Demir Kuşlu Ev’de, taşın altına saklanmış olan bir mektup buluyor. Seneler evvelinden süzülüp gelen satırlarla... Demir’in hayatı bir kez daha belirsizliklere doğru kontrolsüz sürüklenmeye başlıyor... asi yaşam bir türlü tutunmasına müsade etmiyor Demir’in... hep sürüklüyor... hep tersine akıyor...
Demir otele geliyor, çok da ne yapacağını bilemeden, nereye gideceğini bilemeden. Lobby’de ilerlerken omuzları düşmüş, hala elinde tuttuğu, avucunu yakan o bir sayfa kağıdın etkisinde... Kerim’le karşılaşılaşıyorlar. Dostu yüz ifadesinden ters birşey olduğunu anlıyor ama bunu Melek meselesine yoruyor. Bir taraftan söylenirken, diğer taraftan da kolundan tutarak onu koltuklara doğru yönlendiriyor. Demir avucundaki mektubu bırakıveriyor orta yere... bir anda karşısında bulduğu soru ve Demir yüzyüze... küçücük şeylerin bizi nasıl da ezme güçleri var diye düşünüyorum... Demir’in o kağıt parçasından korktuğunu hissediyorum. Umursamazca eline alıp okumaya başladığı kağıtta yazılanlar, Kerim’i de irkiltiyor, “baban ölü bilinmek istiyor ve aynı mektupta Kozcuoğulları adı geçiyor”... kötü bir birliktelik, kötü bir yanyanalık... Demir ne oturabiliyor... ne ayakta durabiliyor... ne uzaklaşabiliyor... tuzağa yakalanmış bir hayvanın hırçınlığını andırıyor bana Demir’in hareketleri.. hayatının başlangıcı elinden alınıyor... hoşlanmasada, kendisine ve ailesine haksızlık edildiğini düşünsede bir geçmişi vardı Demir’in... şimdi bir anda geçmişsiz kalıyor... bir soluk kopuyor bağrından... gözleri nasıl da kaygılı... çocukçasına... tekrar altı yaşındaymışçasına... Kerim, Kozcuoğlu ismine takılıyor, “neticede kayınpederin bir Kozcuğlu”... “Asi bir Kozcuoğlu”... karısı... hayatının anlamı... Demir’in gözleri gerçeklere kapanmak istermişçesine yumuluyor. Asi’nin adının geçtiği yerde vucuduna bir alev basıyor... onu bu şekilde mi kaybedecek acaba... kaybetmenin kaç türlüsünü tadacak acaba... hiçlik böyle mi olacak acaba... Düşüncelerini taşıyamıyor... eğiliyor o sevgili baş... mahkümiyetin bir başka türlüsü bu... korku sözcükleri telaffuz ediyor Demir, endişe sözcükleri telaffuz ediyor... konuştukça sorular çoğalıyor... büyüyor... ihmal edilmiş bir tarlada kendiliğinden filizlenen yabani otlar misali boy veriyor peş peşe sorular... koşullar... nedenler... mektubu kimin sakladığı... sahipsiz sorular... Yardım almaya gidiyor Demir... Demir savcının makamında... Namık okuyor Demir’in bulduğu mektubu ve araştırma sözü veriyor... bu konudan mümkün olduğunca az kişinin haberi olmasında mütabık kalıyorlar... Demir odayı terk etmek üzereyken, mektubunu geri istiyor... geçmişine akran mektubu... ne onunla ne onsuz kalabiliyor gibi... geçmişinin tutunduğu o sarı kağıt parçasında aklı... doğruca mezarlığa gidiyor, annesine... yalnız kalabildiği tek yer orası belki de... yüreğindeki hesaplaşmalar yağmalıyor bugününü. Biri bitip biri başlıyor acımasızca... Onların hayatında rahvan bir gidişe özlememiz gittikçe daha da büyüyor. Asi’yi görüyoruz bu arada, konak mutfağında kocası için yemek yapıyor... dudakları Demir olup tadıyor çorbayı... Demir beğenir mi beğenmez mi?... gözlerinin içine bakıp “karımın çorbası enfes der mi demez mi?.. birine yemek yapmak ne kadar özel birşeydir aslında... günlük hayatın gereklerinden gibi görülüp ıskalansa bile... bütün gün kafasında Demir, mutfakta onun için yemek hazırlayan Asi’nin görüntüsü, ardına baktığımızda ne kadar farklı geliyor... kendilerini değil yanlız, sevgilerini de besliyor emeğiyle... özeniyle, Asi. Demir, çiftliğe gidiyor... Kardeşini görmek zorunda... yüreğini sorulara, sorunlara barınak yapmış... mezarlıktaki burukluğu hala üzerinde... kah geçmişle, kah gelecekle ama hep ailesi ile ilgili endişeleri had safhada... sevgi itip herşeyi öne çıkıyor hayatında... kardeşine sarılıyor sıkı sıkı, özür diliyor, ne kadar kızarsa kızsın, ona el kaldırmaması gerektiğini itiraf ediyor... kardeşinin onu affettiğini gösterir gülümsemesi ile onun da gözlerine bir parça canlılık geliyor... ama hala esir gözlerinin feri geçmişte... kardeşini alnından öperken durdurun görüntüyü ve gözlerine bakın lütfen... nerede o an Demir? Akşam... Demir konağa dönüyor.... Asi basamağı bir çırpıda inip, boynuna sarılıyor kocasının... ama Asi’nin varlığı ağır geliyor gibi Demir’e... kerhen sarılıyor karısına... sarılmaya da korkuyor... önce yalnız başına kalmak istiyor... odalarına yöneliyor... bir haller olmuş Demir’e. Asi’nin görüntüsü beliriyor yatak odalarının camlı kapısında az sonra... eli uzanıyor ama ulaşamıyor Demir’e... onu üzdüğünün farkında Demir... her zaman değil sadece bazen ulaşabiliyorsunuz Demir’e... “sana ulaşmak bu kadar zor mu?” sözleri aklıma geliyor bir başka kadının onun kulağına fısıldadığı... evet zor... Asi’nin işi çok zor... iyi bir gözlemciydi O kadın... gören bir kadındı... Demir’in mutsuzluğunu, hüznünü, yüzündeki çizgilerde gizlenen hayatın izlerini, sakin görüntüsünün altında başka birinin, karanlık, isyankar, ulaşılmaz birinin olduğunu gören bir kadındı... Demir, Asi ile... değişti... iyileşti... ama geçmişten hayatına sızıveren gölgeler altüst edebiliyor herşeyi... Asi nasıl davranması gerektiğini bilmiyor... yemek yerken konuşmaya çalışıyorlar... belli bir noktaya kadar tanıyorlar birbirlerini ... Demir suskun olduğunda mutlaka bir nedeni oluyor, mesala... Asi bunu biliyor... ona gün boyu ulaşmaya çılıştı, olmadı, ama karşısında oturduğu halde ne kadar ulaşabiliyor ki ona?... Demir kendisine sorulan sorulara Asi’yi üzmeyecek cevaplar vermeye dikkat ediyor... laflamaya çalışıyor, hiç bir şeyi açık etmeyecek cevaplarla. Asi bu sakinlikten cesaret alarak, Melek ile Ali’nin birbirlerini gerçekten seviyor olabileceklerini söylüyor... bir anda buz gibi yine ortam... Kerim geliyor... Asi’ye rahatsızlık verdiğinin farkında... tam olarak rahatsızlık da değil belki ama eskisi kadar hoşbulmadığının farkında... izin istiyor... Demirle konuşuyorlar, sorun Defne’nin otelde çalışıyor olması, her gün onunla yüzyüze gelecek olması... esip gürlüyor önce bir, ardından Kerim’de hatırlıyor Demir’ın şu an bütün dünyasını kaplayan sorunu... çok da kendinde olmadığını. Asi ise kahve ikram edip onları başbaşa bırakıyor ve yatmaya çekiliyor. Gece... Demir sessizce giriyor odalarına... ruhunda karabasanlar... gözleri karartma geceleri... her yer dar geliyor olmalı o koca konakta ona... yatağa kadar gitmeden yarı yolda duruyor... ellerini kavuşturuyor göğsünde... kendi kendini denetim altında tutmaya çalışıyor gibi... Asi’nin yatakta kıpırdanmasıyla dikkati ona kayıyor... yavaşça eğilip üstünü örtüyor, bir taraftanda mırıldanıyor “sen uykunu bölme... hadi birtanem uyu sen”... uzanıp ışığı kapatıyor... karanlıktaki adamı çözmeye çalışıyorum... O, Demir mi?.. saklamak zorunda olduğunu düşündüğü sırrıyla omuzları çökmüş... nedense ellerim tuşlarda hep “bu sahtekarlık” sözünü yazmak istiyor... ama Demir böyle biri değil diyorum kendi kendime... aslında o sadece Asi’yi korumak istiyor... kendinden... geçmişten. Yine de sırrını eşinden saklıyor olması... davranışlarını firenliyor olması... hissetmediği gibi, sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi davranması... rahatsız ediyor beni... “ne yani diyorum kendi kendime, geçmişten gelen sorun ne olursa olsun, birbirlerinden vaz mı geçecekler?.. Edilgen bir Demir görmek karşımda beni rahatsız ediyor. Demir herşeyi bağıra çağıra anlatsa memnun olacağım... “neden bu kadar suskun... bu suskunluğu insanı deli ediyor...” Sabah... sakin başlayan kahvaltıları... bu sahneyi, yorumlamaya, duygularımı sizinle paylaşmaya çalışırken dağılıyorum ara ara. Bir türlü toparlayamıyorum düşüncelerimi... dikkatim bazen gözlerine, bazen üst bedenlerinin masayı araç olarak kullanarak yaptıkları hareketlere ve her göründüklerinde de Demir’in ellerine kayıyor... aslında onların sahnelerine böyle ayrımsayarak izlemeye o kadar alışığım ki, konuştuklarını... mimiklerini kaçırmama şaşırıyorum... yoruldum heralde diye düşünüyorum, yarına bırakmalıyım geri kalanı. Ama hayır devam etmek istiyorum. Neden, neden istediğim gibi yazamıyorum? Görselden o kadar çok mesajı bir anda alıyorum ki algımın bozulması doğal olmalı... bütün bu yorumlama çabalarım sırasında hep gelip gidip Demir’in ellerinin repriklerine takılıp kalıyorum... oradan başlıyorum ayıklamaya bu nedenle... birkaçkez üst üste sadece ellerini seyrediyorum Demir’in... çok az ama nokta atışı mesajlar veriyorlar. İnanılmaz diye düşünüyorum, gerçek hayatımızda da bu kadar etkilimi ellerimizin ne söyledikleri... çarpıcı... Ardından, ellerine beden dillerini ilave ederek, seyrediyorum bir kaç kez de... gülmeyin sakın ama , ilk seyredişimde seslerini bile kesiyorum konsantrasyonumu bozmasınlar diye... ilk defa böyle bir şey yapıyorum... sessiz sinema nasılda etkiliymiş diye düşündürüyor bu çabam... ardından sözleri ilave ediyorum... artık neredeyse ezberlediğim repliklerini... Alabildiğine Demir, alabildiğine Asi yorumlaması karşımda bir kez daha ... aralarında masa... sakıncasızca... oyunculuklarını konuşturuyorlar... gözlerini konuşturuyorlar... kavgalarındaki birliktelikleri de sevişmelerindeki birliktelikleri kadar güzel diye düşünüyorum... Asi’nin Melek ve Ali ile ilgili konuşmak istemesiyle hareketleniyor kahvaltı masası. Fiziksel değil, duygusal bir hareketlenme daha çok. Demir’in başı – yine mi dercesine – sağa sola devriliyor önce, sonra ekmeğini tabağına bırakıp, arkasına yaslanıyor, sağ eli yumruk yapılmış, yumruğu masayı bileği boşluğu hafiften dövüyor... gerginliğine nefes aldırmaya çalışıyor bedeniyle... gözleride sözleride daha baştan “hiç bir şeyin değişmeyeceğini” söylüyor... Asi karşısında, kolları masanın iki tarafına dayanmış, bir taraftan yemek yiyor, biraz sonra çatalbıçağını bırakıp ellerini birbirinin üzerine getirerek iyice kendini hareketsizleştirecek. Bir üçgen üst bölge oluşturarak bütün dikkatini, enerjisini kafasına toplayacak. Demir’le baş etmek kolay mı? Üstelik böyle hassas bir konuda... Demir masaya eğilerek Asi’ye doğru uzanıyor... ikna etmek için yakınlaşıyor... Ali’nin tehlikeli biri olduğunu defalarca söylediğini hatırlatıyor, kısaca olan biteni tekrarlıyor kendi penceresinden. Ama ya Demir yanılıyorsa, ya Ali gerçekten Melek’e aşıksa?... gözler kısılıyor, alnı kırışıyor, Asi haklı... herkes yanılabilir. Demir yanılıyor, Ali’nin derdi Demir ile değil. Ama Asi de yanılıyor, Ali Melek’ide sevmiyor... yanlış bir zeminde olduklarını farkedemeden, bilemeden tartışıyorlar. Demir’in baskın, hareketli beden diline karşın, Asi daha çok gözleri ve başının hareketleriyle katılıyor tartışmaya, daha kontrollü. Ali için hiç bir şey geride kalmadı... Demir bunu çok iyi biliyor... İnanmazlıkla gözlerini kapayıp, bedenini arkaya savuruyor Demir... “Asi neredeyse o aşağılık adamı ona karşı savunacak”... ama ne kadar anlatmaya çalışsada anlatamıyor. Demir “ O adam eğer onurlu biri olsaydı, sevdiği birini pazarlık meselesi yapmazdı” derken artık zemberek başparmağından boşalıyor... tak tak tak... masaya çakıyor Ali’nin yanlışlarını bir bir... başı da söylediklerini desteklercesine inip kalkıyor kısa ama sert hareketlerle bütün bu hengame arasında bir şey öğreniyor Demir... -Ali pazarlığı başka türlü anlatıyor -Bu da ne demek ? Ali’nin pazarlık konusunda Demir’in kendisini zorladığını söylediğini öğreniyor. Aslında neden bu kadar şaşırıyor... Ali’nin yalanlara barınak bir karakter olduğunu bilmiyor mu? İşleri her zaman kendince yöntemlerle halletmeye çalıştığını bilmiyor mu? Ali... yalanları... entrikaları... Demir için Ali’nin yalan söylediğini duymak o kadar da şok edici değil belki de... bunca şeyden sonra bir yalan daha... ama Asi’nin kendisi yerine Ali’ye inanması asıl kızdırıyor Demir’i... ve çok üzüyor. -Neden yalan söyledi o zaman -Bilmiyorum Asi, kendine sormak lazım? ... hep böyle demez miyiz... -Bencede... hatta gidip hemen sormak istiyorum. ... ama Asi gerçekten gidip soracak ... bu arada ellerini çözüyor, masanın altındaki ayağı hareketleniyor birden. Demir’in gözler iyice kısılmış, kulaklarına inanamaz gibi... alın yine kırışmış. -Ne! ... Anlamadım! ... “Sakın yapma bunu” derken Demir gözleriyle de men ediyor Asi’nin gidip Ali ile konuşmasını... “Yapmayacaksın”
Asi’nin “insan duygularıyla ilgili yalan söylemeyez, aşk gizlenemez “ deyişi nasıl da kendini ele veriyor... bazı hususlarda gerçekten Demir’in söylediği kadar saf. Demir bu konuda Asi ile rasyonel konuşamayacağını anlayıp tartışmayı bitiriyor... masadan fırlıyor. Demir çiftliğe gidiyor... Süheyla ile konuşurken derhal adını koyuyor olan bitenin... “... kaçmaya kalkmışlar...” Melek – Ali evliliği ise kanını donduruyor.... Süheyla Melek’e telefonla ulaşıp abisi ile köprü de buluşmasını organize ediyor... ama Demir evden çıkmadan duvardaki resimlere takılıyor gözü... eksik resme... orada olması gereken ama olmayan resme... babasını soruyor...babasının resminin neden olmayışını... babasının mezarını neden annesinin yanına taşımadıklarını... Süheyla’nın gözlerinden birşeyler okumaya çalışıyor... bulmaya çalışıyor gerçekleri... ama irdelemeye de hazır değil... kaçar gibi gidiyor... Köprüde Demir ve Melek konuşuyorlar... Melek hiç bir şey duymak istemiyor... sağırlaşmış her sese, her söze... savaştığını sanıyor ama kayıp geride bir yerlerde... acınası... herkes büyüdü sanıyor ama hala geçmişte, bahsettiği o hayal ile gerçek arasında takılı kalmış... ruhen sakat... Demir’i suçluyor... abisinin omuzlarına yüklediği sorumluluk abiliğin ötesinde... her ikisi içinde hayatı taşımaya çalışıyor Demir... kaç kişilik yaşamaya çalışıyor bilimiyorum... Savcı babası ile ilgili araştırmayı sonuçlandırmış... mezar bulunmuş... onların nezareti eşliğinde açılacak... Suriyeye yola çıkmadan Gonca’nın doğum haberi geliyor... Ekip yola çıkıyor ama Demir önce çiftliğe uğrayıp Gonca ile Ziya’yı tebrik etmek ve karısını görmek istiyor... Bu bölüm Demir’in ilk defa yüzü gülüyor, doğum haberiyle... gözlerindeki kaygı mola alıyor yeni bir hayatın müjdesiyle... bir müddet için her şey unutuluyor... Demir’in genel ruh hali o kadar ezmiş ki beni bölüm boyunca, çiftlik evindeki bebek kutlamalarını, kadınların beşiğin başına toplanıp yenidoğanı seyredişlerini, erkeklerin salonda Ziya’nın etrafını çevreleyip laflamalarını keyifle seyrediyorum... Ziya’nın dileği Demir’e “Darısı başınıza” ... özlem görüyorum gözlerinde ilk defa bir başkasına Demir’in... bir yavruya... Tanrım... ne kadar isterlerdi ortak bir hayat yaratmayı Asi ile... Demir hiç bir zaman duygularını uluorta paylaşan biri değil ama... bir an... sadece bir an bile olsa.... minik bir bebeği göğsünde hayal ediyor... Asi ile kendisinin bebeğini... yüreği sıkışıyor... cevapsızlığı bu dileğe her şeyi anlatıyor... gözlerini Ziya’dan kaçırarak, konuyu çarçabuk değişirip, İhsana dönüyor ve tebrik ediyor onu... dedeliğini... Ağzım kulaklarımda seyrediyorum bir sonraki sahneyi... Gonca ve Ziya yanyana, kucaklarında bebek, bir zamanlar birbirlerini görmeye bile tahammülleri olmayan Neriman ve Süheyla yatağın ön tarafına kurulmuşlar, neredeyse diz dize... Demir’in kolu Asi’ye dolanmış, sarılmış... herkesin gözü bebekte... yakın plan görüntüye giriyor Asi ve Demir... Demir karısını kolunun altına almış, her ikisininde yüzü ışıl ışıl... Gonca’nın asıl tebriği Asi’nin hakettiğini söylemesiyle birlikte birbirlerine dönüyorlar... göz göze geliyorlar... Demir’in dudakları karısını ödüllendiriyor... öpücüğü, alnıyla saçları paylaşıyor olmalı Asi’nin... Demir’in burnu karısının saçlarına gömülüyor... sıkıca bastırıyor dudaklarını... yanaklarına doğru kırışıklıklar oluşuyor bu baskıyla... “karım benim”, “canım benim” demiyor ama biz duyuyoruz her nasılsa... Asi’nin de bunu duyduğunu biliyoruz... biri diğerini öperken ikisinin birden gözlerini kapıyor olmalarına bayılıyorum... paylaşmak ve hissetmek için o anı bütünüyle, sihri gözlerinde hapsediyorlar hep o anlarda... sonrada görmek için yarattıkları ışıltıyı gözlerinde, kendiliğinden birbirlerini buluyor bakışları... Demir’i bekleyenler var... gitmek zorunda... Asi’yi odadan dışarı çıkartıyor... hava soğuk olmalı, kendisi paltosunu giyerken, Asi’de şalını omuzlarına atıyor... üstünkörü gibi gelen ama yakaladığım minik bir hareket beni geriye, asi geçmişe geri döndürüyor... yeşil örgü şalı üzerinden Demir’in Asi’yi belinden kavrayışına... o zamanda hakkı vardı, şimdi de var, bu dokunuşa... işi olduğu için gitmek zorunda olduğunu bildiriyor Demir, karısına... Asi’nin sol eli, kocasının paltosunun yakasında... ardından Demir’in elleri karısının kollarında... Asi’nin gözleri hüzünlü... Demir’in gözleri ise yine tutku ile mi bakıyor ne... dudakları karısının yanağına uzanıyor. Ali, bebeği kutlamak için çiftliğe geliyor... Demir ile avluda karşılaşıyorlar... Demir suskun kalıyor... Aklıselimini barikat yapıyor öfkesine. Sonraki sahnede, Kozcuoğlu salonunu görüyoruz... kalabalık... tanıdıklar akın ediyor çiftliğe, bebek tebriğine. Bu karmaşa içinde Ali doğumdaki rolünden dolayı Asi’yi tebrik etmek için elini sıkıyor, ama bir türlü bırakmıyor. İlk olumsuz uyarıyı burada hissediyor Asi... kondurmak istemiyor... manalandıramadığını görüyoruz bakışlarından bu anlamsız hareketi... ardından terastalar... abisinin, onların evlenmelerine onay verdiğini söylemesinden sonra Melek’in salona dönmesiyle bu sefer yalnız kalıyorlar Ali ile... Ali’nin konuşması Asi’nin yüzünün ifadesini bulandırıyor... perde perde kararırken Asi, Ali’nin gerçek yüzü görünüyor. Demir’in gördüğünden bile daha kötü hakikat... Asi ‘nin elleri göğsünde bağlanmış, Ali’ninkeler ise, lakayt bir şekilde pantalonunun ceplerinde. Yüzyüzeler. Ali konuştukça, Asi’nin gözlerinde kademeli bir soluş gözlüyoruz, yosun gözler gölgeleniyor... soğuyor... Ali ona bir adım yaklaşarak konuşmasını sürdürüyor... Asi yerinde hala... Ali daha fazla saklayamıyor gerçek yüzünü Asi’den... gelebildiği nokta başını döndürmüş durumda, her şeyin yoluna girdiğini düşünerek rahatlıyor... hastalıklı düşünce yapısı ile hatta, can atıyor herşeyi Asi’ye anlatmak için... keyif alıyor içindekini boşaltmaktan... marifetmişçesine... küçük adımlarda Asi’ye yaklaşmaya çalışıyor... ilk defa Asi’nin geriye doğru çekilme ihtiyacı içinde olduğunu hissediyorum... o asla geri atmaz normalde... bunun korkudan ziyade , olanın çirkinliğinden olduğunu biliyorum. Demir’in defalarca tanık olduğu o çirkinlik ile Asi de yüzleşiyor şu an.... Demir’in aylar evvel söylediği bir söz vardı... “Umarım Asi her şeyi bir kart oyunu sanan bu basit yüzünü hiç görmez”... basit olmanın çok ötesinde, aksak, tehlikeli yüzünü görüyor... görebiliyor Asi... böyle bir anda sadece görmez aynı zamanda iğrenirsiniz de olan bitenden... Asi’nin yüz ifadesinde ve ses tonunda bu var... Kendini topluyor ve cevabı gecikmiyor -Sen ne diyorsun Ali... ben Demir’le evliyim... onun karısıyım... Ali’nin sağ eli, Asi’nin belinde... ama Asi’nin bu temasın farkında olduğunu sanmıyorum... bütün dikkatini kendisine yönelen bu yakışıksız, seviyesiz itirafı savuşturmaya vermiş... dikleniyor Ali’ye... ama Ali yadsıyor Asi’den gelen sözel ve bedensel uyarıları... tamamen kendi kafasındaki hayale odaklanmış... hatta Asi’nin herşeyin farkında olduğunu sanıyor... Asi orayı terketmek istediğinde de, kolundan yakalayarak onu durdurma cürretinde bulunuyor. Aşklar var, aşk demeye dilimiz varmayan... aşklar var kör edip çaresiz, yalnız bırakan... Ama biliyoruz ki aşklar var... gururla taçlanan... bakışlarda yaşanan... yaşamlarda fark yaratan. |