Sample picture
 
Demir Suriye sınır kapısında... Babasını bulmayı umduğu bu ülkeye girerken ilk yaptığı şey, telefonunu kapayıp, kendi temas kurmaya hazır olana kadar, ulaşılmaz kılınmak oluyor. Asi’nin ise eli kolu bağlı, Demir’in ulaşılmazlığı ve kendisini dışlayışındaki nedeni çözememenin, bir türlü buna anlam verememenin çaresizliği içinde. Süheyla Hanım onu “ Nasılsa sana gelip her şeyi anlatacak” diyerek sakinleştirmeye çalışsa da pek bir faydası olmuyor. Demir bir taraftan hedefine doğru yol alırken bir taraftan da elinde tuttuğu evlilik cüzdanındaki resmi inceliyor... babasını seneler evvel çekilmiş resminden tanımaya çalışıyor... oda benim yaptığımı mı yapmaya çalışıyor? çeyrek asır evvel donmuş bir karede gerçekleri mi arıyor?...

Bu arada Asi soluğu Defne’nin yanında alıyor... otelde... Kerim’de katılıyor konuşmalarına... dedelerinin Demir’in babasını, Zafer’in babasını öldürmek için kiraladığı, Demir’in babasını bulması halinde Zafer’in de babasının katiline ulaşma ümidiyle onun peşine düştüğü açığa çıkıyor... Demir’in ise bu durumdan haberi yok... telefonu hala kapalı... ulaşılamıyor... Demir kapalı çarşı sokaklarında Süheyla’nın kendine verdiği adresten iz sürerken, Asi, Süheyla ve İhsan’da savcıya giderek durumu anlatıyor ve yardım istiyorlar... Namık Bey’in ise zaten her şeyden haberi var... Demir’in güvenliğini sağladıklarını söylüyor.

Demir, Süheyla’nın kendisine verdiği adreste Necip’i bulmakta zorlanmıyor. Ama ilk temas ümit ettiği gibi gitmiyor... Necip Haydar Doğan’ın bir oğlu olduğunu bilmiyor... Haydar’ın yerini de... zaten dükkanı kapatıp namaza gitmek zorunda... Demir bir müddet için serbest bırakıyor Necip’i... ama takip ediyor onu camiye... çıkışını bekliyor... ikinci bir deneme daha... babasını öldü bilen bir oğul neden bulmaya çalışır onu... Necip ikna oluyor onunla konuşmaya... evine götürüyor Demir’i...

Bir acı kahve tadında... babasına benzediğini öğreniyor Demir... yüreği kuş gibi çırpınıyor... yine bir çocuk şimdi... eğitimimizin, deneyimlerimizin yada başka hiç bir donanımımızın bizi böyle bir ana hazırlayamayacağını düşünüyorum o an... “babam hayata mı?”... Demir kahvesini üstüne oturdukları yer döşeğine bırakıyor... bir ayağı yanda kıvrılmış... elini karnına çekmiş olduğu diğer ayağına dayanak yapıp Necip’e doğru kaykılıyor... dikkati ‘dayı’ dediği adamın ağzından çıkacak paha biçilmez sözlerde... cevap geliyor... “ölse duyardım”...

Zafer’in adamlarının Necip’in evinin kapısında sakarlıkla çıkardıkları gürültüyle konuşmaları kesiliyor... Demir etrafı kolaçan etmek için dışarı çıkıyor... seri bir geri adımla kurtulduğu arabanın ardından bakarken, Kerim geliyor kendi arabasıyla sokağın diğer tarafından... Demir şaşkın, arkadaşı ise rahatlamış durumda... anlaşılıyor ki, Suriye Polisi haberdar edilmiş... Demir’i arayan Kerim’i alıp arkadaşına getirmişler... Asi görüntüye giriyor tekrar... konağın salonu... ihtişamlı bir görüntü içinde... önünde durduğu altın varaklı ayna ve etrafında ışıl ışıl yanan abajurların kendini saraylı bir prenses yaptığından habersiz... kocasını arıyor cebinden... altın kafesteki kuş diye düşünüyorum bu görüntüyle... özellikle mi konağın bu kadar parıltılı bir köşesi seçilmiş bu sahne için... iç zenginliğimizin kaynağı sevdiğimizin yerini başka hiçbir şeyin, hiç bir zenginliğin tutmayacağına vurgu yapılmak istermişçesine... Demir hala aramamış, telefonu hala kapalı... Zil çalınıyor... Süheyla ve Melek geliyor çat kapı... Asi’nin reddedemeyeceği bir teklifle... Melek’in düğünü için konakta hazırlık yapmak istiyorlar... tabi peşlerinde de elinde davetiyelerle Ali damlıyor...

Suriye... akşam boyunca Demir, Necip’ten babası hakkında hatırladığı ne varsa dinliyor. Ev sahipleri uyumak için yanlarından ayrılırken Demir artık çok daha ümitli... gözlerinde rahatlamışlık ışıldıyor... ve minnet... biran sonra Kerim’e döndüğünde ve “Asi nasıl?” diye sorduğunda ise kaygı, merak ve Asi hakim yüz ifadesine... nasıl bir adam bu demekten alamıyorum kendimi... bu nasıl bir performanstır... biraz da bu yüzünü Asi’ye gösterse... Karısını aramamış, o aradıysa da telefonu kapalı olduğu için bulamamış... mangal başında konuşma devam ederken bende koltuğumun başında söyleniyorum ... benim kaldığım yerden Kerim devam ediyor... “ciddi olamazsın, neden yapıyorsun bunu Demir?”... Demir gözlerini deviriyor... Demir Ali’yi gündeme getiriyor, Kerim ise Demir’in önündeki dağ gibi sorunları...

Konak... düğün hazırlığı son hız devam ediyor... Süheyla unutulmadık kimse kalmasın diye sağı solu ararken, Melek de herkese çay koymak üzere mutfağa gidiyor... davetiyeleri yazmakta olan Ali ve Asi salonda kalıyorlar... davetiye ile elini kesen Asi refleksle irkiliyor, başparmağı ağzına gidiyor... Ali hareketleniyor hemen, müdahale etmek istiyor Asi’nin kesiğine... Asi’nin Ali’ye refleksi ise en az kesiğe olduğu kadar ani... sadece elini değil, ruhunu kaçırıyor Ali’den... böyle bir ifade ilk kez Asi’nin gözlerinde... reddedişin ötesinde... öfke, kızgınlık, ben sana haddini bildirmesini bilirimlik... hepsi tek bir kaş çatışta... hışımla davetiyeyi sehpaya fırlatıp kalkıyor...

Saat daha 19.40 ... Kerim günün yorgunluğu ve heyecanı ile yer yatağında uyuyor... Demir’e ise uykunun haram olduğu bir gece daha... ayakta, elleri göğsünde kenetlenmiş, başı önünde... ne kadar hata yaparsa yapsın, bu halini gördüğümde üzülüyorum onun için... tıpkı Asi’ye itiraf ettiği gibi bazı şeylerin elinde olmadığını biliyorum... düzeltmekte zorlandığını da... ama gayret gösteriyor... karısını arıyor... hayatlarındaki zehirli sarmaşığın kolları her yerde... Asi’nin yokluğunda kocasından gelen çağrıyı savuşturuyor pişkince... bir başkasının özel hayatına müdahalesindeki rahatlık iliklerime kadar donduruyor beni... bir insan nasıl bu kadar kötü olabilir... yok saymak istiyorum onu yorumlarımda, adını anmamak, kaydettiğim hiç bir kareye onu sokmamak istiyorum... ama Asi ve Demir’in hayatında maalesef... Bir cesaret aradığı karısına ulaşamıyor Demir...

Demir ve Kerim, Necip’ten öğrendikleri bilgiler doğrultusunda Haydar’ı aramaya başlıyorlar ertesi sabah... kapalı çarşı, dar sokaklar derken... esnafların yönlendirmeleri sayesinde en nihayet bir kapıya ulaşıyor Demir... Demir bir kapıya... tel örgülü kapı kimi içeride tutuyor, kimi dışarıda?... Bir adam beliriyor görüntüde... Kuş Satıcısı... Kafesler içinde paçalı güvercinler... birkaçı terek üstünde serbest... serbest olduklarının bile farkında değiller... tıpkı o adam gibi yapayalnızlar... kafeslerden birinden şefkatle aldığı güvercinin kanatları çırpınıyor adamın elinde... Demir’in gözünde bir ömür birikmeye başlıyor... evlilik cüzdanındaki adam bu olabilir mi?... Babası bu adam olabilir mi?... Bir ömür bir damla yaşta süzülüyor yanağına... evet bu O...

Başka bir yerde, eş zamanlı, yüreğinin sahibi o kadın, başka kuşların başka güvercinlerin peşinden bakıyor gökyüzüne... o da hatırlıyor mu Demir ile birlikte atmacanın ardından bakışlarını... yüzündeki gülüş güvercinlere mi yoksa Demir’e mi?...

Bir cesaret giriyor Demir Kuş Satıcısının yanına... Haydar Doğan’ı aradığını söylüyor... Bir başka ömür birikmeye başlıyor göz pınarında... gözümüzün önünde... bir damlanın anlattığını anlatmaya yetmeyebiliyor bazen kelimeler... nasıl yetsin... belki bir evlilik cüzdanı, belki bir mektup yeter... ömür gözünde saklı, Demir çıkıyor dükandan dışarı... doğru sözleri mi söyledi?... doğru şeyleri mi yaptı?... durup geriye bakıyor bir an için... başka ne yapmalıydı?... onun güvercinlerin tereğine bıraktıklarını alıyor Kuş Satıcısı... göz atıyor inanmazlıkla... güvercinleri misali kafesinden çıkmak için bir nedeni mi var yoksa?... yalnız yaşamak zorunda değil mi yoksa?... adım atıyor hayata bir cesaret o da... yol boyunda giden adamlara sesleniyor... “Demir”... aralarındaki mesafe mi... yıllar mı aşılıyor?... kararlılıkla yürüyor adına doğru Demir... iki hece kırılıyor dudaklarında... “ba ba”... tersine doğuyor bir baba-oğul... onların asi hayatlarında, belki de ilk defa düzüne oluyor bu düzen... “oğlum”...

Bir meydan kahvesi... Demir, Haydar ve Kerim oturuyorlar... kısacık bir zaman diliminde öğrenmeye çalışıyorlar birbirlerini... öldü sandığı evlatlarının peşine Hatay’a dönmekte çok da tereddüt etmiyor, Haydar. İki kıymetli kuşu – Demir ve Melek – yanında geri dönüş yolculuğu başlıyor. Yolda Haydar’ın ağzından duyuyoruz, Zafer’in babasının gerçek öldürülüş hikayesini... sınıra geldiklerinde ise Namık Bey sayesinde, sorunsuz Türkiye’ye giriş yapabiliyorlar... Haydar’ın kimseden korkusu yok, ona suç atanlar düşünsün... ama savcı tedbirli olmaktan yana... ülkeye girişini bir müddet gizli tutmaya karar veriyorlar... Demir Asi’ye ulaşmak için bir deneme daha yapıyor... bu sefer başarılı, serada yakalıyor Asi’yi .

“Seni çok merak ettim... iyi misin?... dönüyor musun?” ... Demir’in merak ettiği ise çok daha başka bir şey... “ Dün gece aradım, neden açmadın?”... eşinin telefonu duymadığını söylemesiyle rahatlıyor biraz... kasıtlı bir açmama yok... çok da uzatmıyor meseleyi... sonrasında sorduğu soru çok basit ama ses tonu “bir kaçamağa davet”i çağrıştırıyor bana... “evde buluşalım mı?” diye sorarken kelimeleri yutuyor sonuna doğru... o “buluşma” kelimesinin ardına neleri... neleri saklıyor... bu basit konuşmayı dönüp dönüp dinliyorum... onlarında birbirlerini o an için göremediklerini sadece hayallerinde canlandırabildiklerini düşünerek gözlerimi kapıyorum... ilk sözel iletişimleri beliriyor görüşümün karanlığında... Savoy Oteli’nin bahçesinde, Asi arabanın kasasındaki yem çuvallarını kontrol ederken Demir’in otelden çıkarak onunla ilk konuştuğu ana... birbirlerinin seslerini ilk duydukları ana dönüyorum... gözleri güneşten mi kamaşmış, kısılmış... yoksa Asi’nin saçlarındaki yansımasından mı, Demir’in? ... Sonraları öğrenceğiz ki O bir su çocuğu ama aşkı, referansı güneş toprak ve rüzgar olan bir kadında bulacak... tabiatın döngüsünü en iyi ifade eden yağmurda buluşacaklar birlikte... ama şu an farkediyorum ki konuşabilmek dışında iletişimin her boyutunda inanılmaz başarılılar... gözleri, bedenleri, mimikleri, sesleri... her enstrümanı inanılmaz başarılı kullandıklarını biliyorum. Bilmediğim şey ise neden bir ‘lanet’ gibi benim bunları inanılmaz derinden algılıyor olmam...

Evde... evlerinde buluşmak üzere sözleşiyorlar...

Asi’yi görüyoruz... salonu arşınlıyor... Demir’den önce gelmiş eve... girişteki kapının sesiyle hareketleri hızlanıyor... hemen pencereye yöneliyor... ardından kapıya... ama hayııır... onu kapıda beklemeyecek.... kızgınlıkla geri dönüp ellerini kavuşturuyor ve kapının en uzak köşesine doğru yöneliyor... o kadar ki artık gölgesi duvara düşüyor... Demir giriyor içeri... gözleri karısında... Asi dayanamayıp kollarını açıyor artık... kavgaları biraz sonraya kalabilir, öncelikli soruları var...

-Buldun mu onu?
-Evet...

...babasıyla alakalı konuşmaları başlıyor, Demir, onun güvenliği için ortaya çıkmaması gerektiğini, hayatının tehlikede olduğunu, bir süre onu bulduğunu kimseye söylemeyeceğini anlatırken, Asi kollarını iki yana açarak evlerini kastediyor ve babasını oraya getirebileceğini söylüyor... birkaç küçük adımda Demir’e yaklaşıyor... Yarım yamalak bir adımda Demir’den geliyor... ama hala uzaklar birbirlerine ... neden birlikte gitmediler... neden telefonunu açmadı... neden özlemedi... neden yabancı... hiç de değil... e.min mi?... artık bir noktadan sonra birbirlerine ne söyledikleri benim için önemini yitiriyor... Asi ve Demir’in acılarından başka bir şey göremez oluyorum ekranda... Demir’in de Asi’nin gözlerinde bunu gördüğünü biliyorum... aşkının yüzüne yerleşmiş acıya bir bakışla yetişemiyor... gözleri mekik dokuyor yüzünde... her bir köşede... Dokunuyor karısına... dokunuşları bile acı içinde... Asi’nin kocasının çenesine kondurmaya çalıştığı öpücükte ıstırap var... Demir bunu hissetmiyor musun diyorum içimden... nasıl dindireceksin bu ıstırabı?... Dindirebilecek misin?... Asi’nin feryadını ne zama duyacaksın?... Duyabilecek misin?... Birbirlerine karışmaya başlıyorlar... Dur durak bilmeyen hayallerim ne kadar ileriye taşımak istese de akşamlarını gem vuruyorum kendime...

Daha muhteşem bir şey oluyor hayallerimden... Demir hayal kuruyor bu hafta... Asi’yi babasına kendi sözleriyle anlatırken, gözlerini süsleyen hayalleri alıp beni götürüyor...bu hafta onun hayallerinde kayboluyorum... gözlerini izliyorum onun hayallerine ulaşmak için... sözlerini izliyorum... Demir’i izliyorum...

Demir’in yüz kasları gevşemiş, gözlerinde hala Asi’nin sıcaklığı, teni parlamış... asi karısının izlerini hala taşıyor üstünde, ne gözlerinden silebilmiş ne dudaklarından... kısacık saçlarında, ensesinde dolaşan parmaklarının sıcaklığını hissediyor hala... vücudu ürperiyor... Asi yatağında dönüyor... acıları dinmiş... kocasıyla sakinleşmiş... dudaklarının, dokunuşlarının hala Demir’de kaldığından habersiz... huzurlu bir uykunun koynunda...

Demir anlatmaya devam ediyor... “Görür görmez aşık oldum ona” ... daha sonrasını duyamıyorum...

Düğün hazırlıkları son sürat tamamlanıyor... nikah akşamı... Haydar önce kızı ardından da gelini ile tanışıyor...