İhsan Bey, salona çekilirken, Demir’in başı Asi’ye dönüyor... sessiz bir soru gözlerinde ... “eee peki ben nerede yatıyorum?”. Asi’nin babasının çakırkeyif haline gülüşü hala bütün yüzünü kaplamış durumda, Demir’e dönerken sönüyor... ama silinmiyor... Asi , Demir’in Kerim’e yaptığı gibi “düş önüme düş” diyemiyor belki ama önüne katıp, yatak odalarına doğru götürüyor onu... Bu arada Demir’in yüzünü yoklayan ifadeye ne demeliyiz bilmiyorum... O bir İş Adamı... Fırsatları değerlendirmek onun uzmanlık alanı... Odalarına giriyorlar birlikte.
Hep fırtınalar içinde geçti bu odadaki birliktelikleri... ya yasaklıydılar birbirlerine... ya kırgın. Ya öfkeliydiler birbirlerine... ya dargın. Buna rağmen odalarına girdiklerinde, her ikiside yatağın kendilerine ait tarafına yönelecek kadar aşinalar alışkanlıklarına... Neye gebe olduğu bilinmeyen bir suskunluk içerisinde, Asi şalının püskülleriyle oynarken... Demir dayanamayıp öz önce yapıştırdığı resmi cebinden çıkarıyor. İlk adımın ondan gelmesi gerektiğinin biliyor... Yavaşça yatağı bırakıyor resmi... aşkını... özrünü... “Hani mubareğin adı Demir’ya”... Asi onu anlamalı ya... Asi soruyor... - Ne demek oluyor bu? Demir gözleri Asi’nin gözlerinde kenetli hala... yoran suskunluğunu bozan tek kelime ise başka bir soru... - Sence... Asi bu soruya cevap bile vermiyor. Hızla kalkıyor yataktan... Dolaba yöneliyor... geceliğini alıp, kapatıyor dolabın kapısını... Demir’e dönüyor. Demir hala aynı pozisyonda, gözleri Asinin her hareketini sanki hayatı buna bağlıymışçasına takipte... - Lüfen arkanı döner misin?... üstümü değiştireceğim... yatmak istiyorum Demir, başını eğerken dudakları açılıyor yavaşça, kendi kendine mırıldanıyor - Ben de... Asinin çenesi ve sesi dikleştiriyor... - Demirrrrr... - Tamam , tamam dönüyorum işte... Demir, yavaşça yataktan kallıp ceketini çıkarıyor ve ayak ucunda duran koltuğa bırakıyor. Elleri alışık bir hareketle ceplerine sığınırken, pencenin önüne gidip, sırtını Asiye dönüyor... Göz kapakları yavaşça kapınıyor... Bütün duyularıyla arkasında olup bitenleri algılamaya ve hayalinde canlandırmaya çalışırken muzip bir çocuğun gülüşü var dudaklarında. - Tamam giyindim Asi’nin sesiyle kendisine geliyor Geriye döndüğünde hala elleri ceplerinde... Asi’yi konsola dayanmış buluyor... Bu arada Asi’de kafasında tartıp biçmiş olmalı... dayanamayıp soruyor... “neden böyle yapıyorsun... ”... Demir Asi’ye doğru yöneliyor... kendini kelimelerle ifade etmekte zorlanıyor yine... “hatamı kabul ediyorum... lüzumsuz bir kıskançlıktı “ diyerek basite indirgemeye çalışıyor her şeyi ... ama öyle değil... bu yorumuna Asi’nin sesini yükselterek cevap vermesi, Demir’in ellerini artık ceplerinden çıkarıp ona biraz daha yaklaşmasına neden oluyor sadece... içeride yatan babasının varlığını hatırlatıyor Asi’ye... ama artık aralarında kapanacak çok daha az mesafe var... Asi yaşananların peşini bırakmayarak “bana bir özür borcun var ?” diye ısrarcı oluyor... Demir’in ödeşmiş olduklarını düşünmesi ise Asi için yeterli değil... Demir’i üzdüğü için kendisinin neler çektiğini söylerken o günleri tekrar yaşar gibi... o üzüntü... Asi için... en yakın tanığı yatak odalarının duvarları için hala taptaze... Demir... elinden gelse hiç konuşmayacak... Asi’nin içini döküp rahatlamasını bekliyor... ama karısının son sözleri onuda hareketlendiriyor... “boşuna konuşuyoruz... boşanmak üzereyiz zaten” deyip onun yanından ayrılmak üzereyken, Demir Asi’yi kolundan kararlılıkla çekip durduruyor “O konuyu hiç açma”... Asi’nin salkım saçak saçları onunla yüzleşmek isteyen Demir ile arasında bir perde... ama gönderdiği güller o saçlara Demir yerine dokunduklarından beri zaten suç ortaklığı yapıyorlar... Asi , kocasını zorbalıkla suçluyor... Demir ise onu yüzüne bakmaya zorlayarak sıkıştırıyor... “Bir daha söyle” ... Asi bundan mı çekinecek... göz gözeler ... cevap geliyor “zorbanın tekisin”... Demir’in dikkati Asi’nin sözlerinden çok onlara yoldaşlık eden gözlerindeki ateşte... Bunu sakınmadan söylüyor karısına... Demir haklı olmalı... Asi gözlerini yumarak hışımla itiyor kocasını ... Gözlerinde gördüğü ateşi ona söylemeside bir tür zorbalık değil mi ? Demir kitaplığa giderek boşanma dilekçesini çıkarıyor... Aralarındaki engel bu mu? Bu mu Asi’yi inciten şey ? Bir kağıt parçasının onları ayıracak gücü var mı?... Ateşe veriyor dilekçeyi... Ama Asi’nin sözleri can evinden vuruyor Demir’i. “O bir kağıt parçası değil... Benden vazgeçtiğinin kanıtı”... Demir’in iki elide yana düşüyor bu sözle... dilekçe yere savruluyor o odada ikinci kez... Bir adımda Asi’nin yanına geliyor Demir... özür diliyor ... pişmanlığını söylüyor... kıskandığını itiraf ediyor ... af diliyor ... özlediğini ... çok özlediğini söylerken artık sayıklar gibi... Bu sağanakda daha baştan kaybedilmiş bir savaş veriyor Asi... kalbi Demir’e yenik düşüyor... buna rağmen “babam içerde” diyerek geri çekilirken, kapkara bir beklenti Demir’in gözleri... sızıyor Asi’nin gözlerinden içeri... sabrının, özverisinin ödülü Asi’nin dudaklarından geliyor Demir’e ... acılar yitip gidiyor kucaklaşmalarında... Yalnızlıklarına veda, hoyrat öpüşmeleri dinmek bilmiyor, doymak bilmiyor bir türlü... Demir’in dudaklarının terkettiği yerleri parmakları öpüyor tek tek... O odada ... yağmurlu bir akşamda tutkunu olduğu boyna gömüyor başını Demir... kaçamak bakışlarda tutulduğu o boyna... Elleri geceliğin düğmelerinde... sevdiğinin dokunuşları saçlarında, alnında... Ne daha çok yakışıyor, kararsızım... gözleri gözlerine mi, elleri yüzlerine mi, gözleri dudaklarına mı? Dudakları dudaklarına mı? Aşk, gurur, öfke, inat örgüsünde... ilmek ilmek dokudukları bu ilişkide ... henüz onlara yakışmayan tek bir şey görmedim. Sevişmekde yakışıyor onlara... Ama aksilikler ayak diretmekte... Önce inatçı telefon ardından da patlayan musluk bu geceyi ellerinden alacak... Sevgilinin dudaklarına kondurulan o minik öpücük ile gece son bulacak... Asi ve Demir’in mutfakları onların hayatında hep böyle sürprizler yapacak, onları bir şekilde hazırlıksız yakalayacak, uzun sohbetlerin yapıldığı sımsıcak bir mekan olacak ... Gece musluk ustasını gönderdikten sonra paylaşılan sohbetteki, çaydaki keyif nede var?... Günün ... ve gecenin yorgunluğuyla mutfak masasında uyuyup kalan Asi’yi odalarına Demir taşıyor... Sabah gün ile uyanan çift ne huzurlu... Onları böyle sarmaş dolaş görmek... inanılmaz... Onca çektiklerinden sonra, bu huzuru sonuna kadar hak etiklerine inanmıyor muyuz ? Demir’in Asi’yi yanında farkedişinde, uyku hala bedenden çözülmemişken, avucunun içindeki Asi’nin elini kavarayışı, gözlerini açmadan kafasını ona çevirmesi, birlikte soludukları havayı içine çekişi... kendi kendine gülümseyiş... alnına dudaklarıyla dokunuşu... günaydın derken sesine düşen iç huzuru... Asi’nin çenesinde dolaşan parmakları... yatak sohbetlerinde Demir’in Asi’nin elini dudaklarına çekip öpüşü... ikisininde bakışlarında açan mutluluk... her bir saniyelerini ama her bir saniyelerini tek tek irdeleyebilirim... bulduğum şey Asi ve Demir’in dün’e nazaran daha mutlu oldukları çünkü artık birbirlerini bulduklarıdır. Günün koşuşturması içinde paylaşılan bir telefon konuşması... bizi günden nasıl koparır... bütün yolların sevdiğimize açıldığını düşündürür... bize hayal kurdurur... zaptedilemez bir coşku salar içimize... özlem düşürür... sesi sarmalar ve saklar bizi sonraya... Asi’nin ağaç korkuluklara yaslanıp kocasını sessizce dinlerkenki hali ... Demir’in pencere kenarına oturarak ona geceyle ilgili hayallerini anlatışı... Asi’nin vaadi... “akşam o güller solmadan yanında olacağım... söz”... Defne ile Kerim’i barıştırmak için yapılan planlar ne kadar işe yarayacak bilinmez ama bu vesile ile Asi ve Demir’de biraz şehirden uzaklaşma ve kendilerine vakit ayırma fırsatı yakalıyorlar. Asi’ye yine bir yüzük alan Demir’i, bu yüzüğü karısının parmağına takarken görebiliyoruz bu sefer... Tanrı yaşaması için ona ikinci bir şans verdiğinde sudan hayat bularak dünyaya tutunan... bir su çocuğu olan Demir’in Asi’ye ısrarla “su mücevheri” almaktaki kararlığını anlamak pek de zor değil... bir istiridyenin özenle, sabırla, herşeyden sakınarak içinde büyüttüğü inci gibi , Demir’in kendi kalbinde , ruhunda büyüttüğü sevginin ta kendisini temsil ediyor o inci... kusursuzluğun ve mükemmelliğin sembolü, inci... masumiyetin simgesi, inci... doğadaki asaleti simgeleyen, inci... Kayalıklarda , başbaşa takılan yüzük çok daha anlamlı geliyor... iyiki daha evvelkini görmemişiz dedirtiyor... bazen Asi ile T.Büyüküstün, Demir ile M.Yıldırım algımda birbirine karışıyor... masalımdan etkileniyor olmalıyım... bu basit çekim de algıda yanılsamalarım olanlardan biri oluyor ... Asi ve Demir , yeterince Asi ve Demir değillermiş , sanki Büyüküstün ve Yıldırım oradaymış hissi veriyor görüntülerin inanılmız içtenliği bana... Bu nedenle... işte sadece bu nedenle kayalıklarda verilen o öpücüğü sakınıyorum anlatmaya... Vakıflı... gece... düğün eğlencesindeler... genel geçer şeylerden konuşuluyor... Defne ile Kerim’in düğünlerinden bahsedilmesi ile Demir kendi düğünlerini hatırlıyor... “Bizim düğünümüz... yarım kaldı” derken gözleri Asi’nin gözleriyle buluşuyor... hüzün sarmalarken yüzünü, Asi uzanıp mandalinayı ayıklayan ellerini tutuyor, herkesin içinde onun yüzüne dokunamayacağı için... güç vermek istercesine... bunun önemsiz olduğunu söylemek istercesine... O bir iş adamı... zaten güçlü, zaten kararlı, zaten korkusuz.... ve daha pek çok şey sayabiliriz... ama aynı şey değil... asla değil... sevilenden alınan güç kadar bizi tamamlayan bir şey var mı?.. olmazı olduran, varlığında çarpan, küskünlüğünde bölen, yokluğunda eksilten, gülüşünde arttıran... yok ... yok... onun için, Asi ve Demir birbiri için vazgeçilmezdir... birbirini tamamlayan oldukları için... Zorla kaldırıldıkları oyun havası kendi dünyalarına kopuşlarını hazırlıyor... kalabalıktan elenerek süzülüyorlar kendi dünyalarına... birbirleriyle her göz göze gelişleri bir davete dönüşüyor... Demir’in kolları Asi’nin etrafında halka halka... Asi Demir’in onun için açtığı kuytuda oynamaktan memnun... ezberi bozan bir dans bu... ilk danslarına hiç benzemiyor... sakın kendini sakınabilirsen... en olmadık yerlerde en olmadık şekillerde beni şaşkına çeviriyorlar. Bu bir oyun havası ama dünyanın en romantik danslarından birini yapıyor Demir ve Asi... Bir vals kadar zarif, bir tango kadar tutku dolu... Demir’in, dünya aleme “Asi, benim” diyen bir tavırla, karısının etrafındaki sarmal hareketleri, Asi’nin onun için dans edişi, Demir’in yüzündeki tükenmeyen gülümseme... Asi’nin hülyalı, beklenti dolu gözleri... birliktelikleri öncesinde bedenlerinin uyum içinde doğal salınımları, gözleriyle son kez sevişmeleri, platonik aşklarına veda gibiydi... ‘bir dans böyle olmalı işte’ dedirtti bana... çok geçmeden Demir teklif ediyor “gidelim mi artık?”... el ele masalarına yönelerek müsade istiyorlar o akşam için.. Misafirhane... Asi nin parmakları Demir’in yüzünde , boynunda, saçlarında... ensesinde... O kadar beklediler ki bu yakınlık için... birbirlerini koklayarak başladıkları temasları taşıp vahşi bir deniz gibi... dalga dalga vuruyor dudaklarına... acele etmek istemiyor gibiler ama durmaya da güçleri yok... Bir ara Demir’in o güzel yüzü ihtirasla çirkinleşiyor... Dudaklarının bir dargın bir barışık hamleleriyle , aşklarının hikayesini yazıyor Asi’nin dudaklarına... Demirin elleri, Asi’nin serbest bıraktığı saç örgülerinde... düğmelerinde... kemerinde... İlişkileri boyunca ilk defa aşkları gözlerinin, hayallerinin ötesinde artık... dudaklarında... Asi’nin dudakları nerede bitiyor, Demir’in dudakları nerede başlıyor... öpülmekten hırpalanmışlığına rağmen Asi’nin gözleri hala sevgilisinin dudaklarında... daha fazlası için sessiz bir yakarış içinde... Asi toprağından ayrılıp, bilmediği sulara yelken açıyor bu gece... rüzgarı aşk , suyu Demir ... “Demir... durmaz seninle gelirdim “ diyen kız işte tam da orada... onunla gitmeye hazır .. belki ilk defa bu gece ona hiç itiraz etmeyecek... belki bu gece ilk defa onun kendisine egemen olmasına izin verecek... belki bu gece ilk defa sorgusuz sualsiz kendini emanet edecek... bu gece, Asi toprak Demir su ... bu gece tapınır gibi... yağmur sabaha kadar yağacak , toprak suya kanacak... bu gece Demir, suyun dördüncü hali olacak... “Suyun üç hali var, dördüncüsü sensin” Ş. Erbaş 1995 |