Sample picture
 
41.bölüm , Demir’in hapisten çikmasina sebep olacak bir dizi olay ve heyecanlı sahneyi barındırmasına rağmen garip bir şekilde melankolikti. Bir evvelki bölüm, bütün olan bitene rağmen, Asi ve Demir’in birbirine olan güveniyle alabildiğine güçlü ve dinamikken, bu bölüm de onların birbirine uzak duruşları ve incinmişlikleri ile alabildiğine ağırdı. Bende olan biteni onların incinmiş gözleriyle izledim...

Demir görüş odasını terk ettiğinde nerede yürüdüğünün farkında mıydı? Hiç sanmıyorum. Ayakları onu bir yerlere götürüyordu ama nereye? Asi’nin ona güvenmediği bir dünyada nereye gidebilirdi ki zaten, dışarıda olsa ne farkederdi, üstüne kapılar kapansa ne... Ya asi, Demir onu bıraktığında artık nerede olduğunun farkında mıydı? “O” anlara geri dönülebilse, acaba Demir’le aynı konuşmayı tekrar yapar mıydı? Neden pişmanlıklarımız bu kadar dönülmez, geri getirelemez şeyler içindir?
Eğer durum tam tersi olsaydı ve Asi benzer bir suçlamayla karşi karşiya kalsaydı acaba Demir’in Asi’ye olan güveninde bir anlık bile olsa bir çözülme olur muydu yoksa kayıtsız şartsız Asi’ye güvenmeye devam eder miydi? Bu sorunun cevabı o kadar net ki... Acaba Demir’de nikah masasında tanımadığı birine mi evet dedi?

Asi henüz genç ve her ne kadar biz onu sağlam duruşları ve ilkeleriyle tanıdıysak da daha alacak çok yolu var. Belki de hayatında ilk defa inandığı gerçeklerin ardından gidemedi, sağlam duramadı, bu gerçekleri savunamadı. Çünkü, Demir onun en hasas tarafı. Şu anda dudaklarımda gülümseme, Demir ile Asi’nin bir sahnesini hatırlıyorum. Hani Demir’in Paris’den dönüşünde kumsalda buluştukları sahne. Orada biraz da abice bir tavırla nasihat vermemiş miydi Asi’ye atından bahsederken, “sevdiklerinden bu kadar kolay vazgeçme” diye. Demir, umalım ki Asi’ye yine aynı tavırla yaklaşsın.

Demir’in hapis günlerine tepkisi olan uykusuzluğu beni en çok etkileyen şeylerden biri oldu. Kendimize hükmedip bilincimizi etkileyebiyor ve pek çok şeyi firenleyebiliyor, kontrol altında tutabiliyoruz ama içimizdeki “biz” böyle tepkiler vererek her şeyin elimizde olmadığını hatırlatıyor. Özeline ve özüne bu kadar düşkün olan Demir hapis hayatına başka nasıl tepki verebilirdi... Güvensiz bir ortamda kendini bilinçsizliğe, uykuya bırakabilir miydi? Yerinde yakalanmış ve ince işlenmiş bu detay hepimizi derinden etkilemedi mi?

Asi’nin evlerine sığınması ve orada huzur bulmaya, Demir’e yakın olmaya çalismasi ne kadar doğal ve kızsal geliyor. Demir’le birlikteliğine ait olan her şeye ve en son şeye (nikah defterine) tutunması nasıl dokunuyor bana. Asi’den böyle duygusal hareketler görmeye alışık değiliz. Herkes Asi’yi ısrarla babaevine dönmeye ikna etmeye çalisirken nasıl oluyorda aslında oradan beslendiğini, sadece evlerinde olabildiği için ayakta kalabildiğini farketmiyorlar.

Asi’nin Melek’in peşine takılarak görüşe gidişinde Demir’in yüzü duvar gibi, göz göze bile gelmekten kaçınıyor. Asi ise tedirgin, ürkek. Demir’in Asi’yi yok sayan tavrı ne kadar incinmiş ve uzak durmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Melek onları yanlız bıraktığında bir adım atarak uzaklaşiyor ve iyice yanına alıyor Asi’yi, yüz yüze bile durmak istemezcesine... sonraları dayanamayıp, önce başiyla ardından gövdesiyle Asi’ye dönse bile uzlaşmasız tavrından taviz vermiyor... Her ikisinin elleri ise başka bir alem... Belki işi ellerine bıraksalar çoktan barışmışlardı. Çünkü sadece bir dokunuşa ihtiyaçları var... Demir “Beni beklemen anlamsız” derken yine göz göze değiller... Bu kez gözlerini kaçıran Demir. Ama sonunda Asi’nin sabrını taşirmayı başarıyor. Asi, yataklarında ağlayan kız değil artık... Kartal kanatlarını bir kez daha takıyor... Asi kimseye boyun eğmiyor, ona bile... “...her gün gelmeye devam edeceğim, sen de bunu bil”...

Demir biraz daha onun yanında kalsa, “dayanamayıp ona sıkı sıkı sarılacağını” bildiği için ... gidiyor. İstenmenin hazzı inanılmaz... dayanılmaz... Demir’in yaralarını iyileştirmeye başlayan şifa gibi Asi’nin başkaldırışı.

Demir’in esaret günlerinden geriye birde küçük demir pencereden bakışları kalacak aklımızda. Umuda açılan o penceredeki kadar bile değildi özgürlüğü, gözleri Asi’yi aranırken serbest kaldığında. Asi’nin yokluğunuda evlerine girerken nasılda yapa yalnızdı... Yataklarında otururken ne kadar kayıp bir halde... Ellerini mi ovuşturuyor , düşüncelerini mi ... Birbirlerine karışmışlar... Uzanırken ne kadar korunmaya muhtaç... içimiz acıyor... ellerini karnının üstüne koyup tek ayağını yerde bırakırken, hemen kalkıvercekmiş gibi.

Demir tekil sahnelerinde her zaman çok başarılı zaten ama bu noktada Asi ‘nin en duyarlı bireysel çalismalarindan biri geliyor. İhsan’ın Demir’in çikisini haber verdiği – Asin’in çantasini topladığı – görüntüler. İlaçlarını sandığın üstünden kaparcasına alıp, çantasina tıkışındaki telaş, kesik kesik hıçkırıkları, o anda neler hissettiğini kuşku duyulmayacak bir şekilde bize yansıtıyor. Böyle bir anda insanın aklından neler geçer, bu sevince insan nasıl katlanır. İşte böyle ağlayarak ... Çünkü artık yüreğin dayanacak gücü kalmamıştır... Asi’nin dayanacak gücü kalmamıştır.

Asi’nin Demir’i uyurken bulduğu sahne... Yatağa oturuşu, ona dokunma ihtiyacı ile saçlarını okşayışı, Demir’in yüzünde gezinen bakışları... Biri uyurken bile ikisinin arasında gidip gelen o akım... Keşke Asi o kağıdı bulmasaydı diye isyan ettiriyor bize... Asi Demir’in ondan ikinci kez “vazgeçiş”ini, elindeki kağıttan okurken, Demir uyanıyor... Bu kadar yakın ama ne kadar uzaklar artık birbirlerine...

Karşilıklı bu incinmişliklerinin altından nasıl kalkacaklar? Bu da senaristlerin işi değil mi !