama eşini... onun gelişini kabullenme... onu kabullenme... ve onunla olan her şeyi... sorunlarını... çözene kadar fedakarca sabretme... dalgalı saçlar yüzünü kaplamış vaziyette... biraz kapalı dudakları, biraz kırpıştırdığı gözleri seyrimizde... sadece bir an ama yetiyor hemfikir olmamıza, affedişine... Alkışlarla... “bravooo” sesleriyle kendilerine geliyorlar... nikah kıyılmış... ayrıştıkları dünyalarından, birlikte dönüyorlar merasimin canlı ortamına... tebrikler geliyor peşine... ardından İhsan Beylerin yokluğu fark ediliyor... Demir ve Asi kapıya çıkıyorlar birlikte, aramak için onları... anlaşılıyor ki az evvel terk etmişler salonu... Demir’in yanlış anlamayacağını bilse Asi’de hemen eve gidecek... bu düşmanlık ne zaman bitecek... dedesinden kalma sorunlarla daha ne kadar boğuşacaklar... daha ne kadar yıpranacaklar... Yalnız olmalarının verdiği rahatlıkla Demir’in elleri de giriyor Asi’yi sabırlı olması yönünde ikna mücadelesine... yaklaşırken sevgilisine olabildiğince, parmakları alnından yanağına sıvazlıyor mağrur yüzü... saçının dalgaları da nasipleniyor bu temasın son demlerinden... Asi herşeyi anlıyor ama kabalığı değil... Demir ise babasının Asi’yi tanıması için bir şans dilerken karısından, kendisi için bile bunu istemedi diye düşünüyorum... Gecenin sonunda Haydar’ı da alıp konağa dönüyorlar... Necip’in ifadesiyle, madden ve manen çökmüş olan Haydar, iki günde nasıl kendini bu kadar toparladı da herkese üsten bakan, gelinini bile küçümseyip, yok sayan bir özgüvene, rahatlığa kavuştu diye düşünmeden edemiyorum sonraki kareleri seyrederken... Demir’se karısının kırgınlığının farkında... avludan eve geçerken Asi’yi belinden kavrıyor ve birlikte giriyorlar içeriye... babası ‘gelin’ diye hitap ederek Asi’ye adeta su getirmesini emrettiğinde, karısının dizine eliyle müdahale ederek durduruyor onu ve kalkıp kendisi veriyor babasına suyu... Asi, yatak hazırlamak için yanlarından ayrılırken de gelip ona yardım edeceğini açıktan söylüyor babasının yanında... yardım etmek için yanına geliyor da... ama Asi çoktan işini bitirmiş... buda onlara biraz konuşmak için fırsat veriyor... Asi sadece kırgın değil... endişeli de.. babası adına özür diliyor Demir... duyarlı bir yaklaşımla karısını rahatlatmaya çalışıyor... “iki aile arasındaki düşmanlık artık bize zarar veremez”... her bir kelimeyi tek tek vurgulayarak devam ediyor... “buna izin vermem”... karısının pijamayı tutan bileklerine uzanarak hareketlerine el koyuyor ve hizalıyor onu karşısında... Asi, yanındalığını, onunlalığını, gözlerindeki himayeyi görmeli... “Bu bizim hayatımız... ikimizden daha önemli bir şey yok Asi”... Babasıyla çok geçmeden konuşmalı... hatta hemen... konuşuyor da... o akşam... karısının onun için ne kadar değerli olduğunu söylüyor... ona kötü davranırsa, onu üzerse kendisinin de üzüleceğini söyleyerek uyarıyor babasını... Gecenin son saatleri ... belki de güne kavuşulmuş artık... Asi ve Demir’i yatak odalarında görüyoruz... yataklarında... uyuma çabası içinde değiller bile... fazlasıyla hareketli bir gün olmasına rağmen sorular, sorunlar yorulmamış... sırada bekliyor... birileri babasına zarar verecek diye, Demir korkuyor... ona sahip çıkmak zorunda... her şey çözülene kadar, bir müddet onlarla kalabilir mi?... Asi ise huzursuz... Haydar, Asi ile aynı evde yaşayabilir mi? Bunu O’na sordu mu? Demir buna gerek olmadığını düşünüyor...karısının ve babasının birbirlerini tanıdıkça seveceklerinden çok e.min... ardıl sorular üşüşüyor Asi’nin dudaklarına... ama susuyor... Demir daha fazla dayanamayıp, hareketleniyor... kendi saçlarını terk edip sevgilisinin saçlarına yöneliyor parmakları.. diğer eliyse karısının yanağını kavrıyor... kuşatıyor Asi’yi... günün körpeliğinde bir minik öpücük konduruyor sevdiğinin yanağına... öpücüğün güzelliği Asi’ye, masum sesi ise bize ulaşıyor... karısının yanağında mahsur kalıyor bir kaç saniye dudakları... gözleri kapanıyor yine her ikisinin birden... Demir’in dokunuşları hala Asi’nin saçları ve yanağı arasında gidip gelirken alınları birleşiyor.. başlarının oluşturduğu kuytuda nefesleri karışıyor... bu gece bırakmıyor Demir Asi’yi... gece boyunca karısını koynunda uyutuyor... huzursuzlukla her uyanışında, sırtında kocasının nefesiyle inip kalkan göğsünü hissediyor Asi... her sayıklayışında beline dolanmış kocasının eli elini arıyor... sevdiğinin nefesi saçlarında, elleri karnında uyuyor Asi bu gece... Sabah... Demir ve Haydar için hazırladığı kahvaltı masasına oturmuyor Asi... Babasının oğluyla baş başa kalmak istediğini düşünüyor... zaten Haydar’ın bulunduğu ortamlarda çok fazla kalmaya kendi de istekli değil... Haydar ‘ın Kozcuoğlu ailesi ile yaşadığı geçmişin izleri hiç silinmiyor sözlerinden... sonrasında, Demir Asi’yi Portakal bahçesinde buluyor... oranın ıssızlığına, sessizliğine sığınmış... belki de hatıralarına... sandalyeler boşta duruyor... oturulmamış... belli ki geldiği gibi kalmış Asi oraya... bu bahçe onların kavuşma coşkusuyla özdeşleşmiş benim yüreğimde... şu an ki sukünet içindeki görüntüsüne inat, Asi’nin, dantel perdeler, ferforje parmaklıklar arasından, Demir’i kolundan kavrayıp bahçeye kaçırışı gözümün önünde... yüreklerinde çocukça bir telaş, koşar adım merdivenleri inip birbirlerine dönüşleri... sıkı sıkı sarılmaları öncesi, yaşamlara bedel o “an” hiç bitmemiş... sinmiş derinden o bahçeye... Dinginlik içinde görünse de patlak vermek üzere bir şeyler... Demir’de zaten bu nedenle orada ... ne yapıyorsun burada derken, bu bahçenin hatıralarına sığındığını biliyor... iyi misin diye sorarken, olmadığını biliyor... canın neye sıkıldı diye sorarken, babasının anlattıklarına olduğunu çok iyi biliyor... çıkmazlarda... karısının yalnız kalma isteğine, konuşmak istemeyişine baş eğse de bir an için... onu bırakıp gidemiyor... iki adımda geri dönüp kolundan kavrıyor Asi’yi... babasının yıllardır içinde beslediği acıları bir bir ortaya dökeceğini söylüyor ve yalvarıyor “ne olur...!” evet... ne olur, ne?... Ne olur bunun bizi altüst etmesine, ilişkimizi bozmasına müsaade etme... Ne olur!... Bir eli hala Asi’nin kolunda, diğeri yanağında... gözleri karısının dudaklarında... artık söylenecek söz kalmamış... Melek ve Ali’nin, Haydar’ı ziyarete gelişleriyle kesiliyor sahne. Gelişmeler kendiliğinden hayatlarına yön vermeye devam ediyor... Haydar, hem Melek ve Ali’nin seyahate çıkmalarına müdahale ediyor hem de bir emrivaki yaparak konakta kalmalarını sağlıyor... Neresinden tutsun Asi... Tarlada iş var ama misafirlerini ağırlamak zorunda... Ali ile aynı evde yaşamak zorunda... Demir babasına ‘hayır’ diyemiyor... öncelik onda... yaşadığı mucize ile gözü şu an babasından başka kimseyi görmüyor... ama Ali ile aynı çatı altında olmak Demir’in de en son isteyeceği şey... bunun uzamasına müsaade etmeyecek... bir çere düşünecek. Asi ise Demir’e ihtiyacı olan zamanı tanımaya çalışıyor olanca gücüyle... Neriman Hanım duruma el koyuyor... hemen eve iki yardımcı bulunuyor... Asi’nin en azından ev işi yükü üzerinden alınıyor... Ali boş durmuyor her zamanki gibi... eve malzeme ve çiçekler gönderdikten sonra, Demir ve Kerim’i ofiste ziyarete geliyor.. kötü bir haberi var... Zafer delil yetersizliğinden serbest bırakılmış... bu arada büyük ortaklardan biri olarak işlerden uzak durmamak adına ofise taşınmak istiyor... Demir uzaklaştıkça, Ali burnunun dibine giriyor, evde, işte ... her yerde karşısında... uyanık olmak zorunda... Kocasıyla buluşmak üzere işyerine gelen Asi, binanın merdivenlerde Ali ile karşılaşıyor... onun teklifsizce giriştiği yakınlaşma çabalarına uzak, soğuk durursa, Ali’nin vazgeçeceğini, yada onu etkisiz bırakacağını düşünüyor gibi... ‘yol bu değil’ diye söyleniyorum artık açıktan açıktan, Asi’ Ali’ye ifadesiz bir yüzle bakarken ekranda... ama beni duyan yok... hele bu bölümde, portakal bahçesinde Asi ve Demir’in yakınlığına tesadüf eden Ali’nin gözlerindeki sapkınlığı, aldığı hazzı gördükten sonra ... daha korkar olmaya başlıyorum... Defne’nin dediği gibi Asi çok dikkatli olmak zorunda... Demir karısını karşılamak üzere binadan çıkıyor, Ali’nin yanından, omuzlarına elini koyarak uzaklaştırıyor Asi’yi... tek söz etmeden... Ali arkalarından sesleniyor ...”akşama görüşürüz”... Çiftlikte Haydar’ın İhsan’a kafa tutuşuyla öğrendiğimiz gerçekler ise beni hepten karıştırıyor... meğer Yusuf Ağa başarıya ulaşmış... Haydar’ın yolda oğluna anlattığı o ‘vazgeçiş’ hikayesi yalanmış... Haydar gerçekten Zafer’in babasını ağanın emriyle vurmuş... bunun canlı tanığı da Süheyla... İhsan ile birlikte inisiyatiflerini kullanarak, geçmiş olayların gidişatını, rastlantılarında yardımıyla değiştirivermişler... zaten her şey çok eskide, zaman aşımına uğranmış... ama ben üzüntüyle, Haydar’ın güvenilmezliğini, bir katil olduğunu Demir öğrendiğinde ne hissedecek diye düşünüyorum... çaresizlikler karşısında zayıf davranıp ağasının direktiflerine uymasını bile Demir anlayabilirdi... gereğini yapardı... çaresizliğin neler yaptırabileceğini en iyi o biliyor... bu zayıflığı anlayabilir... yaşamış... ama kendini kurtarmak için oğluna yalan söylemesi... böyle bir zayıflık... işte bu ağır gelecek... gurur duyacağı bir baba değil... Demir’e layık bir baba değil, Haydar... Melek ve Ali şerefine konakta verilen yemekte, İhsan’ın hitabı aklıma geliyor... nasıl bir baba ile oğlun idealleri farklı onlunca çatışmanın kaçınılmaz olduğu... iyiyi ve kötüyü devraldığımız gibi babalarımızın yanlış kararlarının yol açtığı sonuçları da devraldığımızı... bundan kaçışın olmayışı... isyan etsek de bunun değişmediği... eğrisiyle doğrusuyla herkesin birbirini kabullenmesi gerektiği... aksi taktirde huzur bulmanın imkanı olmadığı... İhsan’ın apayrı bir yerde tuttuğu Demir’e gerçek bir baba gibi yaklaştığını hissediyorum... oğlu gözünün önünde... sonunda canının acıyacağı bir süreç içinde ve o sadece uzaktan gözleyebiliyor... elinden gelen tek şey peşinen bilinçaltına yerleştirilen mesajlarla ihtiyacı olduğunda yanında olduğunu... olacağını ona işlemek... Asi ve Demir misafirlerini almak üzere çiftlik yoluna girdiklerinde, kapıda konuşan İhsan, Süheyla, Haydar üçlüsüyle karşılaşıyorlar... Demir bir gerginlik olduğunu hissediyor... “bir şey mi oldu baba?”... ne olsun... bir şey yok... Misafirlerini alıp konağa dönüyorlar... Konak... Mutfakta hummalı bir yemek hazırlığıdır gidiyor... Demir ve Haydar ise oturmuş sohbet ediyorlar salonun bir kösesinde... Demir’ babasındaki değişimin farkında... sabah böyle değildi... eeee doğaldır... gerçekler fazla geldi... oğlunun ağzını aramaya çalışıyor... “Süheyla teyzen benimle ilgili ne anlattı”... “çok az şey... .... senden söz etmezdi... yine de bir şeyleri eksik anlattığını hep hissettim...” Sonunda yemeğe oturuyorlar... Asi, ev sahibi olarak yine ayakta... Haydar’a servis yapıyor... “tamam yeter”... yemlediğinde güvercinleri de ona teşekkür etmiyordu zaten diye düşünüyorum... neyse... Demir Asi’ye müdahale ediyor... “Asi, otur artık... Melek yardım etsene canım”... ‘Akıllı Kız’ hemen kalkıyor, salata servis ediyor... iltifatlarında cömert Ali’den geliyor ilk beğeni yemeğe “her şey muhteşem olmuş, .... ellerine sağlık, Asi”... Sonunda Ali’den böyle övgüler gelecekse, yarında Melek girer mutfağa... Haydar, o gün toprakları gezdiğinden, çiftliğin oralarda dolaştığından bahsediyor... Ali’ye dönüp soruyor “Yusuf Ağa’yı duydun mu?”... Ali biraz şaşkın, gözlerinde soru işaretleri, sorunun nereye varacağından e.min değil... “Asi’nin dedesi... burada sokaktan birini çevir sor... bilmeyen yoktur”... Demir’in bile dayanma gücü kalmıyor... “yeter artık, baba” diye düşündüğü aşikar... çatalının hızla tabağına bırakılışının sesi geliyor kulaklarımıza... başını çeviriyor hızla öte tarafa... lokması avurdunda kalakalıyor... çok kızdığını artık biliyoruz... Haydar – kırbaçtan – başlıyor anlatmaya... masada herkes yemek yemeyi bırakmış, sonunda dönüp soruyor Asi’ye Haydar... “ o kırbaç... hala duruyor mu?”... Asi cevap vermiyor ve masadan kalkarak vakur bir şekilde çıkıyor salondan... Demir diyorum yüksek sesle ... bu sadece ve sadece senin hatırına... bu “heykeli dikilecek kız” ın sana olan aşkının sınırı, senin için yaptığı fedakarlığın karşılığı yok... Demir babasına dönüyor... dudaklar gerilmekten dümdüz bir çizgi olmuş... ya bakışları “o an gözü baba falan görmüyor”... o bakışları Demir’in gözlerine oturtan kişi olmak istemezdim diye düşünüyorum... Yemek, Zafer’in gelişiyle kesiliyor... herkes avluya hücum ediyor... Zafer’in işi Haydar ile başka kimseyle derdi yok ama lafını herkese söylüyor... “karanlık adamı almışsınız evinize hürmet ediyorsunuz... size yemin ederim... bu adam bir katil... babamı vurduğunu gözlerimle gördüm”... Haydar nasıl beceriyor... hangi içgüdüyle bilinmez ama Zaferi’n yakasına yapışarak onu silkelediğinde ve “konuş” diye bağırdığında, Zafer artık beş yaşında bir çocuk... babası ölmüş... ürkmüş... korkmuş... nutku tutulmuş... baba katilinin gözlerine bakan bir çocuk.... Sadece bir çocuk... Yaka paça atıyorlar Zaferi konaktan... Bu işte bir yanlışlık var... olmalı diye düşünüyorum... Herkesin iştahı kaçmış durumda... Kerim Defne’yi de çiftliğe bırakmak üzere alarak, çıkıyor... Demir ise babasını yatak odasına götürmüş... pijamalarını giydirmiş... biraz su içirerek sakinleştiriyor ve onu yatırmaya çalışıyor... Asi ise yine portakallı bahçeye kaçmış... arkasında ayak sesleri duyuyor merdivenden inen... kocasının işi bitmiş olmalı... sesler yanı başında duruyor... “herkes yattı mı?”... ses yok... zaten ne konuşacaklar... birlikte sakinliği yaşamaya ihtiyaçları var şu an “çok endişeliyim Demir” diyerek elini uzatıyor sevdiğine... ondan güç almak ve yakınlığına ulaşmak için... eli sıkıca kavranıyor Asi’nin o da olanca gücüyle cevap veriyor buna... kenetleniyor parmaklar istekle... Asi’nin de katıldığı tek bir temasa sahip olabilmek için Demir’in dokunuşunu çalıyor Asi’nin elinden Ali... |