Döne döne yolunu buluyor sabunun içine doğru... seneler... unutturamamış... umuda dönüyor yılların beklemişliğinde altın... Birilerine umut olmak için dönüyor o geleneğe... Bir başka sabun merasimi o anda İhsan’ın gözlerinde... bu arada Cemal Ağa yetişebiliyor tören bitimine... İhsan’ın canını acıtsınlar umursamaz, ama torunu Asiye... ona elleşemez hiç kimse. Nasıl torununu işçisi yapar Demir kendisine...
Kendinin de, damadınının da öfkesini firenliyor Cemal Dede. Torununa da yetişiyor dönüp hafifçe geriye... “Başını dik tutacaksın Asi.. her zaman... her koşulda.” Karşılarındaki ortak düşmana karşı aynı tarafta ... Cepheler değişiveriyor bir anda. Zamanı değil şuan... yeride de değil hesaplaşmanın. Damadı da dahil herkese bereketi bol bir yıl dileyip, yönlendiriyor torunlarını ve tabi Asiye’yi Kozcuoğlu çiftliğine. Gençler önden, yaşlılar peşine çıkarlarken merasimden, Melek şaşkın... hani “sonra konuşuruz” demişti Defneler... nereye gidiyorlar. Takip ediyor gidenleri, abisinin itirazlarına rağmen... kızlara yetişemiyor ama, kendini tanıtacak fırsatı buluyor İhsan’a. Kaç ‘Melek’ tanıyor İhsan hayatında acaba. Ama e.min bu Melek, ‘O’ Melek... hayatını altüst ettiği çocuklardan biri o... annesine kıyan Asi kadar suçlu bu adam da, bu kızın karşısında. İhsan’da durduruyorum görüntümü... onun vicdanı ile hesaplaştığı bu anda. Ne kadar isterdi, daha güçlü olabilmeyi babasının karşısında. Aradan geçen zamanın olgunlaştırdığı ve yoğurduğu İhsan, onursuzlukla suçluyor genç İhsanı’ı vicdanında. Doğru bildikleri yüreğinde... zayıf olan için... haksızlığa uğrayan için... mücadele edebilmeliydi zamanında. Melek durmuyor devam ediyor anlatmaya... bahsediyor nasıl tanıştıklarını Defne’yle İskenderun’da. İhsan’ı kendine getiriyor bu sözler. Daha neler duyacak bugün... Dünyadan haberi yok... O nasıl bir baba! Asi’yi görüyoruz.. bir hamlede tırmanıyor çiftliğin merdivenlerini... koşar adımlarla kendini zor atıyor odalarına... kapaklanıyor yatağa... hıçkırıklar geliyor peşisıra. Çok mu şey bekledim diyorum Asi’den, o ağlarken... O, neleri yapabilecek güçteyken, neden bu kadar bekledi... neyi bekledi? Babasının senetlerini Demir’in aldığını kızının ağzından duyması daha iyi değil miydi? Yalanıyla babasını daha zor bir duruma düşürdüğünü, bu konuda babasını hazırlıksız, savunmasız bıraktığını, neden görmedi? Neriman , Gonca ve Ceylan’ı, Cemal Ağa ise Defne’yi sorguya çekiyor. Ailede olay yavaş yavaş ortaya çıkıyor. İhsan, Neriman’ı son kez uyarıyor... Kızlarının o çiftliğe bir daha gitmelerini istemiyor. Kozcuoğlu çiftliği anneli babalı bir fırtınayı yaşarken... annelerini bir fırtınada kaybetmiş iki kuşun birbirine sokuluşuna ve ısınmaya çalışışına tanık oluyoruz. Demir, kardeşini, annesinin mezarı başına götürüyor. Gökyüzünden yere hüzmeler halinde güneşin ışığı vuruyor, ama aydınlatmaktan uzak o günü, hüzün düşürüyor. Yakışmıyor o gençler mezarlığa... çıkın diyorum oradan hemen... çıkın... geçmişteki güzellikleri bulmaya çalışın hayatınızda. Biliyorum çok az... biliyorum çok güç... ama illaki vardır birşeyler hoşlukla anılmaya... Derken Melek soruyor Demir’e... bana onu anlatsana biraz. Anneyle paylaşılan o ev.. yazmanın altından taşan lüle lüle saçlar... akşamları başucuna bırakılan yarım bardak sular hatırlanıyor... “O gece unutmuş” diyor Demir.... nasıl acıyor içim... “O gece vazgeçmiş” demeye dili varmıyor... Annenin son sabahı... onları tekrar bulana kadar, Demir’in hayatından bütün gelincikleri koparıyor. Yalnız bırakılan bir dal gelincikten daha farklı değil yalnız bırakılan bu iki yavru kuş o iki taş arasında. Birlikte olmaları... yakınlıkları... düşkünlükleri... yapayalnızlıklarına fayda etmiyor. Yarım bardak su da fırtınalar kopuyor aynı şehirde... bir genç kızın yüreğinde... nasıl alacak babasının gönlünü... kapısına gitmek... yalvarmak o saatten sonra, fayda eder mi... etmez elbette. Kilide de gerek yok... sessizliği bekletirken Asi’yi İhsan’ın çalışma odasının eşiğinde. Çok geç o ‘konuşabilir miyiz’ için... çok geç o ‘lütfen’e... Kamera keyifli bir çekimle... minik tepelerin ağaç kaplı yamaçlarını, gerilerdeki dağları, suda yansıtarak süzülüp geliyor iki kardeşin görüntüsüne. Anneyi bırakmışlar huzur içinde... Antakya’yı gezdiriyor belli ki Demir kardeşine... bir gelincik gibi renkli, parlıyor Melek, kızıl şaçları ve şalıyla o görüntüde. En az bir gelincik kadar da narin, koparılmasın sakın... yaprakları dökülür insanların elinde. Ama abisi yanında... her zaman onunla, ağlamasına bile dayanamaz değil ki koparılışına. Sarılıyor sıkı sıkı canına... boyalı kuşları değil mi onları buraya getiren... artık onun yanındalar... artık hep iyi olacaklar... bundan kuşku duymamalılar. Melek farkında... değişiklikler var onda.... herşeyi değişmiş Demir’in... ençok da gözleri... bakışları. İstediği kadar kaçırsın gözlerini Demir, çizgi haline gelmiş göz kapaklarında titrek, gizlensin bakışları... tüm heybetiyle gülümserken ağzından yukarı, ne mümkün saklayabilmesi böyle bir farkı. Melek sadece hissediyor olabilir, ama e.min biliyor ondaki Demir’e başkaldıran aşkı. Gözlerini araladığı o an var ya o an... Asi göz kırpıyor Demir’e tatlı tatlı. Kabul eder mi öylesine... etmez, edemez aşkı. Ama bütününe yansımasına, Demir’i karanlıklarında ışıldatmasına mani olamaz... “Yapma Melek...” diyor... “Neysem oyum işte!”... haklı... Onda, ateşi görünce kora dönen bir demir yürek saklı. Melek hatırlamıyor buraları... sanki çocukluk hafızası silinmiş gibi. Ama Demir hatırlıyor... biraz... biraz... biliyoruz ki her boş vaktinde... toprağı, taşı, suyu hatırlamaya çalışıyor çocukluğundan kalan. Kalkıp abisiyle beraber oturdukları kayadan uzaklaşıyor nehre doğru Melek. Demir kardeşinin hassas ruh halinin... ona sırtını dönüşünden, biraz yalnız kalmak istediğinin farkında. Bilmez mi onu... kendi de aranmaz mı böylesi yalnız kalışları ruhunda. Demir başka bir yalnızlığa kayıyor başını yerden kaldırdığında. Asi orada... o da yalnız... sertçe yere basan adımlarında... dik tutulan başta... yapayalnızlık var onda da. Biliyor ki babasıyla sorunlar yaşıyor Asi... babasının ruhsal yakınlığı olmadan yapayalnız o anda. Orada birileri olsa da Demir’e bakışlarını anlatsa... Geçmişin izleriyle kırışmış alnı gevşeyiveriyor anında. Kalp atışları artıyor ve daha fazla havaya ihtiyaç duyuyor böyle anlarda... aralanıyor o dudaklar... Asi’nin içinden geçtiği havayı taşıyorlar vücuduna. Bir hamlede kayadan kalktığının ve ona doğru yalpaladığının farkında mı acaba.. istemsizce onun peşi sıra attığı o bir kaç adımda. Asi için dünya buğulu bir yeşillikten ibaret o anda... içinde Demir’i barındırsa da ruhsal karmaşasında farkında değil çevrenin... odaklanmış... varmaya çalıştığı sığınağına. Babası ona yüz çevirmiş... Asi nasıl dayansın buna. Göz yaşları ilk hırçınlıktı... kızgınlık var şu anda ruhunda. Kendine... talihe... ve Demir’e. Onu böylesi çaresiz bırakan, babasını üzen, Demir’e. Eteklerini toplayıp üzerine çıktığı kayaya otururken gözleri suyun ötesindeki Demir’in görüntüsünde. Elleri, göğsüne çektiği dizlerinin üzerinde... huzur bulduğu bu yerde bile Demir bıkakmamış peşini baksanıza... düşüncelerinde. Nasıl kurtulacak bu adamdan... toprağında... evinde... işinde... yüreğinde... Nasıl karıştırdı onun yaşantısını Antakya’ya gelişiyle. Dudakları aşağı sarkmış, gözler artık suyun derinlerinde... Bir hışırtı dikkatini çekiyor Asi’nin... geride. Nehrin çekildiği yerlerde kurumuş sazlıkların arasından biri geliyor Asi’ye. Görür görmez geleni, soruyor kendi kendine... Bu adamdan kurtuluş yok mu ne?.. Kafasında onunla uğraştığı yetmiyor sanki, birde kendisi peşinde. “Beni mi izliyordunuz?”... evet onu izledi Demir... yürüdüğünü gördü ve izledi sadece. Yalnız kalmak için geldi Asi oraya... ama zaten tam da bu nedenle Demir orada. Tanır ‘yalnız bırakılmayı’... tanır ‘çaresizliği’. Onun yalnızlığına... bu yalnızlıkta birkaç nefes paylaşmaya geldi yanına. Yalnızlıklar incitir Demir’i... hele bu kızın ki... bütün düşmanlık çabalarına rağmen, Demir müsade edemez yüreğini ısıtan bu kızın gözlerini kaplayan bulutlara. Olanaklı mı umursamaması... rahatsız ediyor olduğunu çok iyi bilse bile, demir gücünü hissetmeli bu kızda yanıbaşında. Burası Asi’nin çocukluğundan beri gizlendiği yer. Asi yosun gözlerini çevirip bunu Demir ile paylaştığı an, onun gizlerine sızdığını da itiraf ediyor aslında bu adama... artık yalnız değil sığınağında. Demir’in göğsündeki sıkışmanın hiç bir izi yok yüzünde... Demir’den iyi kim bilebilir... kimse gizlerimize sızamaz biz müsade etmediğimiz müddetçe... Düşman onlar görünürde ama Demir bu sığınakta Asi ile birlikte... Bedeli yok... karşılığı yok bunun... parayla satın alınamayacak bir başka şey bu Demir içinde. Onun saklanacak yeri hiç olmadı ne küçüklüğünde... ne de büyüdüğünde... Asi’ninse doğduğu andan beri... kendi ve ruh eşi için bu iki kişilik sığınağa sıkı sıkı sahip çıktığını hissediyorum içten içe... Bu sığınağın muazzamlığı... kolayca değil ama önüne geçilemez bir biçimde doğalca alacak oluşundan geliyor Demir’i de içine. Asi... hiç üzülmüyor!.. Demir için üzülmesi mi gerekiyor?... Bu sığınakta Demir... bilmeceler çözmek zorunda kalıyor... tersine akan bu kız yoksa onun için üzülebileceğini mi söylemek istiyor... Biliyor, birlikteyken yürükleri delice çarpıyor... biliyor, onu utandırıyor, bunu yapabildiğinde göğsü kabarıyor... bildiklerine yeni şeyler mi ekleniyor... onu üzmeyi mi başardı... insan ancak sevdiği biri için üzülür... bu kız ne demek istiyor?.. Kabullenmekte zorlandığı... ne olduğunu anlamadığı içinde, bir oyun gibi sürdürdüğü bu ruhsal karmaşada ciddi birşeyler oluyor. Asi için kaygılanıyor... Asi için üzülüyor... bu ne demek oluyor? Ailesi için, Asi için zor günler... bu günlerin nedenlerinden biri de hiç kuşku yok ki Demir. Gidecek zaten... daha fazla rahatsız etmeyecek. Asi’nin gözlerine bir kaygı oturuyor bu anlarda .. gerçekten dediğini yapar mı Demir yoksa... gider mi? Demir devam ediyor konuşmaya... “Başkası da aynı şeyi yapardı...” İhsan’ın yürümeyen işlerinin tek sorumlusu da Demir değil... gerçek bu... kabul etmeli Asi... Konuşmanın sonuna geldiklerinin farkında Asi... uzaklara dalmış gözlerini çevirme ihtiyacında ona... bakmalı... bu içgüdüsel tepkinin bir yansıması Demirde... tersine... Asi’ye dalmış gözlerini çevirme ihtiyacında yere... bakamaz... onu bırakmamasını isterken “Umarım anlaşmamıza sadık kalırsınız...” sözleriyle. Bir heyecan... bir inanmazlık Asi’nin gözlerinde... Demir’i doğru mu duyuyor... bu adam ona “Bana ‘gel’meye devam et... lütfen” mi diyor... Kendine kapanışında... dirseğinden omuzuna çıkan parmaklarında... bu ele ihtiyaçmışçasına uzanan yüzünün dokunuşlarında Demir’in sözleri... Demir’in izleri dolaşıyor. Akşam... Doğan çiftliğinde kardeşler diz dize oturmuş, sohbet ediyorlar... uzak kalmış Demir kardeşinden... onun kendini kucağındaki meyvelerle besleyişini seyrediyor... Kerim karşılarında... tatsız...keyifsiz otuyor. Istanbul’dan, kızkardeşinin arayışı ve ‘tanışma’yı soruşu ise Kerim’in sinirleri iyice geriyor... Kötü bir şey yok olan da... yaşananlar manasız geliyor... Süheyla Hanım nasıl küçümsedi defneyi... Kerim Defne’yi İskenderun’a götürdüğüne pişman olduğunu itiraf ediyor... Demir zaten gelişmelerin hızından... Kerim’in bu kadar süratle hareket etmesinden rahatsız... sesiz kalmayı tercih etsede akşam boyunca, bir kaç söz söylemeden duramıyor... Belki de teyzenin sezgilerini dikkate almalı Kerim... belki de Defne’de doğallık, saflık gibi görünen şey... sığlıktan başka bir şey değildir... Aşk’tan da ne anlar ya... bu konuda ahkam kesecek son kişi, aslında bu Demir... Gözlerini yere çeviriyor yine... Asi’ye çeviriyor... o kadar yabancı değil arkadışının yüreğini yakan duygulara... eğer Asi etrafındayken hissettikleri bir göstergeyse... .... ..... Kozcuoğlu Çiftiliği... Gece yalnızlıklarında nasıl geçiyor bilinmez... ama ertesi sabah, ilk kez İhsan günaydın bile demeden evden çıkıyor... Asi... Asi de kararlı bu kez... babasıyla konuşması gerekiyor... Doğan Çiftliği... çetin cevizler... al narlar arısından görüntü kahvaltı etmekte olan gençlere kayıyor. Arif Efendi geliyor... elindeki patiska torbada, dün dökülen sabunları taşıyor. O altına adını bilerek mi koyuyor... Melek Hanım’a bir ‘emanet’ getiriyor... Melek’in elinde altını sakladığını düşündüğü sabun... abisine döndüğü an durduruyorum sahneyi... Demir’in en huzurlu gülüşlerinden biri ekranımda kalırken, o altının kaderine aklım takılıyor. Demir ve ‘emanet’i diye düşünüyorum... Demir’i... Asi’yi... duymaya duyarlaşmışım... oysa bu andan bana ulaşan fısıltıları çözemiyorum. Demir’de tamamen bihaber bu fısıltılara... ona kadar ulaşamıyorlar belli ki... bunu açık seçik yüz ifadesinden anlayabiliyorum. Ne söylemeye çalışıyorlar bana ulaşan fısıltılar... bu gereksiz sahnede... gidip gelip oyalanıyorum. Bir türlü öteye gidemiyorum... bir akşam boyunca buraya geri gelip duruyorum. Sonunda pes ediyorum... biliyorum ki gün gelip bana kendini duyuracak ama şu an değilmiş benim zamanım. Gözümün görebildiği tek şey... gözümüzün göremediği pek çok saklanılmışlıkta saklı oluşu hayatımızın. Süheyla’nın boynunda gözleri önündeydi o altın bu iki kadeşin hayatında... ama altın o sabun kazanına girdiği andan bu yana farklılandı... ve ben bunu farkedebilmenin ötesine geçemiyorum bu anda. “Mahsuru yoksa, kalanı İhsan Bey’in çiftliğine götüreceğim” diyor Arif... Olur alıyor patronunun gözlerinden... ama Melek müdahale ediyor... o götürmek istiyor... Dursun bakalım biraz kardeşi... Demir daha buranın geleneklerini henüz öğrenemedi... Kerim’in dikkati Demir’in üzerinde... böylesi basit bir olayda bile Kozcuoğullarıyla araya konan mesafede... dikkatinden kaçmıyor... ve bunu anlamıyor. İstanbul’daki işleri bahane ederek, oralardan uzaklaşmak istiyor. İki arkadaş arasında büyük ihtimal ilk defa böylesi bir ayrı düşüş yaşanıyor. Demir şaşkın... bir sonraki gün birlikte katılacakları enerji yatırımı toplantısının önemini vurgulayarak Kerim’i sorguluyor... ama Kerim kararlı... Demir onsuz da idare edebilir... kalkıyor masadan. Demir durabilir mi, hemen takip ediyor onu ardından. Evin merdivenlerinde yakalıyor dostunu... sesleniyor... sorun ne... anlamıyor? Sorun morun yok!!! ... Öyle mi??? ... O zaman, neden bu gerginlik ki... Kerim’in kaçışı merdivenlerden aşağı doğru devam ediyor... Demir peşinde... farkında dün akşamdan biraz fazla üzerine gitti arkadaşının... hatırlatmaya çalışıyor... bunlar Demir’in her zamanki düşünceleri, farklı bir şey söylemiyor. Alışık zaten arkadaşı ama bu yetmiyor... sanki Kerim orada Defne için değil de Asi için savaşıyor... sözler... gözlerinden birbirini okumaya çalışışlar arasında, Demir’i yatıştıran bir söz geliyor... “Sen ilk kez gördüğün birinden hiç etkilenmedin mi...”... Etkilenmek mi?.. Yağmasında bu duyguların... aşk denilen şey!.. bu şey!.. ... Ama aşktan bahsetmiyor Kerim... Bütün genellemelerin dışına taşıyor işte ‘O’na bir isim vermek... aşktan değil... Demir için ‘Asi’ den bahsetmek. Kerim korkmuyor aşka adını veriyor... ‘Defne’ diyor... Defne...Yüreğindekilere açıkça mana veremiyor belki... hala belirsizlikleri var belki... ama Defne’nin onun üzerindeki etkisini kabullenmeye korkmuyor... anlamaya çalışıyor. Anlamadığı ise Süheyla Teyzesi ile Demir’in sakladıkları... şu anda kendi gözlerine bile bakamayıp kaçıran arkadaşının geçmişten bu güne taşıdıkları... paranoyakça belki ama bu nedenle Defne’ye kötü davranışları. Demir biliyor dostu haklı. Kerim ve Defne sırtlamak zorunda kalıyor hiç alakaları olmadığı halde Süheyla ve Demir’in geçmişten gelen sırlarını... onlara böyle bir haksızlığı yapmaya hakları var mı? Kerim’i kendine getirmeye... sorgulamaya çalıştığı böylesi bir konuşmada kendini sorguladığı bir köşeye sıkışıyor Demir... intikamında tökezliyor Demir. Kadere bakın ki... ilk sözleri yine ‘Asi’oluyor bundan sonra... Kerim’in ayrılmasıyla yanına gelen Arif kahyaya soruyor... “Asi bugün geldi mi?”...Öğreniyor ki gelmemiş... hatta onun ilgilenmesi gereken sürüyle de kahyası ilgilenecek miş... Kan beynine çıkıyor bir anda... “Git çağır... işini bıraktıysa da haberim olsun!”... Bıktı bu asi kızın asiliklerinden... nasıl karşı koyabilir ona. Asi babasını arıyor yana yakıla. Tarlada buluyor onu... sulama kanalı gibi bir şeyler olmalı... geniş boruları tamir etmeye çalışıyor İhsan bu hırsla. Tek başına olmayacak kadar ağır bir iş... ama işçilerden de yardım istememiş, Asi’nin yardımını da kabul etmiyor... itiyor onu kızgınlıkla. Asi alışık değil babasından böylesi davranışlara. Özür diliyor... biliyor, Demir Bey’in çiftliğinde ondan habersiz çalışmamalıydı... İhsan’da ona kızmakta çok haklı. İhsan’ın hayal kırıklığı öfkesinden büyük... O hiç bir şeyi başaramamış olabilir hayatta ama sanıyordu ki kendi gibi bir kız evlat yetiştirdi... tek başarısı bu olsa bile, onun hayallerin, başarılarına geçit vermeyen bu anıt dağlar arasındaki vadi yaşamında... Asi ile övünüyordu o... onun gibi başı dik, boyun eğmeyen bir evlatla. Asi’nin tek düşündüğü topraklarıydı... topraklarını korumaktı... o babasının övüneceği asi kızı hala. İhsan nasıl kabullenebilir... sorguluyor... babasını ezerek mi koruyacaktı topraklarını Asi... babasından gizli gidip başka çiftlikten iş isteyerek mi koruyacaktı. Ama düşündüğü gibi değil hiç bir şey. Arif geliyor baba-kızın yanına bu arada... haber getiriyor Demir’den... Asi Hanım’ı sormuş, Bey’i... Gelecek mi... gelmeyecek mi?.. ‘Demir’ ismi... İhsan’ın en son duymak isteyeceği... ama duyuyor işte... üstelik küstahça çağırıyor Asi’yi... İhsan’ı çileden çıkarıyor bu... hırsla saldırıyor bu sefer aynı hırsla üstünden çıkardığı yeleğine... giyiveriyor bir çırpıda... Demir’in konuşacağı kişi İhsan aslında. Asi müsade edemez babasına, karşı çıkıyor önüne dikilip, dinlemeli onu İhsan enine boyuna. İlk konuşulması gereken şeyler dökülüveriyor sonunda orada İhsan ve Asi arasında... Demir’in önerdiği iki yıllık anlaşma... evi – tarlaları karşılığında Asi’nin çalışması buram buram şüphe kokuyor... nasıl kanar Asi böyle bir anlaşmaya... nasıl kanar böyle bir kumpasçıya. Bu durum neden bu hale geldi... adımlarının gerisini, ötesini göremeyecek durumda kızı şu anda. Demir neden böyle bir yola saptı... bunu hiç sorgulamadı mı Asi. “Başka çaremiz var mıydı?” diye çaresizliğini vurgulasada... bu durumun bu hale gelmesinde Asi-Demir faktörünün etkisini biliyoruz hepimiz nasılda. O ‘Asi’... karşısındaki de ‘Demir’ olmasaydı... herşey farklı bir noktada seyredecekti bu intikam oyununda... Demir olduğu için çalışmayı kabul etti Asi... ve... Asi olduğu için işçisi yaptı İhsan’ın kızını Demir... engelleyemedikleri yakınlaşma ihtiyacına bir kılıf aslında. İhsan’ınsa korkuları... endişeleri başka... Sesi değişiyor “Sana ne anlattı?.. benimle bir derdi mi varmış?..” derken. Ne anlatabilir ki İhsan ile ilgili Demir... Asi’nin yarım yamalak anlamlandırabildiği kadardır İhsan’a aktarabildiği. Asi babasına haber vermediği, gizlediği için üzgün sadece... yoksa çalışmaktan hiç utanmadı... Gecikmiş bir izini istiyor babasından Asi... sıcacık sarmalayıp onu... yüreğinden kopmasada sessizliğinden koparıyor o izni... Demir çiftlikte o sabah... evin yanındaki çardakta ağırlıyor görüşeceği iş adamlarını... Elektrik santralleri üzerine konuşurlarken onlar birden duyulmaya başlıyor çıngırak sesleri... Asi’nin çiftliğe aldırdığı sürü görünüyor uzaktan... adamlar yanlarında idare etmeye çalışıyorlar inekleri... Demir açıklama yapma ihtiyacı hissediyor... “Çiftliğe sürü aldırmıştım... sanırım sürüyü getirdiler”... Jetten inip süt sağmaya mi gidecek Demir Bey?!... Birinin aklına uyup aldı sürüyü... ama o biri geçip giderken arkasından sürüye doğru... yüzündeki ifade Asi’nin sadece Demir’i süt sağmaktan kurtarması değil gibi... Bilmez mi onunla çalışmak için Asi’nin babasına karşı verdiği mücadeleyi... duyurabilmiş olmaktan mutlu, satır aralarına sakladığı ‘gel’lerini... ve Asi ona geldi... Gelişinin ardında yatan senetler umurunda değil... o gelişi kendi kabullendi. Sürü kontrolden çıkıyor bir ara rahatsız ediyor misafirleri... ama burası Asi’nin çiftliği... umurunda değil bu adamların işi... Demir bekliyor gibi böyle bir şeyi... sallanıyor başı hafiften, esir etmiş Asi onun dudaklarında bir gülümsemeyi... “Hadi anlat anlatabilirsen e.min’e...” diyorum Demir’e... “Bu gülümsemeyi yüzümde sabitleyen kızdan hiç etkilenmiyorum...” de şimdi. İşçiler köprüde çalışmaya devam ediyorlar... çok işi kalmamış artık... tamir işi bitmek üzere. İhsan’ın da uğrak yeri bu gün köprü... eller ceplerinde... kendisi o köprünün geçmişinde... geri döndürülemeyen yaşanmışlıkların bugünki etkisinde. Korktukları baştan beri başına geliyor... Demir’in öfkesi nasıl da çocuklarına kadar varıyor. Asi bu öfke yüzünden kendi topraklarını bırakıp, Demir’in çiftliğinde bir işçi olarak çalışıyor... Bunu kaldırabilir mi İhsan... zorlanıyor. Uzaktan yaklaşan Demir’in arabasıyla güne geri geliyor... kendini frenleyemiyor ve Demir’in arabasının önüne çıkıp onu durduruyor... Demir bunu beklemiyor... biraz da yaşlı adama zarar vermiş olabileceğini düşünerek arabadan çıkıyor... “İyi misiniz?”... olmadığı kesin... biraz arabada oturmasını teklif ediyor. İhsan’ın umurunda değil oturmak falan... Asi’yi geri istiyor. Asi ve Demir için olduğu kadar senin içinde çok geç diyorum içimden... kızın başka ufuklara kanat açıyor. Ama İhsan’ın bu kanatlanışta gördüğü esaret sadece... çırpınan kalpleri henüz sezemiyor. Demir’in aklıselimine ulaşmaya çalışıyor... “Para pul çözüm mü oğlum”... Demir farkediyor mu bu sahiplenişi... nasıl algılıyor... geçmiş artık İhsan’dan taşıyor... “Yeniden mi yazacaksın hayat hikayeni?”... Yazamaz... keşke yazabilse Demir. Ama kuralların değiştiği bir zamandalar artık... eskisi gibi değil. Adalet terazisi hiç bir zaman tartmıyor adil... bunuda kayıpları pahasına öğrendi Kozcuoğullarından, Demir. Yeni sürü özel bir bölmeye alınıyor... Asi hepsini tek tek kontrol ediyor..bu arada çevre köylülerden biri, uçamayan atmacası için Asi Hanım’dan yardım istiyor... Asi anlamaz yırtıcı kuşlardan... ama herşeyin bir ilki vardır... ilgileniyor. Asi’yi görüyoruz dik bir yamaçta... Atmaca ile ilgileniyor... ilk defa avcı bir kuşun yüreği avuçlarında attırıyor. Nasıl güzel... nasıl heyecan verici... O narin yüreği... o ipek tüylerin sarmaladığı gücü hissedebiliyor. Koluna korkusuzca tüneyen, gözlerini alamadığı bu hayran olunacak yaratık gününü başkalaştırıyor. Demir’in dikkatini çeken nedir tepelerde... çekiyor bir şey işte... onu görüyor. Asi bir mıknatıs gibi onu çekiyor... arabasını durdurmakta ve özgürce uçan kuşu takip eden Asi’ye gitmekte bir sakınca görmüyor... Ne kadar uzaktan farketti Asi onu, bunu ancak kendi biliyor... ama atmaca’nın peşi sıra o da Demir’e yönleniyor... Demir’in gözleri ara ara atmacada... ara ara Asi’de... dibine kadar sokulmakta hiç bir sakınca görmüyor. Başının hareketlerine odaklanıyorum bu karşılaşmalarında... Asi’yi öpermişçesine hafifçe eğiliyor... Gökyüzünde süzülen atmacanın zerafeti nasıl da onu izleyen bu güzelin gözlerinde yansıyor... “Çok güzel görünüyor değil mi?”... Demir’de aynen öyle düşünüyor. Bir an için yüzleri atmacaya aynı açıyla dönüyor... tek hedefte... birleşiyor... o güzelliğe odaklanıyor. Asi’nin gözleri Demir’e dönüyor. Hiç kuşku yok ki benim de ekranım bu görüntüde donuyor. Asi atmacada nasıl da kendi güzelliğini yanındaki bu adama gösteriyor. Ama Demir farkında mı... dünyanının bu en vahşi avcısı onun yanına bir suretini... bir başka dişiyi bırakıyor. Kendisi avlanıyor gibi ama aslında bu tecrübesiz dişi yüreğe av oluyor. Asi’nin gözleri atmaca’ya bakan Demir’in gözlerindeki gülümsemeyi nasılda kana kana içiyor... hep öfkesine alışmış onun... hep hiddetine... bu muhteşem ifade onu çarpıyor. Gözleri atmaca ile Demir arasında... yürek bir güzellikten bir güzelliğe gidip geliyor. Demir’in gözleri sonunda Asi’ye dönüyor ve artık bir tek onu görüyor. Ağrına gider gözlerinin bakarsa Demir başka bir yere... gözleriyle, çenesi arasında dolanıp duruyor. İlla dokunmak mı gerekiyor... Asi ona gelişi kadar onun şu anlarda... dokunamasada biliyor. Demir kendine ait yeni şeyler keşfediyor bu aralar. Herşeyin özünü görmeye özen gösterir, kendince dokunmayı... kendince hissetmeyi sever... ama doğa’da dişiyi böylesi vahşice güzel... ilk defa hissediyor. Dostuna verdiği akıllar... “Belkide doğallık sandığın şey sığlıktır” söylemi, biliyor ki işe yaramıyor. Gözünün gördüğünün ötesinde bu kızın gözleriyle kurabildiği iletişim onu şaşırtıyor... Alışık değil üstünde bir başkasının böylesi etkili olmasına... ve böylesi etkili olmaya aynı anda, sanıyorum bunu farketmiş olmakta onu sarsıyor. Bu kızı seyretmeyi sevdiğini, anlasada artık ağırdan alıyor. Onunla bildik yollardan birlikte olmaya çalışıyor... mesala onu evine bırakmayı teklif ediyor. Demir’in kendi kendine hesaplaşmalarında, Asi’de kendi payına düşeni alıyor. Alışık doğanın fısıltılarını duymaya... Demir’in onunla ilgili yaşadığı karmaşayı... bu neye eşdeğer bilmesede... onda ki davranışsal yumuşamayı... hissediyor. Onunda davranışları yumuşuyor... gözleri yumuşuyor... Asi yumuşuyor. Diklenmiyor sadece söyleniyor.... “Yürüyeceğim...” ... Demir biliyor ki “Uzun sürer ama!..”... Atmacanın sahibiyle gitmedi Asi... istese giderdi... yani onunla da gitmek istemiyor... Vahşi değil aynı zamanda ‘keçi’ gibi de inatçı bu kız... diretiyor tabi ki kararında ve binmiyor Demir’in arabasına. O inatla tırmanırken bu keçilerin bile zor tırmanacağı tepeyi... Demir’e ardından bakmak kalıyor. İhsan, kızı Asi’nin Demir’in yanında çalışmasından rahatsız. Elinden de gelebilen bir şey de yok. Hayatı boyunca savunduğu, tutunduğu değerleri bir tarafa bırakıyor... Asi’yi suçladığı duruma kendi düşüyor. Denize düşünce... çaresiz kalınca... yılana sarılıyor. Cemal Ağa’ya gidiyor. Borç istiyor. Ama bu derinlikte dibin ölçüsü yok... Cemal Ağa damadının dizleri üzerinde sürünmesini görmeden böyle bu borcu vermeye yanaşmıyor... Sürünseydi bile Cemal Ağa verirmiydi o borcu İhsana’a... çok büyük şüphelerim var ya... yinede... kızı için yeterince gayret göstermediği hissiyle... böyle bir eziklikle İhsan’ı zor duruma düşürüyor. Aslan hala Cevriye’nin peşinde... rahat bırakabilir mi... bırakmıyor... Cebinde sustalığı bıçağı... zehir gibi bir dil... çiftikler arasında dolaşıyor... elleriyle yaptığı keki Kozcuoğlulara götürmek üzere olan ama çiftlik yolunda kaybolmuş Melek ile karşılaşıyor... Aslan’ın hayatında prensesler gökten düşüyor. Melek, Aslan’ın yardımıyla Kozcuoğlularını buluyor. Görüyoruz ki, Neriman Hanım şehirdeki ahpaplarını ağırlıyor... lakin Defne’nin yüzü asık... Kerim, İstanbul’a döneceğini söylemiş... yüreğindeki kıpırtılar yalnız bu şehirde artık, biliyor. Melek’in ziyareti biraz havasını dağıtsada, çok bir şey değiştirmiyor. Zaten Melek’de üzgün... Defne’nin İskenderun ziyaretini İhsan’a söyleyerek zor durumda bıraktı herkesi... o da üzülüyor. Asi çiftliğe dönmüş... Arif kahya ile ardiyede çalışıyor. Ekinler için makina kiralamak lazım... kiralayanlardan bildiklerini listelemiş, Demir Bey’in karar vermesi için bekleniyor. Demir geliyor yanlarına bu arada... ne soracaklarsa sorabilirler şu an ona... Listede, Asi’nin dedesinin ismini... Cemal Ağa’yı görünce, bu senenin traktörlerinin, ondan kiralanmasına karar veriliyor. Demir’in buraya gelmekteki... Asi’yi aramaktaki amacı farklı... netleştirilmesi gereken bir konu var... soruyor... “Sen benim resmi çalışanım mısın... değil misin?”... Artık İhsan, Asi’nin yanında çalıştığını biliyor... yani... sorun kalmadı. Ama Demir böyle düşünmüyor. İhsan’la sabah ki karşılaşmasının tek bir izi yok gözlerinde... sesi de son derece kontrollü ama açıkça soruyor... “Baban çok kızmış görünüyordu!”... Asi’nin gözleri kaygıyla Demir’e dönüyor... Demir bunu nereden biliyor. “Sabah karşılaştık”... o karşılaşma için ne kadar yüzeysel bir tanımlama oluyor. Kontrollü yüz ifadelerinde... bir tek gözleri söz dinlemiyor... ısrarla birbirini arıyor. Asi soruyor... “Umarım onu daha da üzecek bir şey yapmadınız?”... Mımmmm... bu soru Demir’in gözlerine bir dikkat işareti yerleştiriyor... “Babanla ne alıp veremediğim olabilir ki!”... Asi bilmiyor tabi ki... o, Demir buralara yeni geldi sanıyor. Ama sabah babasının ... şimdi de Demir’in soruları onu işgillendiriyor. Eğer bir sebep varsa da bu yeni bir şey değil belli ki... Demir biraz daha deşiyor... “Geçmişten onu tanıdığımı mı düşünüyorsun?” Asi buna ihtimal vermiyor... babasını tanıyan hiç kimse ona böyle davranmaz... o kadar e.min ki. Demir gözlerini kaçırmak zorunda kalıyor. İhsan’a kötü davrandığını biliyor. Dayandığı eski konsoldan uzaklaşıp Asi’nin karşısına geliyor. Bir ihtimal... bir kapı... açık bırakılıyor... daha uzun süre beraberler... belki de Asi haklıdır... belki zamanla birbirlerini tanırlar. Asi kendinden e.min... öyle olacağını biliyor... Bu adamın önyargıları... örnek alınacak bir insan olan babasını tanıdıkça yıkılacak... başka türlü olması olanaksız. İhsan hayata hep ilkeleriyle tutundu... Asi’de hep onu örnek aldı... hep verdi... karşılığında da çok bir şey istemedi... küçücük şeyler bile onu mutlu etmeye yetti. “Biraz yağmur” diyor sesi... Demir’e o şehre geldiğinden beri yağan yağmurların farkında değil mi yoksa Asi... Yağmurlar gibi yere süzülüyor, bu sözlerle, Demir’in de gözleri... nasıl kıskanç... bir parçada Asi’ye öfkeli... ondan süzülen yağmurlarla ona yaşattıklarına döndürmeye ne hakkı var Asi’nin Demir’i... alelade sözcükler bile Demir’in hayallerinde baş köşeyi almaya hevesli. Uzaklaşmalı Demir bu gün düşlerinden... gerçeklere dönmeli... Asi’yi de döndürmeli... O ihsan’ı başka türlü tanıyor... Asi kendine kimleri örnek aldığına dikkat etmeli. Hele de kibirlileri. Demir ‘kibir’ mi dedi... keşke biryerlerde insanın içini gösteren bir ayna olsada... Asi tutabilse bu aynayı ona... Demir görse kendini... Kızlar, Melek’i almış çiftliği gezdiyor... ama İskenderun’da Mahmut artık son dakikalarını yaşıyor... son hatıralarda geziniyor. Biliyor, yok oluşu yakın.. onunla beraber yok olmaması gereken bir bilgiyi Süheyla’ya son dakikada söyleyecek kadar daha yaşayabiliyor ve Süheyla sığınağını kaybediyor. Demir eve dönmüş... kardeşini arıyor. Arif kahyadan Melek’i soruyor... Kozcuoğlu çiftliğine gitmiş Melek... dinlememiş abisini... çiftliğin kızlarıyla samimiyet kuruyor. Derken peşi sıra Asi geliyor... elinde raporlar, günü bitirmeden evvel Demir Bey’e vermek istiyor. Demir’e Teyzesinden gelen telefon henüz onların konuşmalarına fırsat vermeden araya giriyor. Öylesine açılana bir telefonda Demir için bir devir kapanıyor... Süheyla’yı görüyoruz telefonun diğer ucunda... matemde bir kadın... ama gözleri arayışlar içinde, Demir’e Mahmut’u kaybettiklerini haber veriyor. Ölümü algılayışımızı düşünüyorum bir an için... Demir biliyordu ki, Mahmut Eniştesi ölmek üzereydi... ama ölümü bilmek... ölümü beklemek... insanı ölüme hazırlamıyor. Kucaklayacağımız bu kayba direnç mi yoksa ölümün yarattığı boşluğu görmezden geliş mi bu... acıdan uzak tutuş mu kendimizi. Demir bir boşluğa düşüyor. Mahmut hayatının önemli bir kısmında yer almıştı... yok artık, bunu idrak etmek biraz zaman alıyor. O an yapmak istediği tek şey oturmak. Telefonu kapatıp en yakındaki koltuğa çöküyor. Asi ondaki gayritabiliğin farkında... izliyor. Demir böyle değildir... bedeninin feri sönmüş bu halini, Asi tanımıyor. Sesleniyor... “Demir!!!...ne oldu... kötü bir şey mi var?”... bastırılmış... kontrollü davranışlarımız böylesi anlarda kendini unutuveriyor. Ona ismiyle sesleniyor. Asi için o “Demir” çünkü... “Bey” de ne oluyor... Farkında ki çok kötü bir şeyler oluyor. “Eniştem... ölmüş” diyebiliyor. Demir onun yanında değil şu an... yada yanında kim olduğunu hiç önemsemiyor. Yerimi bilmiyorum... söylenmeli mi bilmiyorum ama başka ölümler... başka Demir donmuşlukları aklıma geliyor. Ölümle birlikte bizlerde mi soğuyoruz bir parça, ne oluyor... Demir soğumuş şu an... Demir cansız şu an... bir bardak suda dudaklarına hayat ulaşsın istiyor Asi... sormadan gidip ona su getiriyor. Çok küçüktü babası öldüğünde Demir... Eniştesi büyüttü onu... okuttu... bu günlere getirdi... hakkı ödenmez. Birkaç cümle Demir, hayatını nasıl da özetliyor. Üzüntüden çok bir boşluğa bakışı hissediyorum onda... yalnız kalışı hissetiyorum. Yıkılmıyor ama sendeliyor. Asi’nin parmakları istemsizce Demir’in kolunu buluyor... Minicik bir dokunuş ama yetiyor. “Buradayım... yanındayım” dercesine sıkıyor... “Yapabileceğim bir şey var mı?”... Asi yanında... yaşımdaki böyle bir anı onunla paylaşıyor. Birden aklına geliyor... Melek... Asi’lerin çiftliğinde... getirebilir mi kardeşini. İnanılmaz bir güven... böyle bir anda, Melek’i Asi’ye emanet edebiliyor. Güven nasıl içten içten bizi saran bir duygu... biz anlamadan güven geliyor veya içgüsüdel olarak güvenilmiyor. Asi eve döndüğünde ilk karşılaştığı babası... ardından da avluda misafirlerini geçirmiş olan Neriman onlara katılıyor. Eniştenin vefat haberini onlarla paylaşıyor Asi... ardından bahçede portakal toplayan kızların yanına gidiyor. Melek... abisinin onu çağırdığını Asi’den duyar duymaz ters birşeyler olduğunu anlıyor. Ne olabilir ki bu eniştelerinden başka... Asi’nin kucağına kapaklanıyor... Hassas her şeye... korumalı hayatında Mahmut’un kapladığı yer daha fazla... düştüğü boşluk korkutucu onun yokluğunda Asi, Melek için de orada, acısı için de... bunu hissediyor Demir’in kardeşi de. Üzüntüyle sığındığı Asi’nin onlarla gelmesi için İhsan’dan izin istiyor. “Asi’de bizimle gelebilir mi İhsan Amca?”... İhsan ne diyebilir böyle bir acıda... Annesinin ölümünde elinden hiç bir şey gelmedi... bu kadar basit bir isteği nasıl geri çevirebilir. Baş eğiyor bu acıya. Demir kendini toplamış.... belli ki cenaze hazırlıkları için çoktan işe başlamış. Kardeşine sarılıyor sıkı sıkı... pişmanlıklar için artık çok geç... yapabilecekleri bir şey de yok. Cenaze hazırlıkları için gelen bir telefon bölüyor bu sarılmayı. Bir taraftan telefondakiyle konuşurken aklı kardeşinde... onun Asi’yle sohbetinde... ne demek istedi acaba Melek “İyi ki Asi’de bizle gelecek” demekle... Demir telefonla konuşurken, birkaç parça eşya toplamak üzere geçiyor Asi ve Melek içeriye... Melek hala ağlıyor... ama Asi Demir’in yanına dönüyor... görünüşe göre Demir toparlamış kendini ama Asi biliyor ki kardeşi için endişeleniyor. Nasıl endişelenmesin... Mahmut enişteleri, farkıydı Melek’in dünyasında... katı görünümlü Mahmut’u yumuşatabilendi onların arasındaki ilişki. Zor olacak bu süreç... Bir anda aklına geliyor... sormaya çalışıyor.... “Asi...!?”... daha fazla bir şey söylemesine gerek yok... Asi yetişiyor “Melek’in yanında olsam iyi olur”... karşılıksız... onunda ötesinde hatta... sorulmadan verilen... gönülden bir destek... Asi, daha Demir her hangi bir şey teleffuz etmeden yardımını öneriyor... yanındalığını öneriyor Demir’e. Demir yüreğinde kocaman bir yer açacak bu gönüllü birlikteliğe... Teşekkür etmiyor... gerek de yok... gözleri yine birbirinde... görmeye çalışıyorlar farklı Asi-Demir’leri birbirlerinde ... yabancılarla aramızda olmayacak bir bağın izleri Demir’de. Asi için bu çok olağan... acıyı tanır... doğamızdaki en ilkel şey belkide... doğadan alışmış denge var herşeyde... acı varsa buna direnç de olmalı bir yerlerde... yakınlığını şiddetle hissettiği bu adamın yanında olmalı... tıpkı şu anda yaptığı gibi... her dönüşünde ardında onu bulmalı... bundan azına razı gelemez Asi’de. Demir’inse denge duygusu bozulmuş hayatının bir yerlerinde... kayıpları... pekçok yaşanmamışlık bıraktırmış geride. En ihtiyaç duyulduğu zaman uzak kalmış böyle bir desteğe... yanındaki teyze ise sevgisinde ayrıcalıklı... sevgisinde seçici... büyük ihtimal farkında olmadan verdiği öfkeli bir sevgiyle sarmalamış yeğenleri... Kayıp bir bebek girecek, kayıp bir aşk girecek ileride bu hikayeye ve sıkıştırılmış bu sevgi çemberinde... karşılıksız değil... karşılıklı bir dayanışmanın izlerini göreceğiz bu üçlünün ilişkisinde, heryerde. Ama şu anda Demir, bu mağrur kızın sormadan... istenmeden verdiği desteğinde... Asi kadar açık değil zihni, duyguları bu konuda... bilmediğiniz bir şeyi tanımak zor... bulanık görüyor olsa da, bu yanındalıktan... onu ardında bulmaktan hoşnut... iyi ki Asi orada... iyi ki Asi onunla. Melek biraz daha toparlanmış görünüyor, Asi’yi almak için gidilen Kozcuoğlu çiftliğinin kapısında sahnelerde. Hava kararmış iyice. Demir onları arabada beklerken, Melek sıkı sıkı sarılıp İhsan Amca’sına teşekkür ediyor... O da hissediyor Asi’nin desteğini yanlarında. Hiç arkadaşı yok... nasıl hayat bu böyle... nasıl bir korunmuşluk... nasıl ayrıcalıklı bir yaşam... tutunacağı bir arkadaşı bile yok geride bir yerlerde. İhsan geçiriyor gençleri İskenderun’a... sabahki fırtınadan sonra Demir ile ilk görüşmesi... Demir kafa tuttuğu bu adamın kızını alıp götürüyor arabasına... biraz tuhaf hissetmiyor da değil hani... İhsan hiç bir şeye izin vermeyebilirdi bu sabahtan sonra. Ama belli ki kızı gibi İhsan’da tanıyor acıyı... ayrı tutuyor diğer her şeyden. Medenice paylaşılıyor “Başın sağolsun”lar... “Teşekkür ederim”ler aralarında... Yerleşiyor Melek ve Asi arabanın arkasına... Demir şöför koltuğuna... tembihlemeden duramıyor İhsan “Dikkatli kullanın”... O, nede olsa bir baba... gereksiz uyarılar ama söylenmeli sevenlerin ardında... elde sallanıyor peşleri sıra... yola koyuluyorlar sonunda. Melek ağlamakta yorgun düşmüş... yaslanmak istiyor Asi’nin omuzuna. Dayanamaz mı koltuğunun arkasına... ama istediği bu değil... bir sıcaklık istiyor hayatında. Mahmut Eniştesinin boşluğunu dolduramaz biliyor elbet ama başka sıcaklıklar var, onları hissetmek istiyor hayatında. Korkmuyor, eniştelerinin ondaki etkisini... nasıl ona dayandığını... nasıl ona çocukca inandığını paylaşmaktan. Ve başka korkularını da hayattan... Abisini mesela... hep korktu abisini de yanında bulamamaktan... Dokunmanın mucizeleri... Asi’nin mucizeleri... Demir’in ikizini de sakinleştiriyor. Demir yapamazken bunu... Demir yerine o yapıyor... belkide en etkili şeyi söylüyor Melek’e... “Abin de çok üzülüyor”... Melek bitap... uykuya kayıveriyor. Melek’in uyumasıyla Asi’nin dikkati Demir’e dönüyor. O nasıl... sormalı... merak ediyor. “Demir... iyi misin?”... Demir’de dalmış... gecenin sakinliğinde araç neredeyse kendiğinden yol alırken, orada değil aslında... kendine geliyor Asi’nin sorusuyla. Aynada buluşan bakışları... bir basit soru... “iyi misin” sızlatıyor Demir’i. Hayatındaki ilgi noktaları... sinir uçları gibi... refleksle titreşiyor. Asi onu soruyor... yalnızlar o anda... Melek orada ama yok hayatlarında şu anda... Asi ve Demir aynı havayı soluyor. Asi, Demir’e de dokunmak istiyor. Aslında Demir’i sarmalamak istiyor. Yanında olmak istediği o... hem ikiz gibi... hem çok farklı... Melek’deki Demir’i omuzunda taşıyor. Demir hisseder Melek’i... e.minim ki Asi’yi de hissediyor. Melek’in sözlerinin satır aralarında çocukluklukları saklı... yüreği hassas bu detaylara Asi’nin... farketmemesi mümkün değil... onun sözlerinden Demir’i tanımaya çalışıyor. Bu iki kardeşin hayatı onların çocukluklarına hiç benzemiyor... çığlıklarında gülücükler değil, acıları saklanıyor... birbirlerine tutunmalarının ardında sevginin ötesinde azgın suların ayrılık korkusu yatıyor. Cenaze evine varıyor gençler... Demir ve Melek, odasına çekilmiş olan Süheyla’nın yanına girerken, Asi salonda diğer konuklarla birlikte kalıyor. Aslında Süheyla’nın paylaşacağı çok şey var Demir ile ama olası değil şu an... öteliyor. Melek, Asi’yi soruyor... Asi... İhsan Bey’in kızı... çiftlik komşuları... kırmadı Melek’i... bir ricasıyla geldi. Demir salona giderek, Asi’ye teklif ediyor “Asi... teyzemin odasına gelmek ister misin?” Onların hayatında hiç bir şey usulünce değil... bu kızın aile üyeleriyle tanışması da hep gariplikler içinde gerçekleşiyor. Asi’de bunun farkında... zaten Defne’den hazırlıklı... biraz da geriliyor. Korkmaz o bir şeyden ama, şalına sıkı sıkı sarınışından savunmada olduğu hissi bende uyanıyor. Süheyla odasında hala ayakta... Asi’yi gergin bir ifadeyle karşılıyor. Paylaşılan bildik başsağlığı sözcüklerini Melek’in samimi teşekkürü dağıtıyor... yol boyu uyudu Asi’nin omuzunda... ama kuş gibiydi Melek... Asi gülerek ona dönüyor, odaya ilk girdiği andaki gergin ifade yüzünden siliniveriyor. Süheyla acısını geride bırakmış şu an... Asi’nin nezdinde geçmişiyle yüzleşiyor... bununla baş etmeye çalışıyor... ama Melek’in İhsan’dan “İhsan Amca... kibar bir bey ” diye bahsedişi ile geçmişin acımasız yüzü Süheyla’da açığa çıkıyor. Süheyla ne söylediğini, ne yaptığını biliyor... Demir’in şaşkın ve gergin bakışları Asi ile teyzesi arasında gidip gelirken... Asi bütün dikkatini Süheyla’da toplamış, onu anlamaya, söylediklerine kafasında yer bulmaya çalışıyor. Melekse tam bir anlamıyla kayıp Süheyla’da... teyzesine neler oluyor.? Teyzenin ağzından dökülenler herkesi şaşırtıyor... Kozcuoğlu terbiyesi... İngiliz çizmeleri... ütüsü bozulmamış pantalonlar... Süheyla’nın ağzında çamurlara bulanıyor. Asi’nin bakışları da çenesi gibi dikleştikçe dikleşiyor. Demir sonunda müdahale etmek zorunda kalıyor. Daha fazla sessiz kalamaz... araya giriyor... “Teyze... sanırım çok yorgunsunuz...”... Demir kesmeseymiş Süheyla’nın sözlerini... içecek ikramı için gelen görevli ile kesilecekmiş meğer. Lakin Demir’in Asi’ye yapılan hakaretlere daha fazla katlanmayıp müdahele etmiş olması sevindiriyor beni... teyzesine karşı bile Asi’nin yanında olduğunu hissetmekten mutlu oluyorum. Asi laf altında kalmaz... bekliyor ki görevli çıksın odadan dışarı... ardından itiraz geliyor... Süheyla Kozcuoğlularını nasıl tanıdıysa... yanlışlar var bunda. Asi de biz de nereden bilebilirdik ki... İhsan’ı en iyi tanıyan insanlardan biri aslında Süheyla. Asi söylemekten çekinmiyor... ablası Defne’nin onunla karşılaşmasında edindiği izlenime aynen katılıyor o da... Öyle ya... Defne de tanışmıştı Süheyla’yla... Demir nezaketi bir tarafa bırakıp giriyor araya... “Tamam...” bayılıyorum bu ana... bence hayatında tek bir kez bile iki kadının çekişmesi arasına girmek zorunda kalmadı Demir ama bunu muhteşem bir şekilde başarıyor şu anda. Bunun bir cenaze ortamı olduğunu unutup keyifle seyrediyorum onlar bu ana her vardıklarında. Ne teyzesi geri adım atar ne de bu asi kız... haklı ne de olsa. Teyzenin söylemediklerini o söylüyor... “Bize Asi’ye teşekkür etmek düşer... Komşuluk hatırıdır dedi buralara kadar geldi...” Süheyla’yı kendine getiriyor bu sözler... Eşinin hastalığına sığınarak sesindeki kızgınlığa özür buluyor... ya söyledikleri... peki ya söyledikleri... onlar nereden kaynaklanıyor... nereye varıyor?.. Melek uyumuş... Asi’yi görüyoruz onun yanında... Günün olayları kafasında... uyuyabilir mi bütün bunlarla... ruhu uyanık asıl, dört dönüyor düşünceler etrafında. Süheyla’nın odasında ise bitmemiş henüz hesaplaşmalar... Süheyla’ya uyku yok bu akşam... Mahmut’un ölümüyle... senelerdir nefesini tutarak sığındığı güvenli limanından zorla itiliyor dışarıya... İnsiyatif onda değil, mecbur buna. Bir yirmi sene yaşamış bir yirmi sene daha yaşayabilirdi böylece sığınağında, hasta bir koca, kol kanat gerdiği yeğenleri... ama mümkün değil bundan sonra. Göğüslemekten başka yapabileceği bir şey yok artık. Süheyla dirençli bir kadın... güçlü bir kadın... ama sığınağından çıktığında olacakları birlikte göreceğiz artık. Ona çare ve çaresizlikle ilgili ne öğretti geçmiş... yoksa ablası çaresizliği o mecburiyeti mi seçti... geçmiş İhsan’a ağır bir yük, Melek’e soyların diyetini, Demir’e ise hayattan alınacak bir hınç bıraktı... Ya Süheyla’ya?.. Süheyla’ya da korkuya yenilmiş gönüllü bir mahkumiyet... bir mecburiyet bıraktı acımadan... durdurulabilir mi bu başıboş kalmış özgürlük şimdi... unutulabilir mi bu hatırlanmışlıklar... hepsi için çok geç artık. Uyku uzak duruyor bu akşam Asi’den... Demir’in yanında olma isteğine mani olamıyor... bir tek huzursuz olduğunu biliyor... arayışlar içinde olduğunu biliyor... rahat değil yüreğindeki... Bu duygu nereden geliyor? Demir sanki çıkacak bir yerlerden... onu aranıyor. Dört duvar arasına kapanmaya alışık değil... temiz hava istiyor... Pencereyi açarak odaya gecenin serin havasını almaya çalışıyor. Demir giriyor görüntüye köşeden aynı anda... düşünceli, elleri ceplerinde. Asi bir anda irkiliyor... duydu mu onu ne... panikliyor!.. Çıt çıkmayan gecede, acısının içinde... ama yine de Demir’e seslenmişçesine, Asi’ye dönüyor öylece. Asi pencerede... kardeşiyle aynı yerde... ailesinden uzakta bu kız, güvenle ona teslim edildi babasının elleriyle. Uzaklarda bir yerlerde bir köpek sebatla havlayıp duruyor... Asi ve Demir sadeliklerine yakışır bir şekilde o geceye damgalarını vuruyor... gecede başkaca hiç bir şey yaşayamıyor... o gece “Asi ve Demir”... Asi-Demir oluyor. Onlar yalnızken... gözleri böylesi birbirindeyken esrarengiz şeyler oluyor. Her seferinde mi... evet, her seferinde... e.min buna hayret etmekten bir türlü kendini alamıyor. Yazmak yetmiyor... soruyorum kendime... “onlar orada... var... var... var... kaç kere yazsam acaba yeterince yazmış olurum bilmiyorum”diyorum... Zaman haklı çıkarıyor e.min’i... Asi-Demir yazmakla bitmiyor... Asi-Demir’i yazmak yetmiyor. Demir’in içinden o an neler geçiyor? O da Asi’yi düşünüyor mu... yalnızlığında onunla birlikte olmak... kardeşi gibi ona sokulmak ve huzur bulmak istemiyor mu? Serinlikte bu düşünce onu kor gibi yakmıyor mu?... Rahat bırakmıyor mu?.. Bunca düşünce... bizi derin derin soluklandırıp... Asi’yi Demir’e getir miyor mu? Demir’i görüyorum bir bankta oturuyor... Asi’yi görüyorum elinde bir battaniye... sırtında bir başkası... Demir’e geliyor. Elindeki battaniyeyi yavaşça açarak Demir’in sırtına koyuyor. Demir dalmışlığından gerçeğe dönüyor. Gözlerine inanamaz gibi... bir müddet Asi’ye bakınıyor. Ondan böyle bir hareket beklemiyor... bucak bucak kaçan Asi... ona gelmeye devam ediyor.... ve bu gelişleri Demir’de bağımlılık yaratıyor. Bankın arkasından dolaşan Asi... yanına gelip oturduğunda hala Demir inanmazlıkla gözlerini ondan alamıyor. Bu Asi’ mi... kendi isteğiyle onun yanına geldi mi... battaniyesini omuzlarına yerleştirmeye çalıştığı müddetçe bakmayı sürdürüyor. Bu aralar garip şeyler oluyor zaten... kader onları nerelere fırlattı... daha haftalar evvel birbirlerinden haberleri yokken... şimdi hiç tanımadıkları birinin bahçesinde birbirlerine sokulmuş oturmaları Asi’ye de garip geliyor... üstelik Demir’in çok sevdiği teyzesi de bu evde... görür görmez ondan hiç hoşlanmadığını belli eden teyze. Neden bu sözcükler... neden? Çünkü önemli Süheyla’nın onayı... Demir başı boş bir insan değil... önemli, ailesi diyebileceği tek büyüğünün Asi’yi onaylaması. Demir de şaşkın bu konuda... alışık değil Süheyla teyzesinde gördüğü bu tutuma. Ama biliyor ki onun derdi Asi’yle değil... anlatması çok zor... hatta imkansız. İnsanın birine Asi’ye davrandığı gibi davranması... onu daha hiç tanımadan yargılarda bulunması... olağan üstü sebepleri olmalı... Belki de vardır! Bu Demir’in de karanlığı. Güneş uzak ufuklarda doğmuş çoktan... kızıllığı vuruyor onlara... çok güzel bir gün... çok güzel bir başlangıç... bu sabah, ölüme inat, yaşamaya doyulmuyor. Asi mırıldanıyor... “Hiç bu saate kadar uyanık kalmamıştım!”... e.min onların gözlerini yazmaktan yorgun... bu sözlere ne diyeceğini bilemiyor. Demir’in gözlerinin yerde kalakaldığı görüntüde duruyorum... ardından başını döndürüp Asi’ye baktığı karede... Demir onu sabahlara kadar uykusuz bırakmanın hayallerini kurdu ne zamandır... bu hayallerinden korktu ne zamandır... ürktü ne zamandır. Asi onu delirtmeye mi çalışıyor? Asi’nin bakışları ona döndüğünde... acımasızca dudaklarında, gözlerinde gezinip duruyor. Asi’nin gözlerine geri dönüyor gözleri... iki genç yanyana... o battaniyelerin altında... yanıyor dünya... -Sadece burada ve şu anda... geçmişin sönmemiş küllerinden uzakta... yüreklerimiz iyice ufalanıp dökülmeden kalabilsek... zamanı burada ve şu anda durdurabilir miyiz... Asi... Bir isimde duruyor zaman... bir isim de duruyor Demir.... bu kızın gözlerinde... bu kızın dudaklarında yaşıyor Demir... Hep platonik gördüm... ama Asi’yi alıyor o akşam... hayatında günü doğuruyor Demir. |
5. Bölüm
Kapsamlı Fragman